Arthur Schopenhauer – Istencin Ozgurlugu Uzerine

İstencin Özgürlüğü Üzerine adlı ödüllü eser, Schopenhau-er’m, ana kitabı İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’dan yirmi yıl sonra, 1839’da Norveç Krallık Bilimler Akademisi’ne sunduğu ve en önemli eserleri arasında yer alan uzun bir makaledir. Danimarka Krallık Bilimler Akademisi’nin ödülünü almaya hak kazanamayan makalesi “Ahlakın Temeli” ile birlikte 1841 yılında Ahlakın İki Temel Problemi adı altında birleştirilerek yayımlanmıştır. Özellikle ana kitabı olan İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’da, genelde tüm felsefesinde etkisi yoğunlukla hissedilen iki öncelinin, Kant ve Platon’un çizdiği temel çerçeveden yola çıkarak kitabı okumaya başlamak, günümüzde de felsefe tartışmalarında canlılığını yitirmeyerek kendisini odak noktası yapan istenç kavramını çözümleme ve Schopenhauer’ın dilinden anlama noktasında yararlı olacaktır. “Bilgi, bilen öznenin deneyime yüklediği apriori formlarla ko-şullandırılmıştır” cümlesiyle de özetlenebilecek olan, Kant’m Kopernik Devrimi’nin arkasındaki devasa birikimi Schopen-hauer’a, kendi felsefesini oluşturmaya götürecek bir kapı aç-mıştır. Schopenhauer’a göre, insanın erişebileceği bilginin sınırları us tarafından çizildiği gibi dünya da bizim bir tasarımı-mızdı. Ancak Schopenhauer, Kanftan ayrı olarak, numene, bilinmez olan kendinde şeye ulaşabileceğimizi iddia eder. Başka bir deyişle, kendinde şeyin yerine istenci koyar. İstenç tek, değişmez, tahribi imkânsız ve sonsuz olandır, her şeyin içinde vardır. Bir reel şeyin istenciyle birlikte yok edilmesi tüm dünyanın da yok oluşu demektir. Bununla birlikte, insan deneyimi dünyadaki tüm varlıkların bağlı olduğu şeye, istence ulaşmada veri sağlar. İnsanın her edimi, bitki ve hayvan dünyasındaki olaylar, inorganik cisimlerdeki değişimler, istencin birer nesnelleşmiş halidir. Aynı istencin nesnelleşmiş halleri olmalarına rağmen doğadaki tüm fenomenler ve şeyler farklı “asli güçleri” ifade ederler. Bu farklı asli güçler farklı nedensellik biçimlerini [neden, uyarım (stimulus), güdülenim] karşılar. İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’da. Schopenhauer Platonik idea kavramını ortaya atar.


Bu kavram da, istencin farklı nesnelleşme hallerinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Platonik idea, asli güçte bulunan ve bilen öznenin zekâsıyla kavrayacağı bir öğedir. Fakat Schopenhauer bu kavramın salt usa hitap eden yanını değil aynı zamanda dinamik, yaratıcı yönünü de vurgulayarak Platon’un tanımladığı idea kavramından uzaklaşır. O’na göre, istencin insanda nesnelleşmesi evrensel istencin yaratıcı niteliği sayesindedir. Bütün insanlığın ulaşmaya çalıştığı bir insanlık ideasmın olmadığını ifade edişiyle de Platon’dan farklı bir yaklaşımı savunur, çünkü bu türde bir olgu ancak bitki ve hayvan dünyası için geçerlidir. İstencin insanoğlunda ideal anlamda nesnelleşmesi sadece, kişinin hem kendi iç doğasını hem de evrensel istencin temel karakteristiğini anlaması ile mümkündü. Kendisini evrensel istencin karşısına koyarken bireyin istencinin bu bilgiyi -hem kendi iç doğası hem de evrensel istencin temel karakteristiği hakkındaki bilgiyi- kullanacağına dair inancı, Schopenhauer’m felsefesini ilginç kılan iddialardan biridir. İstencin zincirlerinden insanı kurtaracak iki çeşit deneyim vardır ona göre: Yaratmak, büyük sanatları anlayabilmek ve başkalarının acısına merhamet etmek. Kişinin istenci karşısına entellektüeî kavrayışıyla geçebilme yeteneğine sahip olduğunu düşünmesi, Spi-noza gibi Schopenhauer’m da tüm özgürlüğün düşüncemizde var olduğu görüşünü taşıdığının bir göstergesidir. Kant gibi Schopenhauer da özgürlüğün aşkın ya da yeter-sebep prensibinden bağımsız olduğunu kabul eder. Özgürlük ve felsefi bilgi birikimi arasında bir paralellik kurar. Bilindiği gibi istenç özgürlüğü üzerine tartışmalarda taraflar kabaca determinizm savunucuları ve karşıtları olarak ikiye ayrılır. Schopenhauer için İkincisini savunmak, eylemleri mutlak şansın iktidarı altına koymak olurdu. Böyle bir durum, ahlaki sorumluluğun sorgulanamaması anlamına gelirdi. Fakat okuyacağınız makaleden de açıkça anlaşılacağı üzere Schopenhau-er’ın yapmak istediği, özgürlüğü determinizmle bağdaştırmak, daha ötesi özgürlüğü insan karakterine atfetmektir.

Schopenhauer’m şimdi konu dışında kalan bire bir yaşamında olduğu gibi teorisinde de bazı açmazlar ve çelişkilere rastlamak pekâlâ mümkün. Karakterin değişmezliği ve doğuş-tanlığı hakkında edinilecek bilginin ampirik verilerden değil insanın ben’inden çıkarılması gerektiğini öne sürüp iddiasını savunmak için verdiği örnekleri aziz ya da katillerden seçen, erdem ve dehanın kimseye öğretilemeyeceğini savunup kendisini insanlığın öğretmeni ilan eden aynı kişidir. Yine de, taşıdığı bütün çelişkilere rağmen Schopenhauer’ı, felsefe tarihi kitaplarında, öne sürdüğü ayrıksı savlar yüzünden Alman idealistleri arasında hep ayrı bir yere oturtulan bu özgün felsete adamını / ve elbette Nietzsche’nin öncelini okumak herkese keyif verecektir kanısındayım. Ne yazık ki, Yaşam Bilgeliği Üzerine Özdeyişler ve Aşkın Metafiziği gibi, filozofun temel kitaplarından alınmış parçaların çevirileri dışında Schopenhauer’ı Türkiye’deki okura tanıtacak çalışmalara rastlanmamaktadır. Umarım bu çeviri, taşıdığı Schopenhauer felsefesine bir giriş olma niteliğiyle onun hem özgür istenç problemini ele alışının açımlanmasına hem de düşüncesinin temel taşlarının gün ışığına çıkmasına yardımcı olacaktır. Bu çevirinin gerçekleşmesinde yayımlanma aşamasına kadar verdiği tüm desteklerden ötürü Ortadoğu Teknik Üniversitesi araştırma görevlilerinden sayın Erdoğan Yıldırım’a teşekkür ederim. M. S. 17. 06. 1998 Oldukça arı bir dile sahip olmasına rağmen bu makalede okuyucunun kafasını karıştırabilecek birbirleriyle ilintili bazı kavramları açığa kavuşturmak istiyorum. İrade anlamına da gelen istenç (der Wille) kavramının tanımını burada tekrarlamaya gerek duymuyorum, çünkü kitapta buna yeterince değiniliyor. Fakat çeviriyi yaparken neden istenç kelimesini seçtiğimi belirtme ihtiyacı duyuyorum. Öncelikle bu kelime, irade teriminin Türk Dil Kurumunca özleştirilmiş halidir ve felsefe terimleri sözlüklerinde yer edinmiştir. Ayrıca, birçok değerli çevirmen tarafından da aynı şekilde kabul görmüş, Schopenhauer dendiğinde akla ilk gelen, anahtar sözcük olarak belleklere yerleşmiştir.

Aynı sözcükten türeyen ve makalede sık sık geçen istemli, isteme ya da arzu, istenç edimleri gibi kelimeler sırasıyla willkürklich, das Wollen, die Willensakten kelimelerinin yerine tutarlı bir şekilde konmuştur. Karşılaşılabilecek bu türde diğer karışıklıkları engellemek üzere birçok terimin orijinali köşeli ^ parantez içine alınmıştır. Kaynaklara gelince, eserde geçen kaynakların Türkçe çevirileri mümkün olduğunca bulunup belirtilmiştir. Dipnotlarda bulunan çeviri eserler okurun kaynaklara ulaşmasında sağlayacağı yarar açısından ele alınmıştır, ama metinde geçen çeviriler dipnotlardaki çevirmenlere değil kendime aittir. Benim ve Schopenhauer’ın dipnotlarının birbirine karışmasını önlemek ve yazann orijinal dipnot numaralamasını korumak amacıyla çevirenin dipnotları sembollerle, yazarın dipnotları ise sayılarla sayfa sonlarında gösterilmiştir. Ayrıca Schopenhauer’m, tüm makale boyunca alıntıladıklarını orijinal haliyle de belirtme prensibine sadık kalınmış, alıntılar orijinal dilinde dipnotlara iliştirilmiştir. Norveç Krallık Bilimler Demeği tarafından sorulan som şudur: “Num liberum hominum arbitrium e sui ipsius conscienta demonstrari potest?” “İnsan istencinin özgürlüğü öz bilinç yoluyla kanıtlanabilir mi?” 1. KAVRAM TANIMLAMALARI Aslında Orta Çağ ve yakın zamanların tüm felsefesinin temel bir problemiyle iç içe geçen böylesine önemli, ciddi ve zor bir som şüphesiz epey titiz olmayı, somda varolan ana kavramları çözümlemeyi gerektirir. 1. Özgürlük ne demektir? Dikkatle incelendiğinde özgürlük, olumsuz bir kavram olarak çıkar karşımıza. Biz, özgürlük deyince sadece bütün engel ve baskıların yokluğunu düşünürüz; bu ise diğer taraftan gücün varlığına işaret etmesiyle olumlu bir şey olmak zorundadır. Kavram, engellerin olanaklı niteliklerini karşılayan birbirinden çok farklı üç alt türe ayrılır: fiziksel, entelektüel ve ahlaki özgürlük. a) Fiziksel özgürlük her tür maddi engelin yokluğudur. Bu yüzden “açık gökyüzü 1 , serbest görüş sahası, temiz hava, açık alan, boş meydan, serbest ısı (kimyasal bağı olmayan), serbest elektrik yükü, dağlar veya su bentleriyle durdurulmayan suyun serbest akışı vb.” deriz.

Sadece “boş oda, bedava yemek, özgür basın, posta ücretsiz mektup” bile bu tür şeylerden yararlanılmasına engel oluşturmaya alışkın can sıkıcı koşulların yokluğunu anlatır. Ancak bizim tasavvurumuzdaki özgürlük kavramı en çok, eylemleri istençlerinden doğmuş, yani istemli olan ve bundan dolayı hiçbir engel bunu imkânsızlaştıramadığı zaman özgür diye tanımlanabilecek canlı varlıkların bir niteliğidir. Bu engeller çok çeşitli türde ortaya çıkabildiği ve onlardan dolayı engellenen daima istenç olduğu için kolaylık olsun diye kavram tercihen olumlu anlamda kavranır ve bununla, salt kendi istenciyle hareket eden ya da sadece kendi istenci doğrultusunda davranan her şey kastedilir; kavramın böyle ters çevrilmesi özde hiçbir şeyi değiştirmez. Bu yüzden, özgürlük kavramının bu tür fiziksel anlamı çerçevesinde hayvan ve insanlar, eylemlerinin -ne zincir, ne zindan ne de işkenceyle kötürümleştirme-hiçbir fiziki ya da maddi engelle karşılaşmaması, tam tersine koşulların istençlerine göre işlemesi halinde özgür diye tanımlanabilirler. Özgürlük kavramı özellikle canlı varlıkların yüklemi olarak ele alındığında en temel, doğrudan ve en sık rastlanan tanımını fiziksel anlamında bulur. Bundan dolayı kavram, bu anlamı çerçevesinde hiçbir kuşku ya da tartışmaya tabi olmayıp tersine kendi gerçekliğini deney yoluyla daima kanıtlayabilecektir. Çünkü canlı bir varlık -neyin onun istencini etkileyebileceği hesaba katılmadığı zaman- salt kendi istenciyle hareket ettiği an özgürdür. Çünkü özgürlük kavramı sadece yapabilme yeteneğiyle, yani eylemlerinin dediğim gibi fiziksel engellerden yoksun olmasıyla temelde, doğrudan ve bu sebepten popüler anlamda ilişkilidir. Bu yüzden “kuş havada, vahşi yaratık ormanda özgürdür; insan doğası bağımsızdır, sadece özgür olan mutludur” denir. Bir halk da bağımsız diye tanımlandığında halkm sadece kanunla yönetildiği fakat bu kanunları kendisinin koyduğu anlaşılır; ancak öyle ise halk her konuda sadece kendi istencine itaat eder. O halde politik özgürlük fiziksel özgürlüğe dahil edilmelidir. Fiziksel özgürlükten yola çıkıp diğer iki türü aynıymış gibi kabul ettiğimiz anda, biz artık kavramın popüler değil, bilindiği gibi birçok zorluklara yol açan felsefi anlamıyla ilgilenmeye başlarız. Kavramın felsefi anlamı birbirinden tamamen farklı iki türe ayrılır: entelektüel ve ahlaki özgürlük. b) Aristo’da karşılığını “istemli ve istemsiz düşünme gücünde” 2 bulan entelektüel özgürlük, burada sadece, kavramın sınıflandırılmasında bütünlüğün sağlanması amacıyla dikkate almıyor. Bu yüzden Aristo’nun tartışmasını, orada kullanılacak kavramları kısaca değerlendirilebilmek için önceki bölümlerde açıklamak üzere bu yazının sonuna dek ertelemeyi uygun görüyorum.

Fakat bu tartışma fiziksel özgürlükle çok yakından ilişkili olduğundan sınıflandırmada onu izlemelidir. e) Böylece, doğrudan doğruya aslında liberum arbitrium (Özgür istenç kararı) dernek olan ve Krallık Bilimler Deme-ği’nin sorusunda bahsettiği üçüncü türe, ahlaki özgürlüğe dönüyorum. Bu kavram, kendi yeterince çok geç oluşumunu kavranabilir kılacak şekilde fiziksel özgürlüğe bağlanır. Yukarıda belirtildiği gibi fiziksel özgürlük, yokluğu halinde kendisinin varolduğu maddi engellerle ilişkilidir. Fakat bazı durumlarda bir kişinin maddi engeller tarafından alıkonmamasına rağmen, sadece yokluğu halinde istencini ifade edeceği güdüler -tehdit, vaat, tehlikeler vb.- tarafından belli bir şekilde davranmaya yönlendirilebileceği gözlenmektedir. Sonuç olarak, böyle bir insanın hâlâ özgür olup olmayacağı ya da aslında, güçlü bir karşı güdünün istence uygun davranışı fiziksel bir engel gibi imkânsız kılıp kılamayacağı sorusu soruldu. Cevap, sağlıklı akıl yürütenlere zor gelmeyecektir: Elbette bir güdü asla fiziksel engel kadar etkili olamaz. Zaten fiziksel engel insanın bedensel gücünü kayıtsız şartsız aşacaktır, buna karşın bir güdü tek başına karşı konulamaz değildir ve mutlak bir iktidara sahip olamaz. Tam tersine güdü, daha güçlü bir karşı güdü tarafından, şayet öyle bir güdü varsa ve o kişi için belirleyiciyse mümkün mertebe alt edilebilecektir, çünkü biz de tüm güdülerin genellikle en güçlü-sünün -yaşamı koruma güdüsünün- başka güdüler tarafından alt edilebildiğine sıklıkla şahit oluruz: intiharda ya da kişinin hayatını başkaları için ya da fikirleri ya da bazı idealleri uğruna feda etmesinde olduğu gibi, ya da tam tersine, titizlikle hazırlanmış işkence sehpalarının bütün derecelerine arasıra sadece, uğruna hayatın feda edilebileceği düşünceler sayesinde galip gelinmiş olması gibi. Her ne kadar buradan, güdülerin salt nesnel ve mutlak bir zorunluluk taşımadığı ortaya çıkarsa da yine güdülere söz konusu kişiye göre öznel ve göreli bir zorunduk atfedilebilir. Ancak bu sonucu değiştirmez. Bu yüzden geriye “istencin kendisi özgür müdür?” sorusu kalır. -Şimdiye kadar sadece yapabilme yeteneği bakımından düşündüğümüz özgürlük kavramı, böylece burada istemeyle ilişkili hale gelir ve istemin kendi başına özgür olup olmadığı problemi ortaya çıkar. Ancak daha yakından gözlemlendiğinde temel, salt gör-gül ve bu yüzden popüler olan özgürlük kavramının istemeyle ilişki kurmaktan aciz olduğu görülür.

Çünkü buna göre “özgür”, “kendi istencine uygun” demektir. İstemenin kendi başına özgür olup olmadığını sormak aslında istemenin kendi kendine uygun olup olmadığını sormaktır; gerçi sorulan, onun kendisinden ne anladığıdır fakat bu da hiçbir şey anlatmaz. Ampirik bir kavram olan özgürlüğe göre bu, “eğer istediğimi yapabilirsem özgürüm” demektir. Buradaki “istediğimi” tabirinde özgürlük artık inkârı kabul edilemeyecek şekilde belirgindir. Biz artık istemenin kendi başına özgür olup olmadığını sorguladığımız için soru, buna uygun olarak şöyle sorulmalıdır; “İstediğini arzu edebilir misin?!”‘, cevap, sanki isteğin arkasında yatan daha başka bir isteğe bağlıymış gibi. Bu soru sakince olumlandığın-daysa akla ikinci soru gelir: “Arzulamak istediğini arzulayabilir misin?” ve böylece sorular, içinde bir istemenin daima daha öncekine ya da daha derinde yatana tabi olduğu o “daha yüksekte-kine” itilirdi ve bu yolla nihayet hiçbir şeye tabi olmadığını düşündüğümüz ve öyle varsaymak zorunda olduğumuz bir istemeye boşu boşuna ulaşmaya çabalanılırdı. Ancak böyle bir durumu varsaymak durumunda olsaydık, ilki herhangi bir sonuncu yerine koymak yoluyla soru en basit olana geri götürüle-bilirdi: “İsteyebilir misin?”. Fakat bilinmesi istenen şey, sorunun yalın bir şekilde olumlanmasmm istemenin özgürlüğüne dair bir belirleyiciliği olup olmadığıydı. Ama bu durumda sorun çözümlenmeden kalır. Başka bir deyişle, özgürlük kavramı, eylemden çıkarılan, temel, ampirik anlamı çerçevesinde istenç kavramıyla kurduğu doğrudan bağlantıyı sona erdirmekte direnmiştir. Özgürlük kavramını buna rağmen istençler üzerine uygulayabilmek için kavramı soyut olarak yorumlayıp değiştirmek zorunluydu. Bu, özgürlük kavramına genelde bütün zorunlulukların yokluğu anlamı yüklendiğinde gerçekleşti. Kavram avnı zamanda hemen başlangıçta belirtmiş olduğum olumsuz karakteri de taşımaktadır. Demek ki ilk önce, olumsuz anlamı veren olumlu kavram olarak zorunluluğu tartışmak gereklidir. Öyleyse soruyoruz: “Zorunlu ne demektir?” Alışılmış açıklama: “Zorunlu, karşıtı imkânsız olan, başka türlü olamayandır” .

Bu yalnızca kelimelere dayanan bir açıklamadır, kavramın bizim kavrayışımızı artırmayan bir yeniden yazımıdır. Fakat ben gerçek açıklama diye şunu öne sürüyorum: “Zorunlu olan kökü her doğru tanımlama gibi ters çevrilmeye izin verebilecek yeter sebep önermesinden çıkandır”. Yeter sebep önermesinin mantıksal, matematiksel ya da fiziksel bağlamda tanımlanmış oluşuna göre zorunluluk mantıksal (öncüller verildiği zaman sonuçta olduğu gibi), matematiksel (örneğin, açılar eşit olduğu zaman üçgenin kenarlarının da eşit olması) ya da fiziksel, reel (neden varolduğu zaman etkinin başlaması gibi) olur; ancak sebep belli olduğu zaman zorunluluk daima aynı kesinlikte sonuca atfedilir. Sadece bir şeyi belli bir sebebin sonucu olarak kavradığımız ölçüde onu zorunlu sayarız ve tersine çevirirsek, bir şeyi yeter sebep önermesinin sonucu olarak tanıdığımız an onun zorunlu olduğunu görürüz; bütün sebepler zorlayıcıdır. Bu nesnel açıklama öyle uygun ve kapsayıcıdır ki zorunluluk ve sonuç kavramları yer değiştirebilecek, yani her yerde biri diğerinin yerine geçebilecektir*. Buna göre zorunluluğun yokluğu belirli bir yeter sebep kökünün yokluğuyla aynıdır. Halbuki zorunlu olanın karşıtı rastlantısal olan diye düşünülür ve bu da burada belirtilen düşünceyle çatışmaz. Yani, her rastlantısal * Zorunluluk kavramı üzerine bir tartışma Yeler-sebep önermesi Üzerine adi;, makalemde bulunabilir. Sümtlkhe Werke, Band 3: Kleinere Sehrij-ten, (Jher den Satz vom Orurı/ie, CottaInsel Vcrlag, 1978, s. 181-183.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir