Christophe Galfard – Evren Avucunda

Kendinizi ılık, bulutsuz bir yaz gecesinde, uzaklardaki bir volkanik adada hayal edin. Adayı kuşatan okyanus bir göl kadar dingin. Bembeyaz kumları küçük dalgalar yalıyor sadece. Çıt yok. Kumsalda uzanmışsınız. Gözleriniz kapalı. Gündüz güneşin kavurup kuruttuğu ılık kumlar, hoş ve egzotik kokularla dolu havayı ısıtıyor. Dört bir yanınız huzur dolu. Sonra aniden, uzaklardan gelen vahşi bir çığlıkla yerinizden sıçrayıp gözlerinizi karanlığa dikiyorsunuz. Ardından… sessizlik. Az önce çığlık atan her neydiyse şimdi suskun. Korkacak bir şey yok besbelli. Ada kimi canlılar için tehlikeli olabilir ama sizin için değil. İnsansımz ne de olsa, avcıların en güçlüsü. Arkadaşlarınız da birazdan içki için size katılacaklar.


Hem tatildesiniz burada, canım. Yeniden kumlara uzanıp dikkatinizi türünüze layık düşüncelere odaklıyorsunuz. Uçsuz bucaksız gökyüzünde sayısız minik ışık titreşip duruyor. Yıldızlar. Çıplak gözle bile her yerde görebiliyorsunuz onları. Çocukluğunuzda sorduğunuz sorular geliyor aklınıza: Nedir bunlar? Şu yıldızlar nedir? Niçin titreşirler? Ne kadar uzaktalar? Şimdi ise m erak ediyorsunuz: Günün birinde gerçekten öğrenebilecek miyiz? Bir iç çekerek ılık kumların üstünde gevşiyor ve bu saçma soruları bir kenara bırakıp “Ne diye kafamızı bunlarla yoralım ki?” diye düşünüyorsunuz. Tepede küçücük bir yıldız göğü boydan boya geçiyor ve siz dilek tutmaya hazırlanırken olağanüstü bir şey oluyor: Son sorunuza cevap verircesine bir anda 5 milyar yıl geçiyor ve kendinizi kumsalda değil, uzayın boşluğunda süzülürken buluyorsunuz. Görebiliyor, duyabiliyor ve hissedebiliyorsunuz ama bedeniniz yok. Cisimsizsiniz. Zihinden ibaretsiniz. Üstelik neler oldu, diye 6 Kozmos düşünecek ya da haykırıp yardım isteyecek fırsatınız bile yok çünkü olmadık bir durum içindesiniz. Tam karşınızda, birkaç yüz bin kilometre ötede bir küre, uzaklardaki küçücük yıldızların oluşturduğu fonda uçuyor. Koyu turuncu bir ışıkla parlıyor, size doğru geliyor ve dönüyor. Çok geçmeden küre yüzeyinin eriyik kayalarla kaplı ve gördüğünüz şeyin aslında bir gezegen olduğunu anlıyorsunuz. Sıvılaşmış bir gezegen.

Hayretler içindesiniz; bir soru geliyor aklınıza: Hangi devasa ısı kaynağı böyle bir dünyayı tüm den sıvılaştırabilir? Sonra birden sağ tarafınızda muazzam bir yıldız beliriyor. Gezegene kıyasla akıllara durgunluk verecek boyutlarda. O da yine dönüyor, yine o da uzayda ilerliyor. Üstelik büyüyormuş gibi bir hali var. Gezegen şimdi çok daha yakınınızda olan ama akıl almaz bir hızla büyümeyi sürdüren dev topun karşısında küçücük, turuncu bir misketten farksız. Dev top ise şimdiden, bir dakika önceye kıyasla iki katma çıkmış. Şu an kızıl bir tona bürünm üş ve etrafa hiddetle milyon derece sıcaklıkta plazma sarmallan püskürtüyor. Sarmallar uzayda adeta ışık hızında patlamalar yaratıyor. Karşınızdaki manzaranın her yönüyle ürkütücü bir güzelliği var. Aslına bakarsanız, evrende gerçekleşebilecek en şiddetli olaylardan birini görüyorsunuz. Ama çıt çıkmıyor. Çıkmıyor çünkü ses, uzay boşluğunda yayılmıyor. Yıldız elbette bu hızla büyümeye devam edemez, diye düşünüyorsunuz; ama ediyor. Şimdi hayal edemeyeceğiniz boyutlara ulaştı. Dayanabileceğinin çok ötesinde enerjiye m aruz kalan sıvılaşmış gezegen ise patlayarak yok oluyor.

Yıldız bunu fark etmiyor bile. Büyümeyi sürdürüyor; başlangıçtaki boyutunun neredeyse yüz katına ulaşıyor; derken aniden patlıyor ve içindeki maddenin tamamını uzaya saçıyor. Hayaletimsi bedeninizden bir şok dalgası geçiyor ve patlamadan geriye sadece dört bir yana püsküren toz parçaları kalıyor. Yıldız yok oldu gitti. Tanrılara layık bir hızla, yıldızlararası boşluğa yayılmış, rengârenk ve görkemli bir buluta dönüştü. Sessiz Patlama 7 Yavaş yavaş kendinize geliyorsunuz ve neler olduğunu kavramaya başladığınız sırada tuhaf bir aydınlanma, korkunç gerçeği aklınıza getiriyor. Az önce ölen yıldız, herhangi bir yıldız değildi. Güneş’ti. Bizim Güneşimiz. Onun parlaklığıyla yok olup giden eriyik gezegense Dünya’ydı. Gezegenimiz. Yuvanız. Artık yok. Tanıklık ettiğiniz manzara, dünyanın sonuydu. Öyle kurgusal bir son ya da Mayalardan kaldığı söylenen zorlama bir fantezi değil… Gerçek son.

İnsanlığın, siz doğmadan bir süre öncesinden, yani az önce gördüklerinizden beş milyar yıl öncesinden bu yana gerçekleşeceğini bildiği bir son. Tüm bu düşünceleri toparlamaya çalıştığınız sırada zihniniz birden şimdiki zamana, kumsalda uzanan bedeninize dönüyor. Kalbiniz hızla çarpmaya başlıyor ve tuhaf bir rüyadan uyanmışçasına doğrulup etrafınıza bakıyorsunuz. Ağaçlar, kumlar, deniz ve rüzgâr bıraktığınız gibi. Arkadaşlarınız size doğru geliyor. Uzaklarda görebiliyorsunuz onları. Ne oldu peki? Uyuya mı kaldınız? Gördükleriniz rüya mıydı? Sorularınız farklı bir yöne doğru kayarken, tekinsiz bir his kaplıyor içinizi: Ya hepsi gerçektiyse? Güneş günün birinde sahiden patlayacak mı? Patlayacaksa insanlığa ne olacak? Böyle bir kıyametten sağ çıkan olur mu? Anılarımıza varana dek varlığımıza ilişkin her şey ama her şey, kozmik unutulm uşluklar arasında yitip gidecek mi? Bir kez daha yıldızlarla ışıldayan gökyüzüne bakıyor ve az önce olanları anlamlandırmaya çalışıyorsunuz. Gördüklerinizin rüya olmadığını içten içe biliyorsunuz. Zihniniz yeniden kum ­ sala dönmüş ve bedeninizle bütünleşmiş olsa da gerçekten de zamanın ötesine, çok uzak bir geleceğe gittiğinizin ve kimsenin görmemesi gereken bir şeyi gördüğünüzün farkındasınız. Sakinleşmek için yavaşça nefes alıp verirken, rüzgâr, dalgalar, kuşlar ve yıldızlar sadece sizin duyabileceğiniz bir şarkıyı fisıldıyormuş gibi tuhaf sesler duyuyorsunuz. Birden neyin şarkısını söylediklerini anlıyorsunuz. Şarkı, hem bir uyan hem bir davet. Olası tüm gelecekler içinde, Güneş’in kaçınılmaz ölümünden ve 8 Kozmos diğer pek çok felaketten insanlığın sağ çıkması için izlenebilecek tek bir yol olduğunu fısıldıyorlar. Bilginin, bilimin yolu. Yalnızca insanlara açık bir yolculuk.

Çıkmak üzere olduğunuz yolculuk. Tine vahşi bir çığlık gecenin sessizliğini parçalıyor ama bu defa onu duymuyorsunuz bile. Az önce zihninize ekilen bir tohum filizlenmeye başladı. Şu evren hakkında neyin bilinip neyin bilinmediğini öğrenme arzusuna kapılıyorsunuz. Başınızı tevazuyla bir kez daha kaldırarak, bu kez bir çocuğun gözleriyle bakıyorsunuz göğe. Evren neden yapılmış? Dünya’nın çevresinde neler var? Peki, ya ötesinde? Ne kadar uzağı görebiliriz? Evrenin geçmişi hakkında bilinen bir şey var mı? Hatta evrenin geçmişi var mı? Dalgalar tadı tatlı kıyıya vururken ve siz bu kozmik sırların günün birinde araştırılıp araştırılmayacağını düşünürken, yıldızların kırpışan ışıklan bedeninizi gevşeterek sizi yan baygın bir hale sokuyor. Yaklaşan arkadaşlarınızın konuşmalannı duyuyorsunuz ama dünyayı nedense şimdiden birkaç dakika öncesinden farklı hissediyorsunuz. H er şey sanki daha bir zengin, daha bir derin. Zihniniz ve bedeniniz bugüne dek düşünebildiğinizden çok çok daha büyük bir şeyin parçası sanki… Elleriniz, bacaklarınız, teniniz… Madde… Zam an… Uzay… Etrafınızı kuşatan birbirine dolanmış kuvvet alanları… Varlığından haberdar bile olmadığınız bir perde, dünyanm üstünden kalkmış, gizemli ve beklenmedik bir gerçekliği gözler önüne seriyor adeta. Zihniniz yeniden yıldızların arasında olma özlemi duyuyor ve içinize, olağanüstü bir yolculuğun az sonra sizi yaşadığınız dünyadan çok uzaklara götüreceği hissi doğuyor. 2 | Ay Bunu okuyorsanız 5 milyar yıl ileriye yolculuk yaptınız bile demektir. Eh, nereden baksanız iyi bir başlangıç. Hayal gücünüzün iyi işlediğine güvenebilirsiniz ki bu da harika bir şey çünkü uzay ve zamanda, madde ve enerjide yolculuk yaparak, yirmi birinci yüzyıl başı perspektifinden gerçekliğimiz hakkında bilinenleri keşfetmeniz için tek ihtiyacınız, hayal gücü. İsteğiniz dışında oldu belki ama doğanın işleyişini anlamak için hiçbir şey yapılmadığı takdirde insanlığı hatta yeryüzü üstündeki tüm yaşam formlarını nasıl bir kaderin beklediğini gördünüz. Uzun vadede hayatta kalabilmemiz, ölmek üzere olan hiddetli bir Güneş taralından yutulmamamız için tek şansımız, geleceğimizi kendi ellerimize almamız.

Bunu başarmak içinse doğamn yasalarını ortaya çıkarmalı ve onlardan yararlanmayı öğrenmeliyiz. Önümüzde uzun bir yol var desek yanlış olmaz. İlerleyen sayfalarda bulacaklarınız ise şimdiye kadar öğrendiklerimizin tümü. Evrenimizde yolculuk yaparken, kütleçekimin ne anlama geldiğini, atomlar ve parçacıkların birbirlerine dokunmadan nasıl etkileşime girdiğini keşfedeceksiniz. Evrenimizin sırlarla dolup taştığını ve bu sırların izinde nasıl yeni madde ve enerji türlerine ulaşıldığını göreceksiniz. Bilinen her şey önünüze serildikten sonra bilinmeyene geçiş yapacak ve günüm üzün en parlak teorik fizikçilerinin, bizim de parçası olduğumuz feci tuhaf birtakım gerçeklikleri açıklamak için neleri araştırdığını göreceksiniz. Bu noktada paralel evrenler, çoklu evrenler ve yeni boyutlar tabloya girecek. Tüm bunların ardından, insanın bin yıldır biriktirip geliştirdiği bilginin ışığıyla belki gözleriniz ışıldayacak. Ancak kendinizi hazırlayın. Yakın geçmişte gerçekleşen keşifler, doğru olduğuna inandığımız 10 Kozmos her şeyi değiştirdi. Anladık ki evren beklediğimizden akıl almaz derecede büyük olmakla kalmayıp atalanmızın hiçbirinin hayal edemediği kadar da güzelmiş. Hazır başlamışken, bir güzel haber daha verelim: Bugüne dek çözebildiğimiz kadar sırn çözmüş olmamız, biz insanlan yeryüzü üstünde yaşamış tüm diğer yaşam türlerinden farklı kılıyor. Bu da iyi bir şey çünkü diğer yaşam formlarının çoğu zamanla yok oldu. Dinozorlar gezegenimizde 200 milyon yıl kadar hâkimiyet sürdüler; bizse aynısını anca birkaç yüz bin yıldır yapıyoruz. Dinozorlann çevreyi sorgulamak ve bir şeylerin sırrını çözebilmek için bolca vakti oldu.

Ama bunu yapmadılar. Sonunda da öldüler. Bugün biz insanlar en azından tehlike arz eden bir asteroidi yörüngesinden saptırmayı deneyecek kadar erken tespit etmeyi umabiliyoruz. Bunu söylemek haksızlık olabilir ama geri dönüp bakınca dinozorlann yok oluşunu, teorik fizikten bihaberlikleriyle ilişkilendirebiliriz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir