Cuneyt Ozdemir – Komutan’in Supheli Olumu

Babasını bundan yıllar önce kaybeden bir albayın oğluyla sohbet ediyoruz. Babası bir lojmanda ölü bulunmuş. Raporlar babasının intihar ettiğini söylemiş ama aile ikna olmamış. Şimdi basına ve savcılığa koşturuyorlar. Babasının öldürüldüğünü düşünüyor ve katillerinin cezalandırılmasını istiyor. “Neden bunca yıl sustunuz da bugün konuşmaya başladınız?” diye merakla soruyorum. “Çünkü şimdi bunları konuşabileceğimiz bir ortam var, dün konuşamıyorduk. Tabii bir de referendum sonuçları…” diyor. Elinizde tuttuğunuz bu kitap 17 yıl önceki kaza üzerine, bundan tam 14 yıl önce yazıldı ve yayımlandı. Bugünden düne baktığımda kitapla ilgili aklımda iki sözcük beliriyor. “Vay be.!” Bu kitabı o yıllarda, yani henüz Türkiye’de Susurluk skandalı bile olmamışken faili meçhul cinayetler ve JİTEM’in gölgesi Türkiye’nin üzerinde kol gezerken yazmak, basmak, yayımlamak gerçekten “Vay be.!” dedirtecek bir cesaret istiyordu.


Normal şartlarda standart demokratik özgürlüklerle donatılmış bir ülkede mesele bile olmayacak bu araştırma, o yıllarda hepimiz adına bir ölüm fermanı demekti. Yine de gençliğin hızıyla ve gazeteciliğe biat etmenin güveniyle yazıp yayımlamışız. Bu vesileyle ben henüz 26 yaşında genç bir gazeteci ve toy bir yazarken, elinizde tuttuğunuz bu kitabın her satırını baştan sona elden geçiren, o yıllarda İletişim Yayınları editörü Ümit Kıvanç’a bir kez daha teşekkür etmek gerekiyor. Yıllarca dosyaların sessizliğinde tozlu raflarda unutulup giden bir “kaza dosyası” bugün yeniden açılıyor. 2010 yılı sonbaharında Türkiye’de yayımlanan gazetelerde hemen her gün Eşref Bitlis’in hayatını kaybettiği kaza dosyasıyla ilgili yeni ve ilginç haberler okuyoruz. Ortam dinlemeleri, gizli tanıkların gazetecilere söyledikleri, bilirkişilerin yıllar süren sessizliğinin bozulmasıyla en sonunda referandum değişiklikleri eklenince alelacele kapatılmış dosya bir kez daha alelacele raftan indiriliyor. “Neden bugün?” sorusunun en büyük cevabı 2010 Eylül ayında referanduma sunulan ve yüzde 58’lik halk çoğunluğunun evet demesiyle kabul edilen Anayasa paketindeki bir maddenin içerdiği değişkilik. Artık Türkiye yasalarına göre askerler de sivil mahkemelerde yargılanabilecekler. Bu Eşref Bitlis Dosyası için şu anlama geliyor, dosya yeni ifadeler ve belgelerle bir kez daha açılabilir, üstelik bu sefer dava sivil bir mahkemede görülebilinir. Nitekim Ankara Cumhuriyet Savcılığı da Eşref Bitlis dosyası iddiaları üzerine yeni bir soruşturma başlattığını duyurdu. Bu kitap Türkiye’de 1993 yılında Jandarma Genel Komutanı da olan bir orgeneralin hayatını kaybettiği uçak kazasının soruşturma dosyalarının nasıl kapatıldığının hikâyesini anlatmaktadır. Aynı zamanda üst düzey subayların alelacele ve üstünkörü demeçlerle silah arkadaşlarına karşı gösterdiği vefasızlığın da belgesidir. Bir ordunun standart bir kaza soruşturmasını nasıl manipüle edebildiği, belgeleri ve tanıklarıyla gösterilmektedir. Ama en önemlisi bir ablanın kardeşi uğruna hayatını gözden çıkartmasının, parçalanan ailelerin, kolun kırılıp yenin içinde kaldığı farklı bir askeriye hikâyesidir. “Eşref Bitlis kazası gerçekten bir kaza mı yoksa suikast mıydı?” sorusuna tanıklar ve belgelerle cevap aramaktadır. Bunu yaparken komplo teorilerine değil, tamamen gerçeklere itibar edilmiştir. Bu haliyle bir döneme damgasını vuran isimler ve ilişkiler kitabın gündemindedir.

Kitabı yayımlarken 14 yıl önceki haline sadece son gelişmelerin yer aldığı bir bölüm eklemekle yetindik. Bunu yaparken amacımız bir dönemin atmosferini sizlere aynen tekrar sunabilmek. İstedik ki aradan onca zaman geçmiş olmasına rağmen değişmeyen o aile dramını, askeriye içindeki ilişkileri ve döneme damgasını vuran iddiaları bugünden düne baktığınız bir pencereden siz de görün. Biliyoruz ki dünün hesaplarını kapatmadan geleceğe yürüyemeyiz. “Eşref Bitlis kazası” soruşturma şekliyle bile askeriyenin ayağına takılmış bir pranga gibidir. Bugün dosya yeniden açılıyor. Bu kitapta o dosyanın kapağının nasıl aralandığını ve içindekileri göreceksiniz. Gördükleriniz karşısında hayret edecek ve siz de belki benim gibi “vay be” demekten kendinizi alamayacaksınız. Evet, bugün Eşref Bitlis dosyası bu kitapla beraber bir kez daha açılıyor. Eşref Bitlis dosyasının kapatılması için tekrar açılması şart görünüyor… Cüneyt Özdemir 25 Ekim 2010 Birinci basıma önsöz Bu kitap, bir orgeneralin, bir babanın, bir kocanın, bir kardeşin, bir avukatın, bir gazetecinin, bir pilotun, bir oğlun, bir politikacının, gerçek hayatta yaşadığı çıkmazları, çaresizlikleri, kuşkuları, umutları, anıları, düşleri, düş kırıklıklarını, şaşkınlıkları, handikapları, ayak oyunlarını, göz yaşını, çocukluk sevinçlerini, acıları, yasları, sevgiyi, mücadeleyi, inadı, onuru, terörü, kanı, sessizlikleri, çığlıkları anlatıyor. Bu kitap, aradan dört yıl geçmiş olmasına rağmen, üzerinde hâlâ şaibeler bulunan kapatılmış bir “uçak kazası” dosyasının “sabotaj ihtimallerine” uzanan yol hikâyesinin peşinden koşuyor. Bu kitap, içinde yer alan kahramanların hepsini gerçek hayattan almıştır, belgeler resmi belgelerdir, olayların geçtiği mekânlar gerçek mekânlardır. Tanıkların anlattıklarında imlâ düzeltmeleri dışında herhangi bir değişiklik yapılmamış, olaylar anlattıkları şekliyle aynen kitaba alınmıştır. Yalnızca kimi anlatılarda ismi geçen insanların güvenlikleri açısından gerçek isimleri yerine başka isimler kullanılmıştır. Bu kitap tek bir kişi tarafından yazılmış gibi gözükse de örnek bir ekip çalışmasının ürünüdür.

Araştırmaların ilk gününden bu yana oluşumunda ve gelişiminde hiçbir yardımı esirgemeyip özverili bir şekilde çalışan, tek bir ayrıntının yakalanması için günlerce uğraşan, kimi tanıklara ulaşmak için aylarca çaba sarf eden, gazete arşivlerinin taranmasında ve kimi söyleşilerin yapılmasında yardımcı olan Aylin Atasoy, Emiyra Yılmaz, Oray Eğin, Özgül Apaçe ve değerli uyarılarıyla yol gösteren Rıdvan Akar’a teşekkür etmek, kitabın yazarının boyun borcudur. Arşivlerinin kapısını açarak yaptıkları haberlerle kitabın yazımına yardımcı olan Sabah, Hürriyet, Milliyet gazetelerinin muhabir ve arşivlerine, ayrıca Aydınlık dergisi çalışanlarına özel bir teşekkür etmek gerekiyor. Bu kitap cevaplar aramıyor, yaşanan olaylar hakkında sorular soruyor. Yazılanların hepsi yaşanmıştır, yaşanmaktadır… Cüneyt Özdemir 5 Ağustos 1997, İstanbul Şükran Bitlis (Eşref Bitlis’in karısı): Olaydan yaklaşık bir hafta önceydi. Bursa’da tedavi görüyordum. Hemşire geldi dedi ki: “Eşiniz gelecekmiş”. Yok canım çok işi vardır, gelemez ki o, dedim. Birazdan baktım kapıda belirdi. Yüzünde her zamanki yorgunluğun dışında sanki bir canlılık var gibiydi. Hayırdır, sen nereden çıktın, dedim. “İşlerim var, ama bir buçuk saat geç gideyim, ne olacak ki” dedi. Beraber bir yemek yedik. Sonra gitti. Bu onu son görüşüm oldu… Tarık Bitlis (Eşref Bitlis’in oğlu): Son görüştüğümüzde, zannederim 15-20 gün evveldi, bir akşam yemeğinde beraber olduk. O sırada silahını verdi bana.

Silahını satın almıştım, üzerime geçirmek için. Tesadüf yani tamamen… Ama işte hoş bir şey oldu. Emir subayı vardı, rahmetli Fahri abi. İkisi çalışıyorlardı. Ben dışarıda bekledim bir ara. Genellikle onlar konuştukları zaman hep dalarlar… Hattâ allahaısmarladık bile diyemedim. Son görüşmemiz bir akşam yemeği oldu işte… Son derece keyifli güzel bir sohbetti. Ondan sonra da işte, o Ankara’daki rutin işine döndü, ben İstanbul’a… Meltem Bitlis (Eşref Bitlis’in kızı): O gün beni aradığında saat 12.00 sıralarıydı. Önce annemi aramış, ama tedavideymiş, ulaşamamış. “Sabah gidecektim, uçağım bozuldu. Yapamadılar, uçak bekledik, ancak şimdi bulduk, birazdan gidiyorum” dedi. “Keşke gitmeseydin” dedim. “Rüyaları hâlâ görüyorum” diye de ekledim. Gerçekten de neredeyse bir ay boyunca her gece aynı rüyayı görüyordum.

Babam ile ben Mısır’a piramitleri gezmeye gitmişiz. Ben piramitlerin içine girmek istemiyorum, babam da “Gel, bir şey olmaz” diyor. Sonra içeri giriyoruz babam önde, ben arkasında, piramitlerin içinde ilerliyoruz. Birden her yer kararıyor. Ben çok korkuyorum. “Baba!” diye bağırmaya başlıyorum. Sonra arkamdan bir el dokunuyor. Dönüp bakıyorum, o zamanın içişleri bakanı İsmet Sezgin. “Haydi gidiyoruz” diyor. “Babam?” diyorum. “O artık gelmeyecek” diyor. Bu rüyayı babama anlatmış ve korktuğumu söylemiştim. Benim rüyalarıma inanırdı. O son konuşmamızda “Baba, ben rüyaları hâlâ görüyorum” deyince şöyle bir duraladı… Bence o gün de o uçağa biraz tedirgin bindi.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir