David E. Cartwright – Arthur Schopenhauer

Arthur Schopenhauer kendisini yersiz yurtsuz biri olarak görüyordu. Bu evsizlik hissi hayatının ve felsefesinin ana teması haline geldi. 22 Şubat 1 788’deki doğumundan beş yıl sonra ailesi, Prusya’nın kontrolünden kaçmak için o zamanlar bağımsız bir şehir olan Danzig’den ayrıldı. Schopenhauer, bundan sonra “Hiçbir zaman yeni bir ev edinmedim.”1 demiştir. Hamburg’da aralıklı olarak on dört yıl yaşadı ama en iyi zamanlarını bu şehirde değilken geçirdi. Hamburg’dan ayrılırken kendini sanki bir hapishaneden kaçıyormuş gibi hissetmişti. Dresden’de dört yıl yaşadı ama bu şehri sadece başlıca eserlerinden İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’nın doğum yeri olarak gördü. Berlin’de geçirdiği on yıldan uzun süre de, ona bir aidiyet duygusu kazandırmadı. Berlinli olmadığını kızgınlıkla haykırırdı. Hayatının elli yılını dünyanın doğasını ve anlamını anlamaya çalışarak, ömrünün son yirmi sekiz yılınıysa vatandaş olmadan Frankfurt’ta yaşayarak geçirdikten sonra, nihayet dünyanın bile onun evi olmadığı sonucuna varacaktı. Bu açıklaması ciddiye alınırsa Danzig bile onun evi olmamıştı. O, doğuştan evsizdi. Ancak doğuştan evsiz olmak, hayatının hiçbir anlamı olmaması demek değildi. Schopenhauer da doğumundan itibaren hayatının bir amacı olduğu sonucuna varacaktı.


Schopenhauer, neredeyse Danzig’de doğmaktan mahrum kalacaktı. Heinrich Floris Schopenhauer, çıktıkları İngiltere gezisinde karısının hamile olduğunu öğrenmişti. Johanna ilk defa anne olacağından doğal ve makul olarak anne ve babasının evine gitmeyi ve doğumu annesinin gözetimi altında yapmayı istedi. Heinrich Floris ise aksini istiyordu. Erkek olmasını umut ettiği çocuğunun İngiltere’de doğmasını ve böylece gelecekte tüccar olacak birisi için yararlı bir kimlik olan İngiliz vatandaşlığını elde etmesini istiyordu. Johanna kocasının isteğine boyun eğdi: 2 SCHOPENHAUER “Kendime karşı verdiğim zorlu mücadeleye sonuna kadar sabrettim … İçimdeki [Londra’da kalmaya ilişkin] muhalefeti yenmekte başarılı oldum. “2 Johanna, direnmeyi bırakıp durumu kabul edince ve “sevgili arkadaşlarının” da durumu sıcak karşılamasıyla “geleceğe daha sakin” bakmaya başladı. “3 Bununla birlikte Johanna’nın sükuneti kısa sürecekti. Sisli günler ve Londra’nın kasvetli geceleri kocasının endişelerini tetikledi; depresyonun getirdiği donuk ifade ve melankoli, kocasının geri kalan hayatının on sekiz yılında gittikçe belirginleşecekti. Eşinin gebeliği sırasında Heinrich Floris’in kontrolsüz endişelerinin başlıca konusu onun sağlığıydı. Beklenmedik bir anda, sonbahar ve kış başlangıcında kuzey Almanya’ da seyahat etmek güçlüklerle dolu olsa bile Danzig’e dönmeleri gerektiğine karar verdi. Bu arada karısını Londra’da ünlü bir cerrah olan John Hunter’a muayene ettirdi ve doktor, yolculukta yaşayacakları sürekli hareketin, Johanna’nın durumundaki bir kadına faydalı olacağını söyleyerek sinirli çifti teskin etti. Schopenhauer ailesi Kasım sonunda Dover’den ayrıldı ve 1787 yılbaşı gecesi Danzig’e vardı. Johanna daha sonra, dönüşlerine kendi arzusunun yol açtığını ileri sürecekti, ancak kocasını onu memleketine geri götürmeye asıl iten şeyin onun sağlığıyla ilgili endişeleri olduğunu da biliyordu, çünkü kendisi doğumu İngiltere’de yapmaya çoktan karar vermişti. Babası, karısını Danzig’e sürüklemiş olmasına rağmen, en azından Arthur Schopenhauer forsepsle* çekilerek dünyaya gelmemişti.

Yani Schopenhauer, daha sonra bilgeliğini öveceği Gotthold Ephraim Lessing’in oğluna iki anlamda da benzemiyordu: “Oğlan dünyaya gelmeyi kesinlikle reddettiği için yaşaması amacıyla forsepsle çekilip dünyanın içine sürüklenmesi gerekti ama tam da girmedi ve hayattan hızla kaçıp gitti. “4 Danzig Schopenhauer ailesi, Arthur’un doğum yerine 1 7. yüzyıl sonlarında yerleşmişti. Babasının dedesi Johann Schopenhauer ile müthiş bir resim koleksiyonuna sahip bir sanat simsarı olan oğlu, yani Arthur’un baba * Kimi güç doğumlarda, bebeğin başını kavrayıp dışarı çekmekte kullanılan, doğumkaşığı olarak da anılan araç -ç.n. tarafından dedesi Andreas (1720-94) başarılı tüccarlardı.5 Arthur’un babaannesi Anna Renata (1726-1804), 1 754-1775 yılları arasında bölgenin Hollanda Genel Valiliğini yapmak için Danzig’e gelen Hollandalı tüccar ve armatör Hendrick Soersmans’ın kızıydı. 6 Schopenhauer’ın baba tarafı çok doğurgandı. Anna Renata on beş doğum yaptı ama çocuklarından birkaçı Lessing’in oğlunun bilgeliğine sahipti. Doğduklarından sonraki ilk birkaç günü sağ salim atlatabilen on bir çocuğunun altısı erkek, beşi de kızdı. Erkek çocuklardan ikisi genç yaşta öldü, ikisi de orta yaşlarına kadar yaşadı. Arthur’un amcası ve vaftiz babası Johann Friedrich, 1 794’te kırk beş yaşındayken öldü. Heinrich Floris’in iş ortağı olan Karl Gottfried de 1 795’te otuz dört yaşındayken öldü. Sadece, 1 747’de doğan Heinrich Floris ve en genç erkek kardeşi Michael Andreas ( 17 5 8-1 813) ellili yaşlarına kadar yaşadılar. Beş kız kardeşin kaderi daha da kötüydü.

Sadece Maria Reneta (1750- 1 807) yetişkinliğe erişebildi. Bir tüccar olan Christian Gottfried Tietz ile 1 779’da evlendi ve böylece Arthur’un bir kuzeni oldu: Karl Gottfried Tietz (1781-1833).7 Babasının iş anlayışının ve bağlantılarının varisi olan Heinrich Floris bu yüzden talihli bir kimse olacaktı. Ama annesinden miras aldığı özellikleri ona felaket getirecekti. Anna Renata’nın “patolojik bir doğası” vardı. 8 Çok şiddetli depresyon ve endişe nöbetleri geçiriyor ve şiddet eğilimli olduğu söyleniyordu. Anna Renata bu ruhsal bozukluklarından dolayı kocasının ölümünden sonra güvenilir kişilerin bakımına verildi. Anna’nın en küçük oğlu olan Michael Andreas’ın doğuştan “geri zekalı” olduğu kabul ediliyordu. Karl Gottfried ise ölümünden önce “yarı deli” olmuştu.9 Heinrich Floris de ölümünden önce gittikçe artan tuhaf davranışlar sergileyecekti; depresyonu, endişeleri ve şiddetli feveranları, bütün bunlar ailenin Hollandalı köklerinden geliyordu. Arthur, kendisindeki depresyonun, endişenin ve melankolinin babasından geldiğinin farkına varacaktı: “Babamdan miras kalan, lanetlediğim … ve istencimin [bkz. Sözlükçe] bütün gücüyle karşı koyduğum endişe.”10 Daha sonra, kötümserliğinin çocukluğunda yaşadığı bir şeyden kaynaklanıp kaynaklanmadığıyla ilgili soruyu şöyle yanıtlayacaktı: “Asla, aksine gençliğimde de her zaman çok melankoliktim.” 11 Sonraları, istencin babadan miras alındığına dair bir teori oluşturacaktı. Bu teorinin tersine, Heinrich Floris istencini annesinden miras almış gibiydi.

4 SCHOPENHAUER Andreas Schopenhauer, Heinrich Floris’i tüccar olarak başarılı olabilecek şekilde eğitmişti. Heinrich Floris, Danzig’de aldığı eğitim dışında, uzun yıllar yurtdışında yaşayarak dünya ile ilgili pratik deneyimler edinmiş, iş becerilerini geliştirmiş ve gelecekteki ticaret ortaklarıyla önemli iş bağlantıları kurmuştu. Bordeaux’da, Bethmann şirketinde satıcılık yapmıştı. Fransa’dayken Voltaire’e ve erotik içerikliler de dahil olmak üzere hafif Fransız edebiyatına merak sarmıştı. Johanna bunu hatıralarında kinayeli bir şekilde belirtmişti: “Bana verdiği Fransız romanlarından onun uzun yıllar kaldığı bu ülkede birçok deneyimi olduğunu anladım ki bu durum, onun gözünde benim cinsimi yükseltmiyordu.”12 Bu “Fransız romanları” merakı Johanna’ya da geçti; kocasının ölümünden sonra Jean-Baptiste Louvert de Couvray’ın altı ciltlik Şövalye De Faublas’ın Aşk Maceraları (1968; Les amours du chevalier du Faublas, 1 786) adlı erotik romanının Arthur’un eline geçmemesi için çabaladı. Bu türlü yazıların, kocasının kadınlara bakışını oğluna geçireceğinden endişe duyuyordu. Kitapları oğlundan saklama çabalarının ne derece başarılı olduğu bilinmiyor. Saklayabilmiş olsa bile, oğlunun kadınlara karşı babasının tavrını paylaşmasını önleyemediği çok açıktır. Heinrich Floris, Fransa’nın yanı sıra, kalış süresi bilinmemekle birlikte İngiltere’de de yaşamıştı. İngiltere’ye 1 773’te gitmiş, 1 780’e kadar orada yaşamış olabilirdi.13 Londra’da kaldığı dönemlerde Britanya vatandaşlarına sağlanan özgürlükleri ve İngiltere’nin ilerici anayasasını çok takdir etti. Hayatı boyunca The Times’ı * okumayı sürdürmüş bir İngiliz hayranı olduğunu hiç gizlemedi. Arthur da hayatı boyunca İngiltere’ye karşı bir sevgi besleyecekti ve bu sevgi, hep İngiltere’yle bağdaştıracağı dar görüşlü dini bağnazlığa karşı nefretini dengeliyor gibiydi. Babası gibi o da her gün The Times okuma alışkanlığını edinmişti.

Heinrich Floris, Danzig’e döndüğünde, 19 Kasım 1780’de kendisi gibi akıcı İngilizcesi ve Fransızcası olan kardeşi Karl Gottfried ile birlikte Schopenhauer Kardeşler Armatörlük ve Simsarlık [Reederei und Kommissionen – Gebrüder Schopenhauer] adı altında iş yapma izni aldı. Kardeşler deniz nakliyeciliği yapmalarının yanında, ayrıca komisyonculuk ve banka sirnsarlığıyla da ilgileniyorlar ve Britanya’dan gelen mamul mallar karşılığında Baltık ülkelerinden tahıl ve hammadde alıyorlardı. * İlk sayısı 1 Ocak 1 785’te The Daily Universal Register adıyla Londra’da yayımlanan, 1Ocak 1 788’de The Times adını alan bu günlük gazete İngiltere’nin en eski ve en etkili gazeteleri arasında yer alır-r.n. İstencin Olumlanması 5 Heinrich Floris yakışıklı bir adam değildi, hatta tam tersiydi. Adaleli ve geniş bir vücudu, yuvarlak bir kafası, geniş bir yüzü, öne çıkık bir çenesi, şişkin mavi gözleri ve kalın dudaklı geniş bir ağzı vardı. Maalesef Arthur da Adele de babalarının dış görünüşünün izlerini taşımaktan kurtulamamışlardı. Heinrich Floris çekici olmayan bir görünüşe sahip olmasına rağmen, kalabalıklar arasından sıyrılmasına neden olan bir özelliğe sahip olmalıydı. En azından 1 773’te bir seyahatinden dönüşünde Berlin’de kendisini karşılayan kalabalığın içinden il. Friedrich’in (Büyük Friedrich) dikkatini çekmişti. Kral durup ona nerede yaşadığını sordu. Heinrich Floris de Danzigli bir tüccar olduğunu söyledi. Prusya kralı, bilinmeyen bir nedenle, Heinrich Floris’in spaniyel cinsi bir kö- * peği olup olmadığını sordu. Heinrich Floris’in bu soruya olumlu cevap vermesi kralın hoşuna gitmiş olacak ki onu ertesi sabah saat 6’da kendisini ziyaret etmeye davet etti. Kral, Schopenhauer’ın köpeğinden çok etkilenmişti etkilenmesine ama kendisinden daha fazla etkilenmişti.

Onu, Danzig’in bağımsızlığının geleceği olmadığı konusunda bilgilendirdikten sonra Prusya’ya yerleşmeye davet etti. Bağlılığını bilen herkesin düşünebileceği gibi sadık cumhuriyetçi Heinrich Floris, bu Kraliyet davetini kabul etmedi.14 il. Friedrich ile arasında geçen bu olay Heinrich Floris’in siyasi otoriteye ve özellikle de Prusya monarşisine karşı tavrını gösteriyordu. Bu tavır, Schopenhauer ailesinin düsturunda da belirtiliyordu: “Point de bonheur sans liberte” [Özgürlük olmadan mutluluk olmaz]. Heinrich Floris’in inatçılığa varan özgür ruhu, on yıl sonra, 1783’te Prusya’nın Danzig’i ablukaya alması sırasında meydana gelen bir olayla ilgili olarak aile üyeleri arasında çok anlatılan bir hikayede de kendini gösteriyor. Schopenhauer’ın dedesi Andreas, Prusyalı bir taburu kendi arazisinde ağırlamak zorunda kalmıştı. Bunun üzerine General Friedrich von Raumer iyi niyetini göstermek amacıyla, Heinrich Floris’e değerli damızlık atı için parasız yem ithal etme hakkı tanıdı. Heinrich Floris, Raumer’ın bu cömert teklifini kibarca reddederek; “Prusyalı generale cömertliği için teşekkür ederim … ama yem bittiğinde atlarımı öldürmek zorunda kalacağım” 15 demiştir. * Av kuşlarını gizlendikleri yerden ürkütüp havalandırmakta kullanılan çeşitli av köpeği soylarının ortak adı-ç.n. 6 SCHOPENHAUER İşleri büyümeye başlayınca, kendi yaş ve konumunda olan her adam için adetten olduğu gibi Heinrich Floris de bir eş arzulamaya başlamıştı. Muhtemelen eş bulmak ikincil bir sorundu, esasında bir varisi olsun istiyordu. Johanna Henriette Trosiener’da onu özellikle neyin çektiği bilinmiyor. Bir kere kesinlikle gençti, babasının işi ve siyasi bağlılıkları müstakbel kocasınınkiyle uyuşmasa da saygın bir aileden geliyordu.

Babası, Christian Heinrich Trosiener (1730-97), Heinrich Floris’ten daha az başarılı bir tüccardı. Bir ayakkabıcı ve işportacının oğlu olan Christian Trosiener, Danzig’e Altschottland köyünden gelmişti. Onun babası, Johanna’nın büyük dedesi olan Christoph Trosiener, Doğu Prusyalı bir çiftçiydi. Johanna’nın babası ise hem entelektüel hem fiziksel olarak etkileyici bir adamdı. St. Johanna Kilisesi’nin meclis üyesiydi ve balıkçı mahallesinin dört tedarikçisinden biri olmuştu. Bu yüzden ticari çıkarları bazen Heinrich Floris gibi şehrin soylularıyla çatışan ve bazen de Danzig’in bağımsız statüsüne aykırı düşen şehrin şirketleşmiş orta sınıfına, “Üçüncü Zümreye” * mensuptu. Kısa bir dönem belediye meclisi üyeliği yaptı ve ilk torunu Arthur’un doğumundan yaklaşık bir ay önce, Baltık ülkeleriyle ticareti geliştirmek amacıyla düşüncesizce Danziglilerin Prusya vatandaşı olmaları gerektiğini ve Prusya kralına bağlılık yemini etmelerini teklif etti. Heinrich Floris’in, kaynatasının bu hareketine gösterdiği tepki hakkında herhangi bir kayıt olmamakla birlikte, onun gibi sadık bir cumhuriyetçinin, Trosiener’ın belediye meclisinden istifaya zorlanıp, ardından işini tasfiye etmesinin ve ailesiyle birlikte Stutthof topraklarına yerleşmesinin sağlanması gerektiğini uygun bulacağını düşünmek akla yatkındır. Trosiener ailesi, malvarlıklarının büyük bir bölümünü bundan sonra yitirmiş ve Christian Heinrich Trosiener’ın ölümünden sonra Schopenhauer ailesinden destek görmüşlerdir. Johanna’nın annesi Elisabeth (kızlık soyadı Lehmann, 1745-1818) tüccar ve eczacı Georg Lehmann ve Susanna Concordia Lehmann’ın (kızlık soyadı Neumann) kızıydı. Arthur’un anne tarafı baba tarafından daha az doğurgandı ama çocuklarını yetişkinliğe eriştirmekte daha başarılıydılar. İlk çocukları ve tek oğulları Heinrich 1765’te vaftiz edilmiş * Ortaçağ ve erken modern dönemde Avrupa’da geçerli olan ve Fransız Devrimiyle birlikte yıkılan eski rejimin düzeni: Birinci zümre din ruhban, ikinci zümre soylular, üçüncü zümre ise avam, yani şehirliler (burjuvalar) ve köylülerdi -e.n. İstencin Olumlanması 7 ve genç yaşta ölmüştü.

Üç kız kardeşin en büyüğü olan Johanna 9 Temmuz 1766’da dünyaya gelmişti. Onu, Arthur’un vaftiz annesi Charlotte Elisabeth (1768-1 828) ve Juliane Dorothea (1773-1 849) izlemişti.16 Bir kızları da 1 771 ‘de ölü doğdu. 18. yüzyıl ortalarında yaşayan bir kadın olarak Johanna’nın hayatı cinsiyetine göre planlanmıştı. Tercihen bir eş ve anne olacaktı. Babası iş seyahatlerinde Fransızca, Polonyaca ve Rusça öğrenmiş olmasına rağmen ailesi iyi eğitimli sayılmazdı. Bununla birlikte Johanna’nın, yaşıtı olan birçok kızdan daha kapsamlı bir eğitim almasına izin vermişlerdi. Kuşkusuz ev idaresi ve davranış konularında eğitildi, piyano çalmayı ve kibar cemiyet hayatı için gerekli olan Fransızca konuşmayı da öğrendi. Üç ya da dört yaşlarındayken ünlü bir ressam ve gravür sanatçısı olan Daniel Chodowiecki’nin annesi ve iki kız kardeşi tarafından işletilen, evlerine yakın bir kız okuluna gitti.17 Orada davranış eğitiminin yanı sıra temel düzeyde Fransızca dersi aldı.18 Daha sonra, Chodowiecki’yi atölyesinde izleme olanağı bulacaktı. Hem sanatçı hem de sanatın kendisi Johanna’yı büyülemişti. Johanna hatıralarında, bu yaşadıklarının içinde ressam olma isteği doğurduğunu ve genç ruhunda sanata karşı derin bir değerbilirlik duygusu uyandırdığını söyleyecekti. Oğlundan öğrendiği sanılabilecek bir dil kullanarak, sanat için o andan itibaren ve hayatı boyunca “benim avuntum ve neşe kaynağım; onun sayesinde özgürleştim” diyecekti.

19

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir