Clive Cussler – Kilavuz

Canavar, şafağın incimsi ışıklarında, sislerin arasından ortaya çıktı. Uzun burnunu ve açılıp kapanan burun deliklerini taşıyan koca kafası, avcının çömeldiği yere doğru ilerledi. Avcı ise yayının kirişini iyice germiş, bataklıkta otlayan geyiğe odaklanmıştı. O anda kulağına bir dalga sesi geldi ve yan gözle suya baktı. Korkuyla inleyerek yayını bir kenara atıp ayağa fırladı. İrkilen geyik de, hemen dehşet içindeki avcı gibi ormana daldı. Sisin kolları aralandı ve dev gibi bir yelkenli gemi ortaya çıktı. Geminin altmış metre uzunluğundaki kızıl kahverengi ahşap gövdesinden yosunlar sarkıyordu. Pruvasındaki öfkeli aygır kafası figürünün ardında bir adam duruyordu. Adamın bakışları elindeki küçük tahta kutuya kilitlenmişti. Kıyı bir hayal gibi karşısında belirince adam başını kaldırdı ve sol tarafı gösterdi. Clive Cussler Çifte dümenin başındaki dümenciler, gemiyi zarif bir manevrayla döndürüp sık ormanlarla kaplı kıyıya paralel yeni bir rotaya soktular. Tayfalar da kırmızı beyaz çizgili, kare yelkeni ustalıkla bu yeni rotaya göre ayarladılar. Kaptan yirmili yaşların ortalarındaydı, ama yakışıklı yüzündeki ciddi ifade onu daha yaşlı gösteriyordu. Güçlü burnu hafifçe kemerliydi.


Gür kara sakalı dolgun dudaklarını ve köşeli çenesini kaplamaktaydı. Güneş ve deniz tenini maun rengine döndürmüştü. Kıyıyı tarayan sır vermez gözleri o kadar karaydı ki neredeyse gözbebekleri ayırt edilemiyordu. Yüksek mevkisi kaptana dikenli salyangoz özüyle renklendirilmiş mor bir kaftan giyme yetkisi veriyordu. Göğsünü çıplak bırakmayı ve altına da, sıradan tayfaların giydiği türden pamuklu kareli bir etek giymeyi tercih etmişti. Kısa kesilmiş, dalgalı siyah saçlarının üstüne de koni biçiminde, yumuşak bir örgü başlık geçirmişti. Gemi açık denizden geniş körfeze girerken, tuzlu deniz kokusu azalmaktaydı. Kaptan derin bir nefes alıp yeşil bitkilerden ve çiçeklerden gelen güzel kokuyu içine çekti. Temiz içme suyuna ve ayağını kuru toprağa basmaya hasret kalmıştı. Yolculuk uzun olduğu halde, açık denizlerde dört mevsim çalışabilen Fenikeli usta mürettebat sayesinde sorunsuz geçmişti. Mürettebat Mısır, Libya ve diğer Akdeniz ülkelerinden derlenmişti. İskitli denizcilerden oluşan bir birlik de güvenliği sağlıyordu. Dünyanın en usta denizcileri, kâşifleri ve tüccarları olan Fenikelilerin denizlerdeki egemenliği Akdeniz’in yanı sıra Herkül Sütunları Burnu’na ve Kızıldeniz’e kadar uzanıyordu. Gemileri kıyıya yakın seyreden ve güneş batınca demir atan Greklerin ve Mısırlıların aksine, Fenikeliler karayı görmeden gece gündüz seyir yapardı. Kocaman ticaret gemileri arkadan uygun bir rüzgâr aldıkları takdirde, günde yüz milden fazla yol yapabilirdi.

Kılavuz Kaptan doğuştan Fenikeli değildi, ama denizcilikte onlar kadar ustaydı. Gemi idaresiyle ilgili komutları ve kötü hava koşullarında gösterdiği soğukkanlı yönetimiyle mürettebatın saygısını kazanmakta gecikmemişti. Kaptanın komutasındaki gemi, açık denizlerde uzun menzilli seferler yapmak üzere tasarlanmış bir “Tarshish” n gemisiydi. Kısa erimli, daha bodur gemilerin aksine, uzun ve düz hatları vardı. Güverte ve omurga keresteleri Lübnan sedirindendi, kaim direği alçak ve güçlüydü. Mısır keteninden yapılmış kare biçimli yelkeni daha dayanıklı olması için deri bantlarla takviye edilmişti ve zamanın en sağlam donanımına sahipti. Gemi kavisli omurgası, düz pruvası ve kıçıyla, yüzyıllar sonra inşa edilmeye başlanacak olan Viking gemilerinin öncüsü gibiydi. Fenikelilerin denizcilikteki ustalığının ardındaki sır, teknolojinin çok ötesindeydi. Gemideki örgütlenme biçimleri de bir efsaneydi. Her bir tayfa, bu mükemmel mekanizmadaki yerini bilirdi. Geminin donanımı ikinci kaptanın sorumluluğunda, kolayca erişilebilen bir ambarda dururdu. Gözcü, palanganın her bir parçasının yerini bilir ve acil bir durum olup olmadığını anlamak için sürekli olarak donanımı gözden geçirirdi. Kaptan çıplak bacağına yumuşak bir şeyin dokunduğunu hissetti. Ender görülen tebessümlerinden biriyle elindeki tahta kutuyu bir muhafazaya kaldırdı ve eğilip geminin kedisini kucağına aldı. Fenike kedilerinin ataları, hayvanlara tanrı olarak tapılan Mısır’dan geliyordu.

Fenike gemilerinde de ticari mal olarak ve fare için kedi bulundurulurdu. Kaptan, turuncu, sarı çizgileri olan kediyi birkaç kez okşadıktan sonra, mırıldanmaya başlayan hayvanı tekrar güverteye bıraktı. Gemi geniş bir nehir ağzına yaklaşmaktaydı. Kaptan gözcüye talimat verdi. ° İncil’de I. Krallar Bölüm ü (10:22 ) adı geçe n yeri tanı olarak belirlenmeye n ço k eski bir ülke. Clive Cııssler “Yelkeni indirmek için hazırlık yap ve kürekçileri uyar.” Gözcü ilk emri, hemen direğe sarılıp maymun gibi seren cundasına doğru tırmanmaya başlayan iki tayfaya iletti. Diğer iki tayfa da, büyük keten yelkeni camadana vurmak üzere, alt köşelerini armaya bağlayan halatları kapmıştı. Yirmişerlik iki sıra oluşturan güçlü kollu kürekçiler çoktan yerlerine oturmuşlardı. Seri, keskin kürek hamleleriyle gemiyi hızlandıran bu adamlar, çoğu gemide kullanılan köle kürekçilerin aksine, iyi eğitim görmüş profesyonellerdi. Dümenciler gemiyi nehre doğru döndürdüler. Nehir, dağlardan, tepelerden gelen erimiş kar sularıyla kabardığı halde, sığlıkları ve akıntıları geminin içerilere doğru seyretmesini engelleyebilirdi. İskitli paralı askerler, silah elde geminin korkuluklarının önünde dizildi. Kaptan pruvada durmuş kıyıları gözden geçiriyordu.

Nehre doğru uzanan çimenli bir burun gördü ve kürekçilere, güverte mürettebatı demir atarken gemiyi akıntıya karşı tutmalarını emretti. Elmacık kemikleri çıkık, yüzü meşin gibi olmuş, kaslı bir adam hızlı adımlarla kaptanın yanına geldi. Tarsa gemiyi ve yükünü koruyan İskitli denizcilere komuta ediyordu. Moğollarla akraba olan İskitliler at binmekte, okçuluktaki ustalıklarıyla ve tuhaf alışkanlıklarıyla ün salmışlardı. Savaşta, yenilen düşmanlarının kanını içip kafa derilerini yüzer ve peçete olarak kullanırlardı. Tarsa ve adamları vücutlarını kırmızıya ve maviye boyayıp buhar banyolarıyla temizlenir, deri gömleklerle, paçalarını yumuşak deri çizmelerinin içine soktukları deri pantolonlar giyerlerdi. En fakir İskitli bile giysilerine altın süsler takardı. Tarsa da kaptanın verdiği küçük, at şeklindeki altın madalyonu takmıştı. Tarsa, “Kıyıya küçük bir keşif turu yapacağım,” dedi. Kaptan başını salladı. “Ben de seninle geliyorum.” Kılavuz İşkitlinin taştan oyulmuşa benzeyen yüzünde bir tebessüm oluştu. Bir kara insanı olarak ilk başta bu genç kaptanın gemiyi idare edebileceğine pek güvenmemişti. Ama onun koca gemiyi nasıl yönettiğini gözlemledikten sonra bu genç adamın soylu hatlarının, yumuşak konuşma tarzının ardında demir gibi sağlam biri olduğunu anlamıştı. Geminin kıçına bağlı geniş karınlı sandal yan tarafa çekildi.

İskitli ile en sıkı savaşçılarından üçü, kaptan ve iki güçlü kürekçiyle birlikte sandala bindiler. ……….scanned by darkmalt1 Dakikalar sonra, sandal sert bir sürtme sesiyle burna bindirdi. Aşırı büyümüş otların arasında taş bir iskele vardı. Kaptan sandalı neredeyse otların içinde tamamen kaybolmuş olan taş iskele babasına bağladı. Tarsa adamlarından birine kürekçilerin yanında kalmasını emretti. Sonra kaptan ve diğer İskitlilerle birlikte ot bürümüş taş iskeleye çıktı. Haftalardır deniz üstünde sallanmaktan biraz dengeleri bozulmuştu. Önce birkaç sarsak adımlar attılar ama çok geçmeden normal yürüyüşlerine kavuştular. Nehirden birkaç yüz metre içeri girince, yine otlarla kaplı, dörtbir yanı harap binalarla çevrili bir meydana ulaştılar. Evlere uzanan yolları ve ara sokakları da ot bürümüştü. Kaptan burayı ilk gördüğü zamanki halini düşündü. O zaman meydan cıvıl cıvıldı. Düz damlı ambarlarda, depolarda yüzlerce işçi çalışmaktaydı. Grup bütün binaları sistemli olarak aradı.

Yerleşim merkezinin tümüyle terk edildiğinden emin olunca kaptan nehre geri döndü. Rıhtımın ucuna kadar gidip elini salladı. Tayfalar demir aldılar, kürekçiler de gemiyi iskeleye doğru yanaştırırken kaptan İskitli komutana sordu. “Adamların bizi bekleyen önemli göreve hazır mı?” Bu soru İskitlinin homurdanmasına yol açtı. “Benim adamlarım her şeye hazırdır.” Clive Cussler Kaptan bu yanıta şaşırmaca. Uzun yolculuk boyunca Tarsa ile saatlerce konuşmuştu. Her ırktan insanı tanımaya yönelik doymak bilmez merakı yüzünden, Tarsa’ya yurdu ve halkıyla ilgili sorular sormuş, mavi kırmızı renkli tenine, garip alışkanlıklarına rağmen bu zorlu, yaşlı savaşçıdan hoşlanmaya başlamıştı. Gemi iskeleye bağlanınca tayfalar gemiden geniş bir iskele uzattılar. Güvertede toynak sesleri duyuldu ve kıç altındaki ahırda tutulan iki yük beygiri iskeleden kıyıya indirildi. Hayvanlar dışarı çıkınca huzursuz oldular ama İskitliler yumuşak sözler ve avuç avuç ballı tahılla onları yatıştırdılar. Kaptan içme suyu ve yiyecek bulmak üzere bir ekip görevlendirdi. Kendisi yük ambarına inip, sağlam Lübnan sedirinden yapılmış bir sandığın başına gitti. Ambar kapağından sızan ışıkta sandık adeta parlıyordu. Sandığı büyük bir özenle yukarı çıkarmaları için adamlarına talimat verdi.

Sandığın etrafına kalın halatlar dolandı ve dip kısmında kancaya sabidendi. Ağır yük yukarıya çekilirken halatlar gıcırdadı. Sonunda yavaşça ambardan çıkarıldı ve güverteye indirildi. Halatlar açıldı ve sandığı taşımak için iki yanındaki deliklere kürekler geçirildi. Adamlar kürekleri omuzlayıp sandığı iskeleden aşağı indirdiler. Bu kez de sağlam, demir çemberli tekerlekleri olan bir yük arabasına koydular. Beygirler arabaya koşulmuştu. Askerler kalkanlarını ve yaylarını omuzlarına asıp, mızraklarını ellerine alarak arabanın iki yanına dizildiler. Kaptanla İskitli komutan öne geçti ve alay silah takırtıları arasında ilerlemeye başladı. Terk edilmiş yerleşim merkezinden, nehir boyunca uzanan orman tarafından kesilen bir yola saptılar. Otlarla kaplandığı halde yol hızla ilerlemeye imkân veriyordu. Alay geceleri kamp kurarak ilerlemeye devam etti. Üçüncü günün sabahında iki alçak dağ arasındaki vadiye eriştiler. 10 Kılavuz Kaptan birliği durdurdu ve cebinden gemide bakmakta olduğu tahta kutuyu çıkardı. Askerler dinlenip hayvanlarla ilgilenirken, kutunun kapağını açıp azıcık su koydu ve içine baktı.

Kumaştan yapılmış bir kesede sakladığı bir parşömen rulosuna göz attı. Sonra da bir göçmen kuşun şaşmaz kararlılığı ile yola devam etti. Alay vadiyi geçti ve sonunda uzun otların arasında yuvarlak değirmen taşı kalıntılarının bulunduğu bir düzlüğe ulaştı. Kaptan burada kan ter içindeki işçilerin taş değirmenleri çevirdiği zamanı hatırladı. Adamlar sepetler dolusu taşı öğütüp toz haline getirdikten sonra tozları ateş yanan çukurlara naklediyorlardı. Körüklerin yardımıyla alevler akkor haline gelince, işçiler kil potaları eğiyor ve o parlak sarı eriyiği tuğla şeklindeki kalıplara döküyorlardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. teşekkürler