Bilge Karasu – Öteki Metinler

Neredeyse onbeş yıldır beni uğraştıran bir yazı: “Azınlık(lar)” Kavramı Üzerine Bir Çözümleme Denemesi. Kaç kez baştan aldırn, bozdum, bıraktım. İstemediğim noktalarda üreyiveriyor, uzuyor, dengesi bozuluyordu. “Tanı/nltlma Üzerine” ise üç yıl kadar önce kafamı kurcalamağa başladı; üç ayrı biçim denedim, hiçbirini beğenmedim. Bu yazıların temel izleğinin “öteki” olduğunu görebilmem için bir vakit geçmesi gerekiyormuş. Yirminci yüzyıl, ondokuzuncu yüzyılın kalıtını yüklenirken, geçmişin yanlışlarını bulup göstermiş, eleştirmiş, “tanıma”yı, tanımanın yollarını yeniden düşünmeğe, irdelemeğe çalışmış pek çok insanın konuşup yazdığı bir yüzyıl olmasına olmuştur ama, ne yazık ki, bu son yıllarına varasıya “öteki”ne karşı davranışın en acımasız, en kanlı, en çılgınca örneklerini art arda sergilemekten başka bir şey yapamamış görünüyor. “Gelişen teknoloji”, en yararlı göründüğü alanlarda bile, ötekini ezmenin, ona usa sığmaz acılar vermenin bir başka adı olabiliyor. Bu yazılarda, anlamağa çalışmaktan başka bir şey yapmıyorum. “Beriki” de, “öteki” de benim, biziz, hepimiziz. “Biz”i anlamağa çalışıyorum. “Biz”i “öteki”nden ayıran durumu anlamağa çalışıyorum. O kadar. ‘l\cı Çeken Gövde”, en yeni yaşantı/arımın bana düşündürdüklerinden çıkan bir yazı. “Öteki” kadar “ben/biz” de yepyeni bir kılıkta çıktı karşıma. Belki birkaç okuru ilgilendirir diye ummak isterim.


13 ACI ÇEKEN GÖVDE Dr. Zafer Öner’e sevgiyle İnsan neyi betimlemeğe kalkmamış ki ağrıyı da betimlemeğe girişmiş olmasın? Hastalıkların betimine salt hekimlerin işi diye bakmamış yazarlar var. Onlar için hastalığın betimi, kendi başlarından geçen, kendi yaşantılarının bir bölüğü olan bir duyumduygu-algı-kavram bileşiğini, karmaşasını söz kalıplarına sokmaktır; kendi sözlerinin, kendi deyişlerinin kalıbına sokmaktır. Öldürücü deyişin gizemini taşıyan ustalıklarıyla hastalığı parafin dolu bir kavanozun içinde saklanan bir vakitlerin canlı dokusu gibi, onu bilmeyenlerin, yaşamayanların ancak seyrine bakıp irkileceği, tiksineceği ya da güçleneceği bir görü haline getirerek hastalıktan öclerini alırlar bir bakıma. Kendisini öldüren hastalığı bile betimleyen yazarlar bu hastalıktan bir değil, iki bakımdan öclerini almışlardır: İlkin insan an’ının, anlığının, dolayısıyla insanın üstünlüğünü, ölüme bile meydan okuyuşunu tanıtlarlar; önce kendi kendilerine, sonra da yazdıklarını okuyacak olanlara. İkinci utkuları da doğrudan doğruya sözle, sözcükle ilişkilidir: Yazdıkça, okundukça, o hastalığın boynuna sarılacak ip yavaş yavaş sıkılacak, son cümlelerde kanının son damlası da aktıktan sonra Fafnin’in, Siegfried’in karşısında bir oyuncak, kocaman da olsa, ne yapılacağı, nereye atılacağı bilinmese de bir oyuncak halinde kalması gibi, canavarın yere yamyassı yapıştığı görülecektir. Ya da yazar, hastalığın -ister kendi hastalığı olsun, ister yakından izlediği bir hastalık olsun- karşısında üçüncü bir utku ka1 5 ÖTEKi METlNLER zanmağa bakacaktır: Hastalığı, daha doğrµsu betimini, bir yazısının, bir yapıtının bir parçası haline sokacak, ondan yararlanacaktır. Ama birçok hastalığın bir yanı, bir parçası olan, ya da hastalığın ta kendisi olan ağnlar var. Hekimlikte, bu ağnlann betimi, neredeyse hiç kimsenin işine yaramayacak kertede öldürülmüş, dondurulmuş basmakalıp sözler, deyimlerle yapılır. Kuşak biçiminde, yüzlerce iğne batar gibi, gönül bulantısıyla birlikte gelen, tokmakla vurulur gibi ağrılardan söz edilir. Bundan önceki cümlede virgüllerle ayırdığım parçalana hepsi bir tek ağrıyı anlatmakta kullanılsa gene iyi. Hiç değilse ağrıların karmaşık nitelikleri bir parça kavranmış olacaktır. Oysa o deyimler belki dört, belki sekiz ayn hastalığın belirtileri olarak düşünülecek, hangisinin hangi başka belirtilerle bir arada ortaya çıktığına bakılarak bir tanıya varmağa, bir tanıya varmanın yollan öğretilmeğe çalışılacaktır. Hekimlikte bunlar belirli bir dilin bulmaca terimleridir. Terimleri bir araya getirebilen, bulmacayı çözer.

Çözümlerin her yerde, herkesin elinde bir, tutarlı olması için de terimlerin en yalın, en ana çizgilerine indirgenmesi şarttır. Dolayısıyla en ölü, en gerçek dışı çizgilerine. Hekim, imgeleme gücünün yanına uğramadığı, sağlamca bir kişiyse hastasını bir kediyi, bir taşı, bir ağacı anladığından biraz fazla anlayabilecek midir ki? Aynı ağrıyla, üstelik nedeni iyi bilinen doğum ağrısı gibi bir ağrıyla olağanüstü bir durumda kalmadan karşısına gelen yüzlerce kadından derleyeceği sözlerle, imgelerle, hekim bilgisini biraz daha artırabilir, kitaplara birer ikişer cümle daha eklenebilir. Ne var ki ağrısını anlatmak için alışılagelmiş imgelerin, sözlerin dışında şeyler anlatan kadına -pek olasıdır gibime geliyor- “şair gibi kadın” diyecekler ama doğum ağrısı üzerine yeni bir şey öğ·· rendiklerini düşünmeyeceklerdir çoğu hekimler. Kendi dilleridir onlarca önemli olan. Bu yüzden de onları kim yerebilir? Ama bir yazarın bir ağrıyı betimlemesi için ne gibi bir sebep düşünebiliriz? İlkin, kalemini bilemek istediğini düşünelim. Ağrı gibi – 1 6 ACI ÇEKEN GÖVDE şimdilik öyle söyleyelim- “anlatılması güç” bir şeyi anlatabilmeğe çalışmak istiyor diyelim. Güçlük, el uzluğunu artırmak isteyen her zanaatçı için bir meydan okuma yerine geçer. Güçlüğü yenmeği başaran, yenmese bile yenmeğe çalışmış olan kişi büyüdüğünü duyar. Ama zanaat, bilgi ister, görgü ister. Ağrı iyi bilinen, tanınan, çok duyulmuş, çeşitli yönleriyle öğrenilmiş bir ağrı olmalıdır. Yazan tedirgin edecek, eline kalemini aldıracak kadar sık duyulan, bilinen bir ağrı, yazarın duygulan dışında bir kalem bileme alıştırmasına konu olmakla yetinemez. Yazar bir bakıma, ağrının “pençesindedir”. Bu imge kimseyi yanıltmasın ama. Ağrıyı duyarken yazmağa kalkışmaz kimse.

En yürekli yazar bile ağrının dinmesini, hiç değilse yatışmasını bekler yazıyı aklına getirmek için. Ağrının özelliklerinden biri de bu olsa gerek: Bütün dikkati, bütün gücü kendi üzerine çekebilmek. Nasıl bir ağrı düşünüyorum bunları yazarken? Çektiğim birkaç büyük ağrıyı. Yinelenen ağrılan da, yinelenmeyenleri de. Ama bir kez duyduğum büyük bir ağrıyı betimlemeğe kalkacak kadar atılgan değilim, Sık sık gelip beni üzen, kızdıran bir ağrıyı anlatmağa, betimlemeğe çalışacağım: Yanmca’yı, yanın başağrısı, hemikrania: yanmkafatası ağrısı, migraine adıyla sözü çok geçen ama bilenlerin bildiğini sananlardan az olduğu ağrıyı. Daha bunları söylerken, yazar olarak değil, hasta olarak davranıyorum. Ama yazarın duygularını bu işe karıştırmaması olacak şey değil. O halde yazar, canım sıkan bir ağrıya herkesin -boş yeredikkatini çekerek kalemini bilemeğe mi kalkıyor? Bu kadarla kalmak saçmalamak demek olur.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir