Arthur Koestler – Uyurgezerler; Bir Bilim Tarihi Kitabı

Bilgimize ekleme yapabiliriz, ancak onu eksiltemeyiz. Evreni, Babiliiierin yak- •• laşık MO 3000 yılında gördükleri gibi görmeyi denediğimde, kendi çocukluğumu habrlamak zorunda kalınm. Yaklaşık dört yaşındayken Tanrı ve dünya hakkında doyurucu bir kavrayışa sahip olduğum hissine kapılmışhm. Bir gün babamın, dans eden figürlerle süslenmiş beyaz tavanı parmağıyla işaret ederek bana Tanrı’nın orada olup beni izlediğini söylediğini habrlıyorum. Ben de daha o anda dans eden figürlerin Tanrı olduğuna inanmış ve bu yüzden günün ve gecenin belalanrıa karşı beni korumalarını dilemek için dualarımı onlara yöneltmiştim . Neredeyse aynı şekilde, Dünya’nın karanlık tavanında ışıldayan figürlerin <ie Babiliilere ve Mısırlılara yaşayan tanrılarmış gibi göründüğünü düşlerneyi tercih ediyorum. Tıpkı benim yivli dansçılarıma aşina olmam gibi onlar da İkizler’e, Ayı’ya ve Yılan’a aşinaydılar; onlann çok uzakta olmadıkları, yaşam ile ölüm, hasat ile yağmur üzerinde güç sahibi olduklan düşünülüyordu. · Babillilerin, Mısırlılann ve ihranilerin Dünya’ sı, altında ve üstünde su bulunan ve kah gök kubbe tarafindan desteklenen bir istiridyeydi. Ortalama boyutlardaydı ve tıpkı çocuk odasındaki küçük bir yatak veya ana rahmindeki bir bebek gibi her yanı güvenli bir biçimde kapalıydı. Babiliiierin istiridyesi yuvarlaktı. Dünya, bunun merkezinde yer alan ve derin suların üzerinde yüzen, içi oyuk bir dağdı; üzerinde suların örttüğü kah bir kubbe bulunuyordu. Yukarıdaki sular kubbeden yağmur olarak sızar, aşağıdaki sular ise pınarlardan çıkardı. Güneş, Ay ve yıldızlar, Doğu’daki kapılardan sahneye girip Ba- . ‘ 17 tı’ daki kapılardan çıkarak, kubbenin bir ucundan diğer ucuna doğru yavaşça dans ederek ilerlerlerdi.


Mısırlıların Evreni biraz daha dörtgen biçimli bir istiridye veya kutuydu; Dünya bunun zeminini oluştururdu, gök ise ya ayaklan Dünya’nın dört köşesine basan bir öküz ya da dirsekierinin ve dizlerinin üzerinde duran bir kadındı; daha sonraki zamanlarda ise kubbe biçimindeki metal bir kapaklı. Güneş ve Ay tanrılarının gemileri, kutunun iç duvarlarını çevreleyen bir tür yüksek galerinin içinden akan bir nehrin üzerinde, birçok sahne kapısından içeri girip dışan çıkarak yüzerdi. Sabit yıldızlar kapaktan sarkan veya başka tannlarca taşınan lambalardı. Gezegenler, Nil’in göksel ikizi Samanyolu’ndaki kanallar boyunca kendi gemilerini yüzdürürdü. Her ayın on beşinci gününe doğru Ay tannsı vahşi bir damuzun saldınsına uğrar ve ıstırapla geçen on beş günlük bir süre boyunca onun tarafından yutulur, sonra yeniden doğardı. Bazen domuz onu bir hamlede yutarak Ay Tutulması’na yol açardı, bazen de Gürieş’i bir yılan yutar, bu da Güneş Tutulması’na yol açardı. Ancak bu facialar tıpkı rüyalardaki benzerleri gibi, hem gerçekti hem de değildi; bulunduğu kutunun veya rahrnin içinde düş kuran kimse kendini oldukça güvende hissederdi. Bu güvenlik duygusu, Güneş ve Ay tanrılarının çalkanhlı özel yaşamlar sürmelerine rağmen görünüm ve hareketlerinin tamamen güvenilir ve öngörülebilir olduğunun keşfedilmesinden doğmuştu. Tanrılar gecenin ve gündüzün, mevsimlerin ve yağmurun, hasat ve ekim zamanlannın düzenli aralıklarla gerçekleşmesini sağlıyordu. Beşiğin üzerine eğilen ana tannçanın ne yapacağı her zaman belli değildi, fakat gerektiğinde besleyici göğsünün kendini göstereceğine güvenilebilirdi. Düş kuran zihin zorlu maceralara atılabilir, Olympos’a veya Tartaros’a yolculuk edebilir, ancak yine de nabız atışları sayılabilecek kadar düzenlidir. Yıldızların nabzını ölçmeyi ilk öğrenenler ise Babilliler olmuştur. Yaklaşık altı bin yıl önce, daha insan zihni yan uykudayken, Kaldeli rahipler gözetierne kulelerinden yıldızları taramış ve onlann hareketlerine dair • haritalar ve zaman çizelgeleri çıkarmışlardı. Akkad Kralı Sargon’un yaklaşık •• MO 3800 yılındaki hükümdarlığı döneminden kalma kil tabletler, uzun süre önce yerleşmiş bir astronomi geleneğinin varlığını gösterirler. ı Zaman çizelgeleri, ekinierin yetiştirilmesinden dinsel töreniere kadar birçok örgütlü etkinliği düzenleyen takvimlere dönüşmüştü. Rahiplerin gözlemleri hayranlık uyandıracak ölçüde kusursuzdu: Yılın uzunluğunu doğru olan değerin% O,OOl’den daha düşük bir sapınayla hesaplamışlardı2 ve Güneş ile Ay’ın hareketleriyle · ilgili hesaplan, dev teleskoplarla donanmış 19.

yüzyıl gökbilimcilerininkinden ı Ency. Brit. 1955 baskısı, II-582c. 2 A.g.e., ll-582d. 18 yalnızca üç kat fazla hata payı içeriyordu.3 Bu bakımdan onlarınki bir Kesin Bilimdi; gözlemleri doğrulanabilirdi ve onlann astronomik olayları kesin olarak öngörmelerine olanak sağlıyordu; kuram, mitolojik varsayımiara dayanmasına rağmen “işliyordu”. Dolayısıyla bu uzun yolculuğun daha en başında Bilim, kapılann ve geçitierin koruyucusu olan ve öne bakan yüzü uyanık ve dikkatliyken, dalgın ve donuk bakışlı diğer yüzü tam aksi yöne doğru bakan çift yüzlü tanrı Janus’un bir görünümü olarak ortaya çıkınışh. Gökteki en göz alıcı nesneler (her iki bakış açısına göre de) gezegenler ya da gezgin yıldızlardı. Gök kubbeden sarkan binlerce ışık arasında bunlardan yalnızca yedi tane vardı. Bunlar Güneş, Ay, Nebo (Merkür), İştar (Venüs), Nergal (Mars), Marduk Oüpiter) ve Ninib (Satürn) idi. Diğer bütün yıldızlar, Dünya-da�ın etrafını bir günde dönmekle birlikte, gök kubbe düzeni içindeki yerlerini asla değiştinı1eden sabit bir halde dururlardı. Yedi gezgin yıldız da onlarla birlikte dönerdi, fakat aynı zamanda, tıpkı dönen bir kürenin etrafında uçuşan sinekler gibi kendilerine özgü bir hareketleri de vardı.

Fakat göğü baştan aşağıya kat ebnezlerdi: Hareketleri dar bir şerit veya bir kuşak içinde kalırdı; bu kuşak, ekvatora yaklaşık yirıni üç derecelik bir açıyla gök kubbenin etrafında dönerdi. Bu kuşak (Burçlar Kuşağı) on iki parçaya aynlmışb, her parça adını civardaki sabit bir takımyıldızdan alıyordu. Burçlar Kuşağı aşıklarm göklerdeki yoluydu, gezegenler bu yol boyunca salmarak ilerlerdi. Bir gezegenin bu parçalann birinden geçişinin çifte anlamı vardı: Hem gözlemcinin zaman çizelgesi için veri sağlardı hem de sahne arkasında gerçekleşen mitolojik olaylarla ilgili simgesel mesajlar verirdi. Astroloji ve Astronomi, bilge Janus’un birbirlerini tamamlayan görüş alanlan olarak bugüne kadar gelmişlerdir . • 2. lyonya Ateşi Babil ve Mısır’ın bıraktığı yerden Yunanistan devam etti. Başta Yunan kozmolojisi de aynı özellikleri taşıyorrlu – Homeros’un Dünya’sı farklı, daha renkli bir istiridye, Okeanos tarafından çevrelenmiş, yüzen bir diskti. Ancak Odysseia ve İlyada metinlerinin son hallerini aldıkları zamanlarda, Ege kıyılarındaki İyonya’da yeni bir gelişme kendini gösterdi. Hıristiyanlık’tan önceki 6. yüzyıl -Buda, Konfüçyüs ve Lao-Tze’nin, İyonyalı filozofların ve Pythagoras’ın yaşadığı mucizevi yüzyıl- insan türü için bir dönüm noktasıydı. Çin’ den Sam os’ a kadar gezegeni kateden bir ilkbahar rüzgarı esmiş ve hp kı Adem’in burun deliklerini üflenen nefesin yaptığı gibi insanoğlunun kendini 3 F. Sherwood Taylor, Science Pastand Present (Londra, 1949), s. 13. “MÖ 747’de Nabonassar’ın hükümdarlığının başlamasından yaklaşık 900 yıl sonra Batlamyus, “günümüze kadar uygulamada süregelmiş antik gözlemler elimizde” diye yazmıştır.

” (Th. L. Heath, Greek Astronomy (Londra, 1932), s. xiv f.) Hipparkhos ve Batlamyus tarafından Yunan verileri arasına dahil edilen Babil gözlemleri Kopernik’ e vazgeçilmez bir destek sağlamıştı. 19 • fark etmesini sağlamıştı. Akılcı düşünce, Iyonya felsefe okulunda mitolojik hayal dünyasından kendini kurtarmaya başlamışh. Bu, büyük bir maceranın, ilerideki iki bin yılda önceki iki yüz bin yılda olduğundan daha köklü bir biçimde insanlığı dönüşüme uğratacak olan doğal açıklamalara ve akılcı sebeplere yönelik Prometheusçu arayışın başlangıcıydı. Yunanistan’a soyut geometriyi getiren ve bir Güneş Tutulması’nı tahmin eden Miletoslu Thales, Homeros gibi, Dünya’nın su üzerinde yüzen dairesel bir disk olduğuna inanıyordu, ama bununla yetinmiyordu; mitolojinin açıklamalarını bir yana bırakarak, evrenin hangi temel hammaddeden ve hangi doğal süreçle oluştuğuyla ilgili devrimci soruyu sormuştu. Bun� verdiği yanıt, temel maddenin veya öğenin su olduğu, çünkü aslında buharlaşmış su olan hava dahil her şeyin nemden çıktığıydı. Başkaları ilk maddenin su değil de hava veya ateş olduğunu düşünüyordu; ancak bir kahine değil de dilsiz doğaya yöneltilen yeni bir soru tipini sormayı öğrenmeleri olgusunun karşısında onların yanıtları o kadar önemli değildi. Bu son derece heyecan verici bir oyundu; bunu kavrayabilmek için, yeni yeni keşfettiği güçlerle zehirlenmiş bir beynin kuramsal düşünmenin ayaklanmasına izin verdiği ilk gençlik çağındaki hayallere doğru kişisel bir dönüş yapmak gerekir. Platon’un aktardığına göre, “göklerde olup bitenleri öğrenmeye hevesli olmasına rağmen hemen önüne, hatta bashğı yere dikkat etmeyen biri olduğu için gökyüzüne bakıp yıldızları izlerken kuyuya düşen ve (söylendiğine göre) Trakyalı zeki ve güzel bir hizmetçi kız tarafından kurtarılan Thales bunun tipik bir ömeğidir.”4 • Iyonyalı filozofların ikincisi olan Anaksimandros, Yunanistan’a yayılan entelektüel ateşin bütün belirtilerini sergiler. Onun evreni arhk kapalı bir kutu değildir, aksine uzanım ve süreklilik bakımından sonsuzdur.

Önerdiği temel madde, bilinen madde türlerinden hiçbiri değildir, bunun yerine yok edilmez ve ebedi olması dışında hiçbir belirli niteliği olmayan bir tözdür. Her şey bu maddeden çıkmıştır ve buna geri dönecektir; bizim bu Dünya’mızdan önce de sonsuz çoklukta başka evrenler var olmuştur ve hepsi de sonunda bu şekilsiz kütlede yok olacakhr. Dünya havayla çevrili, silindirik bir sütundur; evrenin merkezinde hiçbir desteğe veya dayanacak herhangi bir şeye gerek duymadan ve dikey durumda yüzer ve buna rağmen düşmez, çünkü merkezde olduğu için eğilim göstereceği bir yön söz konusu değildir; eğer böyle bir şey olsaydı bütünün simetrisi ve dengesi bozulurdu. Küresel gök kubbeler atmosferi hpkı “bir ağacın kabuğu” gibi çevreler, bu kabukların oluşturduğu tabakalar çok sayıda gök cismine de yer sağlar. Ancak bunlar aslında göründükleri gibi birer “cisim” değildir. Güneş, dev bir tekerleğin janh üzerindeki bir delikten ibarettir. Ateşle dolu olan jant Dünya’nın etrafında dönerken delik de -alevlerle dolu devasa bir araba lastiğindeki patlak gibi- onunla birlikte döner. Ay hakkında da benzer bir açıklama söz konusudur; Ay’ın evreleri, patiağın kısmen 4 Platon, Thaetetus, 174 A., alınti: Heath, a.g.e., s. 1. 20 düzelip tekrar eski haline dönmesi yüzünden gerçekleşir, aynı şey turulmalar için de geçerlidir. Yıldızlar ise koyu renkli bir kumaşın üzerindeki iğne delikleridir, bu deliklerden iki “kabuk” tabakası arasındaki uzayı dolduran kozmik ateşi görebiliriz.

Bütün bu sistemin nasıl işlediğini anlamak kolay değildir, ama yine de bu, mekanik bir evren modeline doğru ilk adım olmuştur. Güneş gemisinin yerini bir düzeneğin çarkı almışbr. Bununla beraber bu mekanizma sanki gerçeküstücü bir ressam tarafından uydurulmuş gibidir; patlak ateş tekerlekleri imgesi Newton’dan çok Picasso’ya daha uygun düşüyor. Başka kozmolojileri incelemeye devam ettikçe bu izlenimi hep daha fazla edineceğiz. Anaksimandros’un bir arkadaşı olan Anaksimenes’in sistemi öncekiler kadar yarahcı değildir; bununla birlikte yıldızların ”kafayı çevreleyen bir şapka gibi” Dünya’nın etrafında dönen, kristal benzeri bir maddeden oluşan saydam bir küreye “çivi gibi” çakılmış olduklarına dair etkili bir düşüncenin yaratıcısının Anaksimenes olduğu söylenir. Bu, o kadar akla yatkın ve ikna edicidir ki, kristal küreler yaklaşımı modem zamanların başlangıcına kadar kozmolojiye egemen olmuştur. İyonyalı filozofların yurdu Anadolu’daki Milet’ti; ancak Güney İtalya’daki Yunan kentlerinde başka okullar da vardı ve bunların her biri farklı kurarnlar ortaya atmışh. Elea okulunun kurucusu Kolophonlu Ksenophanes doksan iki yaşına kadar şiirler yazmış bir kuşkucudur ve sanki V aiz’in yazarına örnek olmuş gibi görünür: Her şey topraktan gelir ve toprağa geri döner. Hepimiz topraktan ve sudan geliriz … Tanrılar ve bütün diğer şeyler hakkında söylenenleri kuşkusuz kimse ne bilir ne de bilecektir, hatta bir kimse bir şeyi mükemmel bir biçimde ifade etse bile • onu bildiği söylenemez; sonuçta her şey birer tarhşma konusudur … Insanlar tanrıların, kendileri gibi doğurolmuş olduklarını, kendilerinkilere benzer kıy::ıfetleri olduğunu, seslerinin ve şekillerinin onlannkine benzediğini hayal ederler … Gerçekten, Habeşlerin tanrıları siyah ve yassı burunludur, Trakyalıların tanrıları ise. kızıl saçlı ve mavi gözlüdür … Gerçekten, eğer öküzlerin, atların ve aslanların elleri olsaydı ve insanlar gibi elleriyle resim yapıp sanat eserleri yapabilselerdi, atlar kendi tannlarını at şeklinde, öküzler ise öküz şeklinde resmederlerdi. Homeros ve Hesiodos, hırsızlık, zina, hilekarlık ve diğer yolsuz davranışlar gibi, insanlar arasında ayıp ve utanç verici sayılan her şeyi tannlara da atfetmişlerdir . • • Buna karşılık: Tek bir Tanrı vardır … ne biçim ne de düşünce bakımından ölümlülere benzer … Hiç kımıldamadan aynı yerde durur … ve hiç zorluk çekmeden zihninin gücüyle her şeye hükmeder . 5

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir