Carole Mortimer – Bilmece

«Marie! Nasılsın?» Sara gözlerini, önünde duran uzun boylu, yakışıklı adama kaldırdı. «Özür dilerim,» diyerek gülümsedi. Karşısındaki adamın İngilizcesinin yanında Sara’nın Amerikan aksanı dikkati çekecek kadar belirgindi. «Korkarım, beni başka birisiyle karıştırdınız.» Bu Marie kimse, onun yerinde olmak isterdi doğrusu. Çünkü, yirmi beş yaşlarında gösteren bu adam çok yakışıklıydı. Yinede, Sara daha fazla oyalanmadan caddeyi geçmek için arkasını döndü. Ama adam ona yetişmiş, kolundan yakalamıştı. «Hey, dur bir dakika. Soho’da tek başına dolaştığını Nick’e söyleyecek değilim!» Sara’nın yıllar boyu kızgın Florida güneşi altında iyice açılmış olan altın sarısı saçlarıyla tam bir tezat oluşturan koyu kahverengi gözleri şaşkınlıkla bakıyordu. Yaşamının büyük bir bölümünü Amerika’da geçirmiş, doğduğu ve bir yaşma kadar yaşadığı bu ülkeyi görmeye gelmişti. Babasının zamansız ölümü üzerine bir yaşında, annesiyle birlikte İngiltere’den ayrılarak, Amerika’ya yerleşmişlerdi. «Özür dilerim,» diye yineledi. «Ama gerçekten yanılıyorsunuz.» Adam inanmamıştı.


Bilgiç bilgiç gülümsedi. «Aksanına diyecek yok, ama beni aldatamazsın. Buna kanmayacak kadar yakından tanıyorum seni.» Kolunu beline doladı, parmakları rahatsız edecek kadar göğsüne yakındı. Besbelli, takılacak kız arıyordu. Üstelik, tavrından ve sözlerinden, Marie’yle ilişkisinin sıradan bir dostluk olmadığı anlaşılıyordu. Sara soğuk soğuk baktı. «Lütfen elinizi üstümden çeker misiniz?» Adam kaşlarını çatarak onu süzdü, ama bırakmaya hiç niyetli görünmüyordu. «Böyle davranmana gerek yok, Marie. Geçen yıl ilişkimize son verdiğin zaman biraz kırıcı olduğumu kabul ediyorum; ama Nick’in…» Sara hırsla kendini kurtararak, adamın sözünü kesti. «Nick diye birisini tanımıyorum. Seni de tanımıyorum! Eğer beni rahat bırakmazsan polis çağırırım.» Bir polis görme umuduyla çevresine bakındı. Teyzesiyle kenti gezerken kaybolmuş, başına böyle bir şey gelebileceği aklının ucundan bile geçmemişti. «Tamam, tamam,» diye omuz silkti adanı.

«Telaşlanmana gerek yok. Amerikalı turist rolünde ısrar ediyorsan, öyle olsun.» Gerçi buralar böyle tek başına dolaşmaya uygun yerler değildi, ama Sara’nın da rol yaptığı yoktu. Tek umudu teyzesini bulabilmekti. Geleli birkaç gün olduğu için evin yolunu çıkaramazdı. «Belki sana rehberlik edebilirim, tatlım.» Yan yan Sara’ya baktı. «Marie, birlikte iyi eğlenirdik. Seninle…» «Benim rehberim var,» diye lafı ağzına tıkadı Sara. Hâlâ kendisini Marie sanması canını sıkmıştı. Marie’yi gerçekten iyi tanıdığına göre, onu başkasıyla nasıl karıştırabilirdi? «Ha, anlıyorum. Başka biriyle gezdiğini Nick bilmiyordur herhalde. Ben de bilmek istemezdim.» Ona doğru eğilip dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. «Hafta sonunda görüşürüz,» dedi ve ayrıldı.

Sara arkasından bakakaldı. Hiç tanımadığı bir adam tarafından ilk kez öpülüyordu. «Sara!» Susan teyze soluk soluğa yanına geldi. «Çok şükür seni bulabildim.» Sara çevresine bakındı. Çapkın yabancı kala balığa karışıp gözden kaybolmuştu. «Girdiğimiz son dükkânda birbirimizi kaybetmiş olmalıyız,» diyerek özür dilercesine gülümsedi. Susan Ford, kırk sekiz yaşında, topluca, sevimli bir kadındı. Saçları Sara’nınkiler gibi al tın sarısı, yüzü hâlâ kırışıksız ve güzeldi. Annesiyle yirmi yıldır ayrı yaşamalarına karşın, o kadar sık mektuplaşmalardı ki, Sara iki gün önce ilk kez karşılaştıklarında teyzesini çoktandır tanıyor gibi hissetmiş ve onu daha görür görmez sevmişti. İngiltere’ye gelişi tam anlamıyla bir tatil seyahati sayılmazdı. Daha çok iyileşmek, kendini toparlamak için gelmişti. Altı ay önce annesi ile üvey babası bir trafik kazasında ölmüş, aynı kazada Sara’nın da iki bacağı kırılmıştı. Bu, yeni yeni tutunmaya başladığı fotomodellik mesleğin de ilerlemesini de ciddi bir biçimde tehlikeye sokmuştu. Gerek bedeninde, gerekse ruhunda açılan yaraların iyileşmesi altı ay almış, son doktor kont rolünden hemen sonra, bir süre için İngiltere’de ki akrabalarının yanma gitme hazırlıklarına başlamıştı.

Üvey babası Richard Hamille’den oldukça büyük bir miras kalmıştı. Richard, annesiyle evlenir evlenmez Sara’yı evlat edinmişti. Birbirlerine çok bağlı bir aileydiler. O yüzden, ansızın dünyada yapayalnız kalıvermek, Sara için çok sarsıcı olmuştu. Susan teyzesi ile Arthur eniştesinin çocukları yoktu. Sara onların yanında kendini evinde, yuvasında hissediyordu. Dahası, İngiltere için de aynı şeyleri duyuyor, ayrılık zamanı gelince ne kadar üzüleceğini daha şimdiden tahmin edebiliyordu. Neyse ki daha birkaç haftası vardı. «Kimdi o adam?» Teyzesi kaşlarını çatmış, onu sorguya çekiyordu.’ «Seni birisiyle konuşurken gördüm.» Birlikte kentin kalabalık merkezine doğru yürüyorlardı. Sara omuzlarını silkerek, «Ben de bilmiyorum,» diye cevap verdi. Teyzesinin gözleri iri iri açıldı. «Yani onu tanımıyor musun?» Sara başını salladı. «Hayır.

» «Ama seni öperken gördüm onu» Sara gülmeye başladı. «Sanırım beni tavlama¬ya çalışıyordu. Beni birine benzetmiş gibi dav¬randı. Beylik numara!» «Peki, seni kim sanmış?» «Marie diye bir kız. Aslında gülüp geçerdim, ama öyle inat etti ki. Neyse, bu numaranın sökmeyeceğini yakında anlar.» «Evet, bence de öyle,» dedi teyzesi düşünceli düşünceli. «Neredeyiz? Ha, evet. Buradan dönersek metroya varırız. Eve gidip birer fincan çay içelim mi? Çaysızlıktan ölmek üzereyim.» Sara ona bakarak tatlı tatlı gülümsedi. Çarpıcı bir güzelliği vardı Sara’nın. Uzun, gür kirpiklerle çevrili koyu kahverengi gözleri olağanüstü iri, burnu küçücük, daima gülümser gibi duran dudakları dolgun, dişleri ise pırıl pırıldı. «Sen ve çayın!» diye takıldı teyzesine. Geleli iki gün olmuştu, ama teyzesinin çay hastalığını öğrenmek için bu kadarı yeter de artardı bile.

Eve gidip biraz dinlenme düşüncesi onun da hoşuna gitti. Kendilerinden hemen sonra Arthur enişte de geldi eve. Saçları kırlaşmaya yüz tutmuş, kısa boylu, tıknaz bir adamdı. Akşam yemeğinde eniştesi, Sara’ya sevgiyle bakarak, «Sana bir sürprizim var, tatlı kız,» de di. «Kız kardeşim Jean’in oğlu Eddie’yi bu gece eve çağırdım. ‚Genç bir arkadaşla birlikte olmak hoşuna gider, değişiklik olur,’ diye düşündüm.» Sara keyfinin kaçtığını belli etmedi. Teyzesi ile eniştesi ona o kadar iyi davranmışlar, yakınlık göstermişlerdi ki, hoşça vakit geçirmesi için düzenledikleri bir programı bozmak düpedüz nankörlük olurdu. Kısa bir süre önce uğradığı düş kırıklığını nereden bilebilirlerdi ki? Barry, en çok ihtiyaç duyduğu anda onu yalnız bırakmıştı. Bir süre yürüyemeyecek olan Sara’yı koluna takıp seçkin çevrelerde gözleri üstünde toplayamayacağını anlayınca, hemen başka bir kızla çıkmaya başlamıştı. Barry, yıldızı yeni parlayan bir oyuncuydu. Sara kazadan birkaç ay önce onunla çıkmaya başlamış; Barry’nin yalnızca onunla birlikte görünmekten hoşlandığını anlayamamıştı. Bu nedenle henüz erkeklerle ilgilenecek durumda değildi. Yine de, «Çok iyi olur,» diye cevapladı eniştesini. Eniştesi koltuğuna yerleşirken başını sallayarak onayladı.

«Umarım. İyi bir çocuktur, bir garajda çalışıyor.» Karısı atıldı. «Garajda çalışmıyor, Arthur.» Sara’ya dönerek devam etti. «Garajın sahibi, hayatım. Kendisi çalışmıyor, işçileri çalıştırıyor.» Sara, Eddie’nin bu yargıya katılmayacağından emindi. Bir işletmeyi yönetmenin kolay olmadığını Sara bilirdi. Kendi reklam şirketini yöneten üvey babası eve yorgunluktan bitkin dönerdi. «Bana zaman ayırması gerçekten incelik,» dedi Sara içtenlikle. «Doğrusunu söylemek gerekirse, onu ikna etmek için biraz uğraşmam gerekti. Sonunda razı ettim.» Eddie onunla çıkma konusunda isteksiz olduğu için, Sara o gece görünümüne her zamankin den fazla özen gösterdi. Delikanlının geldiğini duyunca, aynaya son bir kez göz attı.

Yeni yıkanmış pırıl pırıl saçları hafif dalgalarla sırtına kadar iniyor, yüzünün iki yanında doğal bukleler oluşturuyordu. Evet; bu haliyle kaza gününe kadar hızla yükseldiği mesleğindeki kapak kızı görünümüne tümüyle uyu yordu. Eğer Eddie kör değilse, onu görür görmez çarpılacaktı. Çarpıldı da. Bu, koyu mavi gözlerinin onu görür görmez büyümesinden, yavaşça ayağa kalkışından, hayran hayran bakışından apaçık belli oluyordu. «Merhaba,» diye buğulu bir sesle selamladı onu Sara. «Ben Sara, siz de Eddie olmalısınız.» Zarif bir hareketle elini uzattı. Eddie elini sıktı, bırakmaya pek niyetli görünmüyordu. Eli tüm kol gücüyle çalışan insanlarınki gibi sert ve güçlü, kısa kesilmiş tırnakları tertemizdi. Otuz yaşına yaklaşmış, açık sarı saçlı, yakışıklı bir gençti. Gündelik giysileriyle gelmişti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir