Carole Mortimer – Yesil Gozlu Buyucu

Lindsay, Londra’nın ünlü fotoğrafçılarından biri olan Joel Sutherland’ın yanında çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra ona aşık olduğunu anlamıştı. Mesleğinde olduğu kadar kadınlarla ilişkilerinde de haklı bir ün sahibi olan Joel genç kızın güzelliğini fark etmekte gecikmedi. Lindsay bir süre sonra genç adamın evine taşınmış ve birlikte yaşamaya başlamışlardı. Ama Joel’ın tahammül edemediği bir tek sözcük vardı “aşk”. Genç adam ona aşık olmadığını hiçbir kadınla duygusal bir ilişkiye girmeyeceğini sık sık tekrarlıyordu. Fakat Marilyn adındaki fotomodelin birdenbire ortaya çıkmasıyla Joel’ın aşktan kaçmadığını anladı Lindsay. Genç adamın mutluluğu Marilyn’in kollarında ararken Lindsay’i yargılamaya hiçbir hakkı yoktu artık… “Lindsay? Lindsay, kapıyı aç Tanrının cezası!” Joel’ın öfkeyle bağırdığını ve kapıyı yumrukladığını duyunca hiç şaşırmamıştı aslında. Onun geleceğinden ve böyle bir tepki göstereceğinden emindi. Sadece zamanını bilmiyordu Lindsay. Ama iş gezisinden dönüp, Maybury’den olan biteni öğrenince öfkeden deliye döneceğini ve soluğu burada alacağını tahmin etmişti. “Lindsay bırak içeri gireyim. Biraz konuşalım.” Konuşmak! Daha önce de defalarca konuşmuşlar ama hiçbir yararını görememişlerdi. Şu anda da faydası olacağını sanmıyordu genç kadın. “Lindsay, lütfen!” Joel’in yalvarışına dayanmak çok güçtü.


Çünkü Joel Sutherland hiçbir zaman yalvarmazdı! Hele bir kadına sadece konuşmak için yalvarması inanılır gibi değildi. Çevresindeki birbirinden güzel kadınlar ona çok daha fazlasını verebilmek için her zaman hazır beklerlerdi çünkü. Sadece konuşmak için yalvarıyorsa demek ki büyük bir umutsuzluk içindeydi. Lindsay ayağa kalkıp yavaşça kapıya doğru yürüdü. Altın sarısı saçlarının çevrelediği güzel yüzünde birkaç dakika önceki kararsız ifadeden eser kalmamıştı. Çekik yeşil gözleri, anlamlı yüzü ve biçimli vücuduyla bir fotomodel kadar çarpıcıydı. Ama bu kadar riskli ve kısa ömürlü bir mesleği seçmeyecek kadar da zekiydi. Gözlerinin çevresindeki çizgiler gülmeyi ve hayatı sevdiğinin en belirgin özelliğiydi. Ama şu anda hayatı sevdiğinden son derece emin değildi genç kadın. Kapıyı açtığı anda çok sıkıntılı dakikalar geçireceğini biliyordu. Joel’ın sekreterliğini yaptığı bir yıl boyunca çok iyi öğrendiği bir şey vardı. Eğer işler yolundaysa dünyanın en çekiçi erkeği olmasını biliyordu genç adam. Ama işler istediği gibi yürümezse… Havada uçan eşyalara kaç kez tanık olmuştu… Lindsay anahtarı kilidin içinde çevirir çevirmez Joel bir fırtına gibi onu ittirip içeri daldı. Öfkeli bakışlarla odayı gözden geçirdikten sonra, sakin bir tavırla kapıyı kapatan Lindsay’e döndü. Evde başka kimse olmayışına şaşırmış gibiydi.

Gözlerini tehlikeli bir biçimde kısarak “Nerede o?” diye bağırdı. Lindsay şaşırdı. “Kim?” “Roger Hillier” Sabırsızca saatine bir göz attı. “Yoksa çok erken mi geldim? Evet, sanırım erken geldim.” Gözlerinde aşağılayıcı bir ifade belirdi. “Ancak akşama doğru yataktan kalkar o!” Lindsay hiç cevap vermeden gözlerini karşısındaki erkeğe dikti. Bir yıl önce ilk karşılaştıklarında kalbinin deli gibi çarpmaya başladığını, başının döndüğünü, avuçlarının ter içinde kaldığını hissetmişti. Şu anda da durum hiç farklı değildi. Joel’ı hala ilk günkü gibi seviyordu… Otuzdört yaşındaydı genç adam. Yani ondan tam on iki yaş büyüktü. Ama gür, siyah saçlarının arasında kırlaşmış tek bir tel bile yoktu. Köşeli, sert çizgili çenesi, düzgün burnu ve biçimli dudaklarıyla bir kadının hayal edebileceği en yakışıklı erkekler listesinin başında yer alabilirdi. Ama yüzünün en çarpıcı kısmı yine de gözleriydi. Keyfi yerindeyken bal rengi olan bu gözler, öfkelendiği zaman birden koyulaşır, kahverengiye dönüşürdü. Diğer meslektaşları gibi üstüne solmuş bir bulicinle spor bir gömlek veya tişört geçirip çalışmayı da reddederdi Joel Sutherland.

Böyle bir kıyafetin müşteriler üzerinde olumlu bir etki bırakmayacağını savunurdu. Sahibi olduğu fotoğraf ajansının başarısı da bu görüşü doğruluyordu zaten. Usta bir fotoğrafçı olmasının yanısıra şıklığının da bu başarıda payı olduğundan eminde Lindsay. İşte yine kahverengi bir takım elbise giymiş, krem rengi şık bir gömlek ile kıyafetini tamamlamıştı. Her zamanki gibi kendinden emin, başarılı, güçlü erkek havasını yayıyordu etrafına. Ama altı aydır birlikte yaşamalarına rağmen, Lindsay onun kişiliği hakkında daha fazla bir şey bildiğini sanmıyordu. “Hillier ne zaman burada olur?” Genç adamın sesi odada yankılandı. “Neden soruyorsun?” “Geldiği zaman ağzını burnunu dağıtacağım da ondan!” Lindsay sakin bir tavırla yerine oturdu. Joel bu kadar öfkelendiği zaman, karşısındakinin sakin davranmak zorunda olduğunu biliyordu. Genç kadını üstündeki açık yeşil ipek elbisenin etekleri ince ve uzun bacaklarını dalgalar halinde sarıyordu. Sade, süssüz ama çok şık bir elbiseydi bu. Joel fazla gösterişli şeyler giymesini istemediği için bütün gardırabunu genç adamın zevkine göre düzenlemişti geçen aylar boyunca. Sakin bir sesle “Roger’ın buraya geleceğinden neden bu kadar eminsin?” diye sordu. Joel kaşlarını çatarak odayı bir aşağı bir yukaru arşınlamaya başladı. “Aylardır peşinde koşup onunla çalışman için yalvarıyor.

” “Seninle birlikte yaşamam için beni ikne etmenin nedeni bu muydu.?” Lindsay’in sesinde acı bir ifade vardı. “Sekreterimi elimde tutmak için bunu yapmam gerekmezdi! İstediğim anda yenisini bulabilirdim!” “Benim de işimi kaybetmemek için birisiyle yaşamam gerekmiyor!” diye cevabı yapıştırdı Lindsay. Joel kaşlarını çatarak bir an durakladı. Şaşırmış gibiydi. “Bu sözler beni terk etmediğin anlamına mı geliyor” “Sadece hala daha sekreterin olduğum anlamına geliyor. Tabi sen de istiyorsan…” “Sadece bugün döndüğümde evde beni beklerken bulacağımı sanmıştım. Ama içeri girer girmez ne kadar yanıldığımı anladım!” Lindsay elinden geldiğince sakin görünmesi gerektiğini biliyordu. Umursamaz bir tavırla omuzlarını silkti. “Unuttuğun bir şey var sanırım. Sen iş gezisindeyken altı aylık süre doldu. Joel “Hiçbir şeyi unutmadım ben” diye bağırdı. “Sadece altı ay doldu diye beni terk edeceğin aklıma gelmemişti!” “Senin evine taşındığım gün bir anlaşma yapmıştık unuttun mu?” Genç adamın gözleri öfkeyle parladı. “O anlaşmaya göre altı ayın sonunda ilişkimizi tekrar gözden geçirecek ve karar verecektik!” “Sen burada olmadığın için ben de tek başıma karar verdim” Genç adam “Peki ben ne olacağım?” diye mırıldandı. “Beni bırakıp gitmeni istemiyorum ki…” Lindsay başını salladı.

“Biliyorum” “Öyleyse bunu neden yapıyorsun?” Genç adamın yumruklarını sıkmaktan eklem yerleri bembeyaz kesilmişti. “Seninle geçirdiğim altı ay hayatımın en güzel dönemi oldu. Senin de aynı şeyleri hissetiğini sanmıştım.” Birden meydan okuyan bir sesle ekledi. “Sanmıyorum, öyle olduğuna eminim!” Lindsay dilinin ucuyla dudaklarını ıslattı. İşin en kötü tarafı Joel’in haklı olmasıydı. Gece gündüz birlikte geçirdikleri altı ay onun da hayatının en güzel dönemi olmuştu. Ama aynı zamanda kalbinin de en fazla kırıldığı dönem… Aşka inanmayan ve inanları da hor gören bir adama aşık olmuştu. Böyle biriyle mutluluğu yaşaması mümkün müydü? Oysa altı ay önce neler hayal etmişti? Diğer kadınların başaramadığını kendisinin başaracağını Joel’ın bu düşüncesini değiştireceğini sanarak birlikte yaşamak üzere onun yanına taşınmıştı. Görünüşte ikisi de mutluydu. Lindsay’in gündüz ofiste, gece yatağında olması genç adamı mutlu etmeye yetiyordu. Her gece sabahın ilk ışıklarına kadar sevişiyorlardı. Bütün bunlar kısa bir süre için yeterli görünmüştü Lindsay’e. Ama bir süre sonra Joel’ın asla değişmeyeceğini, kendisini yatağını ısıtan bir sevgili olarak görmekten vazgeçmeyeceğini anladı. Joel’in genç kadınla paylaştığı tek şey işiydi.

Daha önceki hayatı, ailesiyle ilgili şeyleri sadece kendisine saklıyordu. Aslında bunları öğrenmek pek de zor değildi. Dünyaca tanınmış fotoğrafçının aşk hayatı, son beş altı yıldır basıının ilgilendiği konuların başında geliyordu. Ailesi ile ilgili bilgilere gelince… Onların İngiltere’nin güneyinde bir yerde yaşadıklarıını biliyordu Lindsay. Ama birlikte oldukları altı ay boyunca Joel bir kez olsun onları ziyarete gitmemişti. Bütün bunlar birlikte yaşadığı erkeği tanımak isteyen kadın için o kadar yetersizdi ki! Üstelik hiçbirini de Joel anlatmamıştı. Yine de ona aşıktı Lindsay. Duygularının değişmeyeceğini biliyor ama daha fazlasını bekliyordu genç adamdan. Buna ihtiyacı vardı. Buradaki tek terslik Joel’in daha fazlasını vermeye niyetli olmamasından kaynaklanıyordu. Ayrıldıklarını öğrenince annesinin başını sallayarak “Ben sana dememiş miydim” diyeceğinden emindi. Başından beri bu ilişkiyi onaylamamıştı annesi. Sadece ablası Judi anlayış göstermiş, Lindsay’in ne yapmaya çalıştığını anladığını söylemiş ve ona cesaret vermişti. Ablası her zaman iyi bir dert ortağıydı.Joel ile birlikte yaşamaya başladıktan sonra sık sık ablasının yanına koşmuş ve ona korkularını, kuşkularını anlatmıştı.

Bu altı ayın sonunda bir tek şey kesinlik kazanmıştı. Joel onu sevmeyecekti! “Evet” diye söze başladı. “Evet ne?” Genç adam onun sözünü kesti. “Benimle yaşamak senin de hoşuna gitti mi, gitmedi mi?” “Gitti tabii. Ama…” “Vücutlarımızın birbiriyle mükemmel bir uyum sağladığını da inkar edemezsin öyle değil mi?” Lindsay genç adamın dikkatli bakışları altında kızardığını hissetti. Bunu inkar etmenin bir anlamı yoktu. İlk geceden beri mükemmel bir uyum olmuştu aralarında. Hele Joel, Lindsay’in hayatına giren ilk erkek olduğunu görünce bunu büyük bir keyifle karşılamış ve bir kadınla erkeğin birlikte yaşayabileceği zevklerin en ince noktalarını ona öğretmeye başlamıştı. İlişkilerinin bu yönü her geçen gün daha da mükemmelleşmişti. Hatta Lindsay’in korkuları ve kuşkuları bile bunu etkileyememişti. “İnkar ettiğim bir şey yok” diye kekeledi. “Ama…” “Öyleyse, burada ne işin var?” diye ısrar etti genç adam. “Üstelik büroya telefon edip seninle konuştuğumda da hiç birşey söylemedin. Ben Amerika’ya gittikten birkaç gün sonra eşyalarını toplayıp evden ayrıldığını söyledi Maybury.” “Doğru, üyle yaptım.

Eğer zahmet edip akşamları eve telefon etseydin, Maybury’den ayrılmış olduğumu öğrenirdin.” Genç kadın gereken şeyleri Joel’in uşağına söylemişti ama Joel bir kere bile eve telefon etmediği için bunları öğrenememişti. Lindsay’in geceleri evden çıkmadığından ve onu beklediğinden o kadar emindi ki… Ama geri geldiğinde aşk yuvasındaki kuşun kaçtığını görmüştü. Aşk yuvası! Ne kadar boş bir sözdü bu! Aşık olan sadece kendisiydi, Joel ise yalnızca vücudunu istiyordu onun. Ama Lindsay onu o kadar çok seviyordu ki, bunu anlaması ve kabul etmesi zaman almıştı. Aslında Joel’ın iki harika yardımcısı vardı. Bürodaki işleri Lindsay mükemmel bir şekilde idare ediyor, hiçbir karışıklığa meydan vermiyordu. Maybury ise evin yönetiminden sorumluydu. Eve tertemiz tutuyor ve yemekleri hazırlıyordu. Joel’ın hayatındaki kadına ise sadece yatağını paylaşmak kalıyordu. Birbirleriyle düşüncelerini, hayallerini paylaşmıyorlardı hiçbir zaman. Lindsay onu ailesi ve arkadaşları ile tanıştırmak istediği zaman bunu reddetmişti. Onların bu ilişkiyi onaylamadıklarını, o yüzden tanışmalarının ve birbirlerine güleryüzle davranmalarının sahtekarlık olacağını söylemişti. Belki haklıydı ama yine de bunun Lindsay’i ne kadar mutlu edeceğini bilmesi gerekirdi. Hem ailesi hem de arkadaşları genç kadına aptallık ettiğini, Joel’ın bağımsızlığına düşkün olduğunu, duygusal ilişkilere hayatında yer vermeyeceğini söyleyip durmuşlardı.

Ama bunu anlayıp kabul etmek Lindsay’in altı ayını almıştı. Joel iyice öfkelenerek kaşlarını çattı. “Sanırım beni terk etmenin nedeni akşamları eve telefon etmeyişim değil, değil mi?” Genç kadının gözleri öfkeyle parladı. “Beni daha iyi tanıdığını sanırdım!” dedi sert bir sesle. “Seni tanımadığımı düşünmeye başladım birden.” “Seni terk ettim çünkü zamanı gelmişti.” Lindsay öfkelenmenin hiçbir yararı olmadığını düşünerek daha sakin bir seslekonuştu. “Hayattan beklediğimiz şeyler farklı.” “Seni istiyorum.” “Ama sevmiyorsun.” Joel’ın gözlerinde tehlikeli ışıklar yanıp söndü. “Bunu en başından beri biliyordun sana söylemiştim. Joel’ın gözlerinde tehlikeli ışıklar yanıp sön¬dü. Bunu ilk başından beri biliyordun. Sana söy¬lemiştim.

Lindsay bu cevabı hak ettiğini düşündü. Genç adam her zaman dürüst davranmıştı. «Evet» di¬ye içini çekti. «Ama yine de daha fazlasını bekledin.» Genç adamın dudakları aşağılayan bir tavırla bükül¬dü. Joel’ın sesindeki alayı fark eden Lindsay birden irkildi. Onun kendisini ne kadar çok sevdiğini söylemesini, hatta yeniden birlikte yaşamalarını teklif etmesini beklemiyordu ama duygularıyla alay etmesini de istemiyordu. Bugüne kadar Joel onunla hiç alay etmemişti. Birden ne kadar in¬cindiğini fark etti. «Daha fazlasını beklemedim» dedi yavaşça. «Ama verseydin reddetmezdim» «Lindsay…» Genç kadın sabırsız bir tavırla ayağa kalktı. «Birlikte yaşamaya ve böyle bir hayatı sürdürüp sürdüremeyeceğimizi anlamak için bir deneme yapmaya karar vermiştik. Benim açımdan yürümediğini anladım. O yüzden burada bitirmek en iyisi.» Joel onu koIlarından yakalayarak kendisine çevirdi.

“Beni seviyor musun Lindsay?” Genç kadının gözleri yaşlarla doldu birden «Eğer seviyorsam ne olacak?» diye sordu yumuşak bir sesle Joel’ın yüzü ifadesiz bir maske görünümünü aldı. Kolları iki yana düştü ve genç kadından uzak¬laştı. «Anlaşmamızın içinde aşk yoktu” «O yüzden seni sevmemem gerekir öyle mi?» Lindsay meydan okuyan bir tavırla ona baktı. Genç adamın gözlerinde kuşkulu bir ifade vardı. Lindsa.y’ye inanıp inanmama konusunda kararsızdı. Birden gururunu bırakmaması gerektğini hissetti genç kadın. «Ben sadece varsayımda bulundum Joel. Ne seni ne de başka bir erkeği seviyorum. Sadece bir ilişkiden senin bana verebileceklerinden daha fazlasını beklirum.» Genç adamın gözleri öfkeyle kısıldı. «Örneğin» Lindsay omuzIarını silkerek ellerini elbisesinin ceplerine soktu. Böylece ne kadar titrediklerini göremezdi Joel. «Örneğin paylaşma. Belki de biraz eğlence.

» Gözlerini genç adama dikti. «Duygula¬rını kontrol altında tutmak için o kadar bir çaba harcıyorsun ki hayatın keyfinin nasıl çıkarılacağını bile unutuyorsun zaman zaman. Akşamları ne zaman dışarı çıksak beni son derece saygıdeğer lokantalara ve gece kulüplerine götürmekten başka birşey yapmadın» «Sen saygıdeğer olmayanlara mı gitmeyi tercih ederdin?» Lindsay yorgun bir şekilde içini çekti «Neyi anlatmaya çalıştığımı bile anlamıyorsun» «Anlatmak istediklerini kendinin bile anladı¬ğından kuşkuluyum!» Joel’ın sözleri genç kadının kıpkırmızı kesil¬mesine neden oldu. Hayır anlamıyordu! Neşeyi ve kederi, hatta zamanı geldiğinde gözyaşlarını onunla paylaşmak istediğini anlayamıyordu Joel. «Pekala. Belki de verdiğim örnekler pek iyi değil¬di» diye içini çekti. «Sana şunu anlatmaya çalı¬şıyorum. Benimle asla hiçbir şeyi paylaşmadın. Yatağının dışındaki her şeyi bana kapattın. Se¬nin yatağını paylaşmak belki bazı kadınlar için yeterli olabilir, ama benim için değil!» «Bundan emin misin? » Joel’ın, sesinin birden tehlikeli bir şekilde yumuşadığını fark eden Lindsay güçlükle yutkun¬du. Aynı anda, arkasından yaklaşan genç adamın güçlü kollarının beline sarıldığını dudaklarının ensesinde dolaşmaya başladığını hissetti Lindsay’nin dudaklarının arasından bir inilti yükseldi. Joel’ın elleri yukarı çıkıp göğüslerini okşamaya başladığında bütün vücudu zevkle tit¬riyordu. Genç kadının vücudundaki en duyarlı bölgenin göğüsleri alduğunu çok iyi bilen Joe1 yavaş yavaş göğüs uçlarını parmakları arasında sıkıyor bu da Lindsay’nin dizlerinin bağının çö¬zülmesine neden oluyordu. Birden Joel’ın kolları arasında dönen Lindsay daha fazlasını istercesine dudaklarını ona uzattı. «Gördün mü Lindsay?» Genç adamın yüzünde bir zafer ifadesi belirdi.

«Gerçekten anlamı olan tek şey bu işte!» Lindsay’nin içinde biriken özlem, o kadar yo¬ğundu ki, bu sözlerin anlamını kavrayabilecek durumda bile değildi. Aldığı kararı bir anda unu¬tuvermişti. Onun güçlü kollarına, sıcak dudak¬larına duyduğu ihtiyaçtan başka bir şey düşü¬nemiyordu. Genç adam ipek elbisenin önündeki düğmeleri yavaşça açarak yumuşak kumaş parçasını aşağı doğru sıyırdı. Sonra başını eğip istekle dikleşen çıplak göğüslerden birini ağzının içine aldı. «Okşa beni Lindsay» diye inledi cesaret verir¬cesine. «Senden uzak kaldığım dört hafta boyun¬ca hep bu anın hayaliyle yaşadım.» Son sevişmelerinin üstünden o kadar uzun bir zaman geçmişti ki, ikisi de arzu ve özlemle tit¬riyorlardı. Çok kısa bir süre sonra ikisinin de geri döne¬meyecekleri bir noktaya geleceklerini fark eden Lindsay birden korktu. Eğer kendine hakim ola¬mayıp Joel ile sevişmeyi kabul ederse, onun koy¬duğu şartlarda yine birlikte yaşamaya başlaya¬caklarından emindi. Bedeli ne kadar ağır olursa olsun, çok geç olmadan buna bir dur demesi, ge¬rekiyordu. Titreyen ellerini genç adamın omuzlarına ko¬yup onu itmeye çalıştı. Bu davranış Joel’ın gözle¬rinde tehlikeli ışıkların yanıp sönmesine yol aç¬mıştı. Sonra daha büyük bir istekle ona sarılıp dudaklarını genç kadının yüzünde gezdirdi. Ama dudaklarında Lindsay’nin gözyaşlarının tuzlu tadını hissedince birden başını kaldırdı.

Yüzü öfkeyle kasıldı. «Neden ağlıyorsun?» dedi sert bir sesle. «Daha önce hiç ağlamamıştın!»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir