Cemil Meric – Umrandan Uygarliga

Avrupalının Yunan-ı Kadim muhabbeti bir kendi kendine perestiş, histeriye varan bir perestiş. Sumner Maine, “tabiatın kör kuvvetleri bir yana, kainatta hareket eden ne varsa kaynağı Yunan” diyor. Asya’nın bu haramzade mirasçısına “tek yaratıcı” payesi ihsan eden Sumner Maine, altı yıl Hint kanunlarıyla uğraşmıştı. Biliyordu ki, beşer düşüncesi en muhteşem meyvalannı Ganj kıyılarında vermiş ve şiir Ganj kıyılarında kemalin şahikasına erişmişti. Hegelci idi, yani tekâmüle inanıyordu! Her mucizeyi reddeden Renan’a göre, güneş altında tek mucize vardır. Yunan mucizesi. Yunanistan’ın tabiî güzellikleriyle mest olan üstat, iklimle izah ediyordu bu mucizeyi. Ama “Akdeniz havzasının diğer bölgeleri neden böyle bir mazhariyetten uzak kalmışlar? Bu imtiyazlı toprak, medeniyet öncülüğüne neden devam edememiş?” gibi sorulara cevap vermiyordu Hayat-ı Yesu yazarı.2 Geçen asrın bütün Türk düşmanları Helenizm bayrağı altında toplanırlar. Yunan yüceltildikçe, Osmanlıya karşı duyulan husumet de kabanr. Yunancılık bir baştan bir başa sarar Avrupa’yı. Bu yeni mezhep, ingiliz’le Rus’u, Alman’la Fransız’ı kaynaştırır. Byron’ın hayatına malolur bu karasevda, Hugo’ya neşideler ilham eder. İslâmiyet, Eski Yunan’ın mirasım titiz bir tahlile tâbi tutmuş, değerli bulduğu bilgileri irfan hazinesine katıp, posayı Avrupa’ya terketmişti. Osmanlı aydını için, sular altında kalan bir kıtaydı Eski Yunan.


Olemp Tanrılarının ahlâk dışı maceralarıyla, Pelopones haydutlarının düzme menkıbeleri ne alâkadar ederdi onu? O putperestler ülkesini ilk merak edenler, Abdülaziz devrinin Batı hayranı paşalarıdır. Maarif nazın Saffet Paşa, “tercüme odası hulefasından” Kostantinidi Efendi’ye bir Yunan-ı 2 Renan Ernest, La Vie de Jesus, Paris 1863. 10 Kadim Tarihi ısmarlar.3 Eserine “besmele”yle başlayan bu gayrimüslim Osmanlıya göre, “milel-i kadim-i meşhureden Eski Yunanlılar… mebadi-i medeniyete bir hayli emek ve hizmetlerde” bulunmuş, “ve içlerinde pekçok hükema-i benam zuhur” eylemiş, “zaman-ı hükümetleri ahval-i âlemin tegay-yür ve teceddüdünü mucib olan nice nice vukuat-ı cesimeye masdar olmuş” bir millettir. Ne yazık ki, “millet-i mezkûre-nin ahval ve âsârına dair lisan-ı türki üzere yazılmış bir tarih” yoktur. Kostantinidi Efendi, Yunan paganizmini şöyle anlatır: “Yunanlılar âsâr-ı tabiiyeyi fünun vasıtasıyla anlayamadıkları için onlara -hâşâ ki- uluhiyet isnad edip mesela rüzgâr ve güneş ve ateş ve bahr-ı muhit ve nehirler ve ormanlar Yunanlılar indinde bir ilâh addolunurlar, kezâlik kuvvet ve şecaat ve hüsün ve maharet ve san’at ve dirayet gibi evsaf dahi” birer Tanrı sayılırdı. “Avâm-ı nâsın vehim ve hayali buralarda kalmayıp, mâbudlar için bir iş-i pürâşub dahi terennüm edildiğinden, zuumlannca zevat-t ilâhiyenin ahvâl-i acibelerini, görüp geçirdikleri korkunçtu ve tehlikeli vakıaları uzun uzadıya yazarlardı. İşbu efsaneler topluca olarak bir kitapta münderiç ve Yunanlıların itikad-ı diniyesi ka-vâide merbut olmayıp hemen cümlesi karmakanş ve şâyân-ı taaccûb birtakım hikayat-ı garibeden ibarettir”.* Bu ağırbaşlı kitabın Türk fikir hayatında ne gibi yankılar uyandırdığını bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki -Sadullah Paşa’nın yarıda kalmış ve basılmamış îlyada tercümesi bir yana- Tarih-i Yunan-ı Kadim’in neşir tarihi olan 1870’den ilk Yunan Tarih-i Edebiyatı’nın neşir tarihî olan 1911’e kadar Yunan’ın “enafis-i âsâr”ından hiçbiri dilimize aktarılmamıştır. Nihayet İkinci Meşrutiyet… Batılılaşma yolunda dev adımlarıyla ilerleyen ve Fransız edebiyatı ile sermedi bir 3 Tarih-i Yunanı Kadim, 1870,340 sayfa. 4 a.g.t, s. 29.

11 vuslat halinde yaşayan intelijansiyamızı yeni bir merak sarmıştır, kaynaklara inmek. Batı irfanının Yunan-ı Kadimden başka kaynağı var mı? Resimli Kitab’ın edebiyat tenkitçisi Raif Necdet, arkadaşı Mehmed Rauf’un Yunan Tarih-i Edebi-yatı’nı büyük bir muhabbetle selamlar, “mâzi-i edebiyata vukuf peyda edemeyen bir sanat’kâr, istikbal-i edebiyata nasıl zaferle hükümferma olabilir?… Artık Fransa’yı bir müddet ihmal edebiliriz. Çünkü, şimdiye kadar onunla çok meşgul olduk. Edebiyatımızı marîz, asabi, nisvî yapan bu edebiyatla az bir müddet kat’-ı münâsebat etmeyi ben edebiyatımızın sıhhat ve ciyâdeti için lâzım addediyorum… Yunan-ı Kadim târih-i edebiyatını tedkik, kurun-u ûlâ edebiyatının en mühim ve şâmil bir safhasına nüfuz etmek, yahut başka bir ifade ile edebiyatın menşeini, safâhat-ı teessüs ve teşekkülünü görmek demekdir.”5 Mehmed Rauf’un eserini takdim edişi çok daha şairane: “Bir kısm-ı mühimmi iklim-i câzibedârımızda doğup büyüyen, icazkâr elleriyle eyvan-ı şiir ve edebiyatın esaslannı kuran ve nihayet şehrah-ı tefekkür ve tahassüste selasil-i âsâr’a pişva olan Yunan hükema ve şuarasının hayat ve meslekleriyle mahsulat-ı fıkriyeleri hakkında azçok iktisabı malumat iktiza eder.” Yazarın büyük ızdırabı, Yunanca “enafis-i âsâr”ın hâlâ dilimize çevrilmemiş olmasıdır. Filhakika, “Eski Yunanlıların en hakiki ibdaları edebiyatlarıdır. Hususat-ı sairede Mısırlılarla milel-i şarkiyeden hayli iktisa-batda bulundukları halde edebiyatda hiçbir milleti numune ittihaz etmemişlerdir.” Bugünkü Batı edebiyatına “vukuf peyda etmek için” mutlaka Yunan ve Roma edebiyatını bilmek lâzım. “Eski Yunanlılar yalnız Yunan edebiyatının değil fakat edebiyaün mühdndirler”.6 5 Raif Necdet, Hayal-ı Edebiye. 6 Mehmed Rauf, Yunan Tarih-i Edebiyatı, Önsöz. 12 Hülasa edelim: 1912’ye kadar Türk intelijansiyası Yunan-ı Kadime karşı hürmetkar bir tecessüs duymaktadır sadece. Yunan “hocalarımızın hocası”dır, edebiyatın kurucusudur; bu itibarla tanınması şarttır. 1912’de Paris’ten İstanbul’a dönen genç bir kabiliyet bu hürmetkar tecessüsü çılgın bir aşk haline getirir.

Başka bir tabirle, Yunanlı Papadiamanto-pulos (Jean Moreas) ile Kübalı Heredia’nın coşkun tilmizi Yahya Kemal, Paris kahvehanelerinde duyduklarım Peyam-ı Sabah okuyucularına şöyle aktarır: “Tarihte hayy ve muhyî bir insaniyet var. Bahr-ı Sefid havzası. Hayata susayanlar o havzanın sahiline doğru koşuyor. Tarihin bu karn’ını fena bulan insanlar, Athena Pallas etrafında birleşecek. Renan’m altmış sene evvel Suriye’den dönerken Atina Akropolisi üstünden yükselen münacaatı, beş asr-ı tefekkürün son sözü idi.” “Yunan esatiri her kavmindir” genç şaire göre, “medenî insanların ebedî kitabıdır”.7 Bir başka yazısında büsbütün coşar şair, “güneş, denizden şarkılarla yükseliyor, şarkılarla batıyor. Hayat, gündüz coşkun, gece seyyah bir musiki halinde. Erkekler üryan kahramanlar, kadınlar da ince tüllerle örtülü uzun sebular gibi… Zevce ve zevçleri gördüm, kollarını birbirlerinin omuzlarına atmış yürüyorlardı… Beni bu beldenin saadeti ürküttü… Burada aşk, din, san’at; hayat halinde mütecelli. Bu âlem bir sebûtraşm eseridir; bu eseri de eski bir sebudan numune alarak yaptı”.8 Paris’ten gelen şairin sesi, Mısır’dan gelen genç bir ikbalperestte, (Yakup Kadri) tannan akisler buldu. Biraz da onu dinleyelim: “Bütün kitaplarımı yaktım… Kaybettiğim zamana ağlıyorum… nihayet menbaı buldum. Fakat, heyhat, neden sonra… Şimdi kendimi genç, kavi, yüksek ve geniş bu

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir