Baird T. Spalding – Ölümsüz Üstatların Yaşam ve Öğretisi 3

!lılbaşı gecesi, tapınaktaki toplantıya katılanlar gittikten sonra, ben ve arkadaşlarım böylesine bir değişim-dönüşüme tanık olmuş yerden ayrılmak istemeyerek, orada kaldık. Doğrusu, bu son saatlerin bizde yarattığı hisleri ve müthiş manevi yükselişi ifade edecek bir sözcük bulamıyorum. “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” sözü ilk söylendiği andaki kadar canlı bir biçimde kulaklarımızda çınlıyordu. O gece hiçbirimiz konuşmadık, tek bir sözcük bile söyleyemedik. Ve, gün ışıyana dek, bir odada kapalı olduğumuz hissini asla duymadık. Bedenlerimiz parlak bir ışık yayar gibi görünüyordu ve, bu deneyimden hemen önce kayadan oyulmuş bir odada bulunuyor olmamıza rağmen, o sırada her nereye doğru yürüsek, sınırlayıcı duvarları· hissetmiyorduk. Ayaklarımızın altında bir zemin varmış gibi de görünmüyordu; ancak, her yönde serbestçe hareket ediyorduk. Sözler düşüncelerimizi ve duyumlarımızı tarif etmekte kesinlikle yetersiz kalır. O gece odanın ve sarp kayalığın sınırlarının ötesine bile yürüdük, ancak asla engellendiğimizi hissetmedik. Giysilerimiz ve çevremizdeki her şey saf beyaz bir ışık yayar gibi görünüyordu. Güneş doğduktan sonra bile, bu ışık güneş ışığından da daha parlak göründü. Sanki büyük bir ışık küresinin içindeydik ve bu kristal ışığın içinden bakıp çok uzaklarda belirmiş güneşi bir pus içinde görüyorduk. Güneş, bizim durduğumuz yerle kıyaslandığında, adeta 7 Ölümsüz ‘Üstatlar soğuk ve sönük görünüyordu. Termometre sıfırın altında 45 dereceyi göstermesine ve çevremizdeki topraklar sabah ışığında parıldayan bir karla kaplı olmasına karşın, bizim bulunduğumuz yerde her türlü ifadeyi aşan bir sıcaklık, huzur ve güzellik vardı. Bu gerçekten de düşüncelerin sözlerle ifade edilemeyeceği bir durumdu.


Burada, dinlenmeyi hiç düşünmeden, üç gün üç gece kaldık. Bu süreçte hiçbirimiz bir yorgunluk ve bitkinlik hissetmedik ve, daha sonra geriye dönüp baktığımızda, tüm o zaman bize bir anda geçmiş gibi göründü. Bununla birlikte, o sırada birbirimizin ve saatlerin geçişinin bilincindeydik. O sırada bir gün doğumu ya da gün batımı yoktu, sadece sürekli bir parlak gün vardı; ve bu bulanık bir düş değildi, onun her anı gerçekti. Ve o sırada önümüzde nasıl bir gelecek manzarası açılmıştı! Ufuk sonsuzluğa dek geri itilmiş gibi görünüyordu; ya da, Şefimiz’in ifade ettiği gibi, o nabız gibi atan sonsuz bir yaşam denizine doğru genişler görünüyordu. Ve işin en güzel yanı şuydu ki, bunu aramızdan sadece birkaç kişi değil, hepimiz gördük. Dördüncü gün, Şefimiz çeviri çalışmamızı sürdürmek için aşağıya, kayıtlar odasına inmemizi önerdi. Ancak, aşağı inmek için harekete geçer geçmez, daha neye uğradığımızı anlamadan, birden kendimizi aşağıdaki odada bulduk! O anda duyduğumuz şaşkınlığı ve sevinci hayal etmeyi okurlara bırakıyorum. En küçük bir fiziksel çaba göstermeden ve neyi başardığımızı hiç bilmeden, kendimizi iki kat aşağıda, her zaman çalıştığımız o kayıtlar odasında bulmuştuk! Oda parlak bir ışık içindeydi ve sıcaktı, ve biz en küçük bir çaba göstermeden istediğimiz yere gidebiliyorduk! Sonra, bizi çok şaşırtan bir şey daha oldu: Yazılı tabletlerden birini alıp incelemek için uygun bir yere koyduğumuzda, onun içeriğini ve anlamını mükemmel bir biçimde anladığımızı fark ettik. Bu çevirileri kağıda geçirmeye başla8 ‘lJö{üm l dığımızda ise, yine ne olduğunu anlamadan, tüm bir sayfa hızla bizim el yazımızla dolmaya başladı! Sonuçta yapmamız gereken tüm şey, bu yazılı sayfaları bir araya getirmek oldu. Bu şekilde bu çevirileri peşpeşe yazıya döktük. O öğleden sonra saat ikiye kadar yüzlerce sayfayı bu metinlerin çevirisiyle doldurmuştuk ve bu güzel meşguliyetten dolayı en küçük bir yorgunluk duymamıştık. Bu işe o kadar dalmıştık ki odaya birilerinin girdiğini fark etmedik, onları önce Şefimiz görüp selamladı. Dönüp baktığımızda, karşımızda İsa’yı, Emil’i, evsahibemizi, Chander Sen’i, ve Bagget İrand’ı gördük. Yanlarında Ram Chan Rah adlı bir yabancı da vardı, ancak herkes ona Bud Rah diyordu.

Sonra odadaki masa temizlenip yemek için hazırlandı. Hepimiz yerlerimize oturduk ve kısa bir sessizlikten sonra İsa konuşmaya başladı: “İçimizden dışarı, tüm dünyaya doğru daima muzaffer bir biçimde parlayan, bugün deneyimlemekte olduğumuz ve eğer istersek her zaman deneyimleyebileceğimiz ışık, sevgi ve güzellik olan Herşeye-.Kadir ve Herşeyi-Kaplayan Tanrı Prensibi; üzerinde sonsuz sevgi, uyum, bilgelik ve alçak gönüllülük ateşinin yandığı bu sunağın önünde saygıyla eğiliyoruz. Bu kutsal ışık şimdi bu sunakta toplanmış olanların ruhlarında sürekli olarak, hiç kararmadan parlar. Bu tanrısal ışık bu sevgili varlıklardan yayılarak tüm dünyanın en ırak yerlerine ulaşır ki herkes onu görüp, hiç tükenmeyen sevgisini deneyimleyebilsin. Bu herşeyi-kaplayan ışığın, güzelliğin ve saflığın ışınlan senin sunağında toplanmış olanların al�cı ruhlarında ve kalplerinde ışıldar. Biz şimdi bu herşeyi-kaplayan sevgi ışığının bilincindeyiz ve onu dünyaya yolluyoruz, ve o tüm insanlığı dönüşüme uğratıyor, birleştiriyor ve uyum içine sokuyor. Biz Tanrı’nın herkesin içindeki gerçek Mesihi’ni selam9 Ö{ümsüz ‘Üstatfar lıyor ve Tanrı ile bir’lik içinde duruyoruz. Biz içimizdeki Tann’yı selamlıyoruz.” İsa’mn konuşması sona erdikten sonra, sessizce yemeğimizi yedik. Sonra, bir önceki deneyimimizi yaşadığımız tepedeki odaya gitme önerisi üzerine hepimiz yerimizden kalktık. Ancak, kapıya doğru yöneldiğimizde, kendimizi yine birden, gideceğimiz o odada bulduk! Bu kez hareket ettiğimizin bilincindeydik, ama hareket ettirici unsurun, bu sonucu doğuran şeyin bilincinde değildik. Tepedeki odaya gitme arzusunu ifade eder etmez, kendimizi orada bulmuştuk. Akşamın gölgeleri her yanı kaplamaya başlamış olmasına karşın, yolumuz tamamen aydınlıktı; ve o oda da, oradan ayrıldığımızda içerdiği aynı zengin güzelliği ve parlak ışığı koruyordu. Bizim için, tapınağın tepesindeki bu oda kutsal bir yer, bir ibadet yeri olmuştu, ve o her türlü olanağı içeriyor görünüyordu.

Burası bizim, fani insanlar olarak, daha önce yapabildiklerimizden daha büyük bir şeyi başardığımız kutsanmış bir yerdi. ‘ O günden itibaren, oradan ayrıldığımız güne, yani 15 Nisan’a dek, hepimiz her gündüz ya da gece o odada en azından bir saatliğine bir araya geldik. Bu zaman esnasında o oda asla katı kaya görünümünü almadı. Öyle görünüyordu ki sanki biz daima o duvarların ötesini, sonsuz uzayı görebiliyorduk. O odada bilinci sınırlayan zincirlerden gerçekten kurtulmuştuk. Orada, geleceğin engin bir manzarası önümüzde açılmıştı. O gün hep birlikte o odadaki masaya oturduk ve İsa yine konuşmaya başladı: “İstediğiniz şeyi yaratmak ya da başarmak, merkezi bir noktaya ya da ideale odaklanmış güdüleyici bir düşünceyi gerektirir ve siz, tüm insanlık gibi, o .güdüleyici merkez olabilirsiniz. İnsan önce ideali ifade etmeden, hiçbir şey meydana gelmez.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir