Ayşe Kulin – Füreya

Pencerenin pervazında beyaz bir kuş duruyor ne zamandır. Kocaman beyaz kanatları yer yer gümüş pırıltılar saçan, cin bakışlı bir kuş. Yaptığım kuşlardan biri olmalı diye düşünüyorum. Ama ben böyle geniş kanatlı kuşlar yapmadım ki hiç . Benim yoğurduklarını narin bedenli, küçücük başlı, uslu, durağan kuşlardı. Her an uçmaya hazır değil de, uzun bir yolculuktan yeni dönmüş hissi veren, yorgun kuşlar. Sahi, neden benim kuşlarım durgun ve yorgundu hep? Onları yapmam ömrümün sonbaharına denk geldiği için mi? Sanmıyorum. Çünkü bu ya- * Bir yağlıboya tablo kazındığında, kimi kez altından çıkabilen, ikinci hatta üçüncü kat resim. 3 tağa düşene kadar hiç yorgun ve durgun hissetmedim kendimi. Yaşlandığımı, iyice ihtiyarladığımı, hatta hemcinslerime özgü yaşam sınırının ortalamasını çoktan aştığımı bile fark edemedim. Günler, sabah erken saatlerde coşku ve neşeyle uyanılıp, gayretle çalışmaya başlanmasını, akşamüstleri de iki kadeh rakı ve yakın dostların eşliğinde keyifle sohbet edilmesini gerektiren zaman dilimleriydi. Buydu hayat. Bu hayatın içinde, yaşlanmak, hastalanmak, ölmek yoktu. Hastalıktan payıma düşeni omuzlamıştım zamanında. Sıramı savmıştım.


Yaşlanmadan, hastalanmadan, bıkmadan yaşamayı becerememiş olmalıyım. Neyin nesi bu kuş. Günlerdir beni gözlüyor pencerenin kenarında … Sanki bana bir şeyler söylemek ister gibi. Çok önemli bir diyeceği varmış gibi. “Heyy kuş, merhaba! Bir diyeceğin varsa söyle, sonra da uç git. Gözaltına alınmaktan hiç hoşlanmam ben.” Kırmızı, küçük cin gözleriyle bakıyor yüzüme. “Duymadın mı? Hişşt, sana söylüyorum, ya konuş ya da uç git. Bakıp durma bana öyle, sinirime dokunuyorsun.” Acaba bir sığırcık ordusunu, Divan Pastanesi’nin dip duvarında sonsuza dek kanat çırpmaya mahkum ettiğim için, benden hesap sormaya mı geldi? Annemin beni küçücük bir çocukken, kuşların göçünü seyretmem için, elimden tutup, Aya Yorgi’ye çıkardığını ve orada, sığırcıkların hep birlikte kocaman bir V çizişlerini, bir süre V halinde uçtuktan sonra, aralarından birinin mızıkçılık etmesiyle nasıl bozulup da yeniden toparlandıklarını büyülenmiş gibi, dakikalarca seyrettiğimi bilmiyor. İstanbul’da eylül ayı, bana göç eden kuşları da getirirdi, inanılmaz güzellikteki mehtapla birlikte. Çocukluğumun eylülleridir, Divan’ın arka duvarında duran. Ama gel de bunu kuşa anlat! 4 “Sara Hanım seninle konuşmak istiyor. Çook uzaklardan geldi senin için.” Aaa, kuş konuştu.

Demek ki bir rüya görmekteyim. Gece boyu sürüp duran upuzun bir rüya. “Sara seyahatte filan değil ki. Evi de buraya iki adım uzaklıkta,” diyorum. “O Sara değil,” diyor kuş. “Seninle konuşmak isteyen, yeğenin Sara değil, büyük halan.” “Ama çoktan öldü o.” Ben beş yaşındaydım öldüğünde. Akşam yemeği için masa başında toplandığımızda, “Eh, Sara Halamız da hakkın rahmetine kavuştuğuna göre, bundan böyle aile reisimiz artık siz oldunuz, anne,” demişti Aliye, anneanneme . Anneannem kızını, “Aile reisimiz, eniştendir,” diye yanıtlamıştı babamı kastederek. Sertti sesi. Böyle haberdar olmuştum halamın ölümünden. “Kardeşinin acısına dayanamadı, zavallı halam,” demişti Ayşe Teyzem. Halamı, ara sıra ziyaretine gittiğimiz o kır saçlı, esmer, yaşlı kadını gözümün önüne getirmeye çalışmıştım. “İnsanlar ölünce nereye gider, anne?” Annemin yanıtlamasını beklemeden, “Gökyüzüne,” diye atılmıştı Aliye.

“Göğe çıkar, yıldız olurlar.” Aliye, teyzemdi ama benden sadece altı yaş büyüktü. Bu nedenle onu ömrüm boyunca teyze gibi değil, bir abla olarak kabul ettim. Daha doğrusu, yirmilerime gelene kadar bir abla, sonraları da benden çok çok küçük, delidolu bir kız kardeş olarak. Ama çocukken, her dediğine inanırdım. Bahçeye çıkmış ve dikkatle gökyüzüne bakmıştım Sara Hala’yı görebilmek için. Sara Hala ancak pırıltısı az, silik yıldızlardan biri olabilirdi. Uzun süre bakmıştım gökyüzüne. Simasını bile hatırlayamıyordum. Onu bulmaktan vazgeçip içeri girmiştim. Kendini değil de, sadece bu konuşmayı hatırlıyorum halama dair. Bir 5 de, bir aile düğününde, gelinin başına saçılan altın paraları toplamak için, diğer çocuklarla beraber yere eğildiğimde, birinin yakamdan tutup beni yukarı kaldırdığını hatırlıyorum. Korkuyla dönüp baktığımda, esmer sert bir yüz görmüştüm. “Cevat Paşa’nın ailesinde kimse yerden para toplamaz,” demişti, “çocuklar bile .” “Ne istiyormuş benden Sara Hala?” diye soruyorum kuşa.

“Bunu ona kendin sor,” diyor kuş ve pırıltılı kanatları küçük çırpınışlarla sarsılmaya başlıyor. Oh, nihayet uçup gidecek diye düşünüyorum, büyük gözaltı bitmek üzere. Ama gitmiyor kuş. Gri kırçıllı kanatları, gri kırçıllı bir eteğe dönüşüyor. Yere kadar uzun, evaze bir eteğe. Beyazı bol gri saçları başının üstünde kabarık topuz yapılmış biri var kuşun yerinde şimdi. Uzun eteğinin üstüne, dik yakası fırfırlı bir bluz giyiyor. Birbiri ardına dizelenmiş düğmelerinin hepsi de sımsıkı ilikli, bembeyaz bir bluz. Küçük gözleri, gaga gibi burnuyla tıpkı deminki kuşu andıran yaşlı, esmer bir kadın duruyor pencerede. Eski, sararmış bir sepya fotoğraftan çıkmış gibi … Ben bu resmi bileceğim. Ben bu resmi tanıyorum. Aile albümlerini dolduran sürüyle fotoğrafın arasında defalarca gördüğüm birine benziyor. Korka korka ve fısıldayarak söylüyorum adını. “Sara Hala!” “Evet Füreya, benim.” “Ne yapıyorsunuz orada? Niye bana öyle bakıyorsunuz? Camın dışında durmayın, bari içeri girin.

” “Zamanı geldiğinde gireceğim.” “Ne zamanı?” “Gitme zamanı kızım. Seni götürmeye geldim.” “Ben hiçbir yere gitmiyorum hala. Yakında bu yataktan kalkıp, işlerimin başına döneceğim. Sergim var yakında. Sizinle gelemem ben.” “Ben senin refakatçinim.” 6 “Annemle babam neredeler? Bana biri refakat edecekse, neden onlar gelmediler?” “Ben geldim, çünkü sen bana çok benziyorsun … ” “Hayır, hayır. Benzemiyorum.” Nasıl benzeyebilirim ona? Ben güzeldim. Uzun boylu, alımlıydım. Bir salona girdiğimde, bütün başların bana döndüğünü, bütün bakışların beni izlediğini bilirdim. Düşüncelerimi okuyor sanki. “Fiziksel benzerlikten söz etmiyorum.

Elbette sen çok alımlı ve güzeldin, bense kısa boyum, esmerliğim ve sıradanlığımla, kardeşlerim gibi, yakışıklı babama değil, Suriyeli anneme çekmiştim Füreya. Bu nedenle beni ancak çok yaşlı ve çok şişman bir kocaya verebildilerdi. Ama benim sözünü ettiğim benzerlik, görüntümüzde değil, kaderlerimizde ve karakterlerimizdedir. Sen ve ben, bizi maddi yönden rahata erdirecek evliliklerimizin yavan tadını tattıktan sonra, hayatları – mıza özgür ve yalnız devam etmeyi tercih ettik. Hiç çocuğumuz olmadı. Yine de ömrümüzü bizim olmayan çocukları yetiştirmeye harcadık. Ben kardeşlerimi, sen de kardeşinin kızını evlat yerine koydun. Benim yaşamımın bir nevi devamı gibiydi senin hayatın. Kendimizi bu çocukların yetişmesi için seferber ettik. Ettik de ne oldu?” “Ben pişman değilim, Sara’yı evlat edindiğime, hiç pişman değilim.” “Ben de ömrümü kardeşlerime feda ettiğim için pişman olmadım Füreya. On üç yaşında ‘küçük anne’ rolüne bürünmekten ve hayat boyu onları kollayıp, onlar için yaşamaktan hiç gocunmadım. Ama her şey çok daha başka olabilirdi. Analığını üstlendiğimiz çocuklar da, biz de çok daha huzurlu ve mutlu olabilirdik, öyle değil mi? Beklentilerimiz hüsranla sonuçlandı. ” O nereden biliyor benim Sara’ya ilişkin beklentilerimin gerçekleşmediğini.

Bir tek kişiye dahi ağzımı açıp şikayet etmiş değilim. Ama hep kızımın sanata yönelmesini, ailemizin şanına ya7 kışır biçimde, yetenekli bir sanatçı ya da unlü bir yazar olmasını düşlemiştim. Bu rüyama giren ölü kadın nasıl okuyabiliyor yüreğimdekileri? İçimin okunmasından rahatsız olduğumdan, sözü değiştirmek için soruyorum. “Hala, mutsuz olduğunuzu bilmiyordum. Ben sizi sadece resimlerinizden tanıyorum. Yüzünüzü bile hatırlayamıyorum. Çok küçüktüm vefatınızda. Ölüm haberinizi ancak hayal meyal…” Sözümü kesiyor halam. “Benim ölümüm bile ses getiremedi ki Füreya. Şakir Paşa’nın trajik ölümünden sonra, cenazem de tüm yaşamım gibi güme gitti. Öldüğümde arkamdan ağlayacak kardeşlerim kalmamıştı. Ben dünyaya tıpkı senin gibi, bazı görevleri yerine getirmek, cemiyette saygın bir yer edinmek ve yalnızlığı baş tacı gibi taşımak için yollanmışım.” Yüreğim eziliyor halamı dinlerken, içim pişmanlıklarla dolu. Dedemin, ölümünden sonra kimsenin el sürmeye cesaret edemediği evrakını, yıllar sonra Aliye ile karıştırmaya başladığımızda, küçük bir çocuğun titrek yazısıyla yazılmış mektup müsveddelerini bulmuştuk. Pek muhterem Atıfzade Hüsamettin Beyefendi ‘ye hitaben kaleme alınmış mektup, bir çocuğun yapabileceği imla hatalarıyla doluydu ama maksadı açıktı.

“Validemizi de pederimizin vefatının haftasında kaybettik. Kimsesiz kaldık. Pederimin pek vefakar bir dostu olarak, bizi himaye etmeniz için, size yalvarıyorum efendim. Bize İstanbul’a girebilme iznini bahşederseniz, size hep minettar kalırız.” Bu mektubun, on üç yaşındaki halam tarafından yazıldığını anlayınca, yaşlar süzülmüştü gözlerimden. On bir ve sekiz yaşlarındaki kardeşlerinin sorumluluğunu üstlenmiş, kendine aralanacak bir sevgi kapısı arayan, çaresiz küçük kız! Her yere başvurmuş, her kapıyı çalmıştı halam. Ve başarmıştı sonunda. Baba dostu Hüsamettin Efendi, kimsesiz kalan çocukları yanına aldır8 mış, Cevat ile Şakir’i askeri okula yatılı vermiş, ablaları Sara’ya da üç yıl evinde baktıktan sonra, ellisini çoktan geçmiş, şişman, yaşlı, ama çok zengin bir adamla evlendirmişti. İtiraz etmemişti Sara. Kardeşlerine iyi bir istikbal hazırlamak için paraya ihtiyacı vardı. Nitekim yaşlı kocası kısa bir süre sonra ölünce, bir daha hiç evlenmemiş ve varını yoğunu Cevat ile Şakir için seferber etmişti. Elimi uzatıp ona dokunmak istiyorum. Ona sevgiyle sarılmak, mezarını hiç ama hiç ziyaret etmemiş olduğum için özür dilemek, başımı omzuna dayayarak ağlamak istiyorum. Yine içimden geçenleri okumuş gibi, “Üzülme Füreya,” diyor. “Kaderimizi tayin etmek elimizde değil.

Ne yazıldıysa, onu yaşamaya mecburuz.” “Hala … Sara Hala … Kocanızın ölümünden sonra, gönlünüze göre birini bulup, evlenseydiniz keşke .” “Anneciğimin nasıl öldüğünü biliyor musun Füreya? Babamın ihaneti üzerine, yüreği kırılarak öldü annem. Ben olanları anlayacak yaştaydım. Kardeşlerimden sakladım gerçeği. Babalarına olan saygıları eksilmesin istedim. Ama erkeklerden hep uzak durdum ve hayatta sadece kardeşlerimi sevdim. Hata işledikleri zaman bile sevdim onları. Çünkü onlar artık çocuklarımdı benim. Anacığımın bana emanetleriydiler. Evlenmeyi hiç istemedim ama, kardeşlerime istikbal hazırlayabilmem için güçlü olmam gerekiyordu. Para, güçtür. Bunu sen de biliyor olmalısın. Bana bu gücü evliliğim sağladı. Kocamın ölümünden sonra … evet hala çok gençtim, ama güzel değildim.

Başka koca istemedim. Kim bilir nasıl hırpalar, nasıl üzerlerdi beni. Kocamdan bana kalan serveti yemeye çalışırlardı. Kardeşlerime kanat germeme mani olurlardı. Oysa, hayatımda yalnız Cevat ve Şakir olmalıydı, ölene kadar sadece onları sevmeliydim.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir