Attila İlhan – Bir Sap Kırmızı Karanfil

(Mes’ut Cemil Bey’in Nihavend Saz Semaisi kulağınızda mıdır? O halde yazacaklarımı, onun refakatinde okumalısınız.) Günlerdir aranıyordu: Nişantaşı’ndaki evini, çocuğunu çoluğunu terk etmişti; son gece yarısı, bir ihmal yüzünden, az kalsın ele geçirilecekti; şimdi ev ev, sokak sokak, İstanbul’un karanlığında kayboluyor… Sonra eşinden, ‘durumu aydınlatacak’ o telefon: eski bir dost onunla buluşmak istiyormuş; yalnız eski değil, üstelik sahib-i nüfuz bir zat: ayan âzası Rıza Tevfik Bey! Hazindir, onunla buluşması durumu aleyhine aydınlatacak: randevuya, siyasi polis de geliyor: Polis Müdüriyeti, Divân-ı Harb-i Örfî falan filan; sonunda ünlü siyasilerin kapatıldığı, Bekirağa Bölüğü! Aranan kimdi? ‘Yeni Gün’ gazetesi sermuharriri Yunus Nadi Bey! Tuzağı kuran kim? Şair ve ‘feylesof Rıza Tevfik, o tarihte Hürriyet ve İtilâf Fırkasından, daha sonra Sevres Anlaşmasını imzalayacak heyetin âzası! Bunlar bir avuç Osmanlı ‘münevveri’, Mütarekenin dumanlı yıllarında, Dersaadet’te, o devrin ‘küreselleşmesinden’ yanaydılar: Peyâm-ı Sabah sermuharriri Ali Kemal, Alemdar sermuharriri Refiî Cevad, Aydede’den Refik Halit, ayrıca Ahmet Emin, Cenab Sahabettin vs… O devrin ‘küreselleşmesi’ ne demek? Ya Sait Mollanın İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ndendirler, ya da Amerikan Mandasına taraftar! Hayret! O tarihte ‘küreselleşme’ meraklıları, anlaşılan çok daha açık ve net konuşuyorlarmış! 11 ‘Tarihi sacayağı’ Yunus Nadi Bey, ‘Kemalist’tir: Ona, onun gibilere bu sıfatı yakıştıran, emperyalizm ‘media’sıydi: merkezi Londra’da bulunan İngiliz Rcuter Ajansı! Kemalizm tarih sahnesine, önce antiemperyalist bir halk kurtuluş hareketi olarak çıkar; radikal jacobin cumhuriyetçiliği sonradan, laikliği daha da arkadan gelecektir. Kim ki Kemalistliğini bu tarihi sacayağına oturtmaz, acaba ne kadar Kemalisttir? Hele o antiemperyalist olmadan Atatürkçü geçinen sürüngen politikacı, hangi tarih mahkemesi önünde beraat edecektir, çok merak ederim. Yunus Nadi Bey, Bekirağa Bölüğünden çıktıktan sonra, İngiliz Siyasi Polisinin hışmına uğramıştır: 16 Mart 1920 , Müttefikler İstanbul’u işgal ediyor. Yeni Gün matbaası işgal polisince basılır, onu yine yakalayamazlar; bu defa, günlerce Üsküdar cihetinde saklanacak; onu nihayet Mim Mim Teşkilâtı Anadolu’ya geçirecektir. O satırlarını hatırlar mısınız? “…saat on bir sularını geçerek Samandr a köyündeyiz. Araba kahvehanenin önünde durdu, indik ve kahvehaneye girdik. Çarpık boruları binbir yerinden yamalı, kendisi eklim büklüm bir sa c soba, kırık dökük, yamrı yumru bir-iki peyke. İnsana kitmbilir kaç günlerden beri hiç değişmediği hissini veren, ağır duman havası…” “…arabacı ile Sabahattin Bey’in İstanbul’a hareketlerinden bir buçuk-iki saa t sonra, Sırrı Bey’le ben, iki öküzün çektiği, üzerine ot ve üstüne tente olarak çuval serili uzun bir arabanın otları üzerine yaslanmış, sulu karla karışık yağan bir yağmurun altında ve kasvetli bir hava içinde Tepeviran Köyü’ne doğru yollanmış gidiyorduk…” (‘Kurtuluş Savaşı Anıları’, Yunus Nadi, s.197/198 , Çağdaş Yayınları, 1978) Tepeviran’da değil, 192 0 Martının son haftasında, onu Kuşçalı’da Ankara’dan gelen bir telgraf bulacaktır: “…telgrafınızı büyük bir meserretle okudum ve İstanbul berzâhın12 dan muvaffakiyetle kurtuluşunuzdan hassaten memnun oldum, kemal-i iştiyakla gözlerinizden öperim.” İmzayı tahmin etmiş olmalısınız: Mustafa Kemal! Adımız Yunus Nadi… O nesil inkılap nesliydi, peki, inkılap nedir? Gazinin tarifi aynen şöyle: “…bu inkılap, kelimenin ilk bakışta ima ettiği ihtilal manasından başka, ondan daha geniş bir tahavvülü ifade etmektedir…” (‘Atatürk’ün Başlıca Nutukları’, Dr. Herbert Melzig, s. 97, 1942) Hem ihtilal, hem ondan çok daha engin bir değişiklik! Günümüzün köşe dönme meraklısı politika esnafı, böyle bir radikalliği tahayyül bile edemez. Biz etmişizdir, çünkü o nesil, inkılap nesliydi, bizse onun çocuğu, bir manadan inkılabın; onun içindir ki adımız Yunus Nadi’dir, Fâlih Rıfkı’dır, Yâkup Kadri’dir, Ruşen Eşref’dir. Hamdullah Suphi’dir, Halide Edip’dir, Şevket Süreyya’dır, Nâzım Hikmet’dir, M.


Zekeriya’dır, Sabiha Sertel’dir, Suat Derviş’dir. Onların, yani Müdafaa-i Hukukun gönlümüzde yücelttiğimiz anıtına bir sap kırmızı karanfil bırakıp, nöbeti devralıyorum. (Ah, şu Nihavendi.) 13 KEMALİZM’LE SOSYALİZMİN ‘BİLEŞKESİ’. 18 Eylül 1996 Fâris’in yaptığı o tüyler ürpertici resim! 194 6 sonbaharı, ‘İstanbul’ savaş ertesi telaşının humması içinde, uğulduyor: ‘sınıf esasına müstenid cemiyet teşkilini’ yasaklayan kanun maddesi kaldırılmış; siyasi ortamda bir ‘çoğulculuk’ rüzgârı; kaşla göz arasında, iki sosyalist partisi birden: Dr. Şefik Hüsnünün Emekçi Partisi, Avukat Esat Adilin Türkiye Sosyalist Par ­ tisi. Emekçi Partisinin organı Yığın dergisinde, 15 Kasım 194 6 sayısının ‘kapak konusu’, Atatürk; ressam Fâris Erkman, siyah zemin üzerine beyaz, o kendinden emin ve coşkulu fırça darbeleriyle, öyle bir Mustafa Kemal portresi çizmiş ki, derginin kapağını görenin tüyleri -inkılapçı bir heyecanla- ayağa kalkıyor. Yığının başyazısı Gaziye ayrılmıştı, diyordu ki: “…Atatürk’ün tarihi rolü, antiemperyalist bir mücadelenin kahramanı olmasıdır. (…) Atatürk Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkan Sevres muahedesiyle Türkiye’yi müstemleke haline sokan Garplı müstevlilere karşı doğmuş milli bir isyanın temsilcisi idi.” Düşünebiliyor musunuz? İkinci Dünya Savaşı sıkıyönetiminin en katlanılmaz şartları altında ezilen sosyalist sol, Gaziye böyle bakıyordu: Hayranlıkla ve sevgiyle! Hele yazının başlığı, başlıbaşına bir programdı: “Atatürk Türkiye’yi ileri bir merhaleye, sağ a değil sola götürmek isteyen bir mücahitti.” (Yığın, 15 Kasım 1946) Günümüzdeki sosyalist solun kulağına küpe! 14 ‘Ona, yani Türk halkına’… Gençler bilmeyebilir: Müdafaa-i Hukuk, ‘Hakların Savunulması’ anlamına geliyor. İyi de, kime karşı, hangi hakların? Gazi Mustafa Kemal (çizmeleri tozlu, kumral sakalları barut yanığı, gözleri kuva-yı milliye mavisi) bu iki soruya gözünü kırpmadan cevap vermiştir: “…Türkiye’nin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını, bir defa daha teyit etmek lüzumunu hissediyorum. (…) Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün Şarkın davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar, Türkiye kendisiyle beraber olan Şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir…” (Temmuz, 1922) Yani ‘savunulan haklar’, ‘mazlum milletlerin hakları’; üstelik, emperyalist ‘sistem’e karşı savunuluyor. Sara y ve Babıâli, ona istediği kadar bolşevikliği yakıştırsın, o aynı açıklıkla “…bizim prensiplerimiz, cümlece malûmdur ki bolşevik prensipleri değildir” diyecek, şunları ekleyecektir, “…bizim nokta-i nazarımız -ki halkçılıktır- kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir.

” Farkında mısınız, neredeyse ‘özyönetim’den (autogestion) bahsediyor. Komintern’in tavrı, ona genel sekreterlik etmiş bir inkılapçının (Zinovyef) ağzından açıklanmıştı: “…Mustafa Kemal hükümetinin Türkiye’de yürüttüğü siyaset, Komünist Enternasyonalinin yani bizim siyasetimiz değildir; fakat İngiliz hükümetinin (yani sistem’in) aleyhine yürütülen her inkılap mücadelesine yardım etmeye hazırız.” (Baku, 1 Eylül 1920 ) Vladimir İliç Lenin, Mustafa Kemal’i ‘milli burjuva ihtilalini idare eden’, ‘ilerici ve akıllı bir devlet adamı saydığını’, ilk Ankara Büyükelçisi Aralof’a söylemiştir; ayrıca demiştir ki: “…istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor; emperyalizmin onurunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla silip süpüreceğine inanıyorum. Ona yani Türk halkına yar15 dım etmeliyiz.” Farkında mısınız, Mustafa Kemal’i Türk halkıyla özdeşleştiriyor. Komintern’in yayımladığı Internationale Presse-Korrespondentz dergisi, 192 5 Türk-Sovyet yakınlaşmasını yorumlarken, ‘yarı resmi Türk basın organının, durumu şöyle özetlediğini’ belirtiyordu:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir