Daniel Cohen – Dünyanın Zenginliği Ulusların Fakirliği

Dünya, bugüne dek görülmemiş bir hızla zenginleşiyor. En kalabalık iki ülke, Hindistan ve Çin, her yıl yüzde 7 ve yüzde 10 gibi olağanüstü oranlarda büyüyorlar. Bir vakitler Britanya lmparatorluğu’nun depoları olan Hong Kong ve Singapur artık Büyük Britanya’dan daha varlıklı. Dünya, tersine çevrilmesi imkânsız olan ve 2. Dünya Savaşı sonrasındaki “altın çağ”ı hatırlatan bir olguya tanık oluyor. Öte yandan, Batı ülkelerinin çoktan yendiklerini düşündükleri felaket, yoksulluk, bu ülkeleri tekrar etkisi altına aldı. Yeni yoksulluk alanları zenginliğin zeminini aşındırıyor, onu olduğundan da az gösteriyor. Avrupa’daki işsizlik ve Amerika’da “çalışan yoksullar”m ortaya çıkışı, Batı’nın refahına buruk bir tat kattı. Günümüzdeki durum, yani yoksul ülkelerin zenginleşmesi ve zengin ülkelerin yoksullaşıyor görünmesi, kaçınılmaz biçimde, ilk olgunun İkincinin sorumlusu olduğu şeklindeki kuramlara güç kazandırıyor. Çin ve Hint kırsal kesimlerinden milyonlarca işçinin aniden ortaya çıkışı, Batı’- nın Asyalı insan sürülerinin akınından zarar görmesi ya da 11 belki Asyalılarm mallarının çekiciliğine direnmeye kalkışması şeklindeki asırlık hikâyenin bir tekrarıdır. Büyük Plinius, “Hindistan, Çin ve Arabistan, imparatorluğumuzdan her yıl yüz milyon gümüş lira çalıyor” diye yakınmıştı. “Bu, lüksümüzün fiyatı ve kadınlarımızın bize maliyetidir, doğrusu, bu malların ne kadarı cennetin tanrılarına, ne kadan cehennemin tanrılarına gidiyor merak ediyorum.”1 Erdemi ve kibiri birarada barındıran bu görüşler günümüzdeki yorumlarla ürkütücü bir benzerlik taşır. Günümüzde Batı’nın büyük korkusu, Hindistan’la, Çin’le veya eski Sovyet cum ­ huriyetleriyle ticaretin, refah devletinin ve refah toplumunun çökmesine yol açmasıdır. “Globalleşme” üç beş yıl içinde, hem şimdilerde gerçekleşmekte olan değişimleri kabul edip savunanlar, hem de bunca acılar pahasına kurulmuş sosyal düzeni korumak için mücadele edecek olanlar için çağrışımlar taşıyan bir kelime halini aldı.


Bu yaklaşımlardan hangisi söylentilerden kaynaklanıyor, hangisi gerçekliğe dayanıyor? Yoksul ülkelerle ticaret, hâlâ en zengin ülkelerin bir yılda ürettikleri zenginliğin yüzde üçünden daha azını temsil ettiği halde, “yoksullaşmamızdan” gerçekten sorumlu tutulabilir mi? Açıktır ki, cevap hayırdır. Bu kitapta göstermeye çalışacağım gibi, “globalleşm e”yi zengin ülkelerin halihazırda yaşadığı krizlerden sorumlu tutan telaşeci görüşün pratikte hiçbir temeli yoktur; ve Jean-Baptiste Colbert’in izleyicilerinin savunduğu türden bir himayecilik uygulamak tamamen etkisiz kalacaktır. “İşinden olma” ve “haksız rekabet” gibi terimler, yoksul ülkelerle ticarete uygulandıklarında gerçeğe benzeseler de, bu, betimlemeye çalıştıkları gerçekliğe denk düştükleri için değildir, kapitalizmin yeni iç gerçekliğine uygun olduklarındandır. Kapitalizmin ani “açılışı” gerçekte, kendi dönü1 Claude Nicolet’nin Rendre il C isa r’da (Gallimard) aktardığı gibi. 12 şümlerinin etkisi sayesindedir. Globalleşme, daha küçük ve daha hom ojen üretim birimlerinin ortaya çıkışından, taşerona vermeye giderek daha fazla başvurulmasından ya da “iş vasıflarının yükseltilmesi (ki faydasızlaşan daha az vasıflı işçilerin dışlanmasına yol açar) eğiliminden sorumlu tutulamaz. Günümüzde gerçekleşen değişimler, global ekonomiyle doğrudan ilişkili olsun ya da olmasın her bir sektördeki ve her bir ticari alandaki her bir işi etkilemektedir. Bu dönüşümlerden başlıca iki eğilim sorumludur: Bilişim devrimi ve kitlesel eğitimin keşfi. Bu eğilimlerin her biri, büyük ölçüde, günümüzde hâlâ önemsiz olan yoksul ülkelerle ticaretten bağımsızdır. 16. yy’da Türklerin Akdeniz’i kapatmasının sonucu olarak Avrupa’nın Atlantik kıyılarına yöneldiğine uzun süre inanıldı, ama Fernand Braudel’in ünlü araştırması artık tam tersinin doğru olduğunu ortaya koymuştur: Türkler, Akdeniz’in denetimini ele geçirebildiler, çünkü Avrupa ülkeleri buraya ilgilerini yitirmişlerdi.2 Bunun gibi, artık yaygınlıkla öne sürülen ve günümüzde işgücü piyasasının böylesine güvencesiz kılınmasından globalleşmeyi sorumlu tutan iddiayı tersyüz edecek kadar açık olm amız gerek. Tersine, “globalleşme” için bir niş yaratan ve ona kim ilerinin onu reddetmesine neden olan uğursuz bir boyut katan şey, bizim çalışmanın doğasını dönüştürme eğilimimizdir. Yanlış bir düşünce çizgisi izlenmesi, sosyal refah için mücadeleyi “tali alanlara” götürecektir, oysa bu savaş “içerde” verilmelidir. Böylesi analiz hatalarına tahammülümüz yok, çünkü bedelleri çok çok ağır.

2 “Zaman, hâlâ ara sıra karşılaşılan asırlık ve yanıltıcı açıklamayı, büyük keşifleri Türk fethinin tetiklediği açıklamasını ayaklan üstüne oturttu. Oysa, gerçekte tam tersi olm uştur; büyük keşifler Doğu Akdeniz’in cazibesini büyük ölçüde çaldığı içindir ki, Türkler pek de güçlük çekm eden nüfuzlarını genişletip orada yerleşebildiler.” Fernand Braudel, La M£diterran£e, Le Livre de Poche, Paris, 1990 2. cilt, s. 367. 13 I. Dünyanın Yoksulluğu Komünizm, artık dünya sahnesinden çekiliyor, Batı da kötülüğe yeni yüzler arıyor. Caton, Kartaca’mn yıkılmasından sonra sorm uştu “düşm anlan olmasa Roma ne olurdu?”. “Doğu’nun çöküşünden sonra Batı ne olacak?” diye sordu Jean-Christophe Ruffin, veciz başlıklı kitabı LEm pire et les Nouveaıoc B arbares’da (İmparatorluk ve Yeni Barbarlar). Yanıtı şöyle: “Varlıklı ve tedbirli Kuzey İmparatorluğu, her bir yurttaşıyla aynı hedef için çalışıyor: Varlığını sürdürmek, ve mümkün olduğu kadar zenginliğin ve barışın tatlı sıcaklığında sürdürmek.”1 Roma İmparatorluğu yıkıldı ama Ruffin’in vurguladığı gibi, beş yüzyıldan önce değil. Günümüzde varlıklı ulusların beklentileri, pek de aşırı sayılmaz. “Globalleşme”nin varlıklı ulusları “zenginliğin ve barışın tatlı sıcaklığından” yararlanmaktan alıkoyduğu inancı yavaş yavaş kendini bu ülkelere dayatıyor. İşçilerine herhangi bir sosyal hak tanımayan ülkelerle nasıl ticaret yapabiliriz? Yoksul ülkelerle ticaret, zengin ülkelere, 19. yüzyılda Avru1 Jean-Christophe Ruffin, LEmpire et les N ouveaux Barbares (Lattes, 1991).

15 pa kapitalizm inin şafağında ilk ortaya çıkışında dayatan “piyasa kanunu”na dönüşmesi riskini dayatmıyor mu? Yoksul ülkelerin niçin yoksul olduğunu ve dünya pazarının bu ülkelerin zenginliğinin artmasında oynadığı özgül rolü kavramadan, bu sorulara açık seçik yanıt veremeyiz. Dünyanın En Yoksul insanı Köylülerin topaksızlaştırılması, zengin ülkelerin geçmişine aittir ama yoksul ülkelerde hâlâ çok erken bir aşaması yaşanmaktadır. Dünya nüfusunun yarısı hâlâ kırsal bölgelerde yaşamaktadır ve Henri Mendras’a göre dünyada hiç bu kadar çok çiftçi olmamıştı.2 Çin’de ve Hindistan’da nüfusun yüzde 60’ı hâlâ kırsal kesimdedir; Afrika’da bu rakam yüzde 70’tir. Çinli ve H intli çiftçiler yılda yaklaşık olarak 1 0 0 0 -2 0 0 0 USD’a eşdeğer bir gelir sahibidirler, bu da Avrupalı çiftçilerin kazandığının otuzda biridir; öte yandan bu çiftçiler, büyük bölümü Afrika’da yaşayan dünyanın en yoksul köylülerinin iki ya da üç katı kazanırlar. Dünyadaki en yoksul insan, mutlaka bir kadındır, bu Afrikalı köylülerden biri olsa gerek. Bu Afrikalı kadının gündelik hayatını incelemeye, ziraatçi Rene Dumont’un eserleri aracılığıyla başlayabiliriz.3 Bu kadının çalışmaya gitmek için hergün yürüdüğü yol, iki saatten fazla tutar. Başının üzerinde 50 kg’a varan bir yük taşır, en küçük çocuğu sırtmdadır, çoğu zaman karnında da bir başka bebek taşımaktadır. Zaire’de hane içi işlerin ve üretim işlerinin yüzde 70’i kadınlar tarafından yapılmaktadır. 10 yaşından itibaren genç kızların bu işlere yardım etmesi beklenir. Manyok kırarlar ve küçük çocuklara bakarlar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir