Ayfer Tunç – Saklı

Ah süslü yen ge ah!… Zembilli göçmenin ikinci kansı … Bir fes le gen gibi arsız, hor görülen, feslegen gibi ezilmedikçe kokusunu salma yan, onsuz olunmayan. Uçuşan renklerin birbirine kanşngı bir hüzünlü lekeydi o, bir gölge. Tutmak istesem parmaklanmın arasından akacak bir sıvıyı andırırdı. Hüzünden yapılmıştı. Hüzünden ve kadınların bütün o hoş kokulu, bulutsu süslerinden Hep yollann ucunda görürdüm onu. Köşebaşlannda, dörtyol agızlannda. Y aşadıgı yerin hep yabancısı kalmış bu yaşlı kadın, küçük şehrin sıradanlıgına ve geriligine gülünç düşen eskimiş tayyörleri ve yalancı taşlı takılanyla sokaklarda, sahnesini arayan eski bir aktris gibiydi. Küçük şehrin tasasız kadınlannı acılanna inandırmak için ya da yabancılıgından kurtulmak, oralı olmak için sokak sokak dolaşan gülünç ihtiyar kadındı. Belki de eski sevgilisine ansızın 5 rastlamak umuduyla sokak:lardaydı. Arkasından bakardım. Bakardım da, o büyük yabancılıgın böyle bir şehirde hüzün olup gülünç görünmesini anlayamazdım. Çocuktum o zamanlar, paytonların fayton oldugunu, çok sonra, kitaplardan ögTendim. Süslü yenge bütün evlerin davetsiz misafıriydi. Ozamanlan şimdi bolluk zamanlarıymış gibi hatırlanm• Belki de degildi, ama mutlu geçen her çocukluk bir bolluk zamanıydı. Süslü yen ge en çıngın renklerle boyamyordu ama bütün renkler yüzünün beyazlıgında uçup gidiyordu, gölgeleri kalıyordu geriye.


Yüzüne bak:ıyordum, bir daha bakıyordum, renkler vardı canlı, çılgın, tayyörünün ya da küpelerinin renginde, ama nasıl oluyordu da böyle hafifliyordu, siliniyordu, anlayamıyordum. Çocuklugumun tek şiirsi fotogTafı, tahta boyalı boncuklan, şapkalan, zamana direnen ince topuklu ayak:kabılanyla benim için şimdi tepeden tımaga azap, dogdugum yerin halkı için deli sayılan bu kadındı. Girip çıkmadıgı, kapısını çalmadıgı ev yoktu onun. Peşinden giderdim gizlice. Ona gülmeleri, alay etmeleri içime dokunurdu, aglayacak gibi olurdum. Elinde zembil, haftanın yedi günü pazara giden ve boş zembille dönen bir göçmendi kocası. Bir tek insanla bile gülerek konuştugunu görmedim. Sanşın, yaşlı ama güzel yüzünde insanlara karşı her an parlayan bir öfke vardı. Meyvalann, çiçeklerin karşısında gülen, yumuşayan yüzünde öfkenin nasıl yer bulabildigine o zamanlar çok şaşardım. Kansının peşinden ayrılmayan çocuklar, onun gölgesini bile görseler hemen dagılırlardı. Küçük_ şehirlerde bir belediye parkı, bir Atatürk heykeli, birbirini kesen iki cadde mutlaka 6 vardı ve halk, bu caddelerde dolaşan bir hüzünlü insana deli diyerek eksi�i tamamlardı. Süslü yenge her gün kuşluk vakti giyinir, kuşanır, sokaklara düşerdi. Rastgele bir kapıyı çalardı sonra. Bazen kapı açılmazdı. Süslü yen ge nedenini bilirdi bunuiı.

Ya ev sahiplerinin keyfi yoktu, gülecek halde degildiler, ya da acı bir ölüm vardı, e�lenmek zamanı de�ildi. Ama daha da kötüsü, onun ne yapaca�ı seyretmek için açmaziardı kapıyı, üst kat pencerelerinin arkasından bakarlardı. Süslü yenge biraz beklerdi. Asla iki kez çalmazdı kapıyı, o ma� başı yavaş yavaş e�ilir, etraftaki pencerelerden tutulamayan kahkahalar sokaga taşarken, o, boynu kınlmış bir kuş ölüsüne benzerdi. Büyük bir acı duyardım. Onun gizlice gözlerini sildigini, her sabah özenle kıvırdıgt saçlarını düzelterek bir başka sokaga yürüdü�ünü görmemek için gözlerimi yumardım. O yorgun ve yaşlı bacaklarını sürüklerken pencereler ardına kadar açılır, çıngıraklı kahkahalar, işaretler, acı sözler ardında kalırdı. Bir saksı feslegendi, durmadan boyrat ellerde ezilirdi. Hüznü eglence sanan bu kadınlara karşı içinde bir haykınş büyürdü biliyorum: Beni bu öldürücü yabancılıktan, yabancılıgtn yalnızlıgından, korkularımdan, gençligimin güı,el anılanndan, terkedilmişligimden, biri tarafından çok sevilmişligiınden kurtarın! Beni yakarnı bırakmayan bu allahın cezası hüznümden kurtann! Gıcırtılı kapılar çogunlukla açılırdı. Çünkü o, hiç farkedilmeden yaşanıp giden günlerin beklenen e�lencesiydi. Hiç yabancılık bilmeyen kadınlar, oralı kadınlar, soroyla kuşaurlardı onu. Acımasızdılar. Onlara göre bir delinin kendine 7 saklayacak sırlan olamazdı. Hem onlara göre bütün anlatnklan uydurmaydı, yalandı, hayaldi. Çok zaman geçti aradan.

Arnkben de ayıramıyorum. Belki de süslü yengenin her evde başka türlü anlatttlı hayanna başka şeyler ekliyorum. Hangisi benim hikayem, hangisi onun, kanşttnyorum. Bana ait, zihnimde saklannuş, pamuk helva, pos bıyıklı Arnavut macuncu, iki onbeş matineleri, hıdrellez ateşleri, faytonlar çocuklu#Umun albümünden hoş birer fotograftırlar, çocukluAumun aklıma geldikçe gözlerimin önünden geçen. Ama süslü yenge başkadır, ayrıdır. O güzel lisanıyla anlatırdı. Yabancıiılından kurtulmanın, oralı kadınlardan biri olmanın yolunun bu olduAunu sanırdı. İlk sevrliginin onu nasıl terkettigini, zembilli göçmenin onu nasıl sevdiAini doyulmaz bir tadla anlatırdı. İlk sevdigi o adamın yeri başkaydı hayatında. Zembilli göçmeni de seviyorrlu ama, aşk deAildi bu, bir türlü olmuyordu. Bir gün mutlaka o ilk sevgili ile karşılaşacaklardı, ona bir çift sözü vardı çünkü. Hikayenin aslını kimseler bilmiyor. Ne zaman geldi bu yabancısı olduAu şehre, göçmen kim, nerede nasıl tanışnlar, kimseler bilmiyor. Süslü yenge her kapıda başka türlü anlatn bu hikayeyi. Güzel şehirlerde oturmuşlar, gezilere çıknuşlar, hepsi başka türlü.

Şimdi anlıyorum, süslü yen ge asıl hikayesini kendine sakladı. Bir tek o ve göçmen bildiler.’ Zembilli göçmen pazarlara vurmuştu kendini. Haftanın yedi günü pazara giderdi. Komşu kasabalardaki pazarlara, bazen daha uzak yerlere. DoAduAu yerlerin bereketli topraklarını özlüyordu. Onlar iki saksı çiçektiler. DoAdukları pencerenin önünden alınmış, kırgın, yabancı. Her geçen gün sol8 muşlardı. İlk kansının bir Yugoslav kızı oldugunu düşünürüm göçmenin. Bosna’nın bir köyünden. Sarı saçlı, yuvarlak yüzlü. Bembeyaz boynunda sıra sıra altınlar diziliydi mutlaka. Dügünlerde ortaya çıkıp oynardı, kımnzılar, yeşiller giymiş. Güzel kumaşlar, ipekler, tüller satan bir adamla kaçmıştı.

Göçmeni ogluyla bir başına bıraktı. Göçmen işte o zaman sustu. Şeftali babçel erini, ayçiçegi tarlalarını dolaştı günlerce, mısıriann arasında uyudu. Duramadı. Bir gün bir yıgın alay, hakaret, gülüş ve bir oguı bırakıp arkasında, çekti gitti. O günden beri insanların yüzlerine hınçla , öfkeyle bakar, çiçeklere, meyvalara düşkündür, bir de süslü yengeye. Yabancılıgın ne oldugunu büyük şehirlerde yaşayanlar bilemezler. Bir büyük şehirde bir yabancı, her gün girilecek yeni bir sokak, her gece girilecek yeni bir meyhane bulabilir. Girdigi her sokakta, her parkta, her meyhanede kendi gibi yabancılar bulabilir. Ama küçük yerler … Hele dagların arasına sıkışnnş küçük şehirler. Oralarda akşamlar bir yabancı yı yavaş yavaş öldürür. Kapıların hepsi kapanır, kepenkler iner. Gece gelirken kurbaga sesleri büyür, küçük dagların arasında avuç içi kadar bir ova ya yayılmış küçük bir şehirde yabancı, azaptan ölebilir. Geceler uyuyup uyanınakla bitmez, hep sabaha daha çok vardır. Oysa insanlar konuşmaktadır.

Kedi sobanın başında kıvnlıp yatmıştır, anneler dantel örer, babalar kahveden dönerken süslü yenge ile zembilli göçmen dizdizedir. Göçmen onun iki mavi çakıl taşı gözlerine dalnnş, süslü yenge kendi aleminde o ilk sevilene söylenecek bir çift sözü düşünmektedir. Zamanı kaybetmiştir. Ölümün yakınında oldugunu bilmez. Ama göçmen hala umutludur, süslü yenge onu aşkla, hasretle sevecektir. 9 İstanbullurlur süslü yenge. İlk sevdi� bir bahriyeli. Tıbbiyeli de olabilir. Ama mutlaka sanşındır. Yemyeşil gözleri vardır. Çamlıklarda buluşurlardı kanımca. Faytonla gezerlerdi. Süslü yenge Pera’nın arka sokaklarından birinde otururdu. Yabancısı oldugu şehirde ahşap bir evde otururlardı göçmenle. Bir gidişimde duvarda asılı sonradan boyama bir fotografını görmüştüm.

Eski bir tahta çerçevede duruyordu. Onu son gördü�üm gün o fotoğafı bana vermişti, çevçevesiyle birlikte. Dudaklanna ve yanaklanna hafif bir kırmızı sürülmüş, örülüp başına taç gibi oturtulmuş saçiarına da kızıl. Seven bir kadının gülümseyişi, nasıl da sıcaktı. Aşık günlerinde çektirilmiş, bes belli. Pera’da çektirmiş, sevgilisine vermişti. İçi içine sıgmıyordu aşktan. O sevgili, bir tahta çerçeveye koyarak geri vermişti fotoğafını, saklasın diye. Yakında dönecekti, merak edecek bir şey yoktu. Yıllarca bekledi süslü yenge. Ona olan aşkını hep taze tuttu. Dönecekri, söz vermişti. Sonra bir gün köprüde gördü onu, bir faytonun içinde. Yanında esmer ve çok güzel bir kadın, kuca�ında bir bebek vardı. O gün fotoğrafı soldu, sarardı, hep öyle kaldı.

Çocuklugumun bütün anılan gülümseyen fotoğaflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak. Süslü yenge hiç olmamış kadar hikaye. Erigini çaldı�ımız a�aç, Arnavut macuncu aradan yıllar geçip de bakınca gülümsüyorlar bana. Süslü yengenin yabancılı�ından duydu�um acı sadece bugün içimde alabildi�ine yaşayan. Küşmeye kırılmaya hakkının olmadıAını sanması, o yüzden bütün alay h sorulara ısrarla cevap verişi, tahta boyalı boncuklan, taşlı küpeleri, hüzünlü gülümseyişiyle fotoğafındakinden ne kadar uzak … Onun uzak oluşu gibi fotoğrafındaki kendine, bir çocuklO luğu yapan her şey hatıra oldu bugün. Oyuncaklan ve hereketiyle birlikte. Zamanın değinneninde unufak oldular. Süslü yenge öldü. Onu son gördüğümde bacaklan tutmaz olmuştu artık. Ne hüznü kalmıştı ondan geriye, ne de suyun altında iki mavi çakıl taşı gözleri. İnsanlıktan çıkmış olmanın çirkinliği yerleşmişti. Amk sokaklarda değildi. Kenar bir mahallenin ahşap evlerinden birindeydiler. Kapılannı çaldım.

Uzun ve karanlık bir taşlıkta birden bir kapı, bir ışıktan dünya, bir bahar ve bir ölüm açıldı. Süslü yenge alçak bir sedire oturmuş, dışandaki çılgın baban seyrediyordu. Zembilli göçmen gölge bir köşede, eski gazeteleri heceliyordu. Bahar çıldırmış gibiydi. Sanki yavaş yavaş ölen bu şehre ve bu insana son görevini yapıyordu. Artık bir daha coşkuyla gelmeyecekti. Çocuklann gözlerini yemyeşil erikleriyle kamaştırmayacaktı. Artık herşey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar. Bütün ustalığını kullanıyordu. Sanki bir kaç bahar filme alınmıştı da süslü yengenin alçak, dar, sürgülü penceresinde gösteriliyordu. Binlerce papatya bir anda açtı, güller tomurcuklandı, açıldı, soldu, yeniden tomurcuklandı. Süslü yenge umursuzdu. Yüzüme baktı bir süre, tanıyamadı. Sonra gülümsedi.

Ben de zorlukla karşılık verdim. Giderek gülüşü dondu, katıla katıla ağlamaya başladı. Herşeye ağlıyordu. Küçük şehrin yıllardır yabancısı, tek eğlencesi, ağlıyordu. Göçmen sessizdi. Gözyaşlan elindeki gazete ye düşüp parçatandıkça çıkan sesler süslü yengenin yürek burkan ağlayışına kanşıyordu. Süslü yengeyi çok sevmişti. Ama acıklı bir bekleyişti süslü yengenin hayatı, içinde uk:de kalmış bir çift sözle biten. Zor arzulann insanll lanydılar. O gün süslü yengenin ölece�ini anlamıştım. Bir kaç gün sonra ölmüş. Yine katıla katıla a�larken, ateş gibi dudaklan göçmenin alnında, ölmüş. Göçmen o gün bugündür mezarlıkta yatıyonnuş. Canavar gibiymiş onu oradan uzaklaştırmak isteyenlere karşı. Bütün gün süslü yengenin battaniyesine sarıoarak mezarının başında bekliyonnuş.

Artık kadınlar gülmüyorlarmış, korkuyorlannış. Çünkü hüzün bitmiş, insanın saldırgan acısı başlamış. Zembilli göçmenin adı, deli göçmen olmuş. Onu son gördü�ümde, foto�afını verirken bana, dudaklarında bir şarkı, a�layarak söylüyordu:” … Yıllardır bekliyorum bir gün dönersin diye/Neden ba�laııdı gönül vefasız sevgiliye … ” Ah süslü yenge, ah! O ilk sevgili yi bu kadar çok sevecek ne vardı? O vefasıza söylenecek bir çift sözle niye geçti ömrü? Zavallı göçmen ne kadar isterdi süslü yen ge onu aşkla sevsin. Belki de onun öldü�ü saati hiç unutmayacaktir. Belki kolları boynunda, dudaklan alnındadır. Kimbilir, belki duyularını kaybetti�i dizlerine göçmeni yatırmıştır, okşamıştır, gözyaşları birbirine karışmıştır, kimbilir? Kimbilir çocuklu�umuz nerededir? Arkasına saklandı�mız a�aç, oynadı�ımız boş arsa, yıkandı�ımız taşlık, nerededir? Kimbilir pos bıyıklı Arnavut macun cu, göçmenin ilk karısı ne olmuştur, ne haldedir? Ah, bunlar bilinemez!… Ne kadar izlesek kaybolur, yarım kalır. Gidenler nerededir, kimlerledir, bilinemez. Tarihler geçer, yüzüroüze çizgiler dolar, sırtımız ısınmak bilmez, yıllar geçer, aşklar nerdedir, bilinmez.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir