Blasco Ibanez – Kan Ve Kum

Vicente Blasco Ibanez (visente blasko ivanyes) 1867’de Valencia’da doğdu. Oldukça varlıklı bir ailenin oğluydu. 8 Küçük yaştan edebiyata, sanata heves sarmış, okuduğu kitaplar yoluyla kafası çağın yeni düşüncelerine açılmıştı. Bu arada, ailesinin tutucu çevresi onu sıkıyor, kişiliğini daha özgür bir çevrede arıyordu. Ortaokulu bitirdikten sonra, evinden uzaklaşıp, ekmeğini kendi kazanmak yolunu tuttu. Đlk önce, günün ünlü Đspanyol romancısı Fernandez y Gonzalez’in yanında çalıştı. Fernandez y Gonzalez tarihî-efsanevî romanlar yazan, hayali çok zengin, anlatımı çok güçlü bir yazardı. 1821 -1888 yılları arasında yaşamış, toplamı 500 cildi bulan 300 roman yazmıştır. Konuları öyle çabuk tasarlayıp kurardı ki yazmaya yetişemez, birçoğunu kendisi söyler, başkasına yazdırırdı. Đşte şimdi Blasco Ibanez büyük yazara bu işlerde yardım ediyordu. Böylelikle, ustasından roman yazımı üzerine çok şey öğrendi. Yalnız, kendisi ondan daha çok edebiyat meraklısıydı, romanı daha bir sanat eseri olarak düşünüyordu. Bu ilk ustasının yanından ayrıldıktan sonra, gazeteciliğe başladı. Hayatını böylece kurtarırken, bir yandan da, gece sabahlara kadar çalışarak, ilk yazı denemelerini yapıyordu. Fernandez y Gonzalez gibi çala-kalem yazmak istemiyor, belirli bir çerçeve, sağlam bir yapı üzerine sanat kaygısıyla, gerçek gözlemlerle, derin duygularla, duru bir üslûpla işlenmiş eserler yaratmayı düşünüyordu.


Bu edebî çalışmaları arasında, düşünce savaşlarına da girişmiş bulunuyordu. Ateşli bir cumhuriyetçiydi, krallığa karşı yaylım ateş açmıştı. Bu arada, krala meydan okumuş, onu düelloya çağırmıştı. Bu yüzden, 22 yaşındayken, yurt dışına sürüldü. Genç yazar şimdi Paris’te cumhuriyetçi ülküsünün özgür havasına kavuşmuştu. Gene bir yandan edebiyat, bir yandan siyaset alanında kalem oynatıyor, her iki davasında ileri atılımlara girişiyordu. 1891′ de cezası bağışlandı, yurduna döndü. Valencia’da 77 Pueblo (Halk) adında bir gazete çıkarmaya başladı. 1893’te «Valencia Hikâyeleri» adındaki kitabı yayımlandı. Yıllar gene siyasî kavgalarla, hapislerle, türlü maceralarla geçti. I898’de, macerasever yazar, Ispanya-Amerika savaşından yararlanarak, Arjantin’de, Paraguay’da iki sömürge kurdu. Bunlardan Arjantin’deki Tierra del Fuego (Ateş Ülkesi) oldukça geniş çaptaydı, ispanya bu savaşta yenilip Küba, Puerto Rico, Filipin gibi topraklarını kaybedince, memlekette karışıklıklar başgösterdi. Cumhuriyetçiler gittikçe güçleniyorlardı. 1902’de XIII. Alfonso tahta çıkınca, istibdat daha korkunç bir hal aldı.

Blasco Ibanez yeniden ispanya’dan uzaklaşmak zorunda kaldı. Fransa’ da yaşıyor, eserlerini orada yazıyordu. 1930’da ispanya’da cumhuriyet ilân edildiği vakit, bu dava uğruna çalışmış olan yazar, ülküsünün zaferini göremeden, iki yıl önce (1928) Fransa’nın Menton şehrinde ölmüş bulunuyordu. Arkada savaşçı bir ad, ölümsüz eserler, bunlardan kazandığı milyonları bırakmıştı. Gerçekten, Blasco Ibanez daha ilk romanlarından beri bütün dünyanın ilgisini çeken bir yazar olmuştu. Bu arada, en güçlü eserlerinden biri olan Sangre y Arena (Kan ve Kum) bütün Batı dillerine çevrilmişti. Şaheseri sayılan bu roman gibi, daha birçok romanları filme alındı, yazara bu yoldan da büyük bir servet yağdı. Blasco Ibanez çağdaş ispanyol edebiyatının öbür romancıları arasından keskin çizgilerle, zengin bir kişilikle sivrilir. Bu da, onun Cervantes’leri, Lope De Vega’ları yetiştiren köklü ispanyol edebiyatına’gününün roman yapısını kazandırarak üstün bir aşamaya ulaşmış olmasından ileri gelir. Blasco Ibanez Fransa’da Zola’nm kurduğu doğalcılık akımının ispanyol edebiyatındaki temsilcisi sayılır. Bu arada, Guy De Maupassant’m usta anlatım tarzını, bir hikâyeyi beklenmedik sonuca bağlama sanatım da benimseyip geliştirmiştir. Kan ve Kum Blasco Ibanez’in sanat gücünü, canlı, parlak, duru üslûbunu, renkli çizimleriyle açık yazımını hep bir arada, en iyi ortaya koyan romanlarından biridir. Yazar burada ilk önce kahramanlarının kişiliğini bize düşünceleriyle, çeşitli ruh halleriyle tanıttıktan, olayların geçeceği çevreyi en canlı renkleriyle çizdikten sonra, çok meraklı bir konuyu sahne sahne işliyor, merakın yanma duygu, duygunun yanına düşünce katarak, renkli olduğu kadar canlı, derin, yüksek bir sanat anıtı kuruyor. V. G.

ROMANDAKĐ BAŞLICA KĐŞĐLER JUAN GALLARDO (huan gayardo), ya da JUANILLO CARMEN (karmen) DONA SOL (donya sol) : ANGUSTIAS : ENCARNACION (enkarnasyon): ANTONIO : GARABATO (garavato) : DON JOSE (hose) : Genç bir boğa güreşçisi. Juan’m karısı; iyi huylu, güzel bir kadın. Soylu bir ailenin kızı; ihtiraslı bir genç kadm; Juan’m sevgilisi. Juan’m annesi; bir ayakkabıcının dul kalan eşi; oğluna çok düşkün bir ana. Juan’m ablası. Encarnacion’un kocası; kötü ruhlu bir adam. Juan’ın uşağı. Juan’m işlerini yöneten arkadaşı. Olay yirminci yüzyıl başlarında ispanya’da geçer. JUAN Gallardo, boğa güreşine çıkacağı için, o gün gene erken yemek yemişti. Sadece kızartılmış bir parça et yedi; formunda olabilmek için, önünde duran şarap şişesine de hiç dokunmadı. Đki fincan koyu kahve içtikten sonra büyük bir puro yaktı. Çenesini ellerinin arasına alıp dirseklerini de masaya dayamış, uykulu gözleriyle, otelin lokantasında yavaş yavaş yerlerini alan müşterileri seyrediyordu. Matador olarak Madrid boğa güreş alanına seçileli birkaç yıl olmuştu. O zamandan beri hep Alcala Sokağı’ndaki otele inerdi, otelin sahipleri ona karşı sanki ailelerinden biriymiş gibi davranırlardı.

Garsonlar, kapıcılar, aşçı yardımcıları, yaşlı hizmetçiler ise onun bir şeref misafiri olduğunu söylerler, ona sanki taparlardı. Juan iki defa, bir boğanın yaralaması sonunda, sargılar içinde, sigara ile iyodoform kokan boğucu bir hava içerisinde, gene birkaç gün bu otelde kalmıştı. Yalnız, bu kötü hâtıranın etkisine hiçbir zaman kapılmadı. Hep tehlikelerle karşı karşıya idi. Birtakım inançları olduğundan bu otelin kendisine uğurlu geldiğine, burada başına hiçbir kötülüğün gelmeyeceğine inanıyordu. Mesleği dolayısıyla, beklenmedik kazalar atlatıp elbiseleri yırtılmış, vücudunun birçok yerlerinden yaralanmıştı. Ne var ki, öbür arkadaşlarının başına geldiği gibi bu olaylar onu ölüme sürüklemedi. Boğa güreşine çıkacağı günler, yemeğini erken yedikten sonra, yabancı ülkelerden, ya da uzak illerden gelen yolcuların lokantaya girip çıkışını seyretmekten çok hoşlanırdı. Yol cular, ilk önce, kendisine bakmadan, önünden geçiyor, sonra garsonlardan beyefendi kılıklı, kapkara gözlü, sinek-kaydı tıraşlı adamın Juan Gallardo olduğunu öğrenince, arkalarına dönüp, merakla ona bakıyorlardı. Bu ünlü boğa güreşçisini herkes daha samimî bir hava yaratmak için El Gallardo (1) deye çağırıyordu. Đşte böyle, Juan Gallardo, o gün de, boğa güreşine gitme vaktini heyecanla beklerken gelip geçenleri merakla seyrederek avunuyordu. Zaman ne de yavaş geçiyordu! Bu bekleyiş sırasında ruhunun derinliklerinde kendine olan güvenini azaltan birtakım korkular duyuyordu. Bu durum mesleğinin en acı ânlarıydı. Boğa güreşinden sonraki yorgunluğu düşünerek, sokağa çıkmak istemiyor, dinlenmiş, çevik kalmak istiyordu. Yemeğini çabuk bitirmek için, o sırada kimseyle konuşmaz, alana da şişkin mideyle gitmemek için, az yerdi.

Yüzünü avuçlarının arasına almış, masanın başında oturuyor, purosunun dumanı bulut gibi dağılırken, kendisini ilgiyle seyreden kadınlara ara-sıra yüksekten bakıyordu. Bu bakışların iltifat dolu olduğunu anlayarak gururlanıyordu. Kendisini şık, yakışıklı buluyorlardı. Bu durum karşısında, her erkeğin bir topluluk önünde elinde olmadan takındığı emin tavırla, purosunun külü elbisesinin üzerine düşünce, tırnağıyla bir fiske vurdu; parmağını hemen bütünüyle kaplayan yüzünü düzeltti. Büyük elmas taşlı bu yüzükten fışkıran renk renk ışıklar bir aylayı andırıyordu. Memnun bakışlarla kendi kendini süzüyor, üzerindeki şık kısa cekete, bitişikteki iskemlenin üzerinde duran kaskete, yeleğinin üst iki cebinin arasından geçen altın ince zincire, esmer yüzünü aydınlatan boyunbağmdaki inciye, Rus derisinden yapılmış ayakkaplarına, ayak bileğiyle pantolon paçalarının kenarından görünen işlemeli ipek çoraplarına hayranlıkla bakıyordu. Şakaklarına doğru düzlediği parlak dalgalı kapkara saçlarıyla elbiselerinden bir Đngiliz lavantaçiçeği kokusu yayılıyordu. Böylece kendisine merakla bakan kadınların önünde rahatça kuruluyordu. Tam bir boğa güreşçisi sayılırdı. Kadınların hoşuna giden daha efendi birini bulmak kolay değildi… Yalnız, çok geçmeden, eski düşünceleri aklını kurcalamaya başladı. Gözlerindeki canlı ifade sönmüş, çenesini avuçlarının arasına uzatmış, purosunu durmadan tüttürüyor, çıkan dumanın arasından da dalgın bakışları görünüyordu: Boğa (1) Şen, şakrak; kahraman anlamında da kullanılır. (Çeviren) güreşinden terli, yorgun çıkmış, tehlikeyi yenmişti; karnı açtı; delice neşelenmek istiyor, arkasında dinlendirici, emin günlerin saklı olduğu gecenin gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu. Daha önceki boğa güreşlerindeki gibi Tanrı bu sefer de yardımcısı olursa, açlıktan ağzı koktuğu zamanlardaki gibi oburca yemek yemek isteğini duyacaktı. Sonra biraz kafayı çekip bir kabareye giderek bir yolculukta tanıyıp da ilişki kuramadığı şarkıcı kızı elde etmeye bakacaktı. Đspanya Yarımada-sı’nda bir yerden bir yere boyuna yaptığı yolculuklar yüzünden başka şeye vakit ayıramıyordu.

Arkadaşları onu görebilmek için, yemek yemeye evlerine dönmeden önce, neşeyle otelin lokantasına giriyorlardı. Bunlar boğa güreşlerini pek severlerdi, Juan’a da taparlardı. Mesleğinin tehlikeli olması yüzünden, onun hesabına tasa çekerlerdi. Her fırsatta kendisine Lagartijo ile Frascuelo’yu hatırlatıp öğütte bulunurlardı. Sevgiyle konuşan bu kimseler ona sen diyorlardı; o ise onlara siz diyor, böylece aralarındaki sınıf farkını kendilerine hatırlatmaya çalışıyordu. Hayranları ise çalışma sonunda, dolayısıyla elde edilen tecrübelerle insanın kişilik kazanacağım anlatmak istiyorlardı. Sadece toreador ile torero’lavm. tanıştığı eski Madrid boğa güreşi alanından söz açıyorlar, az zaman önceki olayları konuşurlarken de El Negro’yu (1), yani Frascuelo’yu hatırlayıp heyecandan titriyorlardı. — «Onu bir görseydin! Gelgelelim, o zamanlar sen de, senin yaşıtların da ya annenizin sütünü emiyordunuz, ya da daha doğmamıştınız bile!» Đçleri heyecan dolu, zavallı görünüşlü kimseler lokantaya giriyorlar, sadece toreadorların tanıdığı yazarlar Juan’a iltifat ediyorlardı. Đşleri-güçleri belli olmayan birtakım kimseler de Juan’m orada olduğunu duyar duymaz ilk önce kendisine birsürü iltifatta bulunuyorlar, sonra boğa güreşine bilet vermesi için rahatsız edercesine yalvarıyorlardı. Esen bu samimî hava içinde, dış görünüşe, aldırış etmeden, orada bulunan tanınmış tüccarlarla, sanayicilerle, boğa güreşleri üzerine rahatça konuşuyorlardı. Matadoru görenler ona sarılıyor, elini sıkarak yüksek sesle soruyorlardı: — «Carmen nasıl, Juanillo?» — «Sağolun. Đyidir.» — «Ya annen Angustias nasıl?» (1) Arap, zenci, esmer. (Çeviren) KAN ve KUM 15 — «Oldukça iyi.

Sağolun! Şimdi Rinconada’da.» — «Kardeşinle yeğenlerin nasıllar?» — «Hepsi çok iyiler. Sağolun!» — «Ya o acayip enişten nasıl?» — «O da iyi. Her zamanki gibi çok konuşuyor.» — «Ailende yeni doğanlar yok mu? Đleride olacağına dair umut var mı?» — «Görünürde daha bir şey yok.» Juan, sinirli, canı sıkkın bir tavırla, tırnağını dişlerinin arasında çıtlatıyor, yeni gelen birine o da sorular soruyordu. Bu adam üzerine pek bir bilgisi yoktu; sadece, boğa güreşlerini seven biri olduğunu biliyordu. — «Sizin de aileniz iyi mi? Memnun oldum. Oturup bir şey için.» Orada bulunan arkadaşlara birkaç saat sonra güreşeceği boğaları soruyordu. Çünkü bunlar o sabah, boğa güreşlerine katılacak boğaların ahırlardaki bölmelere ayrı ayrı nasıl yerleştirildiklerini görmüşlerdi. Ayrıca, boğa güreşlerine hayranlık duyan bu gençlerden, toplandıkları ingiliz kahvesi üzerine haberler de alıyordu. Juan o bahar boğa güreşine ilk defa katılıyordu. Kalpleri heyecandan dolup taşan gençler kendisine çok güveniyorlardı. Son zamanlarda Đspanya’nın daha başka yerlerindeki güreşlerde elde ettiği kahramanlıkları gazetelerde okumuşlardı.

En çok sözleşme imzalayan toreadorlardan biriydi. Đlk önce Pas-kalya’da, Sevilla’da yılın en önemli boğa güreşine katılmıştı. Bir alandan öbürüne giderek boğaları öldürüyordu. Ağustos, eylül aylarını ise, dinlenmeden, geceleri trende, akşamüstüle-rini ise güreş alanlarında geçirecekti. Sevilla’daki meneceri, aldığı mektuplardan, telgraflardan huzursuz olup deliye dönüyor, iki ay içinde bütün sözleşme tekliflerini nasıl düzenleyeceğini bilemiyordu. Juan bir gün önce akşamüstü Ciudad Real’da güreşecekti. Şık gece kıyafetini çıkarmadan, ertesi gün Madrid’e ulaşmak üzere trene binmişti. O gece hemen hemen hiç uyuyamamıştı. Dinlenebilmesi için yolculardan birçoğu kendisine yer göstermişlerdi. Ertesi gün hayatı tehlikeye girecek olan bu toreador yanlarına sıkışıp oturmuştu. Hayranları onun gövde yapısına, boğaları öldüreceği sırada üzerlerine korkmadan saldırışına şaşırıp kalıyorlardı. 16 — «Bu akşam bakalım ne yapacaksın? Bizler sana güveniyor, senden çok şey bekliyoruz. Başarın büyük olacak. Se-vüla’da olduğu gibi burada da bakalım aynı şekilde başarı kazanabilecek misin?» diyorlardı. Hayranlar, boğa güreşine erken gidebilmek için, evlerine yemeğe gidiyorlardı.

Juan odasına çıkmaya hazırlanırken, gözüne biri çarptı. Adam sinirinden yerinde duramıyordu. Đki çocuğunu ellerinden tutmuş, otelin lokantasına girerken iç kapının billur camını kırdı. Uşaklar istediğini sorunca da, hiç kulak asmadı. Toreadoru gördüğünde de melekler gibi gülümsedi. Gözlerini kendisine doğru dikmiş, nereye bastığına bakmadan, çocukları çekerek ona doğru ilerledi. Juan kendisine bakan bu adamı tanımıştı. — «Nasılsın, ahbap?» Her zamanki gibi ailesinin iyi olup olmadığını öğrenebilmek için daha birçok sorular sordu. Sonra adam çocuklarına doğru dönerek: «Đşte her zaman sorduğunuz adam bu!» dedi. «Tıpkı resimlerdeki gibi.» Çocuklar bu kahramana hayranlık, saygı dolu gözlerle bakıyorlardı. Onun birçok defa resimlerini görmüşler, fakir evlerinin odalarını da bu resimlerle süslemişlerdi. Kendisine bir tanrı gözüyle bakan bu çocuklar hayatta zenginlikle kahramanlığın varlığını ondan öğrenmişlerdi. — «Juanillo, öp vaftiz babanın elini.» Çocukların en küçüğü Juan’ın sağ elini öperken kırmızı yanağını da eline değdirdi.

Yapacakları bu görüşme dolayısıyla annesi az önce çocuğun yüzünü yıkamıştı. Juan çocuğun kafasını dalgın dalgın okşadı. Đspanya’da daha birsürü vaftiz evlâtları vardı. Bu da onlardan biriydi. Hayranları ondan çocuklarının vaftiz babası olmasını isterler, böylelikle çocukların geleceklerinin güvenilir olacağına inanırlardı. Juan çok ünlü kişiliği yüzünden, birçok vaftiz törenine katılmıştı. Elini öpen bu küçük çocuğu görünce, mesleğine yeni başladığı güç zamanları hatırladı. Juanillo’nun babasına çok şey borçluydu. Herkesin ona hiç güvenemediği sıralarda, bu adam onu desteklemişti. Juan, çocuğun babasına: «Đşler nasıl? Đyi gidiyor mu?» deye sordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir