Carlos Castaneda – Güç Öyküleri

Bilgiyle Randevu Birkaç aydır don Juan’ı görmemiştim. 1971 sonbaharıydı. Don Genaro’nun Orta Meksika’daki evinde olduğundan emindim ve onu ziyaret etmek için altı-yedi günlük bir otomobil yolculuğuna hazırlanmıştım. Ancak yolculuğumun ikinci gününde bir öğleden sonra, bir dürtü beni don Juan’m Sonora’daki evinde durmaya itti. Arabayı park edip kısa bir süre yürüdükten sonra eve ulaştım ve büyük bir şaşkınlıkla onu orada buldum. “Don Juan! Seni burada bulmayı beklemiyordum,” dedim. Güldü; şaşkınlığım hoşuna gitmiş gibiydi. Ön kapının yanındaki boş bir süt sandığının üzerinde oturuyordu. Beni bekler gibi bir hali vardı. Beni karşılayışmda-ki rahatlıkta bir başarı havası seziliyordu. Şapkasını çıkardı ve komik bir devinimle salladı. Sonra yeniden giydi ve bana asker selamı verdi. Duvara yaslanıyor, sandığa sanki bir semermiş gibi oturuyordu. Neşeli bir tonda “Otur, otur,” dedi. “Seni yeniden görmek güzel.


” “Boşu boşuna Orta Meksika’ya gidecektim,” dedim. “Ve sonra da Los Angeles’a geri dönmek zorunda kalacaktım. Seni burada bulmak beni günlerce sürecek bir yolculuktan kurtardı.” “Beni bir şekilde bulacaktın,” dedi gizemli bir tavırla. “Ama varsayalım ki oraya varmak için gerekli altı günü bana borçlusun, bu altı günde arabanın gaz peda13 İma basmaktan daha ilginç bir şey yapman gerekir.” Don Juan’m gülümsemesinde çekici bir yan vardı. Sıcaklığı dalga dalga yayılıyordu. ‘Yazı malzemelerin nerede?” diye sordu. Onları arabaya bıraktığımı söyledim; o da onlar olmadan hiç de doğal görünmediğimi belirterek almamı istedi. “Bir kitabı bitirdim,” dedim. Karın boşluğumda bir sızı doğuran uzun, garip bir bakış fırlattı. Sanki karnımı yumuşak bir maddeyle dürtüyor gibiydi. Kendimi hasta olacak gibi hissettim, ama sonra başını yana çevirince tekrar düzeldim. Kitabım hakkında konuşmak istiyordum, ama bunu istemediğini belirten bir hareket yaptı. Gülümsedi.

Sakin ve neşeli bir tavrı vardı ve beni hemen insanlar ve son olaylar hakkında tipik bir konuşma içine sürükledi. En sonunda konuşmayı kendi ilgi alanıma kaydırmayı başardım. İlk aldığım notlan gözden geçirdiğimi ve birlikteliğimizin başından beri, aslında büyücülerin dünyasının detaylı bir tanımlamasını yaptığını farkettiği-mi belirtmekle başladım. O aşamalarda söylediklerinin ışığında, halüsinasyonlara yol açıcı bitkilerin rolünü sorgulamaya başlamıştım. “Neden o güç bitkilerini birçok kere almamı iste-din?”diye sordum. Güldü ve hafifçe mırıldandı, “Çünkü sen bir aptalsın.” Onu duymuştum, ama emin olmak istiyordum ve anlamamış gibi yaptım. “Efendim?” dedim. “Çok iyi anladın.” diye karşılık verdi ve ayağa kalktı. Yanıma gelince hafifçe başıma vurdu. “Sen çok yavaşsın,” dedi, “Ve seni sarsmak için baş14 ka yol yoktu.” “Yani aslında hiç de gerekli değiller miydi?” diye sordum. “Senin için gerekliydi. Ama bazı insanlar onlara ihtiyaç duymazlar.

” Yanımda durdu. Evinin solundaki çalıların tepesine bakıyordu; sonra tekrar oturarak diğer öğrencisi Eligio hakkında konuşmaya başladı. Eligio, öğrencisi olduğundan beri yalnızca bir kez psikotropik bitkilerden almıştı, ama yine de benden daha ilerideydi belki de. “Duyarlı olmak, belirli insanların doğal bir durumudur,” dedi. “Sen değilsin. Ama ben de değilim. Son tahlilde duyarlılık pek önemli değildir.” “Önemli olan nedir peki?” diye sordum. Uygun yanıtı arıyor gibi duraksadı. Sonunda, “Önemli olan, bir savaşçının kusursuz olmasıdır,” dedi. “Ama bu yalnızca bir konuşma tarzı, bir tür konuyu saptırma. Sen zaten büyücülüğün bazı görevlerini başarıyla tamamladın ve inanıyorum ki, önemli olan her şeyin kaynağından sözetmenin zamanı geldi. Ben derim ki, bir savaşçı için önemli olan kendi bütünlüğüne ulaşmaktır.” “Kişinin bütünlüğü nedir, don Juan?” “Yalnızca hatırlatacağımı söyledim. Kişinin bütünlüğünden bahsetmeden önce, yaşamında birleştirmen gereken birçok ayrık uç var hâlâ .

” Konuşmamızı orada bitirdi. Konuşmamı istemediğini belirten bir jest yaptı. Yakınlarda mutlaka bir şey veya bir kişi vardı. Dinlemek ister gibi başını sola eğdi. Evinin ötesindeki çalılarda odaklanmış gözlerinin akını görebiliyordum. Birkaç dakika boyunca dikkatle dinledi. Sonra ayağa kalkarak yanıma geldi ve evden ayrılıp bir yürüyüş yapmamız gerektiğini kulağıma fısıldadı. 15 “Kötü bir şey mi var?” diye fısıltıyla sordum. “Hayır. Her şey yolunda.” dedi, “Her şey gayet iyi.” Beni çöldeki gür çalılıklara doğru sürükledi. Yarım saat boyunca yürüdük ve bitkisiz, daire şeklinde küçük bir alana; kızılımsı çamurun düzgün ve mükemmel bir pürüzsüzlüğe sahip olduğu, yaklaşık üç buçuk metre çapında bir noktaya ulaştık. Ama alanın insan eliyle temizlenip düzleştirildiğine dair hiçbir işaret yoktu. Don Juan ortasına oturdu, yüzü güneydoğuya dönüktü.

Ondan yaklaşık bir buçuk metre uzaklıkta bir yer işaret etti ve oraya oturup yüzümü ona dönmemi istedi. “Burada ne yapacağız?” diye sordum. “Bu gece burada bir randevumuz var,” yanıtını verdi. Yüzü tekrar güneydoğuya dönene dek oturduğu yerde dönerek çevresini hızlı bakışlarla taradı. Hareketleri beni telaşlandırmıştı. Randevumuzun kiminle olduğunu sordum. “Bilgiyle,” dedi. “Diyelim ki bilgi buralarda geziniyor.” Bu örtülü yanıta takılıp kalmama izin vermedi. Hemen konuyu değiştirdi ve neşeli bir tonda doğal olmam için ısrar etti, yani evinde yaptığımız gibi konuşup notlar almamı istiyordu. O anda aklımı en çok kurcalayan, altı ay önce bir çakalla ‘konuşmanın’ yarattığı güçlü duyguydu. Bu olayın benim için anlamı; büyücülerin dünyayı tanımlama biçimlerini ilk kez duyularımla ve berrak bir bilinçle görmüş veya kavramış olmamdı, bu tanıma göre, konuşma yoluyla hayvanlarla iletişim kurmak doğal bir şeydi. Sorumu dinledikten sonra don Juan, “Bu tür bir deneyim yaşayarak kendimizi meşgul etmeyeceğiz,” dedi. “Dikkatini geçmiş olaylarda odaklaman tavsiye edil16 mez. Onlara değinebiliriz, ama yalnızca referans almak için.

” “Neden, don Juan?” “Büyücülerin açıklamasını aramak için henüz yeterince kişisel gücün yok.” “Demek ki büyücülerin açıklaması diye bir şey var!” “Elbette. Büyücüler de insandır. Bizler düşüncenin yaratıklarıyız. Açıklamalar peşinde koşarız.” “Oysa benim izlenimim, en büyük hatamın açıkla-. malar aramak olduğuydu.” “Hayır. Senin hatan uygun açıklamalar, sana ve dünyana uyan açıklamalar aramak. Karşı çıktığım şey mantıklılığm. Bir büyücü de dünyasındaki şeyleri açıklar, ama senin kadar katı değildir.” “Büyücülerin açıklamasına nasıl ulaşabilirim?” “Kişisel gücü biriktirerek. Kişisel güç, büyücülerin açıklamasına kolayca geçiş yapmanı sağlar. Açıklama senin düşündüğün anlamda bir açıklama değildir; yine de dünya ve onun sırlarını berraklaştırmasa da, en azından daha az şaşırtıcı kılar. Bir açıklamanın özü bu olmalı, ama senin aradığın bu değil.

Sen, kendi fikirlerinin yansımasının peşindesin.” Soru sorma gücümü yitirmiştim. Ama gülümseyişi, konuşmayı sürdürmem için beni cesaretlendirdi. Benim için çok önemli olan bir başka konu, arkadaşı don Genaro ve onun davranışlarının üzerimdeki olağanüstü etkisiydi. Onunla görüştüğüm tüm anlarda, en tuhaf duyumsal çarpıklıkları yaşamıştım. Sorumu yüksek sesle dile getirdiğimde don Juan güldü. “Genaro bir harikadır,” dedi. “Ama şimdilik o ya da sana yaptıkları hakkında konuşmanın bir anlamı yok. Yine söylüyorum, bu konuyu çözmek için yeterli kişisel 17 gücün yok. Ona sahip olana dek bekle, sonra konuşuruz.” “Ya ona asla sahip olamazsam?” “Asla sahip olamazsan, asla konuşmayız.” “Gelişme oranıma bakarak ona yeteri kadar sahip olacağımı söyleyebilir misin?” diye sordum. “Bu sana bağlı,” yanıtını verdi. “Gerekli tüm bilgileri sana verdim. Şimdi dengeye ulaşmak için yeterli kişisel güç kazanmak, senin sorumluluğun.

” “Mecazi konuşuyorsun,” dedim. “Açık konuş. Tam olarak ne yapmam gerektiğini söyle. Bunu bana zaten söylediysen de, diyelim ki unuttum.” Don Juan güldü ve kollarını başının arkasına koyarak uzandı. “Neye ihtiyacın olduğunu tam olarak biliyorsun,” dedi. Bazen bildiğimi düşündüğümü, ama genelde özgüvenim olmadığını söyledim. “Korkarım konuları karıştırıyorsun,” dedi. “Savaşçının özgüveni, sıradan bir insanın özgüveni değildir. Sıradan insan seyircinin gözlerinde kesinlik arar ve buna özgüven der. Savaşçı kusursuzluğu kendi gözlerinde arar ve buna alçakgönüllülük der. Sıradan insan arkadaşlarına bağlıdır, ama savaşçı yalnızca kendisine bağlıdır. Belki de gökkuşaklarını kovalıyorsun. Sıradan insanın özgüveninin peşindesin, ama bir savaşçının alçakgönüllülüğüne ulaşmaya çalışman gerekir. Aralarındaki fark çok önemli.

Özgüven belli bir şeyi kesin olarak bilmeyi içerir; alçakgönüllülülük ise bireyin düşünce ve davranışlarında kusursuz olması demektir.” “Önerilerinle uyumlu yaşamaya çalışıyorum,” dedim. “En iyi olmayabilirim, ama kendimin en iyisiyim. Kusursuzluk bu mudur?” 18 “Hayır. Bundan daha iyisini yapmalısın. Kendini sürekli sınırlarının ötesine itmelisin.” “Ama bu çılgınlık olur, don Juan. Kimse bunu yapamaz.” “Şu anda yapabildiğin birçok şey on yıl önce sana çılgınca görünürdü. Bu şeylerin kendileri değil, senin kendin hakkındaki düşüncen değişti; önceden imkansız olan şimdi kesinlikle mümkün ve belki de kendini değiştirme konusundaki tam başarın yalnızca bir an meselesi. Bu durumda bir savaşçının önündeki tek yol, tutarlı ve şartsız davranmaktır. Savaşçının uygun davranma tarzını yeterince biliyorsun, ama eski alışkanlık ve yöntemlerin seni engelliyor.” Demek istediğini anlamıştım. “Sence yazmak, değiştirmem gereken eski alışkanlıklardan biri mi?” diye sordum. “Yeni müsveddelerimi imha mı etmeliyim?” Yanıt vermedi.

Ayağa kalktı ve çalılığın köşesine bakmak için döndü. Öğrenciliğim hakkında yazmanın yanlış olduğunu anlatan çeşitli mektuplar aldığımı söyledim. Bu mektupları yazanlar, örnek olarak doğunun özel doktrinlerini öğreten hocaların, öğretileri hakkında kesin gizlilik talep ettiklerini gösteriyorlardı. “Belki de bu hocalar hocalığa çok düşkünlerdir,” dedi don Juan bana bakmadan. “Ben bir hoca değilim, yalnızca bir savaşçıyım. Bu nedenle bir hocanın nasıl hissettiğini gerçekten bilmem.” “Ama belki de açıklamamam gereken şeyleri açığa vuruyorum, don Juan.” “Kişinin neyi açığa vurup neyi kendine sakladığı önemli değildir,” dedi. “Yaptığımız ve olduğumuz her şey, kişisel gücümüze dayanır. Yeteri kadarına sahip19 sek, bize söylenen tek bir söz yaşamımızın akışım değiştirmeye yetebilir. Ama yeterli kişisel güce sahip değilsek, en muazzam bir bilgelik parçası bize açıklansa bile bu açıklama en ufak bir değişiklik yaratamaz.” Sonra sesini alçalttı; sanki bana gizli bir konuyu açıklar gibiydi. “Sana belki de insanoğlunun söyleyebileceği en büyük bilgi parçasını açıklayacağım,” dedi. “Bakalım onunla ne yapacaksın.” “Şu anda sonsuzlukla çevrelendiğini biliyor musun? Ve bu sonsuzluğu istersen kullanabileceğini?” Gözlerinin kurnaz bir devinimiyle beni bir şeyler söylemeye teşvik ettiği uzun bir duraksamadan sonra, neden bahsettiğini anlamadığımı belirttim.

Ufku işaret ederek “Orada! Sonsuzluk orada!” dedi. Sonra dorukları gösterdi. “Ya da orada!” Ellerini doğu ve batıyı işaret edecek şekilde iki yana açtı. “Veya belki de sonsuzluğun böyle bir şey olduğunu söyleyebiliriz.” Birbirimize baktık. Gözleri bir soruyu barındırıyordu. “Buna ne dersin?” diye sordu, beni sözlerinin üzerinde düşünmeye itiyordu. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. “Kendini işaret ettiğim yönlerin herhangi birine doğru sonsuza dek genişletebileceğim biliyor musun?” diye devanı etti. “Herhangi bir anın sonsuzluk olabileceğini biliyor musun? Bu bir bilmece değil bir gerçektir, ama yalnızca o ana tırmanıp onu kendi bütünlüğünü herhangi bir yöne sonsuza dek götürmek için kullanırsan.” Bana baktı. “Bu bilgiye önceden sahip değildin,” dedi gülerek. “Şimdi sahipsin. Onu sana açıkladım ama en ufak bir 20 yararı olmadı, çünkü açıklamamdan yararlanacak kadar kişisel güce sahip değilsin. Yeterli güce sahip olsaydın, yalnızca sözcüklerim bile bütünlüğünü toparlamanı ve en can alıcı bölümleri içinde bulunduğu engellerden kurtarıp içselleştirmeni sağlayacaktı.

” Yanıma gelerek parmaklarıyla göğsümü dürttü; çok hafif bir dokunuştu bu. “Bahsettiğim engeller işte bunlar,” dedi. “Kişi onların dışına çıkabilir. Biz, burada hapsedilmiş bir duygu, bir algılamayız.” Elleriyle omuzlarımı sarstı. Bloknot ve kalemim yere düştü. Don Juan ayağını bloknotun üzerine koydu, bana baktı ve gülmeye başladı. Not almamın bir sakıncası olup olmadığını sordum. Güven verici bir tonda hayır dedi ve ayağını çekti. Başını ritmik bir şekilde sallayarak, “Biz aydınlık varlıklarız,” dedi. “Ve aydınlık bir varlık için yalnızca kişisel güç önemlidir. Ama bana kişisel gücün ne olduğunu soracaksan şunu söylemeliyim ki açıklamam onu açıklamayacaktır.” Don Juan batı ufkuna baktı ve hâlâ birkaç saatlik gün ışığımız olduğunu söyledi. “Uzun süre buradayız,” açıklamasını yaptı. “Yani, ya sessizce oturacak, ya da konuşacağız.

Sessiz olmak senin için doğal değil, bu nedenle konuşmaya devam edelim. Bu nokta bir güç alanıdır ve karanlık çökmeden bize alışması gerekli. Burada olabildiğince doğal olarak oturmalı, korku ya da .sabırsızlık hissetmemelisin. Görünüşe göre rahatlamanın en .kolay yolu not alman, istediğin gibi yazabilirsin. “Ve şimdi, sanırım rüya görmen hakkında bana anlatacakların var.” Konuyu aniden değiştirmesi beni hazırlıksız yaka21 ladı. İsteğini yeniden belirtti. Bu konuda söylenecek çok şey vardı. ‘Rüya görmek’; kişinin, rüyalarında yaptıkları ile uyanık olduğunda yaşadıklarının aynı pratik değere sahip olduğu oranda rüyalar üzerinde özel bir denetim geliştirmesi demekti. Büyücülerin görüşüne göre ‘rüya’ etkisi altındayken, bir düşü gerçekten ayır-detmeye yarayan sıradan kriterler hiçbir işe yaramazdı. Don Juan’m ‘rüya görme’ pratiği, kişinin ellerini rüyasında bulmasından oluşan bir alıştırmaydı. Bir başka deyişle kişi; yalnızca ellerini göz hizasına yükselttiğini düşleyerek, rüyasında ellerini aradığını ve bulabileceğini düşlemeliydi. Yıllar süren başarısız denemelerden sonra, başarıya ulaşmıştım.

Geçmişi düşündüğümde görüyorum ki, ancak günlük yaşamım üzerinde belirli bir denetim sağladıktan sonra bu işi başarabilmiştim. Don Juan önemli noktalan bilmek istiyordu. Ellerime bakma emrini verebilmenin güçlüğünün, bana çoğu zaman aşılamaz göründüğünü belirtmekle başladım. Hazırlık döneminin ilk aşamalarının -ki bu dönemi ‘rüya görmeyi kurmak’ olarak adlandırıyordu- kişinin aklının kendisiyle oynadığı ölümcül bir oyundan oluştuğunu ve bir parçamın, görevimi başarmamam için elinden geleni yapacağını söyleyerek beni uyarmıştı. Söylediğine göre, bunların arasında beni bir anlam yokluğuna, melankoliye ve hatta intiharsı bir depresyona sürüklemek de olabilirdi. Ama ben bu kadar acı çekmedim. Deneyimim daha çok hafif ve komik bir yan taşıyordu, ancak sonuç, alabildiğine sinir bozucuydu. Düşümde ne zaman ellerime bakmak üzere olsam olağanüstü bir şey oluyordu; uçmaya başlıyordum veya rüyam bir kabusa dönüşüyordu, ya da bedensel heyeca-22 nm en zevkli deneyimlerini yaşıyordum; rüyadaki her-şey canlılık açısından ‘normal’in çok dışına taşıyor, böylece korkunç bir enıiciliğe kavuşuyordu. Ellerimi inceleme niyetim ise, yeni durumun ardında daima unutulup gidiyordu. Bir gece, hiç beklemediğim bir anda ellerimi rüyamda buldum. Yabancı bir şehirde bilinmeyen bir sokakta yürüyordum ve aniden ellerimi yükselterek gözlerimin önüne yerleştirdim. Sanki içimde bir şey pes etmiş ve ellerimin tersini izlememe izin vermiş gibiydi. Don Juan’m verdiği bilgilere göre, ellerimin görünümü kaybolmaya ya da başka bir şeye dönüşmeye başlar başlamaz, dikkatimi rüyamdaki başka unsurlara yöneltmem gerekliydi. Bu rüyada ise dikkatimi sokağın sonundaki bir binaya verdim. Binanın görünümü dağılmaya başladığında da çevremdeki diğer unsurlara odaklandım.

Sonuçta elde ettiğim, bilinmeyen bir şehirdeki terkedilmiş bir sokağın müthiş bir ayrıntı zenginliğine sahip kusursuz bir görüntüsüydü. Don Juan, ‘rüya görme’deki diğer deneyimlerimi de anlattırdı. Uzun bir süre konuştuk. Rapor vermem bitince ayağa kalkarak çalılıklara gitti. Ben de kalktım. Sinirliydim. Bu gerekçesiz bir duyguydu, çünkü ortada korku ya da endişe doğurabilecek hiçbir şey yoktu. Don Juan kısa sürede geri döndü. Sıkıntımı farketmişti. Kolumu hafifçe tutarak “Sakin ol,” dedi. Oturmamı söyleyerek defterimi dizime koymamı sağladı, sonra da yazmaya ikna etti. Söylediğine göre gereksiz korku ve kararsızlık hisleri duyarak güç alanını rahatsız etmemeliydik. “Neden bu kadar gerginleşiyorum?” diye sordum. “Bu doğal,” dedi. “İçindeki bir şey, rüya görme sıra23 smdaki eylemlerinle tehdit ediliyor.

Bu eylemlerini düşünmediğin sürece iyiydin. Ama onlardan bahsettin ve şimdi bayılmak üzeresin. “Her savaşçının bir rüya görme tarzı vardır. Her tarz farklıdır. Hepimizin ortak yanı, kendimizi maceramızı terketmeye zorlamak için hileler yapmamızdır. Karşı-tedbir, tüm engeller ve hayal kırıklıklarına rağmen ısrar etmektir.” Sonra bana, ‘rüya’ için konu seçip seçemediğimi sordu. Ben de bunu nasıl yapacağıma dair en ufak bir fikrim olmadığını söyledim. “Rüya için nasıl konu seçileceği konusunda büyücülerin açıklaması şudur,” dedi, “savaşçı, içsel diyalogunu durdurur ve aklında belirli bir görünümü tutar. Başka bir deyişle, belirli bir an için kendisiyle konuşmama yeteneğine sahipse ve sonra da rüyada görmek istediği şeyin görünümünü ya da düşüncesini tutarsa, bunu bir an için olsun başardığında istediği konu ona gelecektir. Bunu yaptığına eminim, ama sen farkında değilsin.” Uzun bir sessizlikten sonra don Juan havayı koklamaya başladı. Sanki burnunu temizliyordu, büyük bir güçle burun deliklerinden üç ya da dört kez nefes verdi. Karın kasları spazmlarla kasılıyordu, bu hareketini kısa soluklar alarak kontrol ediyordu. “Artık rüya görmekten bahsetmeyeceğiz,” dedi.

“Sende takıntı yaratabilir. Kişi herhangi bir konuda başarılı olacaksa, bu başarı ona şefkatle gelmelidir; büyük çabayla, ama stres ya da takıntı olmadan.” Ayağa kalkarak çalıların kenarına doğru yürüdü. Öne eğildi ve dalların arasından baktı. Yapraklara fazla yakınlaşmadan onlardaki bir şeyi inceler gibiydi. “Ne yapıyorsun?” diye sordum, merakımı dizginleye-meden. 24 Yüzünü bana döndü, gülümsedi ve kaşım kaldırdı. “Çalılıklar garip şeylerle doludur,” dedi ve tekrar oturdu. Ses tonu o kadar ilgisizdi ki, ani bir çığlık atsaydı daha az korkardım. Defter ve kalemim ellerimden düşüverdi. Güldü, beni taklit etti ve yaşamımda hâlâ varolan ayrık uçlardan birinin aşırı tepkilerim olduğunu belirtti. Buradan yola çıkarak bazı açıklamalarda bulunmak istiyordum ama konuşmama izin vermedi. “Çok az gün ışığı kaldı,” dedi. “Alacakaranlık çökmeden değinmemiz gereken başka şeyler var.” Sonra, ‘rüya görme’deki verimime bakılırsa, irademi kullanarak içsel diyalogumu nasıl keseceğimi öğrenmiş olmam gerektiğini ekledi.

Öğrenmiş olduğumu söyledim. İlişkimizin başında don Juan başka bir işlemi tanımlamıştı: Gözleri herhangi bir şeye odaklamadan uzun adımlarla yürümek. Önerisi; varlıklara doğrudan değil, kendini gözlere sunan her şeyin çevresel bir görünümünü elde etmek için gözleri hafifçe şaşılaştırarak azlayarak bakmaktı. O zaman anlamamıştım, ama kişinin, odaklanmamış gözlerini ufkun biraz üzerindeki bir noktada tuttuğunda, gözlerinin önünde 180 derece açı dahilinde her şeyi bir anda farkedebilmesinin olası olduğunu söylemişti. Bu alıştırmanın, içsel diyalogu kesmek için tek yol olduğunu da eklemişti. Eskiden gelişimime dair sözlü raporlar isterdi, sonra bu konuda soru sormayı bırakmıştı. Don Juan’a, bu tekniği yıllarca çalıştığımı ama hiçbir değişim gözlemediğimi, ama zaten bir beklenti içinde olmadığımı söyledim. Ancak bir gün, kendime tek bir söz bile söylemeden yaklaşık on dakika boyunca yü25 rümüş olduğumu hayretler içinde farketmiştim. Bu olayda, aynı zamanda içsel diyalogu durdurmak için, kendime söylediğim sözleri durdurmaktan daha çok şey gerektiğini anladığımı da belirttim. Düşünme sürecimin tamamı durmuştu ve pratik olarak durduğumu, bir hayal gibi yüzerek hareket ettiğimi hissetmiştim. Bunu farkettiğimde bir panik duygusu oluşmuş, panzehir için de içsel diyalogumu tekrar başlatmak zorunda kalmıştım. “Bizi engelleyenin içsel diyalog olduğunu belirtmiştim,” dedi don Juan. “Dünya böyledir ve şöyledir, çünkü onun böyle ve şöyle olduğunu kendimize biz söyleriz.” Don Juan, büyücülerin dünyasına giden geçidin, savaşçı içsel diyalogunu kestikten sonra açıldığını belirtti. “Dünya hakkındaki görüşümüzü değiştirmek, büyücülüğün dönüm noktasıdır,” dedi.

“Ve içsel diyalogu kesmek, bunu başarmanın tek yoludur. Gerisi yalnızca ayrıntı. Şimdi; gördüğün ya da yaptığın hiçbir şeyin – içsel diyalogu kesmek dışında- tek başına sende ya da dünyaya bakışında bir değişim yaratamayacağını bilecek konumdasın. Bunun koşulu, tabii ki bu değişimin rahatsız edici olmamasıdır. Artık bir öğretmenin öğrencisini neden sıkıştırmadığını anlayabilirsin. Bu yalnızca sabit fikir ve hastalıklılık doğurur.” İçsel diyalogu kesmekle ilgili diğer deneyimlerimin ayrıntılarını sordu. Anımsayabildiğim her şeyi anlattım. Hava kararana ve ben rahatça not alamaz hale gelene dek konuştuk; artık dikkatimi yazmaya yoğunlaştırmam gerekiyordu ve bu da konsantrasyonumu dağıtıyordu. Don Juan bunu farketti ve gülmeye başladı. Başka bir büyücülük görevini başardığıma dikkat çek26 ti; konsantre olmadan yazmak. Bunu söylediği anda, not alma işine gerçekten de dikkat etmediğimi farkettim. Sanki bu, hiçbir ilgim olmayan ayrı bir eylemdi. Kendimi garip hissettim. Don Juan yanma, dairenin ortasına oturmamı istedi.

Havanın çok karardığını ve çalılıkların yanma bu kadar yakın durmamın artık güvenli olmadığını söyledi. Sırtımda bir ürperti hissettim ve onun yanma zıpladım.Yüzümü güneydoğuya dönmemi sağladıktan sonra, kendime sessiz ve düşüncelerden uzak olmayı emretmemi istedi. Başta bunu yapamadım ve anlık bir sabırsızlık yaşadım. Don Juan sırtını bana döndü ve destek almak için omzuna yaslanmamı söyledi. Düşüncelerimi susturduktan sonra gözlerimi açık tutmam ve güneydoğudaki çalılıklara bakmam gerektiğini belirtti. Gizemli bir tonda, benim için bir problem hazırlamakta olduğunu, bunu çözersem büyücülerin dünyasının bir diğer yönü için hazır olacağımı ekledi. Problemin içeriğine dair güçsüz bir soru yönelttim. Hafifçe kıkırdadı. Yanıtını beklerken içimde bir şey çalışmasını durdurdu. Havada asılı gibi kaldığımı hissettim. Kulaklarım tıkanmış gibiydi ve çalılıklardan gelen sayısız ses, duyulur hale geldi. O kadar çoklardı ki, bir tanesini bile ayırdedemiyordum. Uykuya dalar gibi oldum ve birden bir şey dikkatimi çekti. Bu, düşünme sürecim ile ilgili bir şey değildi; bir görüntü ya da çevrenin bir unsuru değildi, yine de dikkatim bir şey tarafından meşgul edilmişti.

Tam bir uyanıklık içindeydim. Gözlerim çalılığın köşesindeki bir noktada odaklanmıştı, ama ne bakıyor, ne düşünüyor, ne de kendime bir şeyler söylüyordum. Duygularım belirgin bedensel heyecanlardı; sözlere ihtiyaçları yoktu. Belirsiz bir şeyin içinde aktığımı hissettim. Belki normalde düşüncelerim olan şeyler akıyordu; bir heyelana kapıldığımı ve 27 bir şeyin çağladığını, tepesinde de benim olduğumu hissediyordum. Bu akışı karnımda hissettim. Bir şey beni çalılıklara çekiyordu. Önümdeki karanlık çalılık kütlesini ayırdedebiliyordum. Ancak bu, normal du-j rumlarda olduğu gibi belirsiz bir karanlık değildi. San-‘ ki onlara alacakaranlıkta bakıyor gibi, her bir çalıyı tek tek görebiliyordum. Hareket ediyor gibiydiler; yapraklarının kütlesi bana doğru uçan siyah eteklere benziyordu, sanki rüzgar onları sürüklüyordu. Oysa rüzgar yoktu. İpnotize edici hareketlerine kapıldım; bu, onları bana sanki daha da yakınlaştıran nabız atışı gibi bir dalgalanmaydı. Sonra, çalıların koyu şekline yapıştırılmış gibi duran daha açık bir siluet farkettim. Gözlerimi siluetin kenarındaki bir noktaya odakladım ve üzerinde açık yeşil bir rengin parıldadığını ayırdedebil-dim.

Daha sonra ona odaklanmadan baktım ve siluetin, çalılıklarda saklanan bir insan olduğuna emin oldum. O sırada, garip bir uyanıklık halindeydim. Çevrem-dekilerin ve onların bende yarattığı ruhsal süreçlerin farkmdaydım, ama normalde düşündüğüm gibi düşünmüyordum. Örneğin, çalılıklardaki siluetin bir insan olduğunu farkettiğim anda, çölde yaşadığım başka bir olayı anımsadım; don Genaro ve ben gece, çöl çalılıklarının arasında yürürken arkamızdaki çalılıkların ardında bir insanın saklandığını farketmiştim, ama bu olayı mantıklı bir açıklama çerçevesine oturtma çabası içine girer girmez insan görüntüsü kaybolmuştu. Ancak bu sefer, üstün olduğumu hissettim ve bir açıklama yapmayı, hatta düşünmeyi reddettim. Bir an için o insanı tutup olduğu yerde kalmaya zorlayabileceğim hissine kapıldım. Sonra karın boşluğumda garip bir acı duydum. Bir şey içimde yırtılıyor gibiydi ve karın bölgemin kaslarını artık gergin tutamıyordum. Kendimi 28 bıraktığım anda, dev bir kuşun ya da bir tür uçan hayvanın karanlık kütlesi çalılıktan bana doğru uçtu. Sanki insan şekli, bir kuş şekline dönüşmüştü. Net ve bilinçli olarak korkuyu algıladım. Nefesimi tuttum ve bir çığlık attıktan sonra sırt üstü yere düştüm. Don Juan kalkmama yardım etti. Yüzü benimkine çok yakındı. Gülüyordu.

“Neydi o?” diye haykırdım. Elini ağzına götürerek beni susturdu. Dudaklarını kulağıma götürerek alanı sakin ve kendimize hakim bir şekilde, sanki hiçbir şey olmamış gibi terketmemiz gerektiğini fısıldadı. Yan yana yürüdük. Yürüyüşü rahat ve düzenliydi. Birkaç kez hızla arkasını döndü. Ben de onun gibi yaptım ve iki kez, bizi takip eder görünen koyu bir kütle yakaladım. Arkamda tiz ve ürkütücü bir çığlık duydum. Bir an için saf, yoğun bir korku hissettim. Karın kaslarım yırtılıyordu; yırtılma duygusu spazmlarla giderek büyüdü, ta ki bedenimi koşmaya zorlaymcaya kadar. Tepkim hakkında konuşmanın tek yolu don Juan’m terminolojisini kullanmak. Yaşadığım korku nedeniyle bedenim, onun deyimiyle ‘güç yürüyüşü’nü başarmıştı. Yıllar önce bana öğrettiği bu teknik, sendelemeden ya da herhangi bir yaralanma yaşamadan karanlıkta koşmak demekti.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir