David Baldacci – Sike

Jackson alışveriş merkezinin uzun koridorunu inceledi. Ortalıkta yüklü arabaları iten yorgun yüzlü annelerden ve bir yandan yürüyüş yapıp bir yandan sohbet eden yaşlılardan başka kimse yoktu. Gri çizgili takım elbise giymiş olan Jackson kısa boyluydu.Bulunduğu yerden alışveriş merkezinin kuzey girişine dikmişti gözlerini.Otobüs durağı tam o kapının önünde olduğu için kızın parayı kullanacağından emindi.Bildiği kadarıyla ulaşım için başka bir yol da yoktu.Kızın birlikte yaşadığı erkek arkadaşının kamyoneti tamirdeydi, birkaç ay içinde bu dördüncü gidişiydi. Onun için biraz sıkıcı olmalı, diye düşündü Jackson, Otobüs durağı anayoldaydı. Oraya varmak için bir mil yürümesi gerekse de zaten bunu sık sık yapardı.Başka şansı var mıydı? Bebeği de beraberinde getiriyordu.Jackson,onu erkek arkadaşının yanında hiç bırakmadı-ğından emindi. İşi ne olursa olsun adı Jackson olarak kalırken, şu anki şişman, orta yaşlı adama ait görünüşü gelecek ay inanılmaz şekilde değişecekti. Yüz hatları şüphesiz yenilenecek, muhtemelen kilo kaybedecek, boyu saçlarıyla birlikte ya uzayacak ya da kısalacaktı.Erkek mi kadın mı?Genç mi yaşlı mı? Karakter genellikle tanıdığı insanlardan ya tamamen ya da parça parça alınır ve hassas üretim tamamlanana dek birbirine eklenirdi. Okuldayken biyoloji en sevdiği dersti.


Bütün sınıflardaki en nadir örnekler ve iki cinsiyettiler onu her zaman çok şaşırtmıştı. Bütün fiziksel hileleri içinde en büyüğünü düşününce gülümsedi. Jackson hatırı sayılır bir Doğu okulunda birinci sınıf eğitim almıştı. Fen bilimleri ve kimyaya olan doğal yatkınlığıyla rol yapmaya olan sevgisi birleşince hem drama, hem de kimya mühendisliğinde az rastlanır bir başarı elde etmişti. Sabahlan üniversitenin kimya laboratuvarında karmaşık denklemler ve kötü kokulu karışımlar üzerinde çalışırken akşamları enerjik bir şekilde Tennessee Williams ya da Arthur Miller klasiklerine dalardı. Bu başarıları şimdi ona çok yarar sağlıyordu. Sınıf arkadaşları şimdi kendisini görebilselerdi keşke. Bugünün karakterini oynamaya devam ederken -sakin bir hayat yaşadığı için fazla kilolu ve formsuz orta yaşlı bir erkekti bu- alnında ter boncukları birikmişti. Gülümsedi. İnce bedenini gizlemek ve şişman görünmesini sağlamak için taktığı dolgu maddelerinin yardımıyla ortaya çıkan görünümünden son derece memnundu.Ama bundan biraz daha fazlası da vardı:Sanki içindeki kimyasal reaksiyonlar da oynadığı karaktere bağlı olarak değişiyor ve o oynadığı insan haline gelmenin gururunu taşıyordu. Genellikle alışveriş merkezlerine pek sık gitmezdi; kişisel zevklen konusunda daha gelişmiş biriydi. Ama müşterileri böylesi çevrelerde rahat ediyordu ve yaptığı işde rahatlık en önemli konulardan biriydi. Buluşmalar onu çok heyecanlandırırdı, bazen de olumsuz etkilerdi. Bazı görüşmeleri çok hareketli olmuş ve hızlı kararlar vermesi gerekmişti.

Geçmiş Jackson’ın tekrar gülümse-mesine neden oldu.Ama başarısını tartışamazdınız,neredeyse bine vurmak üzerey-di.Ne var ki, bu mükemmel rekoru tek bir şey bozmaya yetiyordu. Gülümsemesi hemen kayboldu. Birini öldürmek hoş bir duygu değildi. Nadiren zorunlu olurdu insan, ama olduğunda da işi görüp hayatına devam etmeliydi. Birkaç sebeple bugünkü görüşmenin böyle sonuçlanmasını diliyordu içinden. Alnını dikkatli bir şekilde mendiliyle silip gömleğinin yakasını düzeltti. Özenle yerleştirilmiş peruğunun sentetik telleri içindeki belli belirsiz karışıklığı düzeltti. Gerçek saçları plastik bir başlık altına gizlenmişti. Alışveriş merkezinde kiraladığı yerin kapısını açıp içeri girdi. Ortalık temiz ve düzenliydi, hatta fazla düzenli. Gerçek bir çalışma ortamını yansıtmıyordu. Girişteki ucuz metal masada oturan sekreter başını kaldırıp kendisine baktı. Daha önceki talimatlarına uygun olarak konuşma girişiminde bulunmadı.

Bu adamın kim olduğu ya da kendisinin orada neden bulunduğu konusunda en ufak bir fikri bile yoktu. Jackson’ın beklediği kişi gelir gelmez sekretere gitmesi talimatı verilmişti. Kısa sürede şehri terk eden bir otobüse binecek ve cüzdanı bu minik rahatsızlığının karşılığında biraz kabarmış olacaktı. Jackson ona hiç bakmadı; gösterisindeki basit bir dekordu o. Kızın yanındaki telefon sessiz, daktilo kullanılmamıştı. Evet, kesinlikle fazla düzenliydi. Jackson kaşlarını çatarak sekreterin masasındaki kâğıt yığınına baktı. Ani bir hareketle kâğıtların bir kısmını masanın üzerine dağıttı. Telefonun duruşunu biraz ya-multtu, daktiloya bir kâğıt taktı. Yaptığı işe bakıp içini çekti. Her şeyi bir çırpıda düşünemezdiniz. Jackson küçük sekreterya bölümünü geçip sağa döndü. Dipteki minik odanın kapısını açarak içeri girdi. Ahşap masanın arkasına oturdu. Odanın bir köşesindeki küçük TV’nin boş ekranı kendisine bakıyordu.

Cebinden bir sigara çıkarıp yaktı, arkasına yaslandı. Bedeninde sürekli salgılanan adrenaline rağmen sakin olmaya çalışıyordu. İnce, koyu renk bıyığına dokundu. O da sentetikti ve sakız özüyle tenine yapıştırılmıştı. Burnu da önemli ölçüde değiştirilmişti. İnce ve düz olan gerçek burnuna iri ve hafifçe yamulmuş bir görünüm vermek için ince bir macunla gölgeleme yapılmıştı. Burnunun yer değiştiren kemerinin yanında yer alan ben de sahteydi.Yonca tohumuyla jelatinin sıcak suda karıştırılması sonucu elde edilmişti. Düzgün dişlerine çarpık ve sağlıksız bir görünüm kazandırmak için akrilik başlıklar takılmıştı. Bütün bu özellikler en dikkatsiz bir kişi tarafından bile rahatlıkla hatırlanırdı. Böylece bu özellikler yok olunca kendisi de ortadan kaybolmuş olacaktı.Yasadışı işlere bulaşan birisi bundan daha fazla ne isteyebilirdi ki? Kısa bir süre sonra, eğer işler planladığı gibi giderse her şey yeniden başlayacaktı. Her seferinde farklı olurdu ve bu da işin heyecanlı kısmıydı zaten: bilmemek. Yeniden saatine baktı. Evet, çok kısa süre sonra.

Onunla son derece üretken bir görüşme yapmayı bekliyordu; aslında iki taraf için de faydalı bir görüşme. LuAnn Tyler’a sadece bir tek soru soracaktı, çok karmaşık bir geri tepme potansiyeli taşıyan basit tek bir soru. Deneyimlerine dayanarak kızın vereceği cevaptan emindi, ama hiç belli olmazdı. Kızın iyiliği için doğru cevabı vermesini yürekten diliyordu. Çünkü doğru cevap yalnızca bir taneydi. Ya hayır derse? O zaman bebek annesini tanıma fırsatına asla sahip olamazdı, çünkü öksüz kalırdı. Elinin ayasıyla masaya bir şaplak indirdi. Evet diyecekti. Diğerleri hep öyle demişti. Jackson biraz düşününce başını şiddetle salladı. Görmesini sağlayacaktı, kendisine katılmasının kaçınılmaz mantığına onu ikna edecekti. Onun için her şey nasıl da değişecekti. Hayal edebileceğinden de fazla. Ümit bile edemeyeceği kadar. Nasıl hayır diyebilirdi ki? Kimsenin reddedemeyeceği bir teklifti bu.

Eğer gelirse. Jackson yanağını elinin arkasıyla ovuşturdu, sigarasından uzun, derin bir nefes çekti. Dalgın bir şekilde duvardaki bir çiviye baktı. Ama nasıl gelmezdi ki? İkinci Bölüm Sert rüzgâr iki tarafında sık ağaçların uzandığı dar, toprak yolda şiddetli bir şekilde esiyordu. Yol birden kuzeye kıvrılıp sonra yine birdenbire doğuya dönüyordu. Ağaçlar hafif bir yükseltiyle devam ediyordu. Bazıları ölmüş, bazıları rüzgâr, hastalık ve iklim yüzünden garip şekillere bürünmüşlerdi. Ama çoğu kalın, yapraklı dallarıyla dimdik durmaktaydı. Daha dikkatli bir göz, yolun sol kıyısındaki bahar çimenleriyle kaplı yarım daire şeklindeki çamurlu boşluğu görebilirdi. Karla kaplandığında hoş bir sanat eseri izlenimi veren, yılan ve diğer yaratıklar için ev haline gelmiş paslı motor parçaları, çöp yığınları, küçük bir bira kutusu tepeciği, eski mobilyalar ve diğer pislik yığınları arazinin doğal manzarasını tamamlıyordu. Bu yarım daire şeklindeki adanın ortasında, ufalanmakta olan briketlerin üzerinde kısa, gecekondu tipi bir karavan vardı. Görünüşe göre dünyayla tek bağlantısı yol boyundaki kalın ve eğik direklerden sarkarak karavana kadar uzanan elektrik ve telefon kablolarıydı.Karavan hiçbir yerin tam ortasında kesinlikle çok çirkin görünüyordu. İçinde yaşayanlar da bu tanıma çok uygundular. Hiçbir yerin tam ortası tanımı tam onlara göreydi.

LuAnn Tyler karavanda yamuk bir komodinin üzerine yerleştirilmiş olan aynada kendine baktı. Yüzünü garip bir açıda havaya kaldırmasının sebebi sadece komodinin ayağının değil,aynanın da kırık olmasıydı. Kıvrımlı hatlar camın yüzeyinde ince bir ağacın dalları gibi uzayıp gidiyordu. LuAnn aynaya dümdüz baksa bir değil üç tane yüz görecekti. Aynada kendini incelerken gülümsemedi; zaten kendi görünüşüne gülümsediğini hiç hatırlamıyordu. Görünüşü elindeki tek kozuydu -kendini bildi bileli beyninde kazılıydı bu düşünce-ama dişçiye gitmesinin bir sakıncası olmazdı. Florsuz kuyu suyuyla büyümek ve bir diş hekimi muayenehanesine adım atmamış olmak bu durumu doğurmuştu. Hiç aklı yoktu şüphesiz, babası bunu defalarca söylemişti. Aklı mı yoktu, yoksa onu kullanma fırsatı mı? Bu konuyu beş yıldır ölü olan Benny Tyler’la hiç konuşmamıştı.Üç yıl önce ölen annesi Joy, hayatı boyunca hiç kocası öldüğü zamanki kadar mutlu olmamıştı.Sadece bu durum bile babasının zekâ değerlen-dirmesine boşvermesini sağlayabilirdi.Ama küçük kızlar babalarının söyledikle-rine çoğunlukla kayıtsız şartsız inanırlardı. Saatin asılı durduğu duvara baktı.Annesinden kalan tek şeydi o; nesilden nesile aktarılan bir hatıraydı.Joy Tyler’a da Benny Tyler’la evlendiği gün annesi tarafından verilmişti.

Aslında maddi hiçbir değeri yoktu; on dolara herhangi bir tefeci dükkânından alabilirdiniz.Ama LuAnn için o çok değerliy-di.Küçük bir kızken gecenin ilerleyen saatlerinde o saatin ağır, düzenli tiktaklarını dinlerdi. Karanlığın içinde hep orada olduğunu bilmesi rahatça uyumasını sağlardı. Sabahları da yine o tiktaklarla karşılanırdı. Yetişme çağı boyunca en büyük dayanağı olmuştu bu saat. LuAnn’in hayran olduğu kadın, yani büyükannesiyle de bir bağlantısı vardı.Bu saatin yanında olması büyükannesinin yanında olması gibiydi. Yıllar geçtikçe saatin içindeki aletler oldukça eskimiş, garip sesler çıkarmaya başlamıştı.LuAnn’i iyi ve çok kötü zamanlardan geçirmişti. Joy ölmeden bir gece önce LuAnn’e onu almasını ve iyi bakmasını söylemişti.Artık LuAnn de onu kızı için saklayacaktı. Gür,kumral saçlarını arkaya doğru tarayıp topuz yapmayı denedi,ama sonra vazgeçip ustalıkla Fransız stili bir örgü yaptı.Bu görüntüsünden de hoşlan-mayıp örgüyü tepesine tokayla tutturdu. Nasıl olduğunu görmek için başını sağa sola çevirdi.

Bir yetmiş beşlik boyuyla aynada kendini görebilmek için kamburunu çıkarması gerekiyordu. Birkaç saniyede bir yanındaki sandalyede duran minik battaniye yığınına bakıyordu. Yorgun gözlere,biçimli dudaklara,tombul yanaklara ve ellere bakarak gülümsedi.Sekiz aylıktı ve hızla büyüyordu. Kızı şimdiden bebeklerin o komik ileri geri hareketlerini tekrarlayarak emeklemeye başlamıştı bile. Kısa bir süre içinde yürüyecekti.LuAnn etrafına bakınca gülümsemeyi bıraktı. Buranın sınırlarını öğrenmek Lisa’nın fazla vaktini almayacaktı. LuAnn’in temiz tutmak için gösterdiği aşırı çabaya rağmen yataktaki adamın patlama nöbetleri yüzün-den karavanın içi de dışıyla aynı görünüyordu. Duane Harvey sabaha karşı dörtte sendeleyerek eve girip elbiselerini ortalığa attığından beri hareketsiz yatıyordu. Birlikteliklerinin ilk günlerinden birinde Duane sarhoş gelmemişti ve Lisa o gecenin ürünüydü. LuAnn’in gözleri kısa bir an için buğulandı. Ama ağlamak için vakti yoktu.Yirmi yaşında olmasına rağmen ömrünün sonuna yetecek kadar ağlamıştı. Tekrar aynaya baktı.

Bir eliyle Lisa’nın minik yumruğunu tutarken diğeriyle saç tokasını çıkardı. Saçlarını yeniden arkaya doğru tarayıp kâküllerini geniş alnına düşürdü.Okuldayken kullandığı bir stildi bu,en azından yedinci sınıf-tayken.İş bulup para kazanmak için okuldan ayrılan taşralı arkadaşlarına o zaman katılmıştı. Hepsi düzenli kazanılan paranın eğitimden daha iyi olacağını düşünmüşlerdi,ama yanıldıkları şimdi anlaşılıyordu.LuAnn’in fazla şansı yoktu. Maaşının yarısı işsiz dolaşan anne babasına gidiyordu. Diğer yarısı da anne babasının kendisine veremediği yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlara harcanıyordu Eskimiş sabahlığını çıkarıp çıplak vücudunu göz önüne sererken dikkatle Duane’e bakıyordu.Adamda bir hayat belirtisi görmeyince hemen iç çamaşırlarını giydi. Yetişme çağındayken gelişen vücudu, mahalle çocuklarının gözünü açmış, erkekliğe vaktinden önce adım atmalarına neden olmuştu. LuAnn Tyler geleceğin film yıldızı ve süper modeli olacaktı. Georgia’ya bağlı Rikersville’de yaşayanlar LuAnn konusunu ciddi bir şekilde düşünmüş ve ona bu unvanı layık görmüşlerdi. Hepsinin ondan çok yüksek beklentileri vardı. Oysa LuAnn onların hayat tarzını istemiyordu. Bahçelerinde çamaşır asan o kırışık yüzlü şişman kadınlardan biri olmayacaktı.

Doğal güzelliği en parlak yüzüğü getirecekti ona. Çevresindekiler her şeyi onun adına ümit ediyorlardı. New York ya da Los Angeles onların LuAnn’i çağıracaktı, bu sadece an meselesiydi. Gelgelelim, prenses hâlâ oradaydı. Bütün hayatı boyunca yaşadığı o kasabada. Hedeflerini gerçekleştirme fırsatı bile bulamadan -yirmili yaşlara yeni girmiş olmasına rağmen-herkesi düşkırıklığına uğratmıştı. Kasabalının, onun hayalleri içinde Hollywood’un o ayki yakışıklısının yanında çıplak yatmak ya da en son kreasyonlara modellik yapmak bulunmadığını duyunca şaşıracaklarını biliyordu. Sutyenini takarken on bin dolar karşılığında moda dünyasına kapağı atmanın fena bir anlaşma olmadığını düşündü. Yüzü. Ve bedeni. Babası vücut hatları konusunda sık sık yorum yapardı. Şehvetli ve dolgun diye tarif ederdi. Sanki en belirgin özellikleri sadece bunlardı.Boş kafa,çarpıcı bir vücut.Tanrı’ya şükür babası bu sözcükleri kullanmanın ötesine geçmemişti.

Kimi zaman gecenin geç saatlerinde babasının bunu isteyip de cesaret edemediğini ya da fırsat bulamadığını düşünürdü. Bazen kendisine nasıl baktığını görür ve korkardı.Nadiren bilinçaltının derinlik-lerine iner, birden öyle bir fırsat ortaya çıksa ne olacağını düşünürdü. O anda baştan aşağı titrer,kendi kendine bir ölünün arkasından böyle kötü şeyler düşünmenin iyi bir şey olmadığını hatırlatırdı. Küçük dolabın içindekileri inceledi. Aslında randevusuna uygun yalnızca bir tek elbisesi vardı.Kısa kollu,yakasında ve eteğinde beyaz biyeleri olan deniz-ci mavisi bir elbise.Onu satın aldığı günü hatırlıyordu.Bütün maaşını yatırmıştı ona.Tam altmış beş dolar. İki yıl önceydi ve bu çılgınca israfı bir daha tekrarlamamıştı, aslında aldığı son elbise oydu. Biraz yıpranmış olsa da iğne ve iplikle iyi iş çıkarmıştı.Boynunda eski bir hayranının hediyesi olan inci kolye takılıydı.Gece geç saatlere kadar oturup yüksek topuklu ayakkabı-sındaki çizikleri boyamıştı.Ayakkabılar koyu kahveydi ve elbiseyle pek uymuyordu,ama idare etmek zorundaydı.

Sandaletler ve spor ayakkabıları diğer seçenekleriydi ve hiçbiri bugüne uygun değildi.Ama spor ayakkabılarını otobüs durağına kadar yapacağı uzun yürüyüşte giyebilirdi. Bugün yeni veya en azından değişik bir şeylerin başlangıcı olabilirdi.Kim bilir? Bir yerlere, bir şeylere götürebilirdi onları.Kendisi ve Lisa’yı Duane’in dünyasından başka bir yere taşıyabilirdi. Derin bir soluk alıp çantasının içindeki fermuarlı bölmeyi açtı. Bir parça kâğıdı dikkatli bir şekilde düzeltti.Telefonda kendini Bay Jackson olarak tanıtan adamın verdiği adres ve diğer bilgileri not almıştı. Garson olarak çalıştığı Number One Truck Stop’ta gece yarısından sabah yediye kadarki vardiyasından sonra cevap vermek istemediği telefondu bu. Telefon geldiği sırada mutfak masasında oturup gözlerini sıkıca kapamış olan Lisa’yı emzirmekteydi. Küçük kızın dişleri çıkıyordu ve LuAnn göğüs uçlarının alev alev yandığını hissediyordu. Bebek maması çok pahalıydı ve sütleri bitmişti.Başlangıçta telefona cevap vermek istememişti.Otoyolun hemen bitimin-de bulunan bu tanınmış kamyon parkındaki işi aralıksız çalışmasını gerektiri-yordu.Lisa bu arada tezgâhın altındaki bebek koltuğunda güvende oluyordu.

Tanrı’ya şükür Lisa biberonunu tutabiliyordu ve patronu LuAnn’i bu ayarlamayı yapmasına izin verecek kadar seviyordu.Fazla arayanları yoktu.Çoğunlukla arkadaşları içmek ya da yolda kalmış arabaları soymak için Duane’i çağırır-lardı. Hayır, sabahın bu saatinde Duane’in arkadaşları aramazdı. Saat yedide bir başka içki âleminin ardından daldıkları uykularının üçüncü saatine girmiş olurlardı ancak. Üçüncü çalıştan sonra nedense uzanıp telefonu açtı. Adamın sesi canlı, üslubu profesyoneldi.Sanki yazılı bir metni okuyor gibiydi.LuAnn yarı uykulu bir halde adamın bir şey satmak için aradığını düşünüyordu. Bu bir şaka olmalıydı! Ne kredi kartı, ne banka hesabı vardı, sadece Lisa’nın kirli bezlerini attığı plastik torbanın içinde biraz nakit vardı.Duane’in para aramayacağı tek yer burasıydı.Devam edin bayım,bana bir şeyler satmayı deneyin.Kredi kartı numarası mı?Hemen bir tane uydurayım sizin için.Visa?MasterCard? ACCX? Platin. Bende hepsi var,en azından rüyalarımda.

Oysa adam telefonda ona adıyla hitap etmiş, ardından da işten bahsetmişti. Bir şey satmıyordu. Aslında ona bir iş teklif ediyordu. “Telefon numaramı nasıl buldun?’ diye sordu arayan kişiye. Adam otoriter bir sesle istihbarattan aldığını söyleyince ona hemen inandı. Bir işi olduğunu söyleyince adam maaşını sordu. Önce cevap vermek istemese de sonra Lisa tatminkâr bir şekilde emmeye devam ederken cevap verdi. Nedeninden emin değildi.Sonradan bunun başına gelecek şeylerin habercisi olduğunu düşünecekti. Çünkü ödemeden o zaman söz etmişti. İki hafta için iş günü başına yüz dolar. Hemen kafasından aritmetik işlemi yapmıştı. Toplam bin dolar ve işin gerisinin gelmesi ihtimali çok yüksekti. Ve tam gün çalışmayacaktı. Adam günde en fazla dört saat demişti.

Şu anki işini etkilemezdi bu. Saatte yirmi beş dolar demekti. Tanıdığı hiç kimse bu kadar para kazanmıyordu. Yılda yirmi beş bin dolar ederdi! Ve gerçekten yarım gün çalışıyor olacaktı. Yani bu, yılda elli bin dolar demekti aslında! Ancak doktorlar, avukatlar ve film yıldızları böylesi astronomik rakamlar kazanırdı, liseden terk ve Duane adında biriyle ümitsiz bir fakirlik içinde yaşayan bir anne değil. Duane onun düşüncelerine tepki verirmiş gibi hafifçe kıpırdadı. Kan çanağına dönmüş gözlerle LuAnn’e baktı. “Ne cehenneme gidiyorsun?” Duane’in sesi çok kalın çıkıyordu. Aynı tonu hayatı boyunca pek çok erkekten duymuş gibi geliyordu ona. Cevap olarak masanın çekmecelerinden boş bir bira şişesi aldı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir