Aziz Nesin – Kör Döğüşü

KASABANIN iki kahvesi var. Bir de Bodur Âdem’inki var ama onunkisi şaraphanenin ötesinde, kasabanın tâ dışında. Bodur Âdem’in kahvesini saymıyorum, hem uzak, hem de küçük. Kasabanın erkekleri de ikiye ayrılmış. Bir bölüğü Terzi îshak’m kahvesine gider, öbür bölüğü Topal Kâzım’m… Daha öncesi burada bir tek Topal Kâzım’m kahvesi varmış. Sonra ortalığa «muhalefet» diye bişey çıkınca bu Topal Kâzım, tek ayağına bakmadan -kasabanın öteki bölüğü böyle söyler – muhalefetten yana olmuş. «Ulan Topal, muhalifler sana takma ayak mı takacak?» Topal Kâzım’m sol ayağı, diz kapağından kesik, koltuk değneğiyle gezer. Bu topal Kâzım, kahvesini muhalif partinin ilçe merkezi yapınca, korkudan, onun kahvesinden kasabalının ayağı kesilmiş. «Ulan Topal, hele bir seçimler olsun, senin öteki ayağını da kırarlar. O zaman burnuna m otor takar da tom ofil olursun.» Böyle derlermiş Topal Kâzım’a. O, ne denilse dinlememiş. Hiçkimse korkudan Topal Kâzım’m kahvesine gitmiyecek ama, başka da kahve yok. Bodur Âdem’in kahvesi uzak. Hem de bu Topal Kâzım’ın kahvesi, basbayağı bir — 311 — şehir kahvesi.


İki duvarında iki ayna var, koca iki ayna, Giren aynada kendini görüyor, çıkan kendini görüyor, oturan kendini görüyor. Hasır iskemlede oturup bıyık burarken aynada kendini seyretmek yeter. Topal Kâzım da bu aynalara güveniyormuş ya… «Bu aynalar bende olduktan kelli, kahveme ister isteme/, gelecekler» diyormuş. Bunun üzerine Tezi İshak, dükkânım bölmüş, yarısını kahve yapmış. İktidar partisinden olanlar Terzi İshak’ın kahvesine, muhalifler de Topal Kâzmı’ııı kahvecine giderlermiş. O sırada kasabada muhalif yok gibi bişey, tektük, birkaç kişi… »Ulan Topal, hele şu seçimler bir bitsin, senin öteki uyağım da koparırlar. Burnuna m otor tak da o zaman tom ofilim diye gez.» Zamanı gelmiş, seçim yapılmış. Ama işler düşünülenin tersi olmuş. Topal Kâzım’m muhalif partisi kazanmamış m ı? Sandıklardan onbeş mi, yirmi mi ne, oncacık bir oy çıkmış öteki partiye. Buna herkes şaşmış da bir Topal Kâzım şaşmamış. Ben zâti bu işin böyle olacağını biliyordum, demiş. Nerden bildiydin bre Topal? diye sormuşlar. Kâzım, Bilmez olur muyum, demiş, benim kahveye adım atmamalarından belliydi. Korkularından .

kahveye gelemediler ama, sandığa bizim partinin oylarını tıktılar. Hen kasabaya geldiğim zaman durum işte böyloydi. Topal Kâzım’m partisi iktidardaydı. Terzi İshak’ın partisi de iktidardan düşmüş, muhalefetteydi. Değiş tokuş olmuşlardı. Topal Kâzım da — 312 — Ankara hastanelerinden birinde topal bncuftınıt, yapma bir bacak taktırmıştı. Muhalif olanlar Terzi tshak’m, muvafıklar dn Topal Kâzım’m kahvesine gidiyorlardı. Kasaba İki ye bölünmüştü. İki bölük arasında gözle görülen, dışardan bile belli bir düşmanlık vardı. Birbirleri ne selâm bile vermiyorlardı. Kendi kahvelerine gidiş – geliş yollarını ayırmışlardı. Yalnız kahveleri değil, bakkalları, berberleri de ayrılmıştı. Birbiri criyle selâmlaşmamak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Yoksa bir-iki konuşsalar, particilik yüzünden hemen lâfın sonu kavgaya dökülüyordu. Biz memurların durumu çok zordu.

Benden önce birkaç memuru, muhalif Terzi İshak’m kahvesine gidiyor diye Ankara’ya şikâyet edip, bu kasabadan başka bir yere attırmışlardı. Onun için memurlar, muhalif kahvesine gitmekten çekiniyorlardı. Yalnız belediye doktoru ile adliyeden bir memur akadaş, Terzi İshak’m m uhalif kahvesinden hiç çıkmıyorlar, Topal Kâzım’m kahvesine de adım atmıyorlardı. İkisi de çok iyi arkadaşımdı. Bir akşam rakı içerken kendilerine, — Arkadaşlar, bu yaptığımız hiç doğru değil, dedim. — Ne yapıyoruz? diye sordular. — Daha ne yapacaksınız! Göz göre göre kanuna karsı geliyorsunuz. Biliyorsunuz ki memurların politikayla uğraşmaları kanunda yasaktır. Si/., muhalif kahveden çıkmıyorsunuz. Düpedüz politika yapıyorsunuz. Bunun sonu iyiye varmaz. Altyanı kahve değil mi, hepsi bir. Muhaliflerin kahvesine gidip politika yapacağınıza, Topal Kâzını’ m kahvesine gidin. 313 — Belediye doktoru güldü: — Sen bizim neden politikayla uğraştığımızı sonra anlarsın… Onbeş gün sonra anladım.

İkisini de başka yere aktarmışlardı. Kasabadan ayrılırken açıkladılar. Bu ikisi, bu kasabada durmak istemiyorlarmış. Burdan bizi alın da nereye gönderirseniz gönderin, diye dilekçe üstüne dilekçe vermişler, olmamış. Onun üzerine muhalif kahvesinden çımaz olmuşlar. Bir ay diyende şıp diye başka yana atanmışlar. Doktor giderken, — Burdan daha kötü bir yere verecek değillerdi ya bizi… dedi. Ben bu kasabadan, daha bir süre, ayrılmak istemediğim için hiç politika yapmıyordum. Ne m uhaliflerin kahvesine gidip politika yapıyordum,, ne Topal Kâzım’ın kahvesine gidip m uhalifleri kızdırıyordum. Gelgelelim kasaba küçücük bir yer. İnsan patlıyor. Kahveden başka gidecek, oturacak bir yer de yok. Topal Kâzım’m kahvesi çok kalabalık, gürültülü. Ben, tarafsızlığımı göstermek için, kahveye gidersem, ikisine de giderdim. Terzi İshak’m muhalif kahvesinde yarım saat oturursam, bir saat da topal Kâzım’m kahvesinde oturur, durumu kurtarırdım.

Muhalif kahvesine gidenler pek azdı. Günden güne de azalıyordu. Topal Kâzım’la iyi arkadaş olmuştum. Kahvesine gidince onunla dertleşirdik. Birgün partilerin durumundan konuşurken, — Boy, sana bişey diyeyim mi, ama aramızda kalsın, bizim parti kaybetti, dedi. Ağzımı arıyor sandım, — 314 — — Yok canım, dedim, maşallah sizııı p.ırl ı a. lan gibi ayakta. — Kulak asma. Bak bizim kahve tıklım tıklım dolu. Terzi İshak’m kahvesinde kimseler yok. Aıı lıyana bu kadan çok bile. Ne olur ne olmaz diye korkularından buraya doluşuyorlar. Bir seçim ol sun gör sen, hepsi öteki partiye oy verirler. Geçen seçimde de öyle olduydu.

— Peki, ne yapacaksınız? — Düşünüyoruz bişeyler. Yakında parti m üfettişi gelecek, bir iş yapacağız. Bir zaman sonra Topal Kâzım’ın kahvesinde epiy gürültülü parti toplantıları yapıldı. Bir zaman sonra da kasabaya Şen Ses Tiyatrosu adında bir kumpanya geldi. Kasabalıların söylediklerine göre, o zamanadek buraya hiç bu denli büyük bir kumpanya gelmemiş. Okulla cami arasındaki geniş alana koca bir çadır kurdular. Gerçekten çok büyük bir kumpanya olduğu, çadırın büyüklüğünden anlaşılıyordu. Bu çadır, Avrupa’nın büyük sirk çadırları kadar vardı. Çadırm alana kurulduğu gün, ilkin Terzi îshak’m kahvesine gittim. Terzi İshak kurnaz adam, — Topal Kâzım, yine bi işler çeviriyor ya, ne olduğunu anlayamadık, dedi. Oradan çıkıp Topal Kâzım’ın kahvesine gittim. Kurnaz kurnaz göz kırpıp, — Ne var ne yok Kâzım Efendi, dedim, işler yolunda mı? O da bana göz kırptı: — Hele dur Bey, hele dur… Yarına her işi öğre nirsin. O gün kasaba yerinden oynadı. Kumpanyanın — 315 — palyaçoları, şaklabanlan, cambazlan hep sokaklara dökülmüşler, bağıra çağıra akşamki oyunlarının çığırtkanlığını yapıyorlardı, yüksek tahta ayaklara çıkmış, suratları boyalı, yakaları çıngıraklı, etekleri zilli, renk renk külâhlı çığırtkanlar bağırırken, kumpanyanın beş çalgılı orkestrası da kasabayı inletiyordu. Direklere renkli bayraklar, duvarlara ilân kâğıtları asılmış, sokaklara ilân bezleri gerilmişti.

Akşama doğru çadırın yanında dolaşmaya başdım. Çadırın kapısında orkestra çalıyor, bir hokkabaz da şapkadan tavşan çıkarıyordu. Giriş kapısının sağındaki gişenin dört bir yanma renkli kadın çamaşırları asılmıştı. Pembe naylon kadın külotları, uçuk mavi jarse kombinezonlar, acı sarı ipek sütyenler, rüzgârda şişe şişe renkli bayraklar arasında uçuşup duruyorlardı. Alan dolmuş, herkes bilet almak için gişeye koşuşuyordu. Hepsi neyse ne ama açıkta sallanan, uçuşan kadın iç çamaşırlarını beğenmedim. Candarrna komutanına gidip söyledim. — Haberimiz var! dedi. — Neden kaldırtmıyorsunuz? Artist kadınların iç çamaşırlarıyla reklâm ayıp oluyor, dedim. Candarma komutanı, —- Parti işine karışmak istemiyorum, dedi. Artistlerin iç çamaşırı da mı parti işi? • Gidip, «kaldırın bunlan!» dedim. îyi bir bahane buldular. — Neymiş bahaneleri? — Bunlar hep böyle gezginci olduklarından, nerde çadır kurarlarsa kadınları orda çamaşır yıkar, kurusun diye asarlarmış. — 316 — — İyi doğrusu… Erkeklerin çaıııa:.;nı lılı, v’ kanmazmıymış? — Vardı.

Yamalı, uzun paçalı erkek donları Hu asmışlardı. Erkek donlarıyla kan donlarını oyl< ustalıkla asmışlar ki, havada şişip şişip donla mı birbirlerine dolanmaları büsbütün kötü, «lıiç *>1 mazsa bunları kaldırın» dedim. Onlar dünden ru xı… Kumpanyanın çadırına kadın donları asıldığı köyleredek duyulmuş. Gelen gelene, koşan koşarın Millet, renkli donların, iç gömleklerinin etrafında l’ır dönüyor. Hokkabazın şapkadan çıkardığı tavşanlara bakan bile yok. Herif, şapkadan bir çift öküz çıkarıp her birine bağışlasa yine aldıran ol mayacak. Bilet almak için kalabalığa daldım. Sıra bana, geldi. Saman sarısı boyalı saçları kıtıklaşmış bir kadın bilet veriyor. Biletin en ucuzu beş lira. Boş lirayı kadına uzattım. Kadın geriye döndü, arkasındaki perdeyi kaldırıp baktı. Perdenin arkasın dan Korucu Ömer’in suratını gördüm. Korucu Ömer, Topal Kâzım’m en iyi adamı. Boyalı kadm başını arkadaki çiçekli basma perdeden çekip, — Yerimiz yok! dedi.

— N’apıcaaz? — N’apıcaksm, hava değişimi al, birkaç za man gözüme görünme. — Bayan!. — Eeee… yer yok işte, yarın gel. Ben çekildim, ama kadın benden sonrakine iki bilet verdi. Canım sıkıldı. Doğru Topal Kftzım’a gittim. — Kâzım Efendi, ne biçim kumpanya. |»ciirl. — 317 — missiniz… Gişede bir kadın var, istediğine bilet veriyor, istediğine vermiyor. Topal Kâzım, — Sen ses etme Bey, dedi. Sana bilet vermedikleri iyi olmuş. Yarın işin doğrusunu öğrenirsin. Memur arkadaşların da bitakımma bilet vermişler, bitakımına «yer yok, yarın gel!» demişler. O gece tiyatroya gidemedim. Erkenden yattım.

Evim, çadırın olduğu yere yakm. Bir zaman davulun, boruların sesini duydum. Sonra uyumuşum. Gece yarısı, acı çığlıklarla brikaç kez uyandımsa da uyku sersemliğinden ayılamadım. Ertesi gün pazar. Sokağa çıktım. O koca çadır olduğu gibi çökmüş, dev leşi gibi yere serili. Çadır bezi, kocakarı derisi gibi kıvrım kıvrımı kıvrılmış. Çadırın koca direği yıkılmamış, duruyor. Direğin en tepesine bir bacak asmışlar, takma bir bacak. Topal Kâzım’m sonradan taktırdığı bacak olacak. Ortalıkta kimseyi de göremiyorum ki, «Bu ne iştir?» diye sorayım. Sanki kasaba boşalmış. Oynaşan birkaç çocuktan başka kimse yok. îlkin yolumun üstündeki Terzi İshak’m kahvesine uğradım.

Oraya oldum olası çok kişi gitmez. Yine her zamanki gibi g’ zünü budaktan sakınmayan birkaç muhalif orda. Hepsi de gülüşüp eğleniyor. Soruyorum, hiçbiri bişey söylemiyor. Terzi İshak’a soruyorum, o da kıskıs gülüyor. Meraktan çatlıyacağım. Bir çay içip oradan çıktım. Doğru Topal Kâzım’m kahvesine… Her zaman tıklım tıklım dolu olan Topal Kâzım’m kahvesinde o gün üç kişi var. Onların da yüzleri gözleri sarılı olduğundan kim olduklarını çıkaramadım. Birine yaklaşıp iyice baktım, Korucu Ömer. — 318 — — üm er Aga, geçmiş olsun. Bu aıe j.ş? YoKt>a. karıdan dayak mı yedin? diye şakalaştım. — Vara karıdan dayak yiyeydik Bey, bu dayak karı dayağına benzer mi? Tutar yerimiz kalmadı.

— Kâzım Efendi nerde? — Bilir miyim? Sağlam bacağı da kırılası Topal, takma bacağını arıyordur. — Peki, ne oldu Ömer Ağa? — Daha ne olsun Bey, hep kırıldık. Kimimizi hastaneye kaldırdılar, kimimiz evde inliyor. En sağ lıklı kalanları işte biziz. Benim de ardımda sustalı yarası var. Kemiklerim hep kırıldı. —. Oyuncu kızların yüzünden m i oldu bu iş? — Yok canım, politika işi… — Bu nasıl politika işi Ömer Ağa? — Hiç sorma Bey, muharebeye girmişe döndük. — Anlat hele… — Senden sır çıkmaz. Aman derim. Bu politika işidir, muhalifler duymasın. Bak bey, iş nasıl oldu. Biz bu kasabada muhaliflerle baş edemez olduk. «Böyle giderse işler kötüye varacak, aman bize tez bir yardım!» diye vilâyete haber saldık. Müfettiş geldi.

«Şöyle şöyle yapın» dedi. Şöyle şöyle yapmakla bura muhalifinin gözü yılmaz, dedik. «Öyleyse, böyle böyle yapın» dedi. «Böyle böyle yapmakla bura muhalifinin başı ezilmez» dedik, «ö y ­ leyse, şunları bir iyi dayaktan geçirmeli, kafalarını bir iyi ezmeli» dedi. Hep birden, «Hay ağzına sağlık. Başka yolu yok. Bunları bir iyi dövelim:. Lâkin kanunlu olsun ki, sonunda bize sorum gelmesin» dedik. Çünkü bakarsm, kanunu çiğneyen politikacı bir yargıca, savcıya düşeriz; muhalif dövdük di­ — 319 — ye bizi hiç yoktan mahkûm eder. İyice uyuştuk. Müfettiş «Orası kolay, kanunî bir yol buluruz» dedi. Bu Şenses Tiyatrocuları bizim partidenmiş. Bunlar gelip burda çadırı kuracak. Tam oyun yarıdaykene bizimkiler birden çadırın iplerini kesip çadırı yere yıkacak. Bir ana – baba günü olup, karanlıkta çadırın altında muhalifleri pestile çevireceği/,, hepsini yol keçesi gibi sereceğiz.

Koca çadır üstüne düşmüş. İçerisi karanlık. Kim in kimi döğdüğı’i hilinmiyı e ek. İyi mi? Çok iyi… Hunurı üzerine Bey, Şenses Kumpanyası î’.eldi, alana loca çadırı kurdu. Gelgelelim, araya gineek sizin gibi memur takımı ve tarafsızlar da ya.nl ıslık la dayak yemesin diye bir kurnazlık dü- .”.>”:ıi(‘ıık. ı.ir tarafsız bilet almaya gelince yer kaini ‘lı, (icnilecek. Ben biletçi kızın arkasındaki perde ve siper oldum. Biri gelip ((bilet» dedi mi kızın kıçına hafiften bir şaplak konduruyorum. Şaplağı kı/jn kıçma vurursam, anla ki ona bilet verilmiyeoı k. Kız ((yerimiz yok» diyor.

Velâkin sarı kız şapladı duymaz oldu. Gerçekten mi ardı nasır tutmuş da duymuyor, yoksa şaplak hoşuna mı gitti ne, günahı boynuna, artık orasını bilemem. Bir tarafsız bilet, almaya geldi mi, ben artık öküz haydar gibi, <•: ıy: .11 n diye, sarı kızın altına cimciği basıyorum. Bana da kız, yer yok, dedi. Der ya… Ben, delikten seni görünce perdenin altından san kıza bir el verdim. Kız da, yerim yok, dedi. Neyse Bey, biz muhalifleri doldurduk çadıra. Tiyatro başlamadan önce, bu bizim çok bilmiş Topal Kftzım, Terzi İshak’a varıp «Nedir bu, birbirimize düşmüşüz arkadaş? Hep bu vatanın evlâdı 320 — iniyiz? Şu politika işini hele bir yana bııakıı lıııı da, tiyatora işine bakalım. Kasaba .şeneldi. Yi yıp ilelim arkadaşlar» dedi. İyi mi? İyi… – Biz, muhalifi, muvafıkı sarmaş-dolaş olduk. <) fvc.ee hangi muhalifleri döveceksek bunların hep- ‘■ıııi topladık.

Parti tahsisatından bunların önüne rakıyı, mezeyi döktük. Onlara içirmemiz de korkumuzdan. Ölür, herifler üstlerine çadır inince birden uyanırlar, sopayı kapar üstümüze yürürler. Herifleri iyi bir sarhoşlatıp öyle döveceğiz. İyi mi? — İyi… — Muhalifler içtiler, içtiler, hiçbiri ayakta duramaz oldu. Bu Topal Kâzım da bize «Amanın, bizim takım içmesin. İçer gibi yapın, rakıyı üstünüze başınıza dökün» dedi. Sıtmaya iyi gelirmiş, ben başımı iki şişe rakıyla yıkadım. Biz de sarhoşlamış gibi yaptık. Herkes birbirine «Ah kardeşim, vah kardeşim. Hep bu toprağın çocuğu değil miyiz?» diye sarılıyor. Ağlıyam var, zırlıyanı var. Biz bu m uhalifleri ite kaka «Hep kardeşiz» filân diyerek çadırdan içeri tıktık. Müfettiş bize, «Aman, döğmeye döğün ama, sakın kan çıkmasın. İsterseniz ezin, kan yok.

Kan çıkarsa sizi kurtaramam» demişti. O yüzden Topal Kâzım «tabanca, bıçak almak yok» dedi. Kimse yanma tabanca, bıçak almadı. Kimimiz boğa sinirinden kamçıyı, kimimiz topuzlu urganı, kimimiz pürtüklü sopayı, kimimiz yağlı kayışı, demir tokalı palaskayı belimize soktuk. Benim, babadan kalma bir fil siniri var ki, vurduğu yerden ses getirir. Zâloğlu Rüstem’in topuzu, yanında hiç kalır. Fil sinirini çizmenin içine soktum. Hepimiz çadırın içinde mevzi aldık. Hesaplı yerler 321 de oturduk. Kimi döğeceksek önceden şavulladık. Topal Kâzım işareti verince ipler kesilecek. İyi mi? — İyi… — Buraya kadar iyi, gelgelelim, benim niyetim de başka. Bu bizim partiden Kel Nuri ile İbibik Haydar’ı bilirsin. Bu ikisinin üstüne namussuz gelmemiştir. Bir de gene bizim partiden Sarı Süleyman var.

Beş kayme borç aldı. İki yıldır gider gelirim, vermez. Sivri’nin Said’i bilirsin. Onunla da kavgalıyız. Bakkal Emin dersen can düşmanım. Hele muhtar Aziz de orda değil m i? Ben kendi kendime, çadır üstümüze inip de karanlıkta herkes birbirine girişince, kim kimi görebilir, dedim. Bizim partidenmişler de ne olmuş… Önce şunlara bir girişirim, onlar da m uhalif dayağı yedik bellerler. Benim fil siniri üstünde mühürüm yok ya… Fil sinirini bunlara çaldıkça suratlarına imzam mı damgalanacak? Ben bunları gözüme kestirdim. Hepsini bir çırpıda çıkarıp işlerini bitireceğim. Bir birine, bir ötekine…. İlkin Muhtardan başlayacağımı Gözlerim bir onlarda, bir bizim Topal Kâzım’da. İki kız da kantoya çıkmış, oynayıp çığırıyorlar. İkisinin de namehremliği kalmamış. Avrat yerlerini örten, bir karış tülle, bi avuç pul boncuk… Çalgılar vuruyor ki, muhalifler keyfe gelmiş, «Yaşa!» diye bağırıyor. Bizim Topal Kâzım, sağ elini bıyığına götürdü.

İşaretimiz de bu. Topal Kâzım bıyığını burarken birden çadır üstümüze düştü. Lâmbalar söndü. Ben hemen fil sinirini çizmeden sıyırınca ya Allah deyip Muhtarın üstüne vardım. Her birinin yerini önceden kestirdiğimden karanlıkta göz kararlaması işlerini bitireceğim:. Ben fil sinirini havaya kaldırdım. Kaldırmamla gözümde — 322 — şimşekler çaktı. Kafama bir sopa indi ki, şiddetindim ölüyorum sanıp kelime-i şehadet getirdim. Ve1 Ti kin, fil sinirini de Muhtarın beynine indirdim. Namussuz Muhtar, gözün procektor muydu a herif, o karanlıkta beni seçip de «Bildim, sen Korucu Ömer’sin!» demez mi? Muhtar’m beni görecek hâli yok, koca topuzu kaldırdı, Yarıcı Rıza’nm kafası budur diye indirdi. Bu nasıl şey? Yarıcı Rıza bizim partiden değil mi? Ben Muhtar’ı bırakıp ya Allah diye Kel Nuri’ye giriştim. Vurduğumu seriyorum. Kel Nuri’yi bırakıp İbibik Haydar’a varırken belime bir sopa indi ki, hıh deyip yere kıhdım. Ama sopayı indireni de kolundan tuttum. Ulan, bu bizim partiden Nuri Ağa değil mi? «Ulan Nuri Ağa, sen bizim partiden değil misin?» «Aman sus arkadaş.

Partiye candan bağlıyım. Karanlıkta şaşırmışım» dedi. «Bunun şaşırmışı var mı alçak, beni sakat ettin!» diyerek, Yaradana sığınıp bunun kafasından aşağı fil sinirini geçirdim. De ki Nuri Ağa ikiye bölündü. Sarı Said’e bir fil siniri salladım. Şu sol omuzuma bir sopa indi. İnmesiyle herifin ayağını elime geçirdim. Bey, bu ayak başka ayak, canlı değil. Herif ayağını bıraktı kaçtı. Yahu, elimdeki Topal Kâzım’in takma ayağı değil mi? Bağıran bağırana. Çadır üstümüze çökmüş. Ben elimi kaldıramıyorum. Kemiklerim kırılmış. Çadırdan çıkmanın, kurtulmanın mümkünü yok. Üstümüze çöken namussuz çadırın bir deliğini bulamıyoruz ki, fırlayıp dışarı, canımızı kurtaralım.

Müfettiş, yanımıza bıçak da aldırmadığından çadırı delip çıkamıyoruz. Bağıra inleye kıvranıp durduk. Ben bayılmışım. Nasıl çadırdan çıkardılar,

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Teşekkür ederim. Emeğinize sağlık