Aydın Sayılı – Beyruni’ye Armağan

Tarih boyunca bilimin gelişme seyrine kuşbakışı bakacak olursak günümüz biliminin gerilere izlendiğinde Mısırlılada ve özellikle Mezopotamya’da Sumerlilerle başladığını .görürüz. Böylece, gözümüzün önünde ana çizgileriyle canlandırmaya çalıştığımız bilimin gelişme süreci dört beş bin yıllık bir süreyi içine almaktadır. Bu sürenin Milattan önce 6oo yılı sıralarına kadar olan kısmında Mezopotamya ile Mısır bilirnde ön safta yer alırlar. Bu uygarlıkların bilirnde ulaştıkları aşamadan hız alan ve onlardan faydalanan Yunanlılar bilim tarihinin bunu takibeden devresinin en önemli temsilcisini teşkil ederler. Anadolu’nun Ege kıyılarındaki Yunan kolonilerinde yeni gelişimine başlayarak, aşağı yukarı bin yıllık bir süre içinde, bilim, Yunanlıların elinde yeni bir yetkinlik düzeyine ve kuramsal örgünlük aşamasına ulaştı. Fakat zamanla, ve özellikle dinsel dünya görüşü karşısında özgür düşüncenin geri plana itilmesi sonucunda, Yunan bilim ve felsefesi bir duraklama ve gerileme devresine girdi. Böylece, bilim ve felsefi düşünce ürünleri, zamanla, Hıristiyan dini karşısında geri koşunlara itilmiş, itibarl arını iyiden iyiye yitirmi§lerdi. Bu sıralarda İslam dini dünya sahnesinde belirdi. Kısa süre içinde oluşup ortaya çıkan ve geniş bir coğrafi sahaya yayılan yeni İslam Dünyası temasa geldiği eski medeniyet kalıntılarından faydalanmaya büyük önem verdi ve özellikle Yunan bilim ve düşüncesiyle tanışıklık kurma çabasına girişti. Yüz elli yılı aşan yoğun ve programlı bir tercüme faaliyeti sonucunda Yunan bilim ve felsefe eserleri sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllar içinde Arapçaya tercüme edildi. Böy- * Bu yazı Beyruni’nin doğumunun birinci yılı münasebetiyle Türk Tarih Kurumunun düzenlediği 23 Kasım 1973 günlü anma töreninde yaptığım konuşmaya temel teşkil eden metni, konuşma dışıpda bırakılan bazı bölüm ve ayrıntılarıyla birlikte tespit etmektedir. · 2 AYDIN SAYILI Ielikle Arapça önemli bir bilim dili durumuna girdi ve İslam Dünyası yeryüzünün bilim bakımından en üstün topluluğu haline geldi. O zamanlar oldukça koyu bir bilgisizlik karanlığı içinde bulunan Batı Avrupa bir süre sonra İslam Dünyasının bu bilimsel üstünlüğünden faydalanma yollarını aramaya koyuldu ve on ikinci yüzyıl boyunca Arapç<Klan Latinceye yapılan yoğun tercümeler sonucunda Batı Avrupa Hıristiyan Alemi bilim ve düşünce alanında İslam Dünyası düzeyine çıkmış ve ulaşmış oldu. Takriben yüz yıl süren bu tercüme faaliyetinin önemini belirginleştirmek üzere bu devreye “On İkinci Yüzyıl Rönesansı” adı verilmiştir.


Avrupa on ikinci yüzyıldan aldığı bu hızla bilimsel çalışmalarını ortaçağın daha sonraki asırlarında sürdürmüş ve, İslam Dünyası bilimsel çalışmalarının devamını teşkil eden bu çabalar sonucunda, on altıncı yüzyıldan itibaren Batı Avrupa’da Kopernik, Vesalius, Kepler, ve Harvey ile Galile ve Newton gibi bilim adamlarının günümüze kadar· devam eden modern bilim akımını oluşturup geliştirmeleri mümkün olmuştur. Böylelikle günümüz bilimiyle zamanımızdan dört beş bin yıl önceki Sumerlilerle Mezopotamyalılar ve Mısırlılar arasında . tam bir tarihi devamlılık mevcuttur. Bu devamlılıkta coğrafi bölge ve çağ bakımlarından yer değiştirmeler ve kesintiler bulunsa bile, bu bölgeler ve çağlar arasında genellikle tercümeler ve diğer tell} aslar yoluyla köprüler kurulmuş olduğunu ve geçiş ve intikal devreleri aracılığıyla tarihsel sürekliliğin geliştirilip sağlandığını müşahede ediyoruz. Ortaçağın bilim tarihindeki önemi büyüktür. Ama buna rağmen gerek eskiçağa ve gerekse yeniçağa kıyasla ortaçağ bilimi Claha duragan bir nitelik ve mahiyet taşır. Bunun başlıca sebepleri gerek İslam Alemi ve gerekse Batı Avrupa Hıristiyan Dünyası ortaçağlarının bilim tarihi açısından sahip oldukları bazı vasıflara dayanır. Buqların ‘en önemlilerinden biri ortaçağın bilimsel ve felsefi düşünceyi dinle uzlaştırıp bağdaştırmak gibi büyük çapta bir düşünümsel problemle karşı karşıya bulunmasıydı. Bir diğeri de eski Yunanlıların çeşitli bilim dallarında büyük ve geniş kapsamlı terkipler yapmış olmaları ve sistemler kurmuş bulunmalarıydı. Ortaçağ biliminin yeniçağ bilimine dönüşmesi birinci problemin tatmin edici bir çözüme bağlanmasını ve ayrıca, bu eski sistemleri DOGUMUNUN lOOO’İNCİ YILINDA BEYRUNİ 3 devirecek ve geçersiz kılacak güçte yeni terkipierin yapılıp ortaya çıkarılmasını beklemek zorundaydı. Her iki bakımdan da İslam dünyasıyla Batı Avrupa Hıristiyan Alemi birbirleriyle dalaylı ya da dolaysız olarak işbirliği yapmışlar, modern bilim aşamasına ulaşılabilmesi birbirlerine eklenen bu ortak gayretler sayesinde gerçekleştirilebilmiştir. Başka bir deyimle, Batı Avrupa’nın bu yönde gösterdiği gayret İslam Dünyasındaki benzer çabaların bir devamını teşkil etmiş ve İslam Dünyasındaki felsefi ve bilimsel düşüneeye dayanmış, ondan hız ve kuvvet almıştır. Öklid birleşimsel geometrisi, Batlamyas _lli!tronomi sistemi, Aristo fizik ve kozmolojisi, Galen biyoloji ve tıbbı zamanlarına göre çok başarılı ve tatmin edici sistemlerdi. Fakat öte yandan da modern bilimin doğuşu ancak bunların yıkılmasıyla mümkün olacaktı. Bilimin gerçek bir dinamizm kazanması ve verimli gelişmeler gösterebilmesi için bu eski sistemleri çökertmek ve bu sistemlerin kurucu ve ana temsilcilerinin otoritelerinden, yani bilimsel düşünce üzerinde ister istemez yaptıkları baskılardan kurtulup sıyrılmak gerekmekteydi.

Bu ise uzun zaman isteyen bir işti; ancak uzun süreler içinde birikip kümeleşen inandırıcı ve güvenilir yeni bilgiler sayesinde mümkün olabilirdi. Başka bir ifade ile, bu geniş kapsamlı eski sistemlerin temellerini hakkıyla aşındırabilmek için bunlara karşı yöneltilen eleştirilerin zamanla birikip güçlenmesi, bu yoldan ulaşılacak yeni görüş ve ilhamlara dayanılarak onlardan daha güçlü ve başarılı sistemlerin kurulması gerekliydi. Bu ise iğne ile kuyu kazmaya benzeyen çok nankör bir işti. Bilimin bir nevi ırgatlığını yapmak demekti. Bu bakımdan ortaçağ devrimsel sonuçların kısa süreler içinde alınmasına elverişlı bir devre değildi. Fakat bu ağır tempodaki çalışmalar modern bilim devriminin yolunu açmak için şarttı. Böyle bir uzun süre boyunca yer alan sabırlı çalışma ve araştırmalar olmaksızın modern biliminin doğuşu koşullarının hazırlanmasına imkan yoktu. İşte Beyruni böyle bir devrenin temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor. Oysa, yine bu yıl doğumunun beş yüzf,hıcü yıldönümünü kutladığımız Kopernik, modern bilimin doğması şartlarının artık hazırlanıp kotarılmış olduğu bir çağın insanıydı. Bu durum gözönünde bulundurulunca, Beyruni ile Kopernik gibi bilim adamlarından aynı tür ve tipten başarı beklemenin tarihsel gerçeğe uygun düşmeyeceği 4 AYDIN SAYILI kendiliğinden ortaya çıkar. Beyruni’den ancak kendi çağı koşullarıyla bağdaşan başarılar beklemek mümkündür. Onu ortaçağa özgü bir görünüm içinde mütalaa etmek gereklidir. Fakat bu durum da, öte yandan, Beyruni gibi bir bilim adamından beklenebilecek başarıların önemsizliği anlamına gelmez. Tersine, bilirnde yeni çağlan hazırlayan ve on1ara imkan kapılarını açan çalışmalar yeni çağları edimsel olarak açan başarı adımlarından daha da önemli olabilir. Newton, bütün engin bilimsel başaniarına rağmen, kendisini bir devin omuzları üzerinde duran bir cüceye benzetmiş, ancak bu suretle kendisinin o devden daha ilerilerini görebildiğini söylemiştir.

Burada, omuzlarına Newton’un bastığı dev kendisinden önce gelen bilim adamlarının başarılarının tümüdür. Aynı şekilde, yeniçağı, daha doğrusu, modern bilim akımını· yaratıp oluşturan bilim adamları da ancak ortaçağ boyunca büyük bir sabır ve dirayetle çalışmalarını sürdürmüş olan bilim adamlarının yarattıkları olanaklara dayanmak suretiyle, onların çabalarının daha büyük ölçüde hasadını yapabilmişler, meyvelerini ve ürünlerini toplayabilmişlerdir. Modern bilimin doğuşu olayı, gerçekte, çok büyük ölçüde, bu yorulmak bilmez gayretierin uzun süreler boyunca ve zorunlu olarak ağır adımlarla gelişmesine yol açtığı gayet karmaşık bir sürecin gerçek anlamıyla kümeleşen ve tersinmezlik vasfına hak kazanan temel öğelerinden oluşan doruklaşmış bir yapıttıir. İşte, ortaçağın en kalburüstü bilim adamları arasında Beyruni’yi görüyoruz. Beyruni ortaçağ başlannda içine düştüğü elverişsiz şartlardan bilimi kurtarmakta büyük emeği geçen, ona yeni bir canlılık gelmesi ve hayat hakkı tanınması yolunda önemli başarıla:ç kazanan İslam Dünyası bilim adamlarının en kalburüstü temsilcilerinden biridir. Beyruni 4 Eylül 973 tarihinde Harezm’de Batı Harezm’in baş- ‘ kenti olan Ket şehrinin köylüklerinde veya dış kısımlarında dünyaya geldi. Doğum yeri olan bu bölge gözönünde bulundurulunca, Beyruni’nin, büyük bir ihtimalle, ya Türk yahut da Harezm’in İranlılada dil bakımından akraba ahalisinden olması gerekiyor. Fakat Beyruni ana dilinin ne Farsça ve ne de Arapça olmadığını ve kendi ana dilinin bir bilim dili olmaktan uzak kaldığını yaşlılığında yazdığı Kitabu’s-Saydene’sinde ifade ediyor. Ayrıca, aynı münasebetle, Arapçanın bir bilim dili olmasına karşılık Farsçanın daha fazla bir edebiyat DOGUMUNUN IOOO’İNCİ YILINDA BEYRUNİ 5 dili, methiyeler söylenmesine ve gece masalları anlatılınasına elverişli bir lisan olduğunu söylüyor; kendisinin ise Farsçacia övülmeye Arapçacia yerİlıneyi yeğ tuttuğunu sözlerine ilave ediyor. Az önce söylendiği üzere, Beyruni çağında Harezm’in Farsça ile akraba fakat kendine özgü mahalli bir dili vardı. Fakat ayrıca, bu bölgenin daha o zamanlarda oldukça önemli bir Türk nüfusuna sahip bulunduğu anlaşılıyor. Beyruni’nin söz konusu ifade tarzına bakılırsa, onun ana dilinin Farsça olmadığı gibi Farsçaya akraba bir dil vasfını da taşımadığı sonucuna varmak makul görünüyor. Bu bakımdan kendisinin Harezm’in yerli Türklerinden olması ihtimali ön plana geçmektedir. Kendisini gerek Araplık ve ger�kse İranlılık vasıf larından sıyırıp uzaklaştırmış olduğuna göre, elde kalan ve üzerinde durulmaya değecek belli başlı ihtimal onun Türk soyundan gelmiş olması olasılığıdır. Ayrıca, Beyruni’nin Türklerle çok ilgilendiği ve bu ilgisinin çocukluk çağına kadar geri gittiği de görülüyor.

Örneğin, kendisi çocukken Harezm sarayına ilaç getiren bir Türkmen doktordan söz ediyor. Bundan da kendisinin Türkçeyi çocukluğunda bildiği intibaı uyanıyor. Öte yandan, konuda yetkili araştırıcılar Beyruni’nin Arapçasında bazen birtakım garabetlerle karşılaşıldığına dikkati çekmişler ve bunları çeşitli yollardan bir izaha bağlamak istemişlerdir. Zeki Yelidi Togan’a göre bu acayiplikler bazen Türkçe etkisi izlerini taşımaktadır. Zeki Velidi Togan, ayrıca, Beyruni’nin eserlerinde zikrettiği Türkçe kelimelerin genellikle Peçeneklerin Türkçesine uyduğunu, böylece de, Beyruni’nin Türkçesinin özellikle Peçeneklerin Türkçe lehçesi etkisi altında kaldığı anlaşılan Harezm’in yerli Türkçesi olduğu sonucuna varmaktadır. Bütün bunlara bakarak, Beymni’nin ana dilinin büyük bir ihtimalle Türkçe ve kendisinin Türk olduğu tahmin ve kabul edilebilir. Beyruni’nin Türklüğünü beiirlemeye yarayan çalışmalardan özellikle Max Meyerhof ile A. Süheyl Ünver’in ve Zeki Yelidi Togan’ın araştırmalarını zikretmek gerekir. Süheyl Ün ver Beyruni’nin bir on beşinci yüzyıl eserinden intikal etme bir minyatürünü keşfedip bilim alemine tanıtmıştır. Zeki V elidi Togan da Beyruni’nin kendi elyazısıyla yazıldığı ileri sürülen Tahdidu Nihfiyati’l-Emakin adlı eserinin tek nüshası olan yazmadan ilk defa bilim dünyasını haberdar etmiştir. Böylelikle, bu iki belge yoluyla Beyruni hakkında daha kişisel 6 AYDIN SAYILI • bir bilgiye sahip olabilmekte, onu bazı yönleriyle daha yakından tanı­ . dığımızı ·hissetmekteyiz. Hiç değilse, böyle bir ihtimal üzerinde dü­ §Ünebilmekteyiz. Beyruni’nin bu eserinin söz konusu tek yazma nüshası bizim için onun adının doğru telaffuz şekli bakımından da önemlidir. Çünkü bu yaimanın baş sayfasında bilginimizin adı ‘Biyrılni’ şeklinde değil, ‘Beyruni’ şeklinde harekelenmiştir.

Bu yazma Beyruni’nin el yazısıyle olmayabilir. Hatta Beyruni’nin hayatta olduğu yıllarda yazıldığını gösteren bir tarih taşımasına ve Beyruni’ye üçüncü şahıs olarak atıf yapan herhangi bir ifade ihtiva etmemesine rağmen, Beyruni çağından sonra istinsah edilmiş olabilir. Hiç değilse, küçük de olsa, böyle bir ihtimal mevcuttur. Fakat bu takdirde, ayrıntılara sadık kalan ve müdlif nüshasında değişiklik yapmadan ve hataya dü§meden onu istinsah eden, daha doğrusu, etmeye çalışan, dikkatli bir kimse tarafından kopya edilmi§ olduğu muhakkaktır. Ayrıca, birun sözcüğünün o yüzyıllarda beyrun §eklinde telaffuz edildiği de bilinmektedir. Elimizdeki kaynaklarda Beyruni’nin ölüm yılı konusunda birbirini tutmayan bazı bilgilerle karşılaşılıyor. Bunlar arasında ilk bakışta en güveniliri I 048 tarihi gibi görünmekte ise de, Ki tab u ‘ s-Saydene’sinde Beyruni yaşının So’i (ay yılı) aştığını söylediğine göre, bu tarihin yanlış olması gerekmektedir. Bu durum karşısında Zeki V eli di Togan, Beyruni hakkında oldukça etraflı bilgi toplamış olan Yakut’un Beyruni’nin 422 Hicri yılında yazdığı bir eserinden bahsettiği halde onun 403 yılında çok yaşlı olarak öldüğünü bildirdiğine işaret ederek, Beyruni’nin ömür süresini 4I yıldan ibaret gösteren Yakut’taki bu hatalı sayının 443 (ıosı-r052) tarihinden galat olması gerektiği ,düşüncesini ortaya atmıştır. Bu düşünce akla yakın görünüyor. Çünkü bu ölüm tarihi kabul edildiği takdirde, Hicri 362 yılında doğmuş olan Beyruni ay yılı hesabiyle 8 I yıl yaşamış oluyor ki, bu da Ki tab u ‘ s-Sqydene’sindeki. ‘ifadesine uygun düşmektedir. Böylece de, güneş yılı hesabiyle, Beyruni 79 yıl yaşamış olmaktadır. Beyruni babasını tanımadığını günümüze kadar gelmiş olan kısa bir şiirinde bir vesile ile söz konusu ediyor, nesebi hakkında pek bilgisi olmadığını ve soyu konusunda herhangi bir iddia taşımadığını söylüyor. Bu arada, annesinin bir odun taşıyıcısı olduğunu mecazlı ve istiareli bir ifade içinde ilave ediyor. Öte yandan, küçük yaşından DOGUMUNUN IOOO’İNCİ YILINDA BEYRUNİ 7 itibaren kendisinin Harezm sarayı ile münasebeti olduğu görülüyor.

Anlaşıldığına göre, Doğu Harezm hükümdarları sülalesinden Ebu Nasr Mansur ibn Ali ibn Irak’ın Beyruni’nin büyük kabiliyetini daha o çocukken fark etmiş olması Beyruni’nin iktidardaki hanedanla yakınlık kurmasına yol açmış olmalıdır. Beyruni 22 yaşına bastığı sıralarda Batı Harezm Doğu Harezm’in saldırısına uğramış ve Batı Harezm sülalesinin egemenliği sona ermiştir. Beyruni’nin bunun üzerine korkulu günler geçirdiğini, bir süre gizlenmek zorunda kaldığını, kendisine yeni bir yurt aramaya koyulduğunu, bir ara şansını Tahran yöresinde. Rey şehrinde Büveyhiler yanında boş yere denedikten sonra Cürcan’da Kabus Vüşmgir’in yanına gidip orada altı yıl kadar kaldığını görüyoruz. Bundan sonra, Beyruni, aşağı yukarı 30 yaşındayken, 1003 ya da 1 004 yılları sırasında tekrar Harezm’ e dönmüş ve bu sefer, Harezm’in 1017 yılında Gazneli Mahmud tarafından istilasına kadar, Doğu Harezm’de, Gürgenç şehrinde, Harezm’in yeni hükümdarları yanında ve himayesinde kalmıştır. Harezm’in Gazneli Mahmud tarafından ilhakı Beyruni’nin hayatında yeni bir evrenin başlangıcını teşkil eder. Beyruni’yi bundan sonra Gaznelilerin himayesinde ve ömrünün sonuna kadar genellikle Gazne’de yerleşmiş görüyoruz. Gaznelilerin himayesine girdiği sırada Beyruni 44 yaşındaydı. ilkin Gazneli Mahmud, sonra da, sırasıyla, oğlu Mesud ve tarunu Mevdud, Beyruni’ye büyük değer vermişler, hem onun verimli çalışmalarına zemin hazırlamışlar ve hem de ona inceleme ve araştırmalarında destek olmuşlardır. Beyruni Kabus’un yanındayken ve takriben ıooo yılında El Asaru’l-Bakiye adlı eserini çıkardı. Gazneli Mahmud zamanında uzun yıllar boyunca materyelini hazırladığı Tahdidu Nihô.yati’l-Emakin adlı kitabını 1 025 yılında tamamladı. Bu hükümdarın yanında bulunmakla Beyruni’nin düşünce ufkunu bir hayli genişletmek fırsatını bulmuş olduğunu görüyoruz. Çünkü Gazneli Mahmud’un kuzeybatı Hindistan’dan ülkesine katmış olduğu oldukça geniş bölgelerde Beyruni Hint medeniyeti ile sıkı temasa gelmiş, Sanskrit dilini öğrenmiş, Hint medeniyet ve kültürünü köklü bir şekilde incelemiştir. Bu çalışmalarının bir ürünü olarak da Beyruni Tahkiku ma li’lHind adlı eserini kaleme almıştır.

Mahmud’un oğlu Mesud zamanında, Beyruni, yine en önemli eserlerinden El-Kanun el-Mes’udi’sini yayın- 8 AYDIN SAYILI ladı. Bunlardan başka, Kitabu’t- T efhim ve Mevdud’a ithaf ettiği Kitabu’l-Cemahir fi Ma’rifeti’l-Cevahir adlı eserleriyle ömrünün belki son yılında, ya da bir iki yıl önce çıkardığı ve uzun yıllar boyunca hazırladığı anlaşılan Kitabu’s-Saydene’sini Beyruni’nin en önemli eserleri arasında sayabiliriz. Bu yedi kitap Beyruni’nin en hacimli ve bir· bakıma en kalburüstü eserleridir. Fakat Beyruni’nin yayın faaliyeti bunlardan ibaret olmaktan uzaktır. Beyruni’nin 63 yaşındayken bir arkadaşına yazdığı bir mektup elimizde bulunuyor. Burada Beyruni ilkin kendisinden yüz yıl kadar önce yaşamış olan Ebu Bekr Muhammed ibn Zekeriyya er-Razi’nin eserlerinin, sonra da kendi eserlerinin birer listesini vermektedir. Böylece, ömrünün son yirmi yılına yakın bir kısmı istisna edilirse, Beyruni’nin daha önce çıkmış eserlerinin aşağı yukarı tam bir listesine sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Ömrünün son on sekiz on dokuz yılında çıkan eserleri de çeşitli yollardan tespit edilmeye çalışılmıştır. Bugün sahip olduğumuz bilgiye göre, Beyruni’nin çıkardığı küçüklü büyüklü eserlerin sayısı r8o civarındadır. Beyruni’nin bu eserlerinden sadece yirmi küsuru, yani sayı itibariyle sadece altıda ya da yedide biri kadar bir kısmı, zamanımıza değin gelmiş olup diğerleri hiç olmazsa şimdilik kayıptır. Elde bulunanların da henüz hepsi yayınlanmış değildir. Elde bulunup yayımıanmış eserleri Beyruni’nin bilindiğine göre en hacimli eserleri olmakla ber?.ber, bu yayınların gerek Beyruni eserleri ve gerekse ortaçağ İslam Dünyasında bilim konusundaki bilgimizin artması oranında daha bilimsel ve daha dakik ölçülerle yeniden yayınlanması gerekir. Beyruni eserleri tümünün aşağı yukarı on üç bin sayfa tuttuğu tahmin edilmi§tir. Fakat, bildiğimiz kadarıyla, bu rakam da, büyük ihtimalle, bir ‘asgariye tekabül edebilir.

Konuları itibariyle Beyruni eserlerinin büyük bir çeşitlilik gös- ‘ termelerine rağmen, bunlar nadiren uzmanlar dışındaki okuyuculara hitap etmektedir. Başka bir deyimle, eserleri genellikle yüksek seviyede yazılmış çok emek mahsulü ve çok bilgi ihtiva eden ağır eserlerdir. Örneğin, yazdığı kitapların bazılarının birçok hesaplar ve büyük emekler sonucunda tertiplenmiş cetvelleri ve kendi zamanında bile ulaşılması güç ayrıntılı yöresel bilgileri ihtiva etmesine karşılık, eserlerinin bir kısmı da Çin parseleninden Germenlerde demirciliğe kadar, yahut da Musevilerle Hintliler ve Sogdlular gibi birçok kavim- DOGUMUNUN lOOO’İNCİ YILINDA BEYRUNİ 9 lerin takvimleri ve kutsal günleriyle bayramları, ya da çeşitli dil ve mahalli lehçelerde özel konulara ilişkin �larak kullanılan terimler gibi mütenevvi konuları ve olgu bilgilerini kapsamaktadır. Bu itibarla, bu eserlerin bilımsel süzgeçlerden geçirilerek titizlikle incelenip değerlendirilmesi de o nispette çetin ve ancak farklı uzmanlık dallarından araştırıcıların işbirliği ya da ayrı ayrı çalışmalarının birbirlerine eklenmesi sonucunda gerçekleştirilebilecek nitelikte bir iştir. İşte bu gibi ciddi çalışmaların, derinliğine ve genişlemesine, giderek gerçekleştirilir sonuçlarının gün ışığına çıkarılması ve bir birlik içinde örgünleştirilmesi oranında Beyrup.i’yi daha iyi tanımak olanaklarına kavuşulacaktır. Bu yazının başlrğının da bu düşünce ışığında manalandırılması yerinde olur. Beyruni’nin bu çok ve çeşitli bilimsel konulardaki çalışma ve katkılarının bazı örnekleri üzerinde durmak suretiyle kendisinin kişiliği ve bilimsel yapıtı hakkında bir f ikir edinmek mümkündür. Bu maksatla, Beyruni’nin üzerinde durduğu çeşitli bilim dallarını, matematikten başlamak üzere ele alalım. Beyruni matametiğin özellikle trigonometri dalında etraflı araştırmalar yapmış ve yeni teoremler gibi ayrıntı bilgisine ilişkin somut buluşlarıyla bu konuyu zenginleştirdİğİ gibi trigonometrinin temel kavramları üzerinde de durmuş ve adeta gününün bilgi düzeyi üzerine çıkarak birkaç asır hakkıyla takdir edilemeyen katkılarıyla trigonometriye yeni bir yön vermiştir. Beyruni trigonometri fonksiyonlannın birer oran ve sayı niteliğinde olduklarına dikkati çekmiş, trigonometrik fonksiyonlarda son yüzyıllarda yapıldığı gibi yarıçapın bir birim uzunlukta kabul edilmesini önermiş, ve bilinen sinüs ile kosinüs ve tanjant fonksiyanlarına sekant, kosekant, ve kotanjant fonksiyonlarını eklemiştir. Bu fonksiyonlar İslam Dünyasında pek kullanılmamışsa da Avrupa’da on beşinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren rağbet görmeye başlamıştır. Bu katkılarında Beyruni’nin özellikle Buzcan’lı Ebu’l Vefa ile ortak yönleri vardır. Kronoloji ve takvim konulannda Beyruni bütün İslam Dünyası bilim adamlan arasında en ayrıntılı ve en geniş kapsamlı eserin yazarı olarak karşımıza çıkıyor. Fevkalade geniş bir programla kaleme alınmış olan ve Beyruni’nin gençlik eserleri arasında bulunan ElAstiru’l-Bakrye ‘ani’l-Kuruni’l-Halrye yalnız Beyruni’nin etkin bilimsel ro AYDIN SAYILI tecessusunun bir anıtı mesabesinde olmakla kalmamakta, gunumüz için bu konuda olağanüstü önemde bir kaynak vasfını da taşımaktadır.

Beyruni bu kitabında, çok zaman, unutulma ve terk edilme durumunda olan birçok materyeli doğru bir şekilde tespit etmeye çalışmış ve bu konuyu sadece objektif bir şekilde incelemekle kalmayarak birçok ayrıntılı hesapların yapılmasını gerektiren büyük emeklerle konu üzerine eğilmiştir. Kitabın konusu, tabiatıyla, Beyruni’ nin aynı zamanda çeşitli medeniyet ve kültürlerle ve birçok kavimlerin dilleriyle temasa gelmesini gerektirmiştir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir