Carlo M. Cipolla – Neşeli Öyküler

Bardi ailesinin bankası ya da şirketi 14. yüzyılın başlarında Avrupa’nın en güçlü ve en zengin ticari-mali şirketi değilse de, en güçlü ve zenginlerinden biriydi. 13. yüzyılın sonlarıyla 14. yüzyılın ilk yıllarında 100 ile 120 arasında memur çalıştırıyordu ve müşterileri arasında da prensler, kral ve kardinaller dahil zamanın en parlak ve zengin kişileri yer alıyordu. Bu işlerden iyi anlayan kronik yazan-tüccar Giovanni Villani, Bardilerle Peruzzilerin (olağanüstü güce sahip başka bir Floransalı şirket) “Hıristiyanlığın iki temel direği” olduklarına inanmıştı: Bunun aksini söylemek de kimsenin aklından geçmedi. Daha şirket varlığını sürdürürken Bardilerin parlak olan ünü, 1346 yılında özellikle de İngiltere kralının borcunu ödememesi üzerine şirket batınca, ileriki yıllarda da bu kez tarih kitaplarında büyüdü. Ne var ki Bardiler bu ek ünden büyük bir olasılıkla seve seve vazgeçerlerdi. Her ne olursa olsun, günümüzde bile Bardiler ulusal gurur kaynaklarından biri olarak kabul edilirler. o Aslında Bardi şirketi açıkça girişimler kuşağına aitti. Ortaçağın sonunda (yani aşağı yukarı 7. ile 10. yüzyıllar arasında) Avrupa’da kapalı ekonomiler egemenken, şirketler ve bankalar yoktu. Avrupa toplumu ve ekonomisi fazla ilkeldi: Ticaret, tek başlarına ya da kervanlarla bir panayırdan öbürüne, bir şatodan diğerine dolaşan mercatores tarafından yürütülürdü. Bu kişiler değişik ve egzotik mallar ( Doğu’nun kumaşları, fildişi eşyalar, mücevherler gibi), zorunlu, vazgeçilmez mallar (tuz gibi), ilginç mallar (azizlerin çoğunlukla sahte olan kutsal kalıntıları gibi) satarlardı.


Bu arada pek de sitayişle bahsedilemeyecek etkinlikleri de ihmal etmezlerdi: Kuşkusuz kıtlık zamanlarında karaborsa da yapıyorlardı ve o dönemin bir yazarına göre bazı tüccarlar küçük erkek çocukları yakalayıp İspanya’nın Müslüman pazarlarında satmak üzere iğdiş ediyorlardı. Bu olay doğru muydu, söylemek olanaksız; her ne olursa olsun, benzer 3 4 söylentiler dolaştığına göre, halk tüccarların bu tür şeyler yapabileceğini düşünüyordu. Tutuculuğun hüküm sürdüğü, herkesin ya da çoğunluğun bir toprak parçasına bağlı bulunduğu, herkesin bir efendisi olduğu bir dünyada, tüccar sonuna kadar sapkın, başıboş ve serseri bireydi, yersiz-yurtsuzdu. Demek ki ortaçağın sonlarında mercatores belki biraz günümüzdeki çingeneler gibi, her yerde ve herkes tarafından büyük bir kuşkuyla bakılan deracines [köksüzler] idiler. Din adamları da tam olarak, paraya bağlılıkları yüzünden ve bütün yaşamlarını maddi çıkarlar peşinde koşarak sürdükleri için onları mahkum ediyorlardı. 11. yüzyıla tarihlenen bir Flaman belgesi onları homines duri [sert adamlar] diye adlandırır, haksız da sayılmaz. Yanlızca homines duri Kilise’nin mahkumiyet kararlarına meydan okuyabilir, o dönem Avrupa’sının ilkel, basit karayolu ağını oluşturan yollarda, daha doğrusu keçiyollarında ve dar yollarda sürekli pusuya yatan ölümcül tehlikelere katlanabilir, bunları göze alabilirdi. Ayrıca uçsuz-bucaksız ıssız toprakları ya da tehlikeli hayvanlarla onlardan daha az tehlikeli olmayan haydutların birlikte yaşadığı sık ormanları katetmek zorundaydılar. O zamanlar ticaret eşkıyalıkla, denizcilik de korsanlıkla karıştırılıyordu. Bu alanlardan birinde iş yapmak, sürekli bıçak darbeleriyle vahşice burun buruna gelmek, devamlı pusuya yatmak ve öldürülmemek için de sık sık öldürmek demekti. Böylesine tehlikeli bir yaşam biçimi sürdürebileceğine inanan kişi hiç kuşkusuz “sert” bir insandı. Yalnızca “sakin” ve “zayıf’ olanlar değil, sıradan insanlar da bu çeşit bir yaşam için yaratılmamışlardı. Ve böylece zor da olsa birkaç yüzyıl ilerlemiş olduk. o Oysa 11.

yüzyılda olaylar değişmeye başladı. Bu değişikliğe Ticaret Devrimi adı verildi. Uzun süreli ve belirli bir önem taşıyan bütün değişimlere “devrim” lafını iliştirmek tarihçilerin bir saplantısıdır; 10. – 13. yüzyıllar arasında meydana gelen değişimler de bir istisna oluşturmaz. Bu dönemdeki en önemli değişiklerin biri de malını sırtına ya da eşeklere ve bir kervandaki katırlara yükleyip belirli bir yol izleyerek seyahat eden tüccarın kara ticaretinin (bu gözlem deniz ticareti için geçerli değildir) yavaş yavaş ortadan kalkmasıydı. Bu yersiz-yurtsuz insanların yerini kısa süre içinde bildiğimiz tüccarların benzerleri almaya başladı. Bunlar mallarıyla birlikte yolculuk edecek yerde mallarını yollayan, daimi mekanları olan, Avrupa’nın belli başlı meydanlarında ticaret şubeleri ve/veya temsilcilikleri bulunan, okuma-yazma bilen, bir ticaret muhasebesi geliştirmiş ve dinsel okullara karşıt laik okullar açma önceliğine sahip kişilerdi. Genelde bunlar 7. ve 11. yüzyıllardaki öncüllerinden daha uygar bireylerdi, ama yi- ne de homines duri idiler. Çok yakın zamanlara kadar ticarette ve denizcilikte sakin yaradılışlı kişilere yer yoktu. Sözü edilen Ticaret Devrimi Batı Avrupa’nın büyük bölümünde aynı zamanda derin bir toplumsal devrime de yol açtı. Eskileri yıkılırken yeni sınıflar belirdi. Özellikle Orta-Kuzey İtalya’nın kentlerinde, Hollanda kentlerinde, Germen Hansa’nın ve Katalonya’nın kentlerinde en göze çarpan ve en önemli olay tüccar sınıfının yükselişiydi.

Tanınsa! feodalite dünyasında toplumsal merdivenin en alt basamaklarında sıkışıp kalmış tüccarlar toplumun doruklarına yerleşerek öncesi olmayan bir toplumsal tırmanışı gerçekleştirdiler: Basit ama etkili bir deyimle, adı geçen bölgelerle verimlileşen ve zenginleşen kentlerin efendisi oldular. Batı Avrupa’nın diğer yörelerinde olay daha yumuşak gerçekleşti, Avrupa’nın dışında ise hiç gerçekleşmedi. Siyasal alanda olduğu kadar ekonomik alanda da önemli ve hesaplanamayan sonuçları olan bir süreçti. Söz konusu yörelerde gücün efendisi, tüccarlar, özellikle de büyük tiiccarlardı, yani ticaretlerini uluslararası ölçekte süldüren ve ticari etkinliğin yanı sıra imalat ve finans (sarraf ve banka) faaliyetlerini de sürdürenler. İtalya’da bu ticari çıkarları düzenleyen yeni biçim, kara ticaretinde “şirket”ti. Şirketin temelinde, büyük ölçüde ataerkil türde, sağlam ve sert aile yer alıyordu. “İhtiyar” yargılıyor, çözümlüyor, karar veriyor ve emrediyordu, diğerleri de istisnasız, “homurdanma” hakkı olmadan itaat ediyorlardı. Aile şirkete gerekli insan ve anaparayı sağlıyordu. Bu da bir yenilikti, çünkü daha önce de söylendiği gibi, 7. -11. yüzyıllanndaki tüccarlar diracines idiler, yani ailenin desteğinden ve ortak sorumluluğundan yoksundular: Çoğu bir ailesi olup olmadığını bile bilmiyordu. Yeni bin yılla birlikte ilk ticari şirketler belirdiğinde, mevduat ve anapa – ra ilgili aileler tarafından temin ediliyordu. Zaman içinde (ve ekleyelim, oldukça da çabuk) işler değişti ve şirketler mevduat kabul etmeye, daha sonra da dışarıdan yabancı ortakların anaparalarını da kabul etmeye başladı. 1298’de, batışı sırasında Siennalı Buonsignori şirketinin 23 ortağından yalnızca dördü şirketin kurucusunun oğullarıydı, biri de bir torun/yeğendi. 1310’da o dönemin Bardiler şirketini oluşturan 24 ortaktan yalnızca IO’u esas Bardiler soyundan geliyordu.

Para yatıranlar arasında çok sayıda Bardi bulunuyordu ama, aile bireylerinin büyük çoğunluğunun şirketin yönetiminde etkin görev almadığını kabul etmek gerekir. Bardiler Şirketi zamanın diğer ticari ve mali şirketlerinin büyük bölümü gibi yalnızca yüzeysel olarak bir aile işiydi. o Zaman içinde Bardiler bir değil, birçok şirket kurdular. Sebebi açıktı: 5 6 Ortakların sorumluluğunun süresini zaman içinde sınırlamak. Belirtmek gerekir ki, o dönemlerde sınırlı sorumlu şirketler henüz doğmamıştı. Her ortak tüm şirketin zararlarında bütün mal varlığıyla sorumluydu. Tedirginlik verici sınırsız sorumluluğu sınırlandırmanın ve bir şirketin karlarını sağlama bağlamanın tek yolu şirketin hesaplarını tasfiye edip eskisinin yerine yenisini kurmaktı. o 10., 11., 12. ve 13. yüzyıllar Avrupa’da canlı bir demografik genişleme görülür; bu konuda söyleyebileceğimiz tek şey, doğanların sa�1ısının ölenlerinkinden fazla olmasıdır: Çok değildi bu artış, ama bu azıcık fazlalık bile, kanıtlanmaktan çok tahmin ediliyor. Doğumlarla ölümler arasındaki olumlu farkın kentlerden çok köylerden kaynaklandığı düşünülüyor, ama köylerden kentlere öyle bir akın oldu ki kentlerin nüfusu kırsal alanlarınkinden daha fazla arttı. Demografik bir genişleme meydana gelince insanlar çoğalır, bu arada aynı şekilde daha çok aile de oluşur. Söz konusu dönemde Bardiler de aile düzeyinde büyüdü.

1340 civarında Floransa ve çevresinde 120 yetişkin erkek Bardi yaşıyordu, hepsi birbiriyle akrabaydı.1 Daha önce de de söylenmişti, sayı ve zenginlik açısından güçlü-belki de en güçlü ve en zengin-bir ortaklıktı ve büyük bölümü, bugün bile Bardiler Caddesi’nin bulunduğu, Oltr’Arno’da (Arno Ötesi) yoğunlaşmıştı. 1427’de Floransa’da yaşayan 60 Bardi ailesinden neredeyse 45’i Oltr’Arno mahallesinde ikamet ediyordu. Bardiler birbirine yakın, bitişik, genellikle de birinden öbürüne geçilebilen evlerde yaşamayı yeğledikleri için, kentin belirli bir bölgesi topluluğun bağlantısının ne derece yüksek olduğunu kanıtlıyordu. Evlerin bitişik oluşunun, dövüşme gerektiren zamanlarda ortaklığı güçlendiren olumlu bir etmen olduğu pek çok kez görülmüştü. Bardiler için dövüşme anları ve fırsatları hiç de eksik olmuyordu.2 Bardiler muhtemelen Ruballa kökenliydiler; bir kere kente yerleşince de sarraflıkla uğraşarak kısa zamanda büyük servet sahibi olmuşlardı. Toplumlarda sık sık görüldüğü gibi ekonomik başarı, insanı soylu kökenleri l 342’de Bardiler ortaklığından 1 20 yetişkin erkek, geleneksel düşmanları olan Buondelmonti’lerle sonsuz barış yapmaya yemin etmek üzere bir noterin huzuruna çıktı. Ama, Floransa’daki tüm yetişkin erkek Bardilerin törende hazır bulunduğu söylenemez. Böylece 1 20 sayısı en alt sınırı temsi l ediyor: Orada bulunamayanları da bu sayıya eklemek gerekir. 2 1 345 Mayısında Bardiler Peruzzilerle silahlı bir çatışmaya girdiler. O dönemde Piero da yakınları Montecarelli kantlarıyla savaştaydı. Bardilerle Buondelmonti’lerin çatış-. malarıysa sayılamayacak kadar çoktur. olduğunu ileri sürmeye teşvik eder: Böylece 14.

yüzyılın başlarında Bardiler “soylu kökten” gelenler arasında kabul ediliyordu, ama gerçek şuydu ki Bardiler “papa yanlısı küçük girişimciler”di. o Bardilerin öyküsünün akışını saptamak, karara bağlamak için Kader’in kullandığı gereç İngiltere idi. Bardiler İngiltere’ de 13. yüzyılın son otuz yılında belirdiler. Onları bu ülkeye çeken, dönemin en değerli hammaddelerinden biriydi: Yün. O zamanlarda piyasada İspanyol yünü, İtalyan yünü, Kuzey Afrika yünü vardı. Ama, İngiliz yünü uzun süre en iyisi olarak kabul edildi; nedeni de Britanya adalarının nemli ve yağışlı iklimiydi. En iyi İngiliz yünü, yani aJanın aJası, yüzyıllar boyunca en iyi meraları tekeline almayı başaran ve adanın en iyi yünlerine sahip olan kırmızı suratlı, semiz İngiliz rahiplerinden satın alınırdı. O vakit de, her zaman olduğu gibi, bu nitelikli yünlere sahip olmak için değişik ülkelerin tüccarları arasında çetin, kıyasıya bir rekabet sürerdi: Ama, zengin manastırların şahane avlularında bahis kazanılmış gibi görünse de, oyun bitmiyordu; çünkü İngiliz yününü ülke dışına çıkarabilmek için hükümdarın özel izni gerekiyordu. Saraya girebilmek, İngiltere kralı ve maiyetiyle iyi ilişkiler kurabilmek ve tercihine mazhar olabilmek için de tüccarlar çeşitli ve özenli entrikalar çeviriyorlardı. İngiliz kralları, maiyetleri gibi, son derece müsrif olarak tanınıyorlardı; bu durum da, kesenin ağzını açmaya hazır oldukları takdirde, İtalyan tüccarların işini kolaylaştırıyordu. I. Edward 1307’de öldüğü zaman borçları toplam yaklaşık 60.000 Sterline ulaşıyordu. Bu yekunun büyük bölümü, ülkenin akıllıca alışkanlıklarına uygun olarak, hiçbir zaman geri ödenmedi.

Durumdan hoşnut olmayan alacaklıların arasında Frescobaldi’lerin Floransa’daki güçlü şirketi de vardı. Bu kişiler borç verirken İngiliz hükümdarına çömert davranmışlardı; kral da Floransalılara değişik karlı ayrıcalıklar tanıyarak minnettarlığını göstermişti: Devon’daki gümüş madenlerinin işletme tekelini, İrlanda’daki kraliyet gelirlerinin tahsilatını, İngiliz limanlarında gümrük vergilerinin toplanmasını ve benzer başka değersiz şeyleri, onlara bırakmıştı. Oysa genelde Frescobaldi’lerin elde ettiği karlar İngiliz hükümdarın Floransalılardan aldığı parayı karşılayacak ölçüde değildi. Bunun sonucunda Toskanalı şirketin durumu gitgide daha çok sarsılıyordu. Frescobaldi’ler güzelim Chianti şarabını üretiyorlar ve satıyorlardı (günümüzde de bala üretip satıyorlar). Bu şarap, bankalarının dayanma gücünün azaldığını ve çok ağır yüklere katlanamayacağını anlamaları için gerekli zihin açıklığını sağlamış olmalı. Böylece tahsilatı başlatma becerikliliğini gösterdiler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. son kısmın 5 sayfası eksik. özellikle son kısım için gelmiştim