Bulent Ecevit – Ecevit’in Aciklamalari 1976

İç Politika Halk eğer bizim sol anlayışımızın özgürlükçü demokrasi ile çelişen bir noktaya dönüştüğünü görecek olursa ya bizi durdurur veya bizi bırakır. Bunu değişik ifadelerle belirtmek suretiyle, “Bizim soldaki sınırımızı halk çizecektir” demişimdir. Bunu, solumuzun nereye kadar gidebileceğinden kuşku duyanlara veya kuşku duyar gibi gözükenlere karşı halkı, sağduyululuğunu, gerçekçiliğini ve özgürlüğe bağlılığını herhalde herkesin bilmesi gereken Türk halkını güvence göstererek söylemişimdir… İPEKÇİ – Efendim, Sayın Demirel son yaptığımız konuşmada solla ilgili bazı yorumlar, değerlendirmeler yaptı. Bu arada bu yorumlardan hareket ederek CHP ile ilgili iddialar ileri sürdü, suçlamalarda bulundu. Bilmiyorum bunları burada tekrarlama gereği var mı, ama, acaba bu iddialar, yorumlar konusunda yanıtlamalarınız ne olabilir? Hatırlatmama gerek var mı efendim? ECEVİT – Hayır, okudum Sayın Demirel’in konuşmalarını. Zaten bu konuda yıllardan beri söylediği sözleri söylemiş. Son yıllarda dünyada bir hayli değişim oldu. Fakat Sayın Demirel’in dünyadaki değişime, gelişmelere gerçeklere bakış açısında herhangi bir değişiklik olmadığı anlaşılıyor. Aslında Sayın Demirel’in solla ilgili olarak söyledikleri, Türkiye’nin ve Türk demokrasisinin bir talihsizliğidir. Çünkü Türkiye’nin demokrasiye inandığı kabul edilen iki büyük partisinden birinin lideri, hâlâ sol kanadı olmayan bir demokrasi özlemi, arayışı içindedir. Oysa demokrasi aslında toplumların sola açılma eğiliminden doğmuş bir rejimdir… Eğer toplumlar tutucu eğilimlerle yetinseydiler, sağ denebilecek ekonomik ve sosyal düzenlerle yetinseydiler, belki demokrasi arayışı içine bile girmezlerdi. Ve dünyanın hiçbir yerinde bizim anladığımız, bizim Anayasa’mızın kabul ettiği anlamda bir demokrasi sola kapalı değildir. Fakat Sayın Demirel’in bunu hâlâ kabul etmek istemediği anlaşılıyor. Zaten Anayasa’yı temelinden değiştirmek istemesi de böyle sol kanadı olmayan bir demokrasi istemesindendir. Bu aslında kendisinin demokrasiyi istemediği anlamına gelir.


CHP’nin sol anlayışının belirlenmediği kanısına gelince: Sayın Demirel bu konuda kendi kafasında bir aydınlığa, açıklığa varmış olmayabilir. Fakat özellikle son yıllarda CHP’nin yeni sol tutumuna getirdiğimiz açıklık ve bu tutumla kadromuz arasında sağladığımız tutarlılık sonucunda, Türk halkının giderek artan bir kesiminin bizim sol anlayışımızı çok iyi anladığı, kavradığı anlaşılıyor. Bizim için de önemli olan Sayın Demirel’den önce halkın bunu anlamasıdır. Hatta benim dış gezilerimden gördüğüm kadar, dünyada hiç umulmadık yerlerde ve çevrelerde CHP’nin yeni demokratik sol anlayışı ilgi ile izleniyor ve bu konuda pek çok çevreler benim tahminimin üstünde şeyler biliyorlar… Öte yandan Sayın Demirel yine ısrarlı bir yanlış anlama ile CHP’nin sol kavramına gölge düşürmek için, “Bunun sınırını halk çizecekmiş” diyor. Bir kere halkın sınır çizmesinden bu kadar korkmak, halkın kendisine saygısızlık ve inançsızlıktır. Kaldı ki, ben, “Bizim demokratik sol anlayışımızın sınırını halk çizecektir” derken, bunu hiçbir zaman tek başına bir tümce, bir cümle olarak söylemedim. Daima şu şekilde söyledim: “Kimse bizim demokratik sol anlayışımızın komünizme kayabileceğinden kuşku duymasın. Çünkü biz halkla bütünleşen bir partiyiz. Türk halkı da özgürlükçü demokrasi ile bağdaşmayan hiçbir rejimi benimsemez. Eğer bizim sol anlayışımızın özgürlükçü demokrasi ile çelişen bir noktaya dönüştüğünü görecek olursa ya bizi durdurur veya bizi bırakır.” Bunu değişik ifadelerle belirtmek suretiyle, “Bizim soldaki sınırımızı halk çizecektir” demişimdir. Bunu, solumuzun nereye kadar gidebileceğinden kuşku duyanlara veya kuşku duyar gibi gözükenlere karşı, halkı, sağduyululuğunu, gerçekçiliğini ve özgürlüğe bağlılığını herhalde herkesin bilmesi gereken Türk halkını güvence göstererek söylemişimdir. Ben yalnız şimdi değil, 12 Mart öncesi dönemde de sağ tedhişçilere olduğu kadar sol tedhişçilere karşı da en açık şekilde durum aldım. Meclis kürsüsünde, Meclis dışında durum aldım. Ve aynı şekilde Sayın Demirel’i de durum almaya çağırdım.

Bunları duymazlıktan gelmiş olamaz. Çünkü birçok kereler Meclis kürsüsünde kulağının dibinde söyledim, bu çağrıda bulundum. Ama ben solun tedhişçilerine en ağır hücumlarda bulunurken, o, sağın tedhişçilerine çiçek gönderdi, onlardan çiçekler kabul etti. Onların kongrelerine kendi bakanlarını ve partisinin ileri gelenlerini iyi niyet mesajları ile göndermeye devam etti… – Efendim, bu son yaptığınız tanımlamalar ve açıklamalar Sayın Demirel’e hatırlatıldığında diyor ki: “Evet ama hiçbir zaman komünizme karşı olduğunu söylemedi ve zaten söyleyemez…” – Hayır, ben komünizme karşı olduğumu her zaman söyledim ve söylerim. Demirel’in sıkıştırması nedeniyle söylemedim ve söylüyor değilim ama neye inandığımı ve neye inanmadığımı söylemeyi hem kendime, hem de halka saygının gereği bilirim. Ancak komünizme inanmamak, komünizmi reddetmek başkadır, bir de her düşüncenin serbestçe söylenilebileceği, savunulabileceği bir toplum düzeni istemek başkadır. Ben hem komünizme inanmıyorum, komünizmi istemiyorum, komünizme karşıyım, hem de Türkiye’de, komünist olsun hatta faşist olsun, herkesin düşüncesini serbestçe savunabileceği ve hakem olarak tam bir serbestlik içinde halkın seçme yapabileceği bir rejim istiyorum. Ama bu serbestliği tanıma, eylemde ve devletin temel düzenini değiştirmekte aynı serbestliği tanımak anlamına elbette gelmez. Bunu da her zaman belirtiyorum. Yani tekrarlayayım, belki günün birinde Sayın Demirel de bunu anlar diye: Örnek aldığımız özgürlükçü demokrasilerin çerçevesi ne ise, ölçüsü ne ise, o çerçevede ve o ölçüde bir demokrasi istiyorum. Ne bir adım fazla, ne bir eksik. Sayın Demirel o türlü demokratik rejimin ancak 15-16 ülkede olduğunu sizinle yaptığı son sohbette söylemiş. Bunu bir özlem olarak kabul etmek mümkündür. Fakat bu özlemin gerektirdiği gibi düşünmemektedir Sayın Demirel. O örnek alır göründüğü ülkelerin hepsinde, her düşüncenin açıklanması ve her düşünce etrafında örgütlenme serbesttir.

Ama bazı düşüncelerin eyleme dönüşmesine karşı belli anayasal ve kurumsal tedbirler alınmıştır. Bunun da ötesinde bazı ülkelerde belli düşüncelerin eyleme ve iktidara dönüşmesine karşı en etkin güvence, halkın kendisidir, toplumun yapısıdır. Ben Türkiye’de bu güvencenin çok sağlam bir şekilde var olduğuna inanıyorum, hem faşizme karşı, hem de komünizme karşı var olduğuna inanıyorum… O nedenledir ki, Türk toplumu kendi halinde bırakılırsa, bu iki akımın da Türkiye için bir kaygı konusu, bir tehlike olmayacağına inanıyorum. Sayın Demirel bu konuda da beni kınıyor, sizinle sohbetinde de kınamış, komünizmin bir tehlike olduğunu kabul etmiyor diye. Yine tekrarlıyorum; Türk toplumu, Türk halkı kendi haline bırakılırsa, komünizm de faşizm de ümmetçilik de Türk toplumu için bir tehlike olmaz. Ama Sayın Demirel bu bakımdan Türk toplumunu kendi haline bırakmıyor. Bundan önceki hükümet dönemlerinde de bırakmamıştı. Bu kez de bırakmıyor. Ve Türk toplumunda eğer bugün komünizm gerçekten bir ölçüde tehlike haline gelmişse, bunda en önemli etken de, Demirel’in siyasal, sosyal ve ekonomik tutumudur. Hele büyük bir sorumsuzlukla son hükümet döneminde izlediği ekonomik tutumunu 1977 Ekimi’ne kadar işbaşında kalır ve o zamana kadar da sürdürürse, gerçekten Türkiye için komünizm ciddi bir tehlike haline belki o zaman gelebilir. Çünkü şimdiden bunun tohumlarını ekmektedir. Daha doğrusu bunun tohumları Demirel Hükümeti’nin izlemekte olduğu ekonomik politikanın içindedir… İzin verirseniz sohbetimizin ekonomi bölümüne geldiğinizde o noktaya daha ayrıntılı olarak değinebilirim… Gerçek şudur ki, biz hükümetteyken ne sağdan, ne soldan hiç kimse tedhişçilik eylemine girişememişti. Demirel, istediği kadar mugalâta yapsın, gözden saklayamayacağı bir tarihi gerçek vardır: 1974’te biz hükümette bulunduğumuz sırada kimse şiddet eylemine başvuramıyordu. Buna kalkışanlar derhal yakalanıyordu. Sağcı mı, solcu mu diye bakılmaksızın yakalanıyordu ve daha şiddet eylemine geçmeden önlemek olanağı bulunuyordu.

Fakat bizim hükümetten fiilen ayrılmamızla ve cephe hareketinin başlamasıyla birlikte Türkiye’de şiddet eylemleri yeniden başladı… – Sayın Demirel’in sizinle ilgili bir iddiası daha var. Diyor ki: “Bugün Türkiye de rejimi yıkmayı amaçlayan ve bu amaçlarını açıkça bildiren silahlı örgütler var. CHP bu örgütlere karşı çıkmıyor, onları âdeta himaye ediyor, koruyor. Zaten bu örgütlenme CHP döneminde çıkarılan affın bir ürünüdür, bir sonucudur.” Bu görüşleri hakkında ne diyorsunuz? – Türkiye’de demokratik rejimi yıkmak isteyen, değiştirmek isteyen sınırlı da olsa bazı çevreler bulunduğunu biliyorum. Bunlar arasında solcu denenler de vardır, sağcı denenler de vardır… Bunlar arasında üslup bakımından görünürdeki fark şudur: Soldaki bazı gruplar –ki bunlar daha çok örgütlenmiş solun dışında birtakım gruplaşmalardır– açıktan söylüyorlar bu niyetlerini. Sağdakiler açıktan söylemiyorlar. Bence açıktan söylemeyenler, açıktan söyleyenlerden çok daha tehlikelidir. Açıktan söylemeyenlerin bugün tehlikelerini arttıran bir başka çok önemli etken daha vardır, o da Demirel Hükümeti tarafından destek görmeleridir, himaye edilmeleridir. Aslında ben her ne kadar bu sağda bulunup da rejimi yıkmak, değiştirmek isteyenlerin niyetlerini çok açık söylemediklerini ifade ediyorsam da, dolaylı yollardan bu niyetlerini belli ettikleri de oluyor. Örneğin ben sonradan kitap haline getirdiğim 1976 Millet Meclisi bütçe konuşmamda, bu Milliyetçi Hareket Partisi’ni destekleyen gençlere, Ülkücü denen gençlere, ders kitabı gibi okutulan bir kitaptan bazı örnekler verdim. Burada demokrasi kesinlikle reddediliyor. – Ne biçimde reddediliyor?. – Sözünü ettiğim Ülkücüye Notlar adını taşıyan… – Kimin tarafından yayınlanmış efendim? – Şimdi burada ismini açıklamaya gerek yok. Partinin ve Ülkü Ocakları’nın fikriyatını yaptığı bilinen kimselerden biri… Bunlardan biri… Bu kitaptan bir parça zaten Türkeş adına bir MHP ilçe başkanının yayınladığı ünlü bayram kutlamasında da kullanıldı.

Ve Türkeş, bütün ısrarlara rağmen bu sözleri benimsemediği yolunda bir açıklama yapmadı. Geçen yıl Şeker Bayramı dolayısıyla yayınlanan bu sözde kutlama mesajında şunlar yazılı idi: “Alparslan Türkeş diyor ki: Emanet olan davayı kucakladım. Hiç arkaya bakmadan, tereddütsüz hiçbir şeye aldırmadan yürüyorum. Hızlanıp koşmak gayreti içindeyiz. Koşacağız arkadaşlar, bu davada geri kalmayıp beni takip edin. Herhangi bir sebeple ben düşersem bayrağı kapın daha ileriye gidin, dönersem vurun. Davaya katılıp dönen herkesi vurun.” Buraya sayfa numaralarını ekleyim; Türkiye 1965-1975 başlıklı kitabımın 203. [2] sayfasında… Aynı kitaptan bir başka söz: “Disiplin, sözde, fikirde, harekette lidere uymak, lidere uygun davranış içinde bulunmak, ondan işaret beklemek, gösterdiği hedefe mermi hızı ve mermi doğrultusunda fırlamaktır. Doğru olan müstakil mantıkların kabul ettiği şey değil, liderin emrettiği şeydir.” Yine aynı kitabımda 204. [3] sayfada yazılı… Halbuki demokrasi müstakil mantıkların kabul ettiği şeylerin serbestçe açıklanmasından ve tartışmasından ortaya çıkan bir rejimdir… Bir başka sözü kitabımın 207. [4] sayfasından aktarıyorum. “Türk milletinin mukadderatı parlamentoda değil, halkın ruhunda hazırlanmaktadır. Kitle propagandasına ağırlık verilmeli.

Çünkü kitle kendisine telkin edilen fikrin dışında bir fikri kabul edecek kabiliyette değildir.” … Halkı bu kadar horgören insanların, demokrasiyi reddetmeleri de tabiidir. Bir başka parçayı aynı sayfadan naklediyorum: “Hissiz, hareketsiz, duygusuz hantal Anadolu’yu bütün öfkesiyle ayağa kaldırmak istiyorsak Türk milliyetçileri olarak katı, sert, tavizsiz bir disiplin anlayışını iliklerimizde duymak zorundayız…” Bir başka söz: “Savaş, yaşamanın ve milli hayatı idame ettirmenin tek şartıdır. Zaferin bedeli kandır…” Vesaire… Zaten bu partinin içindeki başbuğ anlayışı, liderlik anlayışı da aynı zamanda iktidar mücadelesinde kullanılan yöntemler ve öngörülen iktidara gelme biçimi de demokrasiye tamamıyla ters düşmektedir. Seçimle iktidara gelme umudunu taşımadığını her zaman belirten bir partidir… Şimdi tekrar bıraktığımız noktaya dönüyorum. Dediğim gibi bu sağda bulunup da demokratik rejimi değiştirmeyi, daha doğrusu yıkmayı amaçlayan çevreler, Demirel Hükümeti’nin bütün desteğini yanlarında buluyorlar ve Sayın Demirel, olayların kışkırtıcısı CHP’dir diyor. Oysa bu olaylar nedeniyle hakkında kovuşturma yapılan herhangi bir Cumhuriyet Halk Partili yoktur. Ama hakkında kovuşturma yapılan pek çok Milliyetçi Hareket Partili vardır, pek çok Ülkü Ocaklı vardır. Hatta Adalet Partisi’nin yerel yönetiminde görevli pek çok kimse vardır. Zaman zaman haklarında kovuşturma yapılan kimseler arasında yer almaktadırlar. Ben yalnız şimdi değil, 12 Mart öncesi dönemde de sağ tedhişçilere olduğu kadar, sol tedhişçilere karşı da en açık şekilde durum aldım. Meclis kürsüsünde, Meclis dışında durum aldım. Ve aynı şekilde Sayın Demirel’i de durum almaya çağırdım. Bunları duymazlıktan gelmiş olamaz. Çünkü birçok kereler Meclis kürsüsünde kulağının dibinde söyledim, bu çağrıda bulundum.

Ama ben solun tedhişçilerine en ağır hücumlarda bulunurken, o sağın tedhişçilerine çiçek gönderdi, onlardan çiçekler kabul etti. Onların kongrelerine kendi bakanlarını veya partisinin ileri gelenlerini iyi niyet mesajları ile göndermeye devam etti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir