Danielle Steel – Aile Albumu

SABAH daha saatin on biri olmasına karşın, güneş öylesine parlaktı ki herkesin gözlerini kamaştırıyordu. Tatlı bir esinti kadınların saçlarını dalgalandırıyordu. Günde garip hüzün veren bir güzellik vardı. ġaşırtıcı sessizlikte yalnızca kuşların cıvıltıları işitiliyor, çiçeklerin ağır kokuları hissediliyordu… Yabani zambaklar, gardenyalar, frezyalar yumuşak toprağa sanki gömülmüşlerdi. Ama Ward Thayer bunların hiçbirini algılayamıyordu. Gözleri bir süredir kapalıydı ve yeniden onları açtığında ilk defa bu kadar uzun ve anlamsız baktı etrafına. Tıpkı bir uyur gezer gibi. Son kırk yıldır kimse onun bu şaşkın halini görmemişti. Yaşantısı boyunca çarpıcı, etkileyici Ward Thayer, bu sabah ne çekici, ne etkileyici, ne de yakışıklıydı. Kızgın güneşin altında hareketsiz duruyor, etrafına boş boş bakıyordu. Tekrar gözlerini kapadı. Bu kez sımsıkı ve asla açılmamasını istercesine kapadı. Onun yanına gitmek istiyordu. Bir daha hiç var olmamak istiyordu. Uzaklarda bir şeyler mırıldanan fakat ona böcek vızıltılarından başka bir şey ifade etmeyen sesler duyuyordu.


Hiçbir şey hissetmiyordu. Hiçbir şey. Neden hiçbir şey hissetmiyorum? diye kendi kendisine sordu. Onun için de mi bir şeyler hissedemiyordu? Her şey koca bir yalan mıydı yoksa? Birden korku dalgası vücudunu sardı… Onun yüzünü anımsayamı-yordu… Anımsayamıyordu… Saçlarını… Gözlerinin rengini de… Telaşla gözlerini açınca güneş kamaştırdı, yalnızca bir ışık dalgası görebildi ve çiçek kokularını hissetti. Bir arı vızıldayarak yüzünün önünden geçti. Ve rahip onun adını söyledi. Faye Price Thayer. Sol tarafında bir mırıldanma duydu, derken bir kadın kolundan çekiştirirken flaş patladı. 9 Gözleri ışığa alışınca, dönüp yanındaki kadına baktı ve birdenbire her şeyi anımsadı. Bütün unuttukları kızın gözlerinin içinde yansıyorlardı. Çok farklı olmalarına karşın genç kız ona ne kadar benziyordu. Dünya yüzünde Faye Thayer’in bir eşi daha olamazdı. Bunu hepsi biliyorlardı. Herkesten iyi de kendisi biliyordu. Yanındaki sanşm kıza bir kez daha baktı, sessizce her şeyi anımsadı ve Faye’i özledi.

Kız çok sakin görünüyordu. Faye’den daha soluktu. Düz san saçlannı sıkıca ensesinde toplamıştı, yanında ciddi görünüşlü bir adam, sürekli kızı kolundan tutuyordu. Herkes kendi halindeydi, hepsi birbirlerinden farklı, ama yine de büyük bir bütünün parçaları gibiydiler… Faye’in parçaları… Ve kendisinin. Gerçekten ölmüş müydü Faye? Gözyaşları yanaklarından yuvarlanıyor, gazeteciler ordusu da onun çektiği acıyı dünyaya duyurabilmek için sürekli resimlerini çekiyorlardı. Faye Price Thayer’in acılı dul eşi. Ward onundu şimdi. Hayatta olduğu gibi, ölümde de onundu. Herkes onundu. Kızlan, oğulları, yardımcıları, arkadaşlan, herkes onundu ve hepsi bir daha asla geri gelmeyecek olan bu eşsiz kadına son görevlerini yerine getirmek için toplanmışlardı. Ailenin bütün bireyleri Ward’ın yanında ön sıradaydılar. Kızı Vanessa, onun gözlüklü ve ciddi kocası, onun yanında Vanessa’nın ikizi, nefes kesen kızıl saçları, güzel yüzü ve kusursuz siyah ipek elbisesiyle Valerie, onun yanında kendisi kadar çarpıcı başka bir erkek. Öyle güzel bir çift oluşturuyorlardı ki, herkes dönüp dönüp onlara bakıyordu. Val’in Faye’e benzemesi Ward’ı mutlu ediyordu. Bugüne dek hiç dikkat etmemişti, ama şimdi bakınca… Ve Lionel.

O da Faye’in bir kopyasıydı. Uzun, yakışıklı ve sarışındı. Duygulu, şık ve aynı zamanda gururluydu. Uzaklara bakan Ward, sevdiği diğer insanları anımsadı… Gregory ve John, kaybettiği kardeş, kazandığı dost. Faye’in Lionel’i herkesten daha iyi tanıdığını da düşündü. Belki herkesten iyi onu tanımıştı. Kansı Lionel’i çok iyi tanımıştı. 10 Ward’ın kendisini tanımasından da iyi belki… Onun An-ne’i tanıması gibi. Anne şimdi yanında duruyordu. Genç kadın eskisinden daha güzel ve daha güvenliydi. Yanında sıkı sıkı elini tutan saçları ağarmış adamla tezat oluşturuyorlardı. Sonuçta hepsi bir aradaydılar. Faye’e o güne kadar kendileriyle birlikte olduğu ve yaptıkları için şükranlarını sunmaya gelmişlerdi. Yıldız, yönetmen, efsane kadın, ana ve arkadaş olduğu için onu kıskananlar da vardı. Faye’in tepelerinde boza pişirip kendilerinden çok şey beklediği insanlar.

Bunu en iyi de ailesi biliyordu. Faye onlardan çok şey istemişti ve karşılığında çok da vermişti, ama kendisini zorlamış ve çok ileri gitmişti. Ward bu insanlara bakarken her şeyi hatırlıyordu, daha da gerilere giderek ilk karşılaştıkları günü, Guadacanal’a dek her şeyi tek tek hatırlıyordu. ġimdi buradaydılar, koca bir ömür geçmiş ve herkes onun nasıl biri olduğunu, onlara neler neler ifade ettiğini hatırlıyordu. Kızgın Los Angeles güneşi altında toplanan bir insan seliydiler. Bütün Hollywood oradaydı. Son bir selam, son bir gülümseme, duygulu gözyaşları! Ward onunla birlikte kurduğu ailesine dönüp baktı. Hepsi de ne kadar güzel ve güçlüydüler… Faye gibi. Onları böyle görseydi nasıl gururlanırdı diye düşündü. Ve gözyaşları tekrar yanaklarını ıslatmaya başladı. Onunla nasıl gurur duyuyorlardı… Sonunda… Çok uzun sürmüştü… Ve tören sona ermişti… İnanılması olanaksız bir şeydi bu… Daha dün Paris’teydiler… Güney Fransa… New York… Guadacanal. Guadacanal 1943 birinci bolum H AVA öyle sıcak ve boğucuydu ki insan kendisini bu yoğun rutubetin içinde yüzüyormuş gibi hissediyordu. Sanki hava elle tutulur bir varlıktı, yine de erkekler onu görebilmek için birbirlerini itiyorlar, daha öne geçmeye çalışıyorlardı. Yerde bağdaş kurmuş omuz omuza oturuyorlardı. Ön sı-radakiler açılır kapanır sandalyeleri kapmışlardı.

Gün batınımdan beri orada bekleşiyorlardı. Sıcaktan kavruluyor, terliyorlardı ama yine de beklemeyi sürdürüyorlardı. Sanki Gu-adacanal’ın bu balta girmemiş ormanlarında yüzyıllardır yaşıyorlarmış gibi sıcağa ve hiçbir şeye aldırmadan bekleşiyorlardı. Sıcaktan kavruluyor, terliyorlardı ama yine de beklemeyi sürdürüyorlardı. Bütün bir ömür boyu onu bekleyebilirdi. Genç kadın onlara… annelerini… kız kardeşlerini… kadınlarını… sevgililerini… geride bıraktıkları, kadınları simgeliyordu çünkü. Orada oturmuş konuşup, sigara içiyorlardı. Ter damlaları enselerinden aşağıya yuvarlanıyor, saçları ıslanıyor, yüzleri parlıyordu. Üniformaları vücûtlarına yapışmıştı. Hepsi de çok gençtiler. Adeta çocuk denecek yaştaydılar… Aynı zamanda yetişkin birer erkektiler… Yıl 1943’tü, askerler ne kadar zamandır orada olduklarını unutmuşlardı. Herkes savaşın ne zaman sona ereceğini merak ediyordu, sona ererse tabii… Ama, bu gece hiç kimse savaşı düşünmüyordu, nöbetçiler dışında. Bu gece onu görebilmek için ellerinden geleni yapmış, varlarını yoklarını ellerinden çıkartmışlardı. Her şey Faye Price’i görebilmek içindi. 15 Orkestra çalmaya başladığında artık hava eskisi gibi boğucu gelmiyor, sıcak onları uyarıyordu, askerler vücutlarının çok uzun zamandır ilk defa böyle uyarıldığını hissediyorlardı.

Ona karşı sadece açlık duymuyorlardı. Duygusal, derin tertemiz hislerdi. Kendilerini biraz fazla kaptırdıklarında onları korkutan bir şey… Onu bekledikçe bu duygu daha da yoğunlaşıyordu. Her dakika biraz daha heyecanlanıyorlardı. Boğaza takılmış minicik bir kılçık gibi acı vericiydi, herkes nefesini tutmuş sessizce bekliyordu. Sahne karanlık ve boştu, sonra aniden onu görür gibi oldular… Tamamiyle emin olmak imkânsızdı, küçük bir spot boşlukta onu arıyordu… Sonunda ayaklarını buldu, gümüşi bir aydınlanma oldu, bir yaz gecesinde kayan yıldız gibi… Onlara doğru yürürken attığı her adım askerlerin kalbine saplanıp, onlara acı çektiriyordu. Sonunda gelip sahnenin ortasında durdu. Kör edici bir kusursuzlukla gümüşi lame tuvaletiyle karşılarında duruyordu. Onu seyredenlerin arzu, hayranlık ve acı dolu iç çekişleri duyuluyordu. Lame tuvaletinin içinde teni uçuk pembe bir kadifeyi, omuzlarına saldığı uzun sarı saçları olgun şeftalileri andırıyordu. Gözleri yerinde duramıyor, ağzı gülümsüyor, şarkı söylerken kollarını onlara doğru uzatıyordu. Sesi şimdiye kadar duydukları bütün kadın seslerinden daha derin ve içliydi. Tanıdıkları bütün insanlardan daha güzeldi. Arka sıralardan birisi, “Aman Tanrım…” diye mırıldanınca, yüzlerce kişi gülümsedi. Hepsi onun için aynı şeyi düşünüyorlardı.

Yıllardır orada konser vereceğini duyduklarında bir türlü inanamamışlardı. Dünyanın dört bir köşesinde böyle veriyordu. Pasifik’te, Avrupa’da, Amerika’da, Pearl Harbour’dan bir yıl sonra kendini askerleri eğlendirmeye adamıştı. Kısa bir süre önce başka bir film yapmak için turnelerine ara vermişti, ama bu gece orada onlarla birlikteydi. Sesi gittikçe daha hüzünleniyordu, ön sırada oturanlar boynunda atardamarı görebiliyorlardı. O yaşıyordu… Uzan-salar dokunabileceklerdi. Bu onu daha büyük bir hazla izle-16 melerine yol açıyordu. Faye Price kendisine bakan herkesle göz göze gelmeye çalışıyordu. Faye Price, yirmi üç yaşında olmasına karşın Holly-wood’da efsane olmuştu. İlk filmini on dokuz yaşındayken yapmış, bundan sonra basandan başarıya koşmuştu. Güzeldi, çarpıcıydı ve yaptığı işi iyi biliyordu. Sesi çağlayan lavlar, eriyen altındı, fildişi yüzünde yeşil gözleri birer zümrüttü. Ama insanları büyüleyen, onun güzelliğinden çok, onu aydınlatan sıcaklığı, gözlerindeki gülüşü, zeka pırıltısıydı. Kelimenin tam anlamıyla bir kadındı o. Erkeklerin birlikte olmak, kadınların doyasıya seyretmek, çocukların da günün birinde ona benzemek istedikleri birisiydi.

Masal prenseslerine benziyordu. Liseyi Pennsylvania’nm küçük bir kasabasında bitirdikten sonra, New York’a gelip modellik yapmaya başlamıştı. Altı ay içinde kentteki tüm modellerden daha çok para kazanmaya başlamıştı. Resimleri ünlü dergilere kapak oluyor, fotoğrafçılar ona bayılıyor, onunla çalışmaktan büyük zevk alıyorlardı. Fakat Faye yaptığı işten sıkılıyor, gizlice arkadaşlarına ayakta durmaktan başka bir şey yapmadığından yakmıyordu. Diğer kızlar ise onun aklını yitirdiğine inanıyorlardı. Fakat iki erkek ondaki gizli yeteneği anladılar. Bunlardan birisi daha sonra onun menajerliğini üstlenen, yapımcı Sam Warman’dı. Sam insan sarrafıydı. Bir bakışta altın madenini keşfettiğini anladı. Genç kızın oturuşu, kalkışı, konuşurken karşısındaki insanın gözlerinin içine bakışı, sesi, onun ucuz şeyler peşinde olmadığını kanıtlıyorlardı. Bu kız başkalarının sırtından geçinmeye çalışmıyordu. Menajeri Abe’nin söyledikleri doğruydu. Faye inanılmaz bir yaratıktı. Eşi yoktu.

Bir yıldızdı. Bütün istediği sıkı çalışmak, mücadele etmek, üstlendiği işi hakkıyla yerine getirmekti… Sam da ona istediği şansı verdi. Onun elinden tutup Hollywood’a götürdü ve bir filmde küçük bir rol verdi. Önemsiz, oyuncunun fazla zorlanması gerekmeyen bir roldü. Ama, Faye bir yolunu bulup, senaryo yazarını ikna etmeyi başardı. Ve rolü kendi istediği gibi canlandırdı. Arzusunu yerine ge-17 tirmek hem kendisi hem de film için fazlasıyla yararlı oldu. Canlandırdığı rol önemsiz fakat cesaret isteyen bir roldü. Faye Price’i seyredenlerin nefesleri kesildi. Bu kızın insanları büyüleyen bir yanı vardı. Bazen çocuk, bazen kadın oluyor, kimi zaman sadece yemyeşil gözleri ya da mimikleriyle insanların tüm duygularını canlandırabiliyordu. İlk filmden sonra art arda iki film daha yaptı. Dördüncü filmde Oskar ödülünü kazandı. İlk filmden sonra dört yıl içinde yedi film çevirmiş ve beşinci filmde de şarkı da söyleyebileceği keşfedilmişti. ġimdi konserler veriyor, dünyanın dört bir yanında savaşan askerler için gırtlağını patlatıyordu.

Yaptığı her iş gibi şarkı söylerken de karşısındaki insanlara sesini, yüreğini ve ömrünü veriyordu. Faye Price sıradan birisi değildi ve yirmi üç yaşında artık genç kızlığını geride bırakan, olgun bir kadındı. Onu sahnede seyredenler, onun kadınlığını hissediyorlardı. Onun sahnede hareket edişini görmek, sesini duymak Tanrı’nın kadını ne amaçla yarattığını hissettiriyordu insanlara. O sonsuzluktu… Bu gece onu seyreden herkes, ona bir an dokunabilmek… Onun kollarında olabilmek, öpüşebilmek, ellerini sarı ipek saçlarında gezdirebilmek… Nefesini boyunlarında hissedebilmek için yanıp tutuşuyorlardı. Onu seyredenlerden birisi aniden haykırdı. Arkadaşları gülüştüler. Adam aldırmadı. “Allah kahretsin… Harikulade değil mi?” Oğlanın gözleri, heyecanla parlıyordu. Etrafındakiler ona gülümsediler. Uzun süre herkes büyük bir sessizlik içinde onu dinledi, ama yanm saat sonra iş çığrından çıktı. Herkes çığlıklar atmaya, bağırmaya, ulumaya, inlemeye başladılar. Son parça bitince öyle korkunç bir gürültü koptu ki, Faye beş altı şarkı daha söylemek zorunda kaldı. Seyirciler görmediler ama, sahneyi terk ederken Faye Price’in gözlerinden oluk gibi yaşlar boşanıyordu. Onlar için çok az şeyler yapabilmişti.

Ülkesinden beş bin kilometre uzaktaki bu balta girmemiş ormanda, binlerce askere birkaç şarkı söylemiş, lame tuvaleti içinde bir çift bacak gösterip, onlarla biraz kadınlığını paylaşmıştı. Kimbilir aralarından kaç tanesi bu savaştan sağ çıkmayı başarabilip, yu-18 valarma dönebileceklerdi. Bu düşünce her zaman içini buruyordu. Bu yüzden buralara dek gelip, onları eğlendirmeye çalışmıştı. Askerlere konserler vermeye başladığından beri, alışık olmadığı biçimde açık saçık giyiniyordu. Los Angeles’de yırtmaçlı kıyafetleri asla giymezdi. Fakat askerler kendisinden daha fazlasını istiyorlardı. Faye de onların istediklerini vermek zorundaydı. Sahne ışıklarının güvenliği içinde onlara biraz kendisinden bir şey verebilmenin ne kötülüğü olabilirdi ki? “Bayan Price?” Faye hemen arkasını döndü. Üs kumandanının yaverlerinden birisi yüzüne bakıyordu. Dışarıda seyircilerin sevgi gösterileri hâlâ devam ediyordu. Faye yaverin sesini güçlükle duyabildi. “Evet?” Faye sahnede saatlerce şarkı söylemekten yorgun düşmüştü. Yüzü gözü ter içindeydi, yine de yaver, onun hayatında gördüğü en güzel kadın olduğunu düşündü. Sadece güzelliği değil, onda insanı çeken başka bir şey vardı.

Ona dokunmak istiyordu… kendisine doğru çekip kollarının arasına almak… bu kadın şimdiye dek hissetmediği bir çekim alanı yaratıyordu. Büyülü bir parıltıydı. Adını bile sormaya vakit bırakmadan onu kollarının arasına alıp öpmeye zorlayan bir çekimdi. Faye kendisini bekleyen seyircilerine tekrar selam vermek için sahneye döndü. Genç adam elinde olmadan onun koluna dokunuverdi. Sonra da bu davranışını aptalca buldu. Evet, aptalcaydı. Neydi ki bu kadın? Süslü püslü bir film yıldızıydı. Onu diğerlerinden ayıran nokta hepsinden daha iyi olmasıydı. Her şey bir düş değil miydi?… Ama genç yaver onun gözlerinin içine bakınca, her şeyin bir düş olmadığını anladı. Faye ona gülümsedi. Bu kadının yapay bir yanı yoktu. Olduğu gibi içtenlikle davranıyordu. “Sahneye dönmem gerek.” Dışarıdaki haykırışlara doğru ilerlerken, hafifçe elini salladı.

Genç adam başıyla selam verip, bağırdı. “Kumandanım sizinle yemek yemek istiyor.” “Teşekür ederim.” Faye askerlerle tekrar birlikte olmak için yeniden sahneye çıktı. Bu kez neşeli şarkılarla onları eğlendirdi. Hatta iki şarkıyı askerlerle hep birlikte söyledi. 19 Programın son şarkısı herkesin boğazına hıçkırıkların takılmasına sebep olan, duygusal bir baladdı. Sahneden inmeden önce hepsinin gözlerinin içine tek tek baktı. Sanki hepsine bir anne şefkatiyle iyi geceler öpücüğü dağıtıyordu… karılarının… sevgililerinin öpücüğüydü sanki… “İyi geceler dostlarım… Tann sizleri korusun.” Sesi boğuktu. Askerler büyük bir sessizlik içinde onu dinliyorlardı. Hemen hemen yerlerinden kalkarlarken, hiç kimse konuşmadı. Sessizce barakalarına dağıldılar. Onun gözleri saatlerce kulaklarında yankılandı. Çığlıklar atmışlar, onu alkışlamışlardı, ama konser sona erdiğinde hepsi geriye barakalarına dönmeye hazırdılar.

Onu düşünerek, şarkılarını mırıldanarak… yüzünü hatırlayarak… kollarını… bacaklarını… onları öpecekmiş gibi duran dudaklarını, kahkahalar atıp birden ciddileşen ağzını düşlerinde göreceklerdi. Onun son bakışını kimse unutamıyordu. Gözlerinin önlerindeki bu simge aylarca silinmeyecekti. ġu anda sahip oldukları tek şeydi bu. Fay e de bunu biliyordu. Genç kadın onlar için paha biçilmez bir armağandı. “O, tam bir kadın” dedi kalın enseli çavuşlardan birisi. Bu sözleri kimse ondan beklemezdi ama yine de şaşırmadılar. Faye Price hepsini değiştirmişti. Cesaretlerini, yüreklerini ve umutlarını değiştirmişti. “Evet…” Bu söz onu görenler ve görevde olup da haksızlığa uğradıklarını saklamaya çalışanlar arasındaki konuşmalarda sabaha kadar yankılandı. Sonunda hiç kimse hislerini saklamak zorunda kalmadı. Çünkü, Faye üsse girip görev başında nöbet tutanları da görmeyi rica etmişti. Bu isteği hemen yerine getirildi. Üs kumandanı onun isteğini duyunca şaşırdı ama yaverini ona eşlik etmekle görevlendirdi.

Gece yansı genç kadın herkesle el sıkıştı. Böylece onu izleyemeyenler, onunla yüz yüze görüşebildiler, o inanılmaz gözlerine bakabildiler, onlara uzattığı elini tutabildiler. Sonunda onu sahnede izleyenlerden daha önemli olduklarını hissedebildiler… İzinliler bile o gece görev başında olmadıklanna üzüldüler. Ama herkes mutluydu. Ve gece yarısı Faye kendisine eşlik eden yaverin yüzüne baktı. Genç adamın gözlerinin 20 içinde sıcacık dostane bir şeyler gördü. Yaver ilk karşılaştıkları anda yüzüne öyle bakmamıştı, ama Faye herkes gibi onun da kalbini kazanmıştı. Genç adam bütün gece ona bir şeyler söylemeye çalışmıştı ama bir türlü doğru zamanı bulamamıştı. Karşılaştıkları ilk dakikalarda ondan şüphe ediyordu, Hollywood’dan gelen soğuk kendisini beğenmiş, Bayan Price… Guadacanal’ın balta girmemiş ormanlarına gelip askerlerin karşısına çıkmakla kendisini bir şey mi sanıyordu? Başlarından geçen binbir türlü olaydan acaba haberdar mıydı? Guadacanal’ı ele geçirmek için gizli gizli giriştikleri sinsi savaşı zaferle kazanıp, Midway ve Coral Sea meydan muhaberesinden ölümle burun buruna gelip canlarını zor kurtarmışlardı. Faye Price, savaş hakkında ne bilirdi ki? Ward Thayer onunla karşılaştığında bunları düşünüyordu. Ama birlikte geçirdikleri saatler sonunda onun hakkındaki düşüncelerini değiştirdi. O her şeye önem veriyordu. Hem de çok fazlasıyla önem veriyordu. Duygularını gözlerinden okuyabiliyordu. Kendi çekiciliğinden habersiz askerlerle göz göze gelişini seyrederken, onlara daha önce yaşamadıkları bir şeyleri hissettirdiği için ister istemez ilgi duyuyordu.

Sıcaklığı, sevecenliği inanılmaz çekiciliğini biraz daha artırıyordu. Genç adamın ona söylemek istediği binlerce şey vardı, ama Faye onun varlığını daha yeni farketmiş gibiydi. Dudaklarının ucunda yorgun bir gülümseme ile ona bakıyordu. Yaver onun gerçek olup olmadığını anlamak için eline dokunup, onu rahatlatmak istiyordu. Çok uzun ve yorucu bir gece geçirmişlerdi. Çok uzun bir yıl… iki yıl… “Komutanınız bu gece onunla yemek yemediğim için umarım bana kızmamıştır?” Yorgunluktan bitkin düşen genç kadın gülümseyerek yaverin yüzüne bakıyordu. “Belki kalbi kırılmıştır ama bu üzüntü onu öldürmez.” Yaver, komutanın bir iki saat önce helikopterle gelen iki general ile gizli bir toplantı yaptığını biliyordu. Zaten yemek ister istemez iptal edilecekti. “Komutanım bu gece askerlere verdiğiniz konsere minnettar kalacaktır.” “Bu iş benim için büyük anlamlar taşıyor.” Kibarca ko21 nuşmasını sürdürürken büyük beyaz kayanın üstüne oturdu ve başını kaldırıp genç erkeğin yüzüne bakmaya başladı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir