Bilge Karasu – Gece

Gece belirli bir gerçekliğin, tek tanımla saptanabilecek bir insanlık durumunun dile getirildiği bir anlatı değil. Belli bir öykü, kisilikler, ya da nedensellik ilkesiyle isleyen bir olay örgüsü sunmuyor bize. Bunlara yönelik türden bir okur beklentisine karsı direniyor nerdeyse. Karsıtlık ile olumsuzluk, Gece ‘nin söyleminde bastan sona en belirgin iki nitelik. Neye karsıtlık? Günümüz yasamının çekilmez akısı içinde, kurtu-lunmaz bir insan yazgısının olumsuzlanması mı söz konusu? Hayır. Buradaki karsıtlık ile olumsuzluk, Gece ‘nin yazın alanındaki geleneksel ölçütler ya da alıskanlıklarla bağdas-tırılamaz özelliğinden doğan bir durum. Yazınsal söylem düzeyinde olduğu gibi, yasamın bütünüyle ilgili deneylerimizin de sarsılması, silkelenmesi, çarpıtılması söz konusu bu metinde: zaman ile uzay boyutlarının alısılmadık biçimde kullanılması yol açıyor buna en basta. Geleneksel yazı, yazar, anlatı, anlatıcı, kisilik, öykü kavramları da bir bir değisikliğe uğratılıyor Gece ‘nin söylem serüveninde. Gerçekte hem öznel hem de nesnel düzlemde, yazarın da-, dilin de, konu edinilen yasam gerecinin de nesnel varlık sınırlarını yitirmesine tanık oluyoruz. Bası, sonu, kuytuları, ucu bucağı duyularla saptanamayan, ama tükenmez bir gücüllüğü bütün ağırlığıyla tasıyan karanlık gece, ilkin bu anlamda ana simgesi oluyor anlatının. Belli bir anlamla sınırlandırılmak istendiği an, hep yeni yönlere, bambaska doğrultulara kaçıyor Gece. Anlatının konusu olan yasam görüntüleri de, anlatıcılar da, onlarla özdesle5 sen yazar da, dil de dalgalanmalardan geçiyor, dıs çizgiler, sınırlar sürekli çarpılıyor: “Hangi ayna kendimizi gösterecektir bize? Sürekli bir yürüyüs içinde gibiyiz, bir lunaparkın ecis bücüs görüntü veren aynaları gibi.” (51)* Bu karmasık varolus bağlamında Gece, özdesliğin dil ile aranısı, dil ile kurulması çabasıdır bir yönüyle. Bir yazma ediminin, zamandizinsel değil, uzaysal bir düzende irdele-nisi. “Yazar”in, “yaratman”in, “düzeltmen”in (9), yaratı ile, “anlatıcı” ile sürekli yer değistirmesi, birbirinin etkinlik alanına tasması, birbiriyle örtüsmesi, birbirinin bireyselliğini kırıp ortadan kaldırması, söylemin dalgalanmasında baslıca etken.


(9, 10, 11, 31, 43) Kim anlatıyor? Dört ana bölümde baska baska kisilermis izlenimini uyandıran dört ayrı anlatıcı mı? Yoksa, söylem serüveninin nerdeyse bir güncesini bize dipnotlarıyla aktaran, bastaki yazar mı? Anlatıcılardan biri mi yazar? Ya son iki dipnotunda kendini belli eden okur-anlatıcı, daha doğrusu yazar-okur-anlatıcı? (97, 105) Yazma uğrası, iki ucuyla, hem göndericisi olan yazar, hem de alıcısı olan okur ile, bir aynalar ortamında akıyor böylece — daha doğrusu akıyormus gibi gösteriliyor. Gece metninin güdüm kurgusundaki devingen bağıntı da bu. Anlatının gereci olan yasam ile, onun yazınsal yorumu arasındaki iliski, çiz-gisel bir yalın yapıdan çok uzak. Değisik anlatıcıların, birbiriyle karsıtlasabilen gözlemleriyle, gerçek yasamın, sanat biçiminde soyutlanmıs yasamın, anlatılan, yazılan, okunan yasamın, anlamını değisik yorumlar sarmalında kavratmaya yöneliyor metin. Gece’de anlatılan tek tek, bölük pörçük durumların konumların, gerçek yasamla somut iliskisi, sürekli seziliyor satır a-ralarında. Okurun yakın geçmiste tanığı olduğu birçok toplumsal, tarihsel, kültürel deneyden yankılar var metinde sözgelisi. Alısılmıs tarihsel mantığın isleyisi bile sorguya çekili- * Ayraç içindeki sayılar, metnin l’den 110’a dek sayıyla belirlenmis altbö-lümlerine göndermedir. yor. (38) Ama bütün bu gerçek durumlardan soyut bir çıkarım olan yasantı, insan umutlarıyla korkularının bütünleyici im-geleriyle dile getiriliyor. Kendini bütün okumusların gölgesi durumuna getirdiğini (41), onların art benliği olduğunu (41) söyleyen bir yazar-anlatıcının “inandırıcılık esiklerini” (46) asarak, çok yönlü bir bilincin akısında ürettiği bu imgeler, gerçek yasama kolay kolay uygulanamaz. Soyutlamanın bu asamasında bunlar, yasamın bilinen deneysel gerçekliği ötesinde, kurmaca, metindeki deyimiyle yapıntı bir nitelik gösterirler. Ama bu nitelik, etkilerini azaltmak söyle dursun, tersine daha da yüceltir. Bir görelilikler, yansımalar, dalgalanan görüntüler bağlamında, yasamın gündelik yorumundaki belirsizliği, yapıntı doldurur. Ancak, “bu yapıntıyı gerçek belleyerek bugünkü düsüncemizi o yapıntıyı gerçeklestirmek yolunda kullanmak, düsünülmeyecek, yanlıs bir is değil,” (38) yargısı da çelisik bir biçimde, bir yanılsamanın, yeni bir yapıntının dile gelisi olabilir. Peki, “Bu is nereye dek sürer? Herhalde yalnız kalıncaya dek.

Bütün aynalarda kendinizi görünceye dek, herkesin gözü sizin aynanız oluncaya dek… Daha doğrusu, önlerinde durmasanız da aynaların hepsi sizi gösterinceye dek; gönüllerinde olmasanız bile insanların gözleri sizden duydukları korkuyu yansıtmaktan baska bir ise yaramaz oluncaya dek…” (105) Gecede varolusun sonuna akan süreçtir bu. Gece’de bu tür belli belirsiz bir son beklentisi, Beckett metinlerini andırırcasına, hem bir gereklilik hem de çeliski niteliğini koruyor. Yazar, anlatıcılar, metnin eylemi, güdüm kurgusu, dipnotlarında irdelenerek gelisen yazma serüveni, söylemin bütünü, bir sona yönelik. En azından metnin nesnel varlığının sınırları açısından böyle bu. Ama son kaçınılmaz olmakla birlikte, anlamayı umabileceğimiz bir sey midir? Metnin basında, gecenin karanlığında “yasayabilirmis gibi görünen tek sey” (1) olan dil, değisik bilinç katmanlarında isleyerek (5), büründüğü söylem biçiminde nereden nereye getir6 7 ğ smistir bizleri? Yazarı, okuru, hepimizi? Hele baslangıçta “herkesten gizlenen bir sey olmalı. Ama her gizleneni bilen birileri de olmalı. O da, su anda, benim,” (47) diyen anlatıcıyı, nereye ulastırmıstır? Anlatıdaki “ben”in, özdesliğini zamanda, uzayda, anıda, yasamda, yazıda bulma çabası, en sonunda gelmis, arayanın kendi yapıntısına, belki de yanılsamasına takılmıstır. Varo-lussal yazgıdır bu belki. Baslangıçta duvarlara yazılan “Gece Gelecek” (14) sözcesiyle dile gelen son beklentisi, gerçeklesir gibi olur: “Ancak, gece, ine dönüstür; ılık sularda yüzüs, yalanlardan pek çoğunun gerisine, öncesine dönüstür. Kendisi de bir yalana dayansa bile.” (90) Öyleyse, bir özdeslik arayısının aracı olan söylem, gene gecede sürecektir. Öncesi sonrası karanlık, ölümü, korkuyu, gizemi, yaratıcılığı, düsgücünün en çılgın sanrılarını, dilin gündelik sınırlar ötesindeki bulgularını, karanlık anlamlarını, belirsizliklerini içeren gecede. Alıskanlıkların, tanıdık bildik durumların, geleneğin, uzlasımın simgesel ortamı olan gündüz, bu niteliğiyle geceye, gizemli yaratıcılığın simgesel ortamına karsıttır. (18, 19, 20) Gerçekte, gündüzün geceyi hep kovması kovalaması gibi, gündelik alıskanlığın bas islevi de, yeniyi, yabancıyı, düsseli, yapıntıyı yasamdan kovmaktır. Bizim alıskanlıklarımızın, yerlesik algı düzenimizin, rahatlığımızın bu yönüne direniyor iste Gece.

Yer yer, salt anlatma islevinden soyutlanmıs sözceleriyle, bir düs düzeninde örülü görünüste dağınık söylemiyle, temel gereksinmelerimizi, yerlesik beklentilerimizi, bu noktada altüst ediyor, bocalatıyor. Çizgisel akıslı bir öyküyü, her an göklere çıkarmaya hazır kolaycı okur beğenisine ters düsüp kovulmayı göze alarak. Çetin metin denecek Gece için belki. Neden olmasın? Hele önce bir okuyalım. Aksit Göktürk yenilmenin tohumunu tasır her pazartesi Turgut Uyar (Pazartesi, YENİLGİ GÜNLÜĞÜ-Her Pazartesi) La nuit, souvent je reste eveille. Je suis la sentinelle debout a la -porte du sommeil des autres, dont je suis le maître. Je suis l ‘esprit qui flotte au-dessus de la masse informe du reve. et s’enfoncerent dans une nuit lointaine, dangereuse, comme l’est toute nuit. il etait charge du sens obscur du symbole et dangereux comme le sont tous les habitants de la nuit, les habitants des reves. Les reves sont peu-ples de personnages, d’animaux, de plantes, d’objets, qui sont des symboles, Chacun est puissant et, auand celui aui l’a suscite se substitue au symbole, il profite de cette puissance mysterieuse. La puissance du signe, c’est la puissance du reve…. Jeân Genet (Miracle de la Rose) d) (1). Geceleri, çoğu zaman, uyanık, beklerim. Uyuyanların uykusunun kapısında dikilen nöbetçiyim ben; o uyku benden sorulur. Düsün kalıba girmez kütlesi üzerinde yüzen ruhum ben.

uzak, tehlikeli bir geceye —geceler hep böyledir zaten— girip yittiler. simgenin karanlık anlamıyla yüklüydü o, gecede eğlesen, düslerde eğlesen herkes gibi de tehlikeli. Düsleri, her biri bir simge olan kisiler, hayvanlar, bitkiler, nesneler seneltir. Her biri güçlüdür bun ların; bunları üreten kisi, kendini simgenin yerine koyduğunda da, bu gi zemli güçten yararlanır. İmin gücü, düsün gücüdür Die Beıvegung der sich bildenden Individualitaet ist das Werden der zvirklichen Welt. G.W.FHegel (PhG, VI, B, I, a: Die Bildung und ihr Reich der VVirklichkeit) (2) (2) Kendini kuran bireyliğin devinimi gerçek dünyanın olusumudur. 10 11 1. Gece yavas yavas geliyor. İniyor. Çukur yerlere dolmağa basladı bile. Oraları doldurup ovaya yayılmağa baslar baslamaz, her yer boza dönüsecek. Isıklar yanmayacak bir süre. Ne çukurda ne düzde.

Tepelerin aydınlığı, bir süre, yeter gibi görünecek herkese. Sonra tepeler de karanlıkta kalacak. Dil bu karanlığın içinde yasayabilirmis gibi görünen tek sey olacak. Hiçbir ağırlığın, hiçbir gerçekliğin kalmadığı bu yerde. Karanlığın gerçekliğe benzer tek yanı, konusulabilmesi olacak. İki kisi arasında. İki duvar arasında. Sonra soyunmağa baslayacak insanlar. Gecenin açtığı yaralar biraz daha acısm diye. Genç kaslarm gerginliği geceye girecek. 15 Pörsük kaslar bir pelteye dönüsecek gecenin içinde. Bir tek diller bilecek, tepelerde, toprakaltı saraylarında yanan ısıkları; yalnız dil söyleyecek bu ısıkta yıkanan tek hücreli hayvanları. Gece oluyor yavas yavas. Bağırsaklarımızın içinden yüreğimize gözlerimize doğru yükseliyor. 2.

Gecenin isçileri, gerçekte, ikindinin ilk saatlerinde görünmeğe baslamıstır sokaklarda. Tek tük de olsa. Onların isi, geceyi hazırlamak: Yer yer çukurlar açmak, örneğin; gecenin kolaylıkla birikip doldurabileceği çukurlar… Onlarm isi, geceye hazırlamak: Genç kasları, gece gelince daha kolay soyunsunlar diye, soyunmağa alıstırmak örneğin. Çıplak etlerinin içine doğru ince, soğuk demirler iteleyerek, kızgın saçmalar gömerek bu etlere, onları gecelerin en uzununa alıstırmak. Aksam saatlerinde gecenin isçilerini görmek çok kolaydır artık herkes için. Geceyi hazırlamakta, geceye hazırlamakta kullandıkları âletler ellerinde, sokaklarda dolasırlar; sayı16 17 lan da gitgide artar. Demirden yapılmıstır bu âletler; güzel sepilenmis derilerden kesilmis, seçkin ağaç türlerinden yontulmus, esnek reçinelerden dökülmüstür. Dövmeğe, yırtmağa, delmeğe, kıstırmağa, burmağa, koparmağa yararlar. Yakmağa, kırmağa da. Özellikle genç gövdeler üzerinde çalısmak için düsünülüp tasarlanmıs, gerçeklestirilmistir bu âletler. 3. Gecenin isçileri, gerçekte, ikindinin ilk saatlerinden beri görünmüstür ortalıkta. Çoğu insanın, dikkatini çekmemis de olsalar. Gecenin isçileri dörtköse ekmekleri seviyorlarmıs, öyle deniyor. Belki dörtköse ekmekleri sevenler yalnız onlar değildir bu koca sehirde.

Ama fırıncılar, tütüncüler, bakkallar, kendilerinden dörtköse ekmek isteyenlerin hepsinin gecenin isçileri olduğunu düsünürler nedense. Ekmek satılan yerlerde yuvarlak, uzun, dikdörtgen biçimli ekmekler de bulunur elbet. İkindi üstü, önce okul çocukları evlerine dönmeğe baslarken ekmek satılan yerlerde alısveris hızlanır. Yuvarlak, dikdörtgen, uzun, sobe, dörtköse ekmekler git18 19 gide artan sayıda satılır. Küçük, iri, kemikli, yumusak, kirli, temiz, nasırlı, sıvıskan eller, ekmekler tasır. Gecenin isçileri sokak aralarında gezer. Yuvarlak ekmeklerin, dikdörtgen ya da sobe ekmeklerin, uzun ekmeklerin hangi evlere girdiğini gözlerler. Bu isi yaparken, öyle, çok önemli bir is görüyormus gibi davranmazlarsa da, onlara dikkat edenler sunu da görürler arada bir: Bir tanesi gider, bir kapının herhangi bir yerine, pek de belli olmayacak biçimde bir im çizer. Gözlemi is edinenleri sasırtacak bir seydir bu. Kapısı imlenen evlerin hiçbirinde dörtköse ekmek yenmemektedir; yoksa su ya da bu biçim ekmek yendiğini belirten bir im değildir bu. Üstelik, kapılar biraz da rasgele imlenir gibidir. Hiç değilse görünüste. 4. Tepelerden birinde —en yükseği, en gösterislisi değil, onun yanmdakinde— Düzeltmen yalnızlığını yasar. Sessizliğin içinde.

Düzeltmenin yalnızlığı küçümsenir gibi değil; hele gece indikten sonra. Gecenin yere doğru aktığını görmüstür penceresinden: Önce çukurlara, özellikle, gecenin isçilerince kazılmıs çukurlara; sonra ovaya dolduğunu görmüstür. İzlemistir saniye saniye. Isığın azar azar söndüğünü görmüstür yeryüzünde; evlerin pencerelerinde daha yanmadığmı görmüstür. Gecenin gündüzü kemirmesini önlemenin olanaksızlığına i’ nanmak istememistir. Gecenin isçilerine nasıl engel olunabileceğini, ısığın yeryüzünde sönmesinin nasıl önlenebileceğini 20 21 çok düsünmüstür. Bir olanaksızlığa inanmak istemeyebilir kisi, ama onu kabul etmek gerekince de içi parçalanmadan yasamını sürdürebilir. Oysa Düzeltmenin yalnızlığı, yeryüzünde sönen her yüzeyle acılasıyor, daha, daha daha acılasıyorsa, çok düsünüp çözümünü bulamadığı bir sorun karsısında eli kolu bağlı kalmasından. Karanlığın içinde, simdilik, yasammı sürdürebilirmis gibi görünen tek sey, daha önce söyledik, dil… Dil, Düzeltmenin su yalnızlığını biliyor, söylüyor. Daha doğrusu, söyleyebiliyor; simdilik. Gece gelip dilin üzerini de örttü mü, artık baykuslardan baska bir sey uçusmayacak gecenin içinde, ya da, yarasalardan baska… Bunların sesinden baska bir sey, bunlarm hısıltısından baska bir ses isitilmez olacak. O zaman da Düzeltmenin yalnızlığı, bir kuyunun çeperleri gibi saracak onu. Baykuslar, yarasalar, yarasılar, kus baylar. 5. Diller yasamağa baslıyor.

Her seyden önce, çözülmeğe… Hızla çözülen diller, uzun süre söylemeden durdukları seyleri, sıra sayı gözetmeden, ölçü bici bilmeden söylemeğe baslarlar. Çesitli katlarda isler diller. En alt katta söyledikleri arasında, söyle seyler vardır örneğin: Gecenin isçileri niçin böyle baslıklar giyer ki? Oysa o dillerin üzerinde dünyaya bakmasını unutmamıs bir çift göz varsa, söylenenler de biraz değisik oluyor. Bu baslıklar, basından beri var; ama ağır ağır, neredeyse bi-ribirinden ayırt edilemeyecek değisiklikler geçirmislerdir 22 23 bugüne gelesiye. Önce arkaları, yavas yavas saçların tümünü, sonra da ensenin yarısını örtecek ölçüde genislemis. (Yakaları da yavas yavas yükseldiği için, artık enseleri yok isçilerin.) Baslıkların yanları da, ancak kulak memelerini açıkta bırakacak denli uzamıs. Daha sonra da önü, inmis, inmis, gözleri, karsıdan bakanların artık hiç göremeyeceği biçimde gizlemis. Bıyıklarını da uzatmıslar bu arada isçiler, sakal da koyvermisler. Öyle ki artık yüzlerinin bile yarısını yiyen baslıklarıyla, sakalları bıyıklarıyla, gecenin isçileri biribirinden ayırt e-dilmez hale gelmisler. Baslıksız, sakalsız, bıyıksız görülseler tanınmayacaklar simdiki arkadaslarınca. Bu halleriyle ise, onları anaları babalan bile tanıyamaz. İstenen, tanınmamaları; görevlerinin ürkütücülüğünden baska bir sey düsündürmemeleri. 6. Gecenin isçileri, daha ikindi üzeri ortalıkta görünmekle yaratacaklarını bildikleri —oysa baslangıçta, ancak, umdukları— ürküntüyü sürdürmek, uzatmak, bu sürdürülen, uzatılan ürküntüyü daha da yeğinlestirmek üzere dalgalandırmak, yani gönüllerinin dilediğince azaltıp artırmak için çesitli yollar denerler… Sokaklardaki, evlerdeki insanlarm bu ürküntüyü pek değisik biçimlerde yasamaları karsısında kendileri de, ürken insanlara bakarak duydukları hazları nasıl çesit-lendirebileceklerini arastırırlar; yeni yeni ürküntü yaratma yöntemleri hazırlanması için kendilerinden beklendiği üzere gözlem yaparlar… Birkaç saat içerisinde daha ne incelikler bulup yaratacaklarmı o gün, ortaya çıktıkları o ikindi saatle24 15 rinde, belki kendileri bile henüz bilmezler.

Sehrin ana caddesine açılan en genis yan sokaklardan birinde yakaladıkları delikanlı olaymda, bunun böyle olduğunu pek çok insan açıkça anladı. İsçilerin uyguladıkları islem, os-saat gönüllerine doğuvermis bir doğaçlamanın bütün tazeliğini, usta isi acemiliğini tasıyordu çünkü. Ama gene o gün, daha da ince bir üzgüyü karanlık bastıktan hemen sonra akıl edeceklerdi. Daha önce böyle bir sey düsünemediklerine biraz sasarak, biraz da yerinerek. Bu incenin incesi bulus, oldukça sudan bir seydi üstelik. Bütün yaptıkları, susmak, kıpırdamamak oldu. O kadar. Görünmemek, susmak, yokmus gibi davranmak. Birkaç saat boyunca. Gizlendikleri karanlık köselerden seyrettiler aydınlık pencerelerden kaygılı bakısların sağa sola kaçamak kaçamak bakarak perdelerinin ardmda yitmesini, yüpürgen ellerin kapı önlerindeki çocukları kapıp içeri alıvermesini, karanlığa kalanların önlerine bakarak kosar adım evlere dalmasını… Kapıların sessizce sürgülendiğini isitti çakal kulakları. Isıkların teker teker söndüğünü gördüler. Karsı konmazı beklemenin, beklenenin gelmeyisiyle artan kaygının gitgide yeğinlestir-diği korkunun, karın bosluklarındaki kemiriciliğini duyar gibi oldular; dile gelmez hazlar duydular etlerinin her noktasında. 1. Dipnot Kestirip atmak güç ya, kimi yazarm dilinde söyleyisin en incesini sözcüklerin birer ok gibi art arda fırlatılması sağlar; kimininkinde ise bir karasu gibi akıs. Benim dilim çiçek dermek üzere eğilip kalkan bir gövdenin yumusaklığına, dalga-lanısma ulasmalı.

26 27 8. içinden çekip ortalarına aldıkları, bir daha dağılıp gözden yittiklerindeyse ortada kanlı, tanınmaz bir et yığını kalmıs olduğu. Genci, gecenin isçilerinin ortasmda yitmeden önce görebilenlerin söylediğine göre, bu et parçası, o alımlı delikanlının yarısı kadar bile olamazdı. Bu kanlı etin üzerine talas serpildi, kuru yapraklar örtüldü. Ertesi sabah oradan geçenler, bir türlü aydmlanamayan günün donuk ısığında, asfaltm üzerinde esmerce bir lekeden baska bir sey göremediler gencin parçalanmıs olduğu yerde. İnsanlar artık yalanan ağızlar, pençeler arıyor insanların yüzlerine, ellerine bakarken. Oysa isçiler, gecenin isçileri oldukları için, güpegündüz görünmezler sokaklarda. Gecenin isçileri herkes gibi miydi bir zamanlar? Böyle olduğuna inanmak isteyenler var. Daha mı az ürkecekler böyle olsa? Balıkçılar sokağındaki olay herkesi üzdü, ama kimseyi sasırtmadı. Sehrin ana caddesine açılan en genis yan sokaklardan birinde, Bakkallar sokağı kösesinden üç adım beride, Balıkçılar sokağmm en civcivli saatinde, gecenin isçileri o gence niçin saldırdılar, bilinmiyor. Söylentilere bakılırsa, elinde götürmekte olduğu ekmek dörtköse değilmis; saçının rengi kara değilmis; ya da aksaya-rak yürüyormus… Söylenti elbet, bütün bunlar. Doğrusunu kimse bilmiyor. Ayrıca, bilinecek bir doğru var mı? O bile bilinmiyor. Bilinebilen, görülebilen ise, isçilerin, ansızın duvarlardan, köselerden, kapı ağızlarından sıyrılarak o genci kalabalığın 28 29 9. Yazarm gönlünde yatan gizli bir onasımla girismislerdir belki de islerine.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir