Danielle Steel – Yuzuk

Kassandra von Gotthard, Charlottenburg Parkı’nda, gölün kenarında sakin sakin oturmuş, biraz önce attığı taşın meydana getirdiği dalgacıkların yayılışını seyrediyordu. Uzun zarif parmaklar, pürüzsüz küçük bir taş daha aldı, bir süre havada tuttu ve sonra yine amaçsızca suya attı. Yaz sonunun sıcak ve güneşli bir günüydü. Uzun, yumuşak bir dalga halinde omuzlarına düşmüş olan altın sarısı saçları bir tek fildişi tarakla yana doğru tutturulmuştu. Tarağın saçlarında oluşturduğu kıvrım, yüzündeki tüm hatlar gibi mükemmel ve zarifti. Badem biçimli iri gözleri, parkta arkasında duran çiçeklerin rengindeydi. Bunlar, gülecekmiş ve aynı anda bir şeyler söyleyecekmiş gibi görünen gözlerdi. Bunlar, okşarcasına ilgiyle bakan ama sonra birden, sanki gölün karşı kıyısındaki Charlottenburg Şatosu gibi şimdiki zamandan kopup, eski ve hatırlanması güç bir rüyaya dalıp giden gözlerdi. Gölün kenarındaki otların üzerine uzanmış olan Kassandra, bir yağlıboya tablodaki ya da bir rüyadaki bir kadına benziyordu, zarif parmakları otların arasında dolaşıyor, atmak için bir taş daha arıyordu. İki küçük çocuğun, ellerini neşeyle çırpmalarıyla harekete geçen ördekler badi badi göle doğru koştular. Çocuklar gülerek oradan kaçışırken Kassandra onların yüzlerini seçmeye çalışıyordu. “Az önce ne düşünüyordun?” diye soran, yan taraftan gelen sesle, daldığı hayalden uyandı ve hafif bir gülümsemeyle ona döndü. “Hiçbir şey.” Gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı ve elini yanındaki erkeğe uzatırken elmas işlemeli ve mühürlü yüzüğü güneşte parladı. Ama erkek buna dikkat etmedi.


Kassandra’nın mücevherleri onun için hiçbir anlam taşımıyordu. Onun ilgisini çeken, onun için yaşamın gizemini ve güzelliğini elinde tutan, Kassandra’nın kendisiydi. Kassandra, cevabını asla bulamayacağı bir soru, hiçbir zaman sahip olamayacağı bir armağandı. DANIELLE STEEL Geçen kış, erkeğin Der Kuss, ‘Öpücük’ isimli ikinci kitabının kutlaması için verilen partide tanışmışlardı. Bir zamanlar sözünü esirgemezliğiyle tüm Almanya’yı şaşırtmıştı ama, bu kitabı birinci-sindenden daha da çok tutulmuştu. Bir hayli duygusal ve erotik olan bu yapıtıyla Alman çağdaş edebiyatının zirvesindeki yerini garantilemiş gibiydi. Tartışmayı seven, çağdaş kafalı, bazen acımasız ve aynı zamanda çok da yetenekliydi. Dolff Sterne, otuz üç yaşında zirveye tırmanmış ve sonra da rüyalarının kadınına rastlamıştı. Tanıştıkları akşam Kassandra’nın güzelliği onun nefesini kesmişti. Kassandra’dan söz edildiğini duymuştu; Berlin’de herkes onu tanıyordu. Dokunulmaz, ulaşılmaz bir kızdı ve son derece hassas, narin görünüyordu. Dolff onu ilk kez, vücudunu sıkıca saran, altın işlemeli ipek giysisi içinde, başındaki küçük altın sarısı kasketin örtemediği pırıl pırıl saçlarıyla ve samur kürkü koluna atılmış olarak gördüğünde tuhaf duygular hissetmişti. Ama onu şaşkına çeviren, altın ya da samur kürk değildi; Kassandra’nın salondaki şamata içindeki ayrıcalığı ve sessizliği, sonra da gözleriydi. Kassandra dönüp de ona gülümsediğinde bir an için kalbinin duracağını sanmıştı. “Tebrikler.

” “Ne için?” Dolff bir an için ona bakmış, sonra donup kalmıştı, sanki otuz üç yaşında yetişkin bir erkek değil de on yaşında bir çocuk gibi hissediyordu kendini, fakat sonra onun da heyecanlı olduğunu fark etmişti. Kassandra hiç de beklediği gibi değildi, zarifti ama insanlara mesafeli değildi. Dolff onun, kalabalığın bakışlarından rahatsız olduğunu sanmıştı. Kendisi başka misafirlerle meşgulken, Kassandra, âdeta Sindrella gibi birden ortadan kaybolmuştu. Onun arkasından koşmak, onu bulmak bir an için bile olsa tekrar görmek, onun açık mavi gözlerine bir kez daha bakmak istemişti. İki hafta sonra burada, Charlottenburg Parkı’nda tekrar karşılaştılar. Dolff onu, şatoya bakar ve sonra da ördeklere gülümserken seyretti. “Buraya sık sık gelir misin?” Bir an yan yana sessizce durdular, Dolff un uzun boyu ve esmer yakışıklılığı, onun narin güzelliğiyle âdeta tezat oluşturuyordu. Dolff un saçları Kassandra’nın samur kürküyle aynı renkteydi ve parlak birer oniks taşına benzeyen gözleriyle Kassandra’nın gözlerine bakıyordu. Kassandra başını salladı ve sonra o gizemli, çocuksu gülümsemesiyle ona baktı. “Küçük bir kızken de buraya çok gelirdim.” “Berlinli misin?” Saçma bir soru sorduğunu biliyordu ama, ne diyeceğini bilememişti. Kasssandra ona güldü ama, kaba bir gülüş değildi bu. “Evet. Ya sen?” “Münihliyim.

” Genç kız başını tekrar salladı ve uzun süre öylece, konuşmadan durdular. Dolff onun yaşını merak ediyordu. Yirmi iki miydi? Yoksa yirmi dört mü? Yaşını tahmin etmek güçtü. Sonra birden Kassandra’nın gülüşünü duydu, genç kız, üç küçük çocuğun, köpekle oynarken birden bakıcının yanından kaçıp dizlerine kadar suya girdiğini ve inatçı köpeğin de gölün içinde kaldığını görünce kahkahayı basmıştı. “Bunu ben de bir kez yapmıştım. Dadım bu yüzden beni bir ay buraya getirmemişti.” Dolff ona bakıp gülümsedi. Bu sahneyi kafasında canlandırmaya çalıştı. Hâlâ suya girebilecek kadar genç görünüyordu Kassandra ama, samur kürkü ve mücevherleri, onun, bir köpeğin arkasından koşup suya girebilmiş olabileceğini insanın aklına getirmiyordu. Ama yine de, kolalı beyaz üniforması ve başında kepiyle, dadının göl kıyısında durmuş onu azarladığını hayal edebiliyordu. Bu hangi tarihte olmuştu acaba? 1920? 1915? O tarihlerdeki kendi yaşamıyla arada ışık yılları kadar mesafe vardı sanki. O yıllarda kendisi hem okula gidiyor, hem de çalışıyordu; her sabah okuldan önce ve öğleden sonra da okul dönüşü, uzun saatler fırında annesi ve babasına yardım ediyordu. Bu eşsiz kadınınkinden ne kadar farklı bir yaşamdı kendisininki. O karşılaşmalarından sonra Charlottenburg Parkı’na sık sık gitmeye başlamıştı. Bütün gün yazı yazdıktan sonra biraz temiz havaya ve spor yapmaya ihtiyaç duyduğunu söylüyordu kendi kendine ama, gerçeğin böyle olmadığını biliyordu tabii.

O yüzü, o gözleri, o altın saçları arıyordu… ve en sonunda onu yine gölde bulmuştu. Tekrar karşılaştıklarında, Kassandra da onu gördüğüne sevinmiş gibiydi. Sonra, aralarında sessiz bir anlaşma imzalanmış gibi oldu. Genç adam yazısını bitirince yürüyüşe çıkıyor ve zamanı iyi ayarladıysa, Kassandra da orada oluyordu. 1L,L,L*C O 1 CEL Şatonun manevi muhafızları ve göl kenarında oynayan küçük çocukların da manevi bakıcıları olmuşlardı. Bulundukları çevreden, birbirlerine çocukluk anılarını, hayallerini anlatmaktan müthiş hoşlanıyorlardı. Babasının karşı çıkması nedeniyle tiyatro sanatçısı olma hevesi kursağında kalmıştı ama, o hayalini hep sürdürmüştü Kassandra. Bunu asla gerçekleştiremeyeceğini anlasa da, daha sonraki yıllarda bir tiyatro eseri yazmanın hayalini kuruyordu. Dolffun, yazmaya nasıl başladığını, ilk kitabı başarılı olunca neler hissettiğini anlatmasını büyük bir hayranlıkla dinliyordu. Şöhret Dolff a hâlâ gerçekmiş gibi gelmiyordu ve belki de hiç gelmeyecekti. îlk başarılı romanı yayınlanalı beş, Münih’ten ayrılıp Berlin’e geleli yedi, Bugatti’yi getireli üç, Charlotten-burg’daki eski güzel evi satın alalı da iki yıl olmuştu… Ama bunların hiçbiri sanki hâlâ gerçek değildi. Tüm bunların, kendisini genç ve dinç, gözlerindeki bakışları da mutlu ve şaşkın pırıltılarla dolu tuttuğuna inanamıyordu. Dolff Stern, hayattan, yazmaktan, Kassandra ile ilgili şeylerden büyük bir zevk alıyordu. Genç kız onu dinlerken büyülenmiş gibi oluyordu. Dolff kitaplarından bahsederken, Kassandra anlatılanların canlandığını, kahramanların gerçek olduğunu hissediyordu; ve onunla birlikte olmak genç kızı da tekrar canlandırıyor gibiydi.

Sürekli buluşuyorlar ve haftalar geçtikçe, Kassandra’nın gözlerindeki korku ifadesi gittikçe azalıyordu. Göl kıyısındaki buluşmalarında artık genç kızın tavırlarında farklı bir şeyler vardı. Hoş, taze ve tatlı bir şeyler. “Senden ne kadar hoşlandığım konusunda bir fikrin var mı, Kassandra?” Genç adam bunu, bir gün gölün kenarında, güzel kokular getiren hafif ilkbahar meltemini ciğerlerine çekerken, âdeta oyun oynar gibi söylemişti. “Öyleyse benim hakkımda bir kitap yazacak mısın?” “Yazmalı mıyım?” Genç kız bir an için açık mavi gözlerini yere indirdi ve sonra tekrar ona bakıp başını iki yana salladı. “Sanmıyorum. Yazılacak bir şey yok ki. Ne zaferler, ne başarılar, ne de yapılan işler var. Hiçbir şey yok.” Siyah gözler, açık mavi gözlere bir süre baktı ve birbirlerine henüz söylenmemiş bir sürü şeyi bakışlarla söylediler. “Öyle mi düşünüyorsun?” “Gerçek olan bu. Yaşamın içinde doğmuşum ve zamanı gelince de öleceğim. İkisi arasında da bir sürü güzel giysi giyecek, bir sürü yemek davetine katılacak, sayısız opera dinleyecek ve yaşayacağım… işte, hepsi bu dostum.” Yirmi dokuzunda olmasına karşın, tüm umutlarını yitirmiş gibi konuşuyordu… yaşamı sanki hiç değişmeyecekti. “Peki ya oyunun?” Kassandra omuzlarını silkti.

Her ikisi de cevabı biliyordu. Genç kadın, altın kafeste bir mahkûmdu. Birden Dolff a gülümseyerek baktı ve tekrar güldü. “Bana öyle geliyor ki, benim için şöhretin yolu, senin bir şeyler yapman, beni bir roman kahramanı haline getirmen, kafanın içinde beni değişik, egzotik bir karakter olarak yaratmandan geçiyor.” Genç adam bunu zaten kafasında kurgulamıştı ama, henüz ona söylemeye cesaret edemiyordu. Daha zamanı gelmemişti. Onunla oynamaya devam etti ve elini tutup, kendi koluna geçirdi. “Pekâlâ. O halde bu işi senin seveceğin bir tarzda yapalım. Ne olmak istersin? Sana en uygun olan egzotik tip hangisidir? Bir casus? Bir kadın operatör doktor? Çok ünlü bir adamın metresi?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir