Dean R. Koontz – Kanatlar

«Kandan eldivenler.» Kadın iki elini kaldırdı, baktı. Ellerine… ellerinin içinden tâ ötelere baktı. Sesi hafif ama gerilim doluydu. «Ellerinde kan var.» Oysa kendi elleri tertemiz ve beyazdı. Kocası devriye arabasının arka koltuğundan ona doğru eğildi. «Mary?» Kadın cevap vermedi. «Mary, beni duyuyor musun?» «Evet.» «Kimin kanını görüyorsun?» «£min değilim.» «Ölecek olanın mı?» «Hayır. Aslında… kendi kanı.» «Katilin mi?» «Evet.» «Eline kendi kanı mı bulaşmış?» «Evet, öyle,» dedi kadın. «Yaralanmış mı?» «Ama ciddi değil.


» «Nasıl yaralanmış?» «Bilmiyorum.» «İçine girmeye çalış.» «içindeyim zaten.» «Daha derine.» «Ben zihin okuyamam.» «Onu biliyorum, sevgilim. Ama ona en yakın şeyi yapabiliyorsun.» Mary Bergen’in yüzünü kaplayan terler, seramik kilise heykelinin üzerindeki sır gibi parlıyordu. Pürüzsüz teni ön panelin yeşil ışığında pırl pırıldı. Kara gözleri de parlaktı ama bakışları odaklanmamıştı. Boş bakıyordu. Birden öne doğru eğildi, ürperdi. Sürücü yerinde Komiser Harley Barnes tedirgin tedirgin kıpırdadı, direksiyon simidine dayadığı koca ellerini açıp kapadı. «Yarasını emiyor,» dedi Mary. «Kendi kanını emiyor.

» Barnes otuz yıllık polislik deneyiminden sonra, kolay koiay şaşırmayı ya da ürkmeyi beklemiyordu. Oysa şimdi, bir tek gece içinde bir kereden fazla şaşırmış, yürek atışlarının korkunun etkisiyle hızlandığını da defalarca hissetmişti. Geçmekte oldukları ağaçlı caddeleri kendi suratının hatları kadar İyi tanırdı. Ama bu gece, yağmur fırtınasının örtüsü altında, korkunç görünüyordu caddeler. Lastikler kaygan asfaltta hışırdıyor, cam silecekleri takırdıyor, esrarengiz bir metronom gibi tempo tutuyordu. Barnes’m yanındaki koltukta oturan kadın gerilim içindeydi. Ama devriye arabasının içinde yarattığı değişikliklerin yanında kadının görünüşü pek de o kadar tedirgin edici sayılmazdı. O transa girdikçe ortalıktaki nemli hava daha bir berraklaşıyordu. Barnes bunu kendi hayalinde uydurmadığından emindi. Fırtınanın ve arabanın normal gürültülerinin üzerinde, hayalet frekansında, yumuşacık bir mırıltı var gibiydi. Kadından yayılan o tarifsiz gücü hissetti. Pratik adamdı Barnes. ‘Batıl inançları hiç yoktu. Ama bu kadar kuvvetle hissettiği şeyi de inkâr edemezdi. Kadın emniyet kemerinin izin verdiği ölçüde ön panele doğru eğildi.

Kollarıyla kendi ‘bedenini kucaklayarak, doğum sancısı çekiyormuş gibi inledi. Max Bergen arka kanepeden uzandı, ona dokundu. Kadın mırıldandı, biraz gevşer gibi oldu. Kocasının eli o incecik omuzda pek kocaman görünüyordu. Adam boylu boslu, keskin hatlı, sert kaslı, katı suratlı, kırklık biriydi. Karısından on yaş büyüktü. Gözleri en çarpıcı yeriydi. Gri, soğuk, mizahtan yoksun. Kadın, «İlk köşeden sapın,» dedi. Barnes frene hafifçe dokundu. «Sola mı, sağa mı?» «Sağa,» dedi kadın. Bakımlı, otuz yıllık, pütür duvarlı evler ve bungalovlar. Çoğu California-İspanyol tarzı. Yolun iki yanı hep bunlarla doluydu. Islak Aralık gecesine karşı sımsıkı kapatılmış perdelerin gerisinde, sarı ışıklar soluk soluk belli oluyordu.

Bu sokak deminki caddeden bir hayli daha karanlıktı. Sodyum buharlı sokak ışıkları yalnızca köşelere konmuştu. Aralardaki uzun bloklar boyunca morumsu siyah, yağmur gölcükleriyle dolu karanlıklar uzanıyordu. Barnes sokağa saptıktan sonra hızını on milin üzerine çıkarmadı. Kadının halinden, bu kovaiamacanın sonuna yaklaşmakta olduklarını anlıyordu. Mary doğrulup dimdik oturdu. Garip yeteneğini kullanmaya başladığından beri sesi ilk kez yüksek ve net biçimde duyuldu. «Bir etki alıyorum… bir… çit. Evet… şimdi görüyorum… elini kesmiş… çitin üst kenarında kesmiş.» Max onun saçlarını okşadı. «Ciddi bir yara değil, öyle mi?» «Hayır… bir kesik… baş parmağı… derin… ama sakatlayıcı değil.» İncecik elini havaya kaldırdı, ne yapmaya niyetlendiğini unutunca eti tekrar kucağına düştü. «Ama kesik derinse ve kanıyorsa, bu gece planından vazgeçmez mi?» diye sordu Max. Mary, «Hayır,» dedi. «Emin misin?» «Devam edecek.

» Barnes. «İtoğlu şimdiden beş kadın öldürdü,» dedi. Bazıları deli gibi dövüştüler. Tırmaladılar, kestiler, hatta saçlarım yoldular. Kolay vazgeçmiyor.» Max polise aldırmaksızın karısını yatıştırmaya çalıştı, bir eliyle onun yüzünü okşarken bir yandan da sorularıyla onu yeniden harekete geçirdi. «Ne biçim bir çit görüyorsun?» «Desenli demir. Tepesi keskin. Sivri sivri.» «Yüksek mi?» «Bir altmış.» «Nereyi çevreliyor?» «Bir araziyi.» «Boş arsa mı?» «Hayır. Bir evin arka bahçesi.» «Evi görebiliyor musun?» «Evet.» «Nasıl bir şey?» «İki katlı.

» «Pütür duvarlı mı?» «Evet.» «Ya damı?» «İspanyol kiremit!.» «Farklı bir yanı?» «Pek göremiyorum…» «Balkon falan?» «Yok.» «Belki beton teras?» «Hayır. Ama… kıvrılarak giden bir bahçe yolu görüyorum.» «Önde mi, arkada mı?» «İlerde, evin Ön tarafında.» «Ağaç var mı?» «Bir çift eş manolya… yolun iki yanında.» «Başka bir şey?» «Birkaç küçük palmiye… daha geride.» Harley Barnes gözlerini kısıp yağmur damlalarıyla dolu ön camdan bakmaya çalıştı. Bir çift manolya arıyordu. Başlangıçta kuşku duymuştu. Hatta Bergen’lerin sahtekâr olduğundan oldukça emindi. Bu maskaralıkta üzerine düşen rolü oynamaya razı oluşu. Belediye Başkanı inanıyor diyeydi. Bu karı kocayı kente Belediye Başkanı getirmiş, polisi de onlarla işbirliği yapmaya zorlamıştı.

Barnes psişik hafiyelerle ilgili bir şeyler okumamış değildi elbette. Hele de o ‘Hollandalı öngörü şampiyonu Peter Hurkos’u defalarca okumuştu. Ama duyu dışı sezgileri kullanarak psikopat bir katili izlemek, onu suç anında yakalamak! Doğrusu, bu kadarına bel bağlamak fazlaydı. Acaba, diye geçirdi içinden. Bu kadın öyle tatlı, çekici, içten, inandırıcı biriydi ki, belki onu da inandırmıştı. İnandırmamış olsa ne diye manolya arayıp duruyorum, diye sordu kendi kendine. Kadın uzun süredir tuzağa kısılmış bir hayvan gibi ses çıkardı. Canı yanmış gibi değil de… garip bir miyavlama gibi. Bu sesi bir hayvan çıkarsa, anlamı açıktı: «Hâlâ acıyor ama artık alıştım, razı oldum,» demekti. Barnes çok önce Minnesota’daki çocukluk yıllarında avcılık, tuzakçılık yapardı. Hayvanların bu tür hazin, boğuk sesleri yüzünden vazgeçmişti o spordan. Bu geceye kadar aynı sesi bir. insandan hiç duymamıştı. Besbelli bu kadın yeteneğini katilin üzerinde kullanırken, adamın hasta zihniyle temas etmekten acı duyuyordu. Barnes ürperdi.

«Mary,» dedi kocası. «Ne oldu?» «Onu görüyorum… evin arka kapısında. Eli kapının kulpunda… kanlı… kanı kapının beyaz çerçevesine bulaşıyor. Adam kendi kendine konuşuyor.» «Ne diyor?» «Duyamı…» «Mary?» «Kadınla ilgili pis şeyler söylüyor.» «Evin içindeki kadınla mı ilgili? Bu gece peşinde olduğu kadınla mı?» «Evet» «Kadını tanıyor mu?» «Hayır. Kadın bir yabancı… rastgele bir hedef. Ama adam onu… izlemiş… günlerden beri… nasıl yaşadığını, alışkanlıklarını biliyor.» Mary bu son sözleri söyledikten sonra kapıya doğru devrildi, peşpeşe birkaç derin soluk çekti. Yakaladığı psişik izi kaybetmemek için arasıra dinlenmesi, enerjisini toplaması gerekiyordu. Barnes’m bildiği kadarıyla, öngörü yeteneğine sahip olanlardan bazılarına işaretler kolaylıkla, hiç çaba göstermeden gelebilmekteydi. Ama bu kadına besbelli öyle olmuyordu. Çevrede hayalet sesler fısıldıyor, pıtırdıyor, polis tel-sizindeki ani seslere göre yükselip alçalıyordu. Rüzgâr ince bir yağmur örtüsünü yola serip durmaktaydı. Barnes, yıllardır bu kadar yağışlı bir Aralık geçmemişti, diye düşündü.

Yirmi yıl önce olsa, insana normal gelirdi. Ama Calİfornia giderek kurak bir eyalet olmaya başlıyor, bu kadar yağmur artık normal sayılmıyordu. Bu gece olanların hangisi normal ki, diye düşündü. Mary’nin konuşmasını beklerken hızını saatte beş milin de altına düşürdü. Taşlı bir bahçe yolunun iki yanında eş manolyalar. Farların ışığında tam karşısına rastlayan şeyleri bile görmek kolay değildi. Hele iki yandakileri görmek daha da zordu. Belki de manolyaları geçmişlerdi bile. Mary Bergen’in kararsızlığı kısa sürmüştü ama yine de Dan Goldman’ın arka kanepede ilk kez ağzını açmasına, bir saatlik bir aradan sonra sesini çıkarmasına neden oldu. «Fazla zamanımız kalmadı, Bayan Bergen.» Goldman genç ama güvenilir bir polisti. Komiserin en güvendiği adamlardandı. Max Bergen’İn yanında, Barnes’ın arkasında oturuyordu. Gözlerini kadına dikmişti. Goldman psişik güçlere inanan biriydi.

Kolay etkilenen tipti. Barnes’ın dikiz aynasından görebildiği kadarıyla, gecenin olayları genç adamın yüzüne hortlak görmüş gibi bîr ifade yerleşmesine yol açmıştı. «Fazla vaktimiz yok,» dedi Goldman yine. «Bu deli herif kadının arka kapısına dayanmışsa…» Mary birden ona doğru döndü. Sesi kaygı doluydu. «Bu gece bu arabadan inme… adam yakalanana kadar.» «Ne demek istiyorsunuz?» diye sordu Goldman. «Onu yakalamaya çalışırsan canın yanacak.» «Beni öldürecek mi?» Kadın titredi. Alnında yeni ter damlaları belirdi. Barnes kendi suratından da terlerin süzüldüğünü hissetti. Kadın Goldman’a, «Seni bıçaklayacak,» dedi. «Bütün kadınlara kullandığı bıçakla… ağır yaralayacak,., ama öldürmeyecek!.» Gözlerini kapadı, sıkılı dişlerinin arasından tekrar, «Arabadan inme!» dedi.

Goldman kaygılı bir sesle, «Harley?» diye medet umdu. Barnes, «Bir şey olmaz,» diye güvence verdi ona. Max gene adama, «Karımı djnlesen iyi edersin,» dedi. «Çıkma arabadan.» Barnes ise Goldman’a, «Sana ihtiyacım olacak,» dedi. «Benimle gelmen gerek. Kimsenin canı yanmayacak.» Kadın kendi yetkisini sabote ediyor diye kaygılanmıştı. Yan gözle baktı. «Tarif ettiğiniz evin numarasını bilmemiz gerek. Sokak adımda.» Kocası sert bir sesle, «Zorlama,» dedi. Mary’nin dışında kiminle konuşsa, sesi birbirine sürtünen iki çelik çubuk gibiydi. «Onu zorlamak hiçbir işe yaramaz. Yalnızca etkiyi bozar.

» Kadın, «Ziyanı yok, Max,» dedi. «Ama onlara daha önce de söylemiştim.» Kadın tekrar öne doğru döndü. «Görüyorum… evin arka kapısı… açık.» Max, «Adam nerede?» diye sordu. «Kati! nerede?» «Karanlık bir odada duruyor,., küçük… çamaşır odası,… evet, öyle… mutfağın arkasında, çamaşır makinesinin durduğu oda.» «Ne yapıyor?» «Başka bir kapıyı açıyor,., mutfağa… orada kimse yok…. ocağın üzerinde hafif bir ışık yanıyor… masada birkaç kirli tabak,., adam ayakta… öylece durmuş, dinliyor… sol elini yumruk gibi sıkmış, akan kanı durdurmaya çalışıyor,., dinliyor… salondaki stereodan Benny Goodman müziği…» Mary birden Barnes’ın koluna dokundu, sesinde yepyeni bir telaşla, «İki blok kaldı,» dedi. «Sağda. İkinci ev… hayır, köşeden sonra üçüncü.» «Emin misiniz?» «Tanrı aşkına, çabuk!» Barnes, acaba kendimi maskara mı ediyorum, diye düşündü.

Ya sözlerinin tümüne inanır da, sonra boş çıktı Ilım Öğrenirsem? Meslek hayatım boyunca pis şakaların boy hedefi olur çıkarım. Ama yine de canavar düdüğünün düğmesini açtı, gaz pedalını yere yapıştırdı. Lastikler ıslak asfaltta döndü, araba gıcırtı sesleri arasında ileri atıldı. Kadın soluk soluğa, «Hâlâ görüyorum,» dedi. «Mutfağı geçiyor… yavaş gidiyor…» Numara yapıyorsa çok iyi artist olmalı, diye geçirdi içinden Barnes. Ford araba ışıksız sokakta yıldırım gibi gidiyordu. Yağmur damlaları ön camı dövmekteydi. Bir kavşaktan ynçtiler, sonra ikincisini aştılar. «Dinliyor… adımlar arasında hep dinliyor… tedbirli… sinirli,., pardesünün cebinden bıçağı çıkarıyor… çeliğin koskin kenarına bakıp gülümsüyor… koskoca, bir bıçak…» Tarif edilen blokta, üçüncü evin kaldırımına yanaşıp durdular. Bir çift eş manolya. Kıvrılarak giden bir bahçe yolu. İki katlı, pütür duvarlı bir ev. Alt kat pencerelerinde ışık. «Allah kahretsin,» dedi Goldman.

Sesinde daha çok… saygı var gibiydi. «Tarife tıpatıp uyuyor.»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir