Carole Mortimer – Son Gece

“Aslında biz bu kitabı bir dizi halinde yayınlamayı düşünüyorduk,” dedi masanın gersinde oturan adam Joanna’ya. “Herhalde bundan sonraki hikâyeleriniz de güzel olacaktır.” Joanna omuzlarını silkti. “Sanmıyorum.” Adamın yüzünde beliren gülümseme onun yazarların bu tür kaprislerine alışık olduğunu gösteriyordu. Joanna hayatında ilk kez bir yayıncının çalışma odasındaydı ve odanın görünümü onda bir avukatın odası izlenimini uyandırmıştı. Bundan birkaç ay kadar önce James Colnbrook’a Billy adlı küçük bir köpeğin başından geçenleri anlatan bu kitabı yolladığı zaman işin bu kitapla biteceğini sanmıştı. Ama Billy üzerine bir dizi kitap yazması mümkün değildi. “Yazı yazacak zamanım olacağını sanmıyorum,” dedi yayıncıya. “Bu kitabı oturup yazmam bile birkaç ayımı aldı.” “Bazen insanın yıllarını bile alır… hatta yapacak başka bir işi olmayanların bile,” diye adam onun ileri sürdüğü bahanenin yeterli olmadığını belirtti. Sonra yumuşak bir sesle, onu yüreklendirmek için, “Ama bu diziyi hazırlayabileceğinizden eminim Miss Radcliffe.” Joanna adamın mavi gözlerinin içine dik dik baktı. “Mrs.” Diye düzeltti.


“Mrs Radcliffe.” Joanna dikkatle adamın bu bilgiyi hazmetmeye çalışmasını izledi. Kıvırcık sarı saçları, minyon hatlı yüzü, incecik bedeniyle hiç de evli bir kadına benzemediğini biliyordu, hatta üzerine giydiği pahalı ve şık kıyafet bile ona evli kadınlara mahsus ağır havayı veremiyordu, ama evliydi işte. Yirmi üç yaşındaydı ve kendisi için hiçbir önemi kalmayan bir evliliğin esiriydi. “Özür dilerim, fark etmemiştim.” James Colnbrook gülümseyerek genç kadına baktı. Şimdi onun parmağında duran pahalı nikah yüzüğüne dikkatle bakıyordu. Joanna omuzlarını silkti. “O kadar önemli değil değil mi?” “Yoo, hayır, değil tabi.” Şimdi James Colnbrook karşısında oturan bu genç hanımı daha dikkatle inceliyordu. Çalışma odasından içeri ilk girdiği zaman onda bir yönetici sekreter havası hissetmişti, “Hatta belki sekreter olarak çalışıyor” diye geçirmişti içinden. Ama şimdi genç kadındaki korunmasız havayı daha iyi görüyordu. Çok genç ve çok güzel olmasına rağmen dudağının iki yanındaki derin çizgileri ilk kez fark ediyordu. Joanna Radcliffe genç yaşına rağmen acılı bir olay yaşamış bunun etkisinden kurtulmayı başarmış biri gibi görünüyordu, ama bu olayın bıraktığı izin ne kadar derinlere indiğini tahmin etmek zordu. “Kocanız çalışmanıza bir şey der mi?” ilk kez kendini bu kadar tedirgin hissediyordu James Colnbrook.

Bu havayı dağıtmak için yapma bir kahkaha attı. “Bazı erkekler eşlerin çalışmasını kendileri için bir tehdit olarak görürler de,” diye ekledi. Genç kadın birden gerildiğini hissetti. “Joshua’nın böyle bir kaygısı yoktur,” dedi Joanna soğukça. Joshua Radcliffe… bu ad ona bir şeyler hatırlatmalıydı ama James Colnbrook bir türlü ne olduğunu çıkaramıyordu. “Demek her gün birkaç saat çalışmanıza ses çıkarmaz?” dedi dalgın bir tavırla, aklı Joshua Radcliffe’deydi. “Başka kitap yazmayacağımı söylediğim zaman kocamı kastetmemiştim,” dedi Joanna. Bu kez sesi tam anlamıyla buz gibi çıkmıştı. “Ben yalnızca zamanım olmayacağını anlatmak istemiştim. Kocamın bu işle ne gibi bir ilgisi olduğunu anlayamadım Mr Colnbrook. Bu kitabı ya basarsınız ya da geri verirsiniz… hem başkalarını da yazmaya gerek yok.” “Ama bizim için çok önemli.” Bu küçük bokserin maceralarını çocukların severek okuyacaklarını çok iyi biliyordu. Ama onun asıl ilgisini çeken Joanna Radcliffe’di. Şimdiye kadar hiçbir kadın onu bu kadar etkilememişti.

“Evet, sizin kitabınızı basmak isteriz Mrs Radcliffe,” dedi James. Şimdi kendini biraz olsun toplamıştı. “Ama yazarlarımız hakkında biraz bilgi sahibi olmak da isteriz.” “Neden?” “Neden mi?” çünkü kitabın arka kapağına yazarın hayatını basarız da ondan,” diye açıkladı adam. Daha adam sözünü bitirmeden Joanna başını iki yana sallamaya başlamıştı bile. “Böyle bir şey istemiyorum,” dedi kararlı bir tavırla. “Zaten kitabımı da takma bir ad altında yayımlayacaksınız.” “Takma ad mı? Ama neden?” çoğu yazar adlarının yayımlanmasından gurur duyarlardı. Bu kadını bir tütlü anlayamıyordu. Buz gibi bir çift mavi göz adamın gözlerinin içine bakıyordu şimdi. “Böyle olmasını tercih ediyorum da ondan,” dedi Joanna kısaca. “Ama…” Joanna’nın gözlerindeki kararlı ifadeyi görünce sustu. “Pekala,” dedi içini çekerek, “Nasıl isterseniz, ama bence… Joshua Radcliffe! Şimdi anlıyorum.” Karşısında oturan kadına şimdi daha değişik bir gözle bakıyordu. Bu kadın Joshua Radcliffe ile evli olamazdı.

Harley Street’in ünlü uzmanı, hem de en pahalılarından… nasıl da hatırlayamamıştı. Daha kısa bir süre önce karısının ameliyatını yapmıştı. Aslında James doktorla hiç karşılaşmamıştı, çünkü ne doktorlara ne de muayenehanelere tahammülü yoktu. Hatta karısı ameliyat olduğu zaman bile hastaneye onu ziyarete ancak iki defa gitmişti… Joanna James Colnbrook’un kendisiyle gereğinden fazla ilgilendiğinin farkındaydı. Sabırsız bir hareketle bileğindeki altın kol saatine bir göz attıktan sonra çantasını eline aldı. “Yemek için randevum var, gitmeliyim.” “Ama genellikle yazarlarımla tanıştığım zaman onları yemeğe davet…” “Üzgünüm.” Joanna ayağa kalktı. “Ama gitmem gerekiyor. Randevuma geç kalmak istemem.” James Colnbrook da ayağa kalktı. Yüzünde sıkkın bir ifade vardı. Geçkin yaşına rağmen hala yakışıklıydı. Kadınlar tarafından reddedilmeye de hiç alışkın değildi. Ama Joanna bu tür erkeklere karşı bağışıklık kazanmıştı çünkü kendisi de böyle bir erkekle evliydi.

Bu nedenle hiç etkilenmemişti. “Sizi tekrar ne zaman göreceğim?” diye sordu James Colnbrook. Kapıya kadar gitmiş olan Joanna biran durdu ve, “Sekreteriniz beni arar,” dedi. ”Ama…” “Sizinle tanıştığıma çok sevindim Mr Colnbrook. Bu dizi yazmak fikrini bir daha düşüneceğim.” Ve kapıdan çıktı. Binadan dışarı çıkınca hemen bir taksi çağırdı. Şoföre gideceği restoranın adresini verdikten sonra arkasına yaslandı. Demek kitabı basılacaktı. Joanna Radcliffe basılacak kadar güzel bir çocuk kitabı yazmayı başarmıştı. Yıllardır Joshua’nın karısı ya da gölgesi demek daha doğru olurdu yaşadıktan sonra şimdi ilk kez kendi kişiliğini kanıtlıyor ve kimsenin yardımı olmadan kendi başına bir iş başarıyordu. Aslında bundan eline pek büyük bir para geçmeyecekti. James Colnbrook onu bu konuda başından uyarmıştı. Hem onun paraya ihtiyacı yoktu zaten. Zengin bir adamla evliydi ayrıca babaannesinden de yüklü bir miras kalmıştı.

Hayır onu tatmin eden başarılı olması, kitabının basılacak kadar beğenilmiş olmasıydı. Joanna restorana içeri girdiği zaman annesini her zamanki masada kendisini bekler buldu. Annesi randevusuna geç kalanlardan hiç hoşlanmazdı. Şu anda yüzündeki ifade de açıkça bunu gösteriyordu. Joanna, “Geç kaldığım için özür dilerim anne,” diyerek aceleyle annesinin karşısındaki sandalyeye oturdu. Garsonun önüne koyduğu şeri bardağını eline aldıktan sonra başını kaldırıp garsona gülümsedi. “Önemi yok Joanna.” Annesinin sesi sertti. Anne kız birbirlerine çok benziyorlardı. Annesi kırk beş yaşında olmasına rağmen kendine iyi baktığı için yaşından çok daha genç gösteriyordu. Joanna annesinin sesindeki içtenlikten yoksun ton karşısında “Yayınevindeki işim biraz uzadı,” diye mırıldandı. “Ne dediler sana?” diye sordu annesi. Ama bunu merak ettiğinden değil sırf nezaketinden sormuştu. Joanna annesinin bu ilgisizliğinden ne kadar alındığını belli etmemeye kararlıydı. Hiçbir zaman yaptıklarından dolayı onunla gurur duyan bir ailesi olmamıştı zaten.

Babası zengin ve başarılı bir bankerdi, annesiyse babasının sağ kolu, Joshua ise… o her konuda başarılıydı. Kendi küçük başarısı onlar için önemli olmayabilirdi ama her şeye rağmen Joanna başarısıyla gurur duyuyordu, şu anda diğerlerinin ne düşündüğü onun için hiç önemli değildi. Soğuk bir tavırla omuzlarını silktikten sonra mönüyü incelemeye başladı. “yayınlayacaklar.” “Gerçekten mi ?” Annesinin gözleri açılmıştı. “Bir kurt köpeğinin maceralarıydı değil mi?” “Bokse” diye düzeltti Joanna. Annesiyle bu haftalık yemeklerini yiyerek kendi kendine neden eziyet etmeye devam ettiğini merak ediyordu. Yaptıkları karşısında annesinin gösterdiği ilgisizlik onu hep incitiyordu. Ayda bir Joshua ile evlerine gittikleri zaman babasını görebiliyordu. İkisi de öyle hızlı bir hayat yaşıyorlardı ki, Joanna ayda bir bile olsun onların kendilerine zaman ayırmalarına hayret ediyordu. Joanna kendini bildi bileli ailesinin ona ayıracak pek zamanı olmamıştı. “Billy gibi,” dedi Joanna. “Joanna,” diye onunla sert sert konuştu annesi. “Billy yıllar önce öldü.” “Belki ama onu çok severdim,” Joanna küçük bir çocukken bir keresinde babası doğum gününü unutmuştu.

Daha sonra bu ayıbını kapatmak için hayvan satan bir dükkanın önünden geçerken kızı için küçük bir bokser almıştı. Ama karısının hayvanlardan hoşlanmadığı aklının köşesinden bile geçmemişti. Joanna köpeği görür görmez ona bayılmıştı ve annesinin bütün itirazlarına rağmen babasını kandırarak köpeğin evde kalmasını sağlamıştı. Ama Billy çok yaramaz bir köpekti ve kısa süre sonra evde ne kadar pabuç varsa kemirmenin yanı sıra evdeki mobilyalara da zarar vermeye başlayınca annesi Billy’nin evden içeri girmesine izin vermemişti ve Billy sonuçta bahçeye atılmıştı. Ama geceleri uyumak için mutfağa alınıyordu. Joanna köpeğin tümüyle evden atılmamasına şükretmekle yetinmişti. Dokuz yıl boyunca Billy Joanna’nın en iyi dostu olmuştu. Ama günün birinde sokakta bir arabanın altında kalarak can vermişti. Joanna köpeğini hiçbir zaman unutmamıştı. Ve ona karşı duyduğu bu sevgi sonunda billy adlı bu çocuk kitabını kaleme almasına neden olmuştu. “Yani bana bir yayımcının bu kitabı para karşılığı yayınlamak istediğini mi söylemek istiyorsun?” diye sordu annesi. “Evet,” dedi joanna. “Şu işe bak,” dedi Cora başını iki yana sallayarak. “Ya Joshua ne diyor buna?” Joanna’nın sinirleri bozulmaya başlamıştı. “Bu konuda pek bir şey söylemedi,” diye mırıldandı.

“Haklı da. Onun gibi ünlü bir erkeğin karısı oturup çocuk romanları yazsın!” Joanna kaskatı kesildi. “Karşı çıktığını söylemedim anne. Sadece bu konuyu pek konuşmadığımızı söyledim.” Aslında artık birbirleriyle hemen hemen hiç konuşmaz olmuşlardı. Annesi tam ağzını açmaya hazırlanıyordu ki garsonun yanlarına gelmesi üzerine yeniden susmak zorunda kaldı. Joanna tabağındaki yemekten bir çatal aldıktan sonra, “Ne söyleyecektin anne?” diye sordu. Annesi sinirli sinirli ona baktı. “Yemek yerken konuşulmaz Joanna, daha sonra!” Joanna ağır ağır yemeklerini yedi. Sıra kahveye geldiği zaman genç kadın kendini annesinin çekeceği nutuğa hazırlamaya başladı. Artık yıllardan beri annesinin bitmek tükenmek bilmeyen nutuklarını dinlemekten bıkmıştı. Billy Bokser’in yayınlanmasının çok büyük bir olay olmadığını biliyordu. Ama hayatında ilk kez bir başarı elde etmişti ve bunu bilmek Joanna’yı mutlu etmeye yetiyordu. “Nasıl olduğunu merak ediyordum.” Joanna gözlerini kırpıştırarak annesine baktı.

“Kimi merek ediyorsun?” diye sordu. “Joshua’yı, kimi olacak. Kitabından dolayı çok heyecanlı olduğunu biliyorum, Joanna, ama beni dinlemelisin! Geçen Pazar Joshua’nın yemeğe gelmemesine çok üzüldük. Nasıl olduğunu merak ediyoruz.” Joanna omuzlarını silkti. “Geçen Pazar kliniğe geri dönmesi gerektiğini söylemiştim size.” Annesinin kaşları çatılmıştı. “Bu aralar çok çalışıyor.” Joanna bıkkın bir ifadeyle annesine baktı. “Eğer bana bir şey anlatmak istiyorsan, bunu açıkça neden söylemiyorsun anne? Oyun oynamaktan bıktım.” Annesi sinirlenmişti. “Joshua ile mutlu musun Joanna?” Joanna bakışlarını kaçırdı. “Gayet tabi.” “Biliyorsun önce baban daha sonra da ben bu evliliğe karşı çıkmıştık…” “Karşı çıkmak mı? Hatırladığım kadarıyla onun kim olduğunu öğrenen kadar bu konuda konuşmayı bile istememiştiniz.” “Bu doğru değil!” diye itiraz etti annesi.

“Joshua’nın önemli biri olduğundan emindim ben. Ama senden çok büyük olması beni endişelendirmişti. Senin evlenecek olgunluğa erişmemiş olduğuna inanıyorduk, ama o durumda…” “Anne ne söyleyeceksen söyle de rahatla,” diyerek onun sözünü kesti Joanna. Annesinin sanki onu çok düşünürmüş gibi davranmasına sinirlenmişti. “Duydum ki…” Annesinin duraksadığını görünce, “Evet?” diye üsteledi Joanna. “Bu bir dedikodu olabilir…” “Anne!” “Joshua’nın evden uzak kaldığı saatlerde yalnızca çalışmadığı söylentisi var etrafta! Oh, söyledim işte.” Cora’nın sarsılmış bir hali vardı. “Söylediğim için çok rahatladım artık. Ama bütün bunlar dedikodu olabilir. Jackie Simms’in dedikodu yapmaktan ne kadar hoşlandığını bilirsin. Ama ben…” Joanna annesini dinlemiyordu bile. Yeniden düşüncelere dalmıştı. Joshua ile aralarında sorunlar çıkmıştı, her evlilikte olduğu gibi, ama Joanna bir kez olsun kocasının hayatına başka bir kadının girebileceğini aklından geçirmemişti. Joshua’nın ateşli bir erkek olduğunu biliyordu ve o… “… ve sana hep, Angela Hailey’in bir sekreter olamayacak kadar güzel bir kız olduğunu söylemişimdir, hele Joshua gibi bir erkeğin,” diye bu arada konuşmasını sürdürüyordu annesi. “Angela Hailey mi?” Annesinin bu sözleri üzerine irkilmişti.

“Bana bu işin içinde bir kadın olduğunu mu söylemek istiyorsun?” “Jackie’nin söylediklerine göre,” dedi annesi. “Tabii yüzde yüz haklı olmayabilir ama genelde boş atıp dolu tutan bir kadın değildir,” diye eklemeyi de ihmal etmemişti. “Angela çok güzel bir kadın.” “Angela’nın hayali birden Joanna’nın gözlerinin önüne serilivermişti. İnce uzun her zaman gösterişli kıyafetler giyen, omuzlarına kadar dökülen kızıl saçlarıyla Angela gerçekten güzel bir kadındı. Son yedi yıldan beri Joshua’nın sekreterliğini yapıyordu. Karşılaştıkları zaman Angela ondan hoşlanmadığını belli etmekten hiç çekinmemişti, yine de Joshua yanlarında olduğu zaman Joanna’ya karşı hep nazik davranmıştı. Joanna onun bu davranışlarını fark etmemiş gibi davranmayı tercih etmişti ama nedense bu Angela’yı daha da kızdırmıştı. Evet, Angela Hailey’i Joshua’nın metresi olarak gözlerinin önüne getirebiliyordu. Böyle bir role çok uygundu o. Hem Joshua’nın kızıl saçlı kadınlara karşı zaafı olduğunu da biliyordu. Joshua ile ilk karşılaştığı zaman da yanında kızıl saçlı bir kadın yok muydu? Joanna omuzlarını silkti. “Joshua gibi adamların arkasından hep böyle dedikodular yapılır. Hanım hastalarından yarısı onunla ilişkileri olduğunu iddia ediyor, diğer yarısıysa ona analık etmek için yanıp tutuşuyor. Eğer onların anlattıklarına kulak asacak olsaydım, ya da inanmaya kalksaydım şu anda sinir krizleri geçirdiği içn akıl hastanesine kaldırılmış zavallı bir eş olurdum.

” Annesinin sıkılmış gibi bir hali vardı. “Kimse sinirlerin bozuldu diye seni suçlamazdı ama, öyle değil mi Joanna?” diye ters bir tavırla konuştu. “İnanılmayacak kadar vurdumduymaz bir insansın. Joshua Angela hialey’le ateşli bir aşka hayatı yaşayabilir diyorum, sense arkana yaslanmış kocanı korumaya kalkıyorsun.” Joanna annesinin gözlerinin içine baktı. “Doğru olduğunu söylememi mi isterdin?” “Eğer gerçek payı varsa evet!” Joanna içini çekti, “Korkarım bunu bana değil Joshua’ya sorman gerek. Bir erkeğin eşinin böyle şeyleri duyan en son kişi olduğu söylenmez mi?” diye ekledi kuru bir sesle. “Annesi, “Umrunda değil mi?” diye sinirli sinirli sordu. “Neden umrumda olmasın ki? Joshua benim kocam. Ama ona sorsam bile bana Angela Hailey’le aşk hayatı yaşayıp yaşamadığını söylemeyecektir… benim de böyle bir soru sormaya niyetim yok zaten.” “Ona bu kadar çok mu güveniyorsun?” Hayır, aslında kocası umrunda bile değildi. Hatta hayatında başka bir kadın olması bile umrunda değildi. “Biz evliyiz,” dedi kuru bir sesle. “Bu durumun da değişeceğini hiç sanmıyorum. Ama eğer durumumuzda bir değişiklik olursa bunu ilk öğrenecek kişi sen olursun anne.

Böylece bu kez dedikoduyu Jackie Simms2in ağzından değil, doğrudan benden öğrenmiş olursun.” “Joanna bu işi alaya alma…” “Nasıl davranmamı isterdin? Bana gelmiş kocamın beni başka bir kadınla aldattığını söylüyorsun… ne yapmamı isterdin? Sinir krizleri geçirmemi mi? O zaman memnun kalır mıydın?” Joanna’nın sesini yükseltmesi üzerine annesi tedirgin bir tavırla çevresine bakındı. “Ben senin mutluluğunu düşünüyordum,” dedi alçak bir sesle. “Joshua’dan sana söz etmemin nedeni de bu. Çoğu erkekler… yapar bunu. Hatta baban bile… her neyse,” diye konuyu hemen kapattı. “Ama neler olup bittiğini bilirsen belki bu işe bir son verirsin diye düşündüm.” Bu işe bir son vermek istiyor muydu? Joshua kendisi için bu kadar önemli miydi? Bunun cevabını çok iyi biliyordu. Eğer annesi onun Joshua’ya karşı duygularını bilse çok üzülürdü. “Gitmem gerekiyor anne.” Masanın üzerinde duran hesap pusulasını aldı. “Sanırım ödeme sırası bendeydi. Gelecek sefere görüşmek üzere.” “Joanna…” “Evet anne?” “Sana söylediklerimi bir düşün.” Cora’nın endişeli bir tavrı vardı.

“Joshua… işini bilen tecrübeli ve kaliteli bir erkek. Eğer söylediklerim doğru çıkarsa onu fazla suçlama. Bunun gelip geçici bir macera olduğundan eminim. Oh, kitabın için de tebrikler,” dedi dalgın dalgın. “Teşekkür ederim anne.” Bir taksiye binip Belgravia’daki evlerine döndü. Burası ona artık evden çok bir otelmiş gibi geliyordu. Joshua’nın kendisiyle evlenmesinden önce bu eve bakan kahya kadın hala yanlarındaydı. Ev işleri Joanna için sorun olmuyordu. Mrs Barnaby evin her zaman tertipli olmasını ve her istenilenin anında yapılmasını sağlıyordu. Kendisine kapıyı açan hizmetçi kızı başıyla selamladıktan sonra holdeki masanın üzerinde duran mektuplara bir göz attı. Çoğu Joshua’nındı. Mutfaktan elinde çay tepsisiyle çıkan kahya kadına, “Beni arayan soran oldu mu Mrs Barnaby?” diye sordu. “Mr Radcliffe aradı ve her zamanki gibi saat yedide yemeğe geleceğini bildirdi.” Dedi kahya kadın gayet ciddi bir tavırla.

“Teşekkür ederim,” joanna çayını fincana koyduktan sonra , “Yukarı odama çıkaracağım,” dedi. Kahya kadının yatak odasında çay içilmesinden hoşlanmadığını biliyordu ve birlikte geçirdikleri bunca yıl içinde onu bu işe bir türlü alıştıramamıştı nedense. Yatak odası tam Joanna’nın kişiliğini yansıtacak bir biçimde, hanım hanımcık döşenmişti. İlk evlendikleri zama Joshua onu memnun etmek için elinden geleni yapmıştı ama banyo ve banyonun yanındaki kendi yatak odasına el sürmemesini ondan rica etmişti. Ayrı yatak odaları… ilk evlendikleri zaman joanna bir gün bile kocasından ayrı yatmayacağını sanmıştı. Joshua’nın gece hastaya çağrıldığı zaman geç döneceğini ve kendisini uyandırmak istemediğini ileri sürerek kendi yatak odasını olduğu gibi bırakmak istemesine gülmüştü. Ama artık gülmüyordu. Hatta ayrı yatak odaları olduğu için tanrıya şükür bile ediyordu. Onunla aynı yatağı paylaşmaya tahammülü yoktu. Annesinin kocası ile sekreteri hakkında söyledikleri geldi aklına. Olabilirdi… kocasının gece geç saatlere kadar klilnikte kaldığını biliyordu ve bu bir bahane olabilirdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir