Doris Lessing – Sikasta

Şikasta’ya, kendi içinde bütünlüğü olan tek bir kitap olacağı ve bittiği zaman da bu konuyla işimi bitirmiş olacağım inancıyla başladım. Ama yazdıkça, daha fazla imkânlar ve konular içeren daha geniş bir ölçeğin içinde dolaşmanın verdiği coşkuyla yeni kitapların, yeni öykülerin fikirleri içime doluştu. Açıkçası kendim için yeni bir dünya yaratmıştım -ya da bulmuştum- ve bu, gezegenlerin küçük kaderlerinin, hele bireylerin, yalnızca kozmik evrimin öğeleri olduğu, kendini ancak büyük galaktik imparatorluklar arasındaki çekişmelerde ve etkileşimlerde ifade edebildikleri bir ortamdı: Kanopus, Sirius, bunların düşmanı Puttiora ve ona bağlı suç gezegeni Şammat. Sanki hem dilediğim ölçüde deneysel, hem de dilediğim kadar geleneksel yazmakta serbest kaldığım hissindeyim: bu dizinin ikinci kitabı “Üçüncü, Dördüncü ve Beşinci Kuşaklar Arası Evlilikler” bir fabl ya da mit olarak ortaya çıktı. Ayrıca tuhaf, ama daha gerçekçi de oldu. Her yerdeki romancıların gerçekçi roman sınırlarını kırdığını, çünkü etrafımızda gördüğümüz her şeyin günden güne daha deli dolu, daha fantastik, inanılmaz hal aldığını söylemek artık olağanlaştı. Bir zamanlar, hem de çok uzun zaman önce değil, romancılar abartmakla ya da aşırı tesadüfleri ya da ihtimal dışı olanı ele almakla suçlanabiliyordu: şimdi ise romancıların, gerçeklerin en delice kurgularla boy ölçüşebileceğinden yakındığını duyabilirsiniz. Örneğin, “The Memoirs of a Survivor”da yarı-kedi, yarı-köpek bir hayvan “icat ettim” ve sonra da bilimcilerin böyle bir melez ırk üzerinde deneyler yaptığını okudum. Evet, bir üst akla ya da Ur-akıla ya da bilinçdışına ya da, her ne diyecekseniz ona, “bağlanmanın” mümkün olduğuna inanıyorum, hem de sadece romancılar için değil ve bana kalırsa, pek çok ihtimaldışılığın ve “rastlantının” nedeni budur. Eski “gerçekçi” roman da, biraz kabaca uzay romanları olarak adlandırılan edebiyat türünden gelen etkiler yüzünden değişime uğradı. Kimileri buna üzülüyor. ABD’de bir yerde konuşma yapıyordum ve toplantının başkanlığını yapan ve belki de tek kusuru fazla uzun bir zaman boyunca akademik inançlarla beslenmiş olmak olan bayan profesör sözümü keserek dedi ki, “Benim sınıfımda olsaydınız, gününüzü görürdünüz!” (Elbette herkes bunu komik bulmayacaktır.) Az önce söylediklerim şöyleydi: uzay romanları, bilim kurgu ile birlikte, günümüzde edebiyatın en orijinal dalını oluşturuyor; daha şimdiden tüm yazı türlerine canlandırıcı etki yaptı; bu edebiyat dalına patronluk taslamaya ya da onu yok saymaya kalkan edebiyat akademisyenleri ve reisleri suçludur – gerçi doğaları itibarıyla elbette başka türlü davranmaları beklenemezdi. Bu görüş artık, ortodoks olma emareleri gösteriyor. Bence, “ciddi” bir romanı bir rafa ve sözgelimi, “İlk ve son insanlar”ı başka bir rafa yerleştiren bir tutumda son derece ters bir şeyler vardır.


Ne fenomendi -bilim kurgu, uzay romanları-, hiç yoktan ortaya çıkıverdi, elbette beklenmedik şekilde, insan aklının sınırlarını genişletmeye zorlandığı her zaman olduğu gibi; bu sefer yıldızlara doğruydu, galaksilerin içineydi ve bundan sonraki kim bilir nereye. Bu kafa karıştırıcıları dünyamızı, dünyalarımızı bizim için keşfettiler, olan biteni bize anlattılar, hem de başka hiç kimsenin yapmamış olduğu yollarla, hem de bunlar henüz gelecek iken ve resmi bilim sözcüleri bütün bu tür şeylerin imkânsız olduğunu söyledikleri bir zamanda -onlar, saygın kardeşlerinin ya söylemeye cüret edemediği ya da saygınlıkları nedeniyle fark bile etmedikleri gerçekleri söyleyebilen gayrı meşru oğulun, vazgeçilmez ama (en azından başlangıcında) nankör rolünü oynadılar. Ayrıca dünyanın kutsal yazılarını da, bilimsel ve sosyal olasılıkları mantıki sonuçlarına götürürkenki tutarlılık ve cüretle incelediler ve bizim de bunları inceleyebilmemize imkân verdiler. Onlara o kadar çok şey borçluyuz ki! Şikasta’nın çıkış noktası, bu edebiyat türünün başka pek çok örneği gibi Eski Ahit’tir. Eski Ahit’i toptan küçümseme alışkanlığındayız, çünkü Yehova ya da Yahve bir sosyal görevliye yakışır şekilde düşünmüyor ve davranmıyor. H. G. Wells bir keresinde, insan şu “n’olur, n’olur”larını tanrıya haykırdığı zaman bunun bir tavşan yavrusunun karanlık bir gecede bir aslanın kucağına sokulmasını andırdığını söylemişti. Ya da bunun gibi bir şey. Tüm ırkların ve ulusların kutsal yazılarının pek çok ortak yönleri vardır. Onlar neredeyse tek bir aklın ürünleri gibi görülebilirler. Onları ölü bir geçmişin şirin fosilleri şeklinde küçümsemekle hata yapıyor olmamız mümkün. Popol Vuh ya da, Dogon’un dini geleneklerini ya da, Gılgamış destanını ya da, şimdilerde bolca ve kolayca bulabileceğimiz başka herhangi bir kitabı (Bazen, acaba gençler, aklınıza gelebilecek her kitabı yakındaki bir kitapçı rafından satın alabileceğiniz bu zamanın ne kadar olağanüstü olduğunu ve belki de bunun sonsuza kadar böyle olmayabileceğini biliyor mu, diye merak ediyorum) bir kenara bırakırsak, Eski Ahit’i -elbette Yahudilerin Tora’sı dahil- ve apokrifleri okuma işi hayli ilginç, ayrıca karşılaşabileceğiniz, çeşitli zamanlarda ve yerlerde küfredilmiş, yasaklanmış ya da batıl kitap ilân edilmiş olan pek çok başka eser; sonra da Yeni Ahit ve ardından Kuran. Hatta, Ortadoğu’da hiçbir zaman birden fazla kitap bulunmadığına inananlar da vardır. 7 Kasım 1978 Doris Lessing ARGOSTAKİ CANOPUS ARŞİVLERİ 1 Şikasta Kanopus Koloniler İdaresi öğrenimi gören birinci sınıf öğrencilerine Şikasta hakkında genel bir fikir sunmak üzere seçilen bu belgelerde Johor, Şikasta’ya gönderilen -pek çok değişik görevi yürütmekte olan çok sayıdaki- elçilerimizi temsil etmeye uygun bulunmuştur.

JOHOR’UN RAPORU: Birçok gezegenimizdeki kolonilerde sağa sola gönderildim. Her türden krize tanık oldum. Türleri ya da özenle planlanmış yerel programları tehdit eden acil durumlarla uğraştım. Başarısızlığı nihai ve geri dönüşsüz bir şekilde kabullenmeyi birden fazla kere öğrenmek durumunda kaldım; hani hayal ettiğimiz, planlar oluşturduğumuz o gelişme potansiyelini içlerinde barındıran yaratıklarla ilgili bir girişim ya da deneyle ilgili… ve sonra – Bitti! Son! Davul sesleri aniden tükenip yerini sessizliğe bırakır… Fakat kayıpları en aza indirme yeteneğinin gerektirdiği türden kararlılık, zamanın yıpratıcılığına, yüzyıllar, sonra bin yıllar boyunca maddenin sızıp gitmesine karşı direnmek için -hem de bütün bunların ucunda öylesine sönük bir umut ışığı görünürken- ihtiyaç duyulan inatçı sabırdan çok farklıdır. Hayal kırıklığının dereceleri ve nitelikleri vardır. Bunların kimisinin yararsız olmadığı düşüncesindeyim. Burada, hizmet eden birinin düşünce sistemi kaydedilecektir. İşgücünün küçük bir üyesiyim ve bu bakımdan da yapmak zorunda olduklarımı yapıyorum. Ama bu demek değil ki, hepimizin olduğu gibi, ‘Yeter!’ deme hakkım yoktur. Ama görünmez, yazılı olmayan, söze dökülmemiş kurallar bunu yasaklıyor. Bu kuralların neye denk düştüğüne gelince, bence sevgidir. En azından benim ve başka pek çok kişinin hissettiği budur. Hepimizin bildiği gibi, Koloniler Servisi’nde böyle düşünmeyenler de var. Anlatılması gerekli olanlar çerçevesinin belki de dışına taşan düşüncelerimi de yazıya dökmekteki amacım, sonuçta Kanopus’un Şikasta hakkındaki çoğunluk görüşünü oluşturan düşünceyi, yani burasının bütün o zahmet ve dertlere değer bir yer olduğunu kanıtlamaktır. Bu notlarda meseleleri açıklığa kavuşturmaya çalışacağım.

Nasıl ki ben benden öncekilerin kayıtlarını defalarca incelediysem, benden sonra da bu kayıtları inceleyecekler olacaktır. Bir olayın ya da bir ruh halinin dökümünü yaptığınız zaman, bunun belki de on bin yıl sonra bir kişiyi nasıl etkileyeceğini bilmek her zaman mümkün değil. Her şey değişiyor. Emin olabileceğimiz tek şey bu. Bütün diplomatik görevlerimin içerisinde Şikasta’ya yaptığım bu ilk ziyaret en berbat olanıydı. Bütün içtenliğimle söyleyebilirim ki, o zamandan beri bu konuyu pek düşünmedim. Düşünmek istemedim. Kaçınılmaz hataları düşünüp durmak -yoo, hiç de hoş bir şey değil. Burası hep felaket bir evren; ani altüst oluşlar, kargaşalar, değişimler, kıyametler geçirmekte ve muazzam basınç altında yeni biçimler, şekiller almaya zorlanan maddenin şarkısından başka hiçbir şeyde neşeden eser yoktur. Fakat zavallı Şikasta -hayır, mecbur olduğumdan fazlasını düşünmek istemedim. Oraya gönderilen personel ile (ah, binlercesi, hem de tekrar tekrar, çünkü hiç kimse Kanopus’u şu talihsiz Şikasta’yı ihmal etmekle suçlayamaz, hiç kimse sorumluluktan kaçtığımızı düşünemez), oraya gönderilen ve geri dönen ve hepimizin yaptığı gibi raporlarını dosyalara yerleştiren ötekilerle buluşmaya kalkışmadım. Şikasta hep gündemimizde oldu, halen de gündemimizde -kozmik gündemde, insanın tamamen unutmayı tercih edebileceği bir yer değil, çünkü sıkça haberlerde yer alıyordu. Fakat ben, “temas halinde”, “yakın takipte” kalmadım- yoo. Raporumu dosyaladıktan sonra benim için iş bitmişti. Sonra da tekrar gönderildiğimde, Kentlerin Yok Oluşu Zamanı’nda, uzun bir süreye yayılan o ağır ağır çöküş sürecinin sonuçları hakkında rapor hazırlamam gerektiğinde, düşüncelerimi görevimin sınırları içerisinde tutmaya özen gösterdim.

Ve nihayet uzun bir aradan sonra -gerçekten de o kadar çok bin yıl geçti mi üzerinden?- kendi irademle anıları canlandırıyorum, anıları yeniden yaratıyorum ve bu çabalarım, uygun düştüğü yerlerde kayıtlarda yer alacak. KOLONİLER SERVİSİ GÖREVLİLERİ İÇİN ŞİKASTA GEZEGENİ ÜZERİNE NOTLAR’DAN ALINTI Tamamen veya kısmen yerleştiğimiz tüm gezegenler içerisinde burası en zenginidir. Özellikle de: yaşam biçimlerinin çeşitliliği, çeşit yelpazesi ve bolluğu için içerdiği muazzam potansiyeli ile. Çilesini çektiği -korkarız ki, doğru ifadesi budur- pek çok değişim boyunca bu hep böyle kaldı. Şikasta her konuda aşırılığa meyilli. Örneğin muazzamlık evreleri geçirdi: dev boyutlu ve geniş bir çeşit yelpazesindeki yaşam biçimleri. Minyatürlük evreleri de yaşadı. Bazen bu dönemler iç içe geçti. Çeşitli zamanlarda Şikasta sakinleri arasında öyleleri vardı ki, içlerinden birisi, yüzlerce komşusunun yiyeceğini ve yaşam alanını tek bir öğünde tüketebiliyordu. Dahası bu sadece görünen (çarpıcı da denebilir) ölçekteki bir örnek, çünkü gezegenin ekonomisi öyle ki, her yaşam biçimi bir diğerini avlıyor, bir başkası tarafından destekleniyor ve yine bir başkasınca avlanıyor, ta en küçük, atom altı düzeye kadar. İşin burası yaratıkların kendilerine her zaman bu kadar açık görünmüyor, çünkü onlar tükettikleriyle meşgul olma ve kendilerini tüketen varlıkları unutma eğilimindeler. Gezegenin eşsiz, tuhaf dengesindeki bir şok ya da zorlama nedeniyle tekrar tekrar kazalar meydana geldi ve Şikasta adeta yaşam bakımından çıplak kaldı. Sonra yeniden ve yeniden, türlerle dolup taştı ve bu yüzden hastalıklı hale geldi. Bu gezegen, barındırdığı iç gerilimler nedeniyle her şeyden önce, karşıtlıkların ve çelişkilerin gezegenidir. Gerginlik onun en temel doğasıdır.

Onu güçlü kılan budur. Zayıf kılan da. Temsilciler, egemenlik alanımızın başka yerlerinde alışık oldukları ve bu yüzden de burada da bekleyecekleri şeyleri, uzun durgunluk dönemlerini, neredeyse değişmeyen ahenkli denge çağlarını, Şikasta’da bulamayacaklarını her zaman için akılda tutmak zorundadırlar. Temsilcilerin, titiz hazırlıklarla kendilerini donatması gerekmektedir. Gezegensel Sunumlar Binası 5. Kısımda bulacakları şeylerle manevi hazırlık yapmaları ise kendi kararlarına bırakılmıştır. Örnek. Şikasta modelinin karşısına geçip incelemek isteyebilirsiniz -Model ölçek 3’te, yani aşağı yukarı bugünkü gerçek boyutlarına göre ölçeklenmiş halde. (Hakim tür Kanopusluların yaklaşık yarı boyunda.) Onların harita ve kartografik araçları üzerinde gördükleri şekliyle göreceğiniz bu küre, onların hakim türünün ortalama boyu ile aynı çaptadır. Kürenin büyük kısmının üzerinde bir sıvı bulaşığı göreceksiniz. Yaşam bolluğunun bağımlı olduğu şey bu incecik sıvı tabakasıdır. (Bu gezegen, yüzeyi üzerinde köpüğü andıran küçücük yaşam dünyasından habersizdir: bildiğimiz gibi, gezegenin kendi hakkında başka fikirleri var; ama bu, şu anki konumuzun dışındadır.) Bu uygulamanın esprisi şu: Şikasta’yı oluşturan organik ihtimallerin devamlılığının, potansiyellerinin hasadının bir bakıma, bir anda bir kızıl yıldız tarafından içilebilecek ya da başka bir yerlerden bir kuyruklu yıldızın gelmesi halinde bir çocuğun topuna bulaşmış köpek pisliği kadar kolay sıyrılıp düşebilecek kadar narin bir sıvı bulaşığına bağımlı olduğunu kavramak. Sözü edilen olaylar eninde sonunda, görülmemiş şeyler değil.

Örnek. Gezegenin etrafında eşmerkezli küreler halinde bulunan çeşitli varlık düzeyleriyle tanışın; bunlar toplam altı tanedir ve hiçbiri fazlaca zahmet gerektirmeyecek, çünkü onlara çabucak girip çıkacaksınız -bir tek son küre ya da daire ya da kuşak, Altıncı Kuşak hariç, bunu ayrıntılı olarak incelemeniz gerekiyor, çünkü size verilen çeşitli görevleri tamamlamak için gereken zaman boyunca orada kalmanız gerekecek: bunlar yalnız Altıncı Kuşak üzerinden gerçekleştirilebilecek görevlerdir. Burası zor bir yerdir, tehlikelerle doludur, ama bunlarla kolayca başa çıkılabiliyor; şimdiye kadar oraya gönderilen yüzlerce görevliden hiçbirini, en genç ve deneysiz olanlarını bile kaybetmemiş olduğumuz gerçeği bunun kanıtıdır. Altıncı Kuşak, hazırlıksız olanlar için her türlü zorluğa, gecikmeye ve bitkinliğe neden olabilir. Bunun nedeni bu yerin doğasında güçlü bir duygunun bulunmasıdır -onların bunun için kullandığı kelime “nostalji”- ve asla olmamış olan ya da en azından düşündüğünüz biçimiyle ve şekliyle var olmamış bir şeye duyulan bir özlem demektir. Canavarlar, ruhlar, hayaletler, yarı-yaratılmışlar ve gerçekleşmemişler orada dolanır, ama tetikte ve uyanık olursanız, başa çıkamayacağınız şey yoktur. Örnek. Şikasta’nın yaratıklarına göz atmak için sağlanabilen çeşitli odak noktalarını tanımak için zaman ayırmanız önerilir. Şikasta’daki mümkün tüm boyutları 31. Kesim’de 1-100 no.’lu odalarda bulabilirsiniz; bunlar elektrondan hakim hayvan türüne kadar uzanan bir yelpaze oluşturuyor. Bütün bu değişik perspektiflerin yaratacağı hayranlık gerçek birer tehlikedir. Elektron ölçeğinde Şikasta, içinde ince titreşimlerin sisleri biçimlendirdiği boş uzay olarak görünüyor – maddenin mümkün en seyrek dağılımları, en küçük enerji atımları bile, muazzam boşluklarla birbirinden ayrılıyor. (Elektronları birbirinden ayıran boşluklar atılsaydı, Şikasta’daki en büyük binalar bile bir Şikastalının tırnağı büyüklüğündeki bir kütle oluştururdu.) Şikasta’nın seslerine tanık olmak, eğer önceden alıştırma yapmadıysanız, yapılacak iş değildir.

Şikasta’nın renkleri ise önceden hazırlık yapmadıysanız, sağ atlatamayacağınız bir travmadır. Kısaca, bildiğimiz hiçbir gezegende, Şikasta’daki kadar şiddetli ve kaba titreşim düzeyleri görülmez ve kişinin varlığının bunlardan herhangi birine uzun süre maruz kalması akli melekelerini çarpıklaştırabilir ya da şaşırtabilir. Johor’un Raporu: Bu görevi, benim üçüncü görevim, üstlenmem istendiğinde, Altıncı Kuşakta fazla zaman geçirmem beklenmiyordu. Aksine, sadece bir veya iki görev için ihtiyaç duyacağım kadar bir süre kalacağım düşünülüyordu. Ama o sırada Tevfik’in yakalandığı ve onun işini başkalarının yapması gerekeceği, özellikle de benim yapacağım bilinmiyordu. Üstelik çabucak yapmak zorunda kalacaktım, çünkü aksi halde, Tevfik’in uğradığı talihsizlikten dolayı ortaya çıkan çeşitli acil durumlara el koymadan önce enkarne olup yetişkinliğe ulaşacak zamanım kalmayacaktı. Şikasta’daki personelimiz var gücüyle çalışıyordu ve Tevfik’in yerini alacak donanıma sahip kimse yoktu. Birimizin diğerinin yerini tutamadığını çoğunlukla göz ardı ederiz. Oysa deneyimlerimiz, kimileri tercihlerimizle, kimileri istemeden, bizi farklı şekillerde olgunlaştırır. Hepimiz gezegenlerden birinde hayata başlamış olabiliriz, hatta bazılarımız aynı sıralar Şikasta’da başlamıştır, aralarında bir batında doğmuş köpek yavruları arasında olduğundan fazla fark yoktur, ama birkaç yüz yıl sonrasında, hele birkaç bin yıl sonra her birimiz öyle farklı biçimlerde kaynaşmış, pişmiş, billurlaşmıştır ki, kar taneleri bile birbirinden daha farklı olamaz. İçimizden biri Şikasta’da ya da herhangi bir başka gezegende “dünyaya inmek” üzere seçilmeden önce, şu karar verilmiş olur: Johor şu ya da bu göreve uygundur, Nasır falanca göreve ve Tevfik de, yalnızca ve yalnızca onun yapabileceği belirli bir uzun vadeli göreve -ve parantez içinde ve fazlaca vurgulamaksızın burada itiraf etmeliyim ki, kendi örneğimde bir miktar kuşkuluyum. Tevfik ile beni çeşitli kereler birbirimize benzettiler: eşdeğer değil, asla bu değil, ama sık sık bir tercih listesindeki birkaç isim arasında ikimizinki üstte yer alıyordu, çok uzun zaman boyunca dost olduk … O kadar çok kere, o kadar çok gezegende birlikte çalıştık ki! Böylesine birbirimiz gibiyken, kardeşler, yaşam ve ölümde ortak, aramızda söylenemeyecek hiçbir şeyin olmayacağı bir düzeyde dost ve birbirimizin, mutlak sorumluluğunu üstlenmeyeceğimiz hiçbir yönümüz yokken; biz bu kadar yakınken ve onu kaybetmişken, geçici olarak elbette, ama yine de onu kaybettik ve şimdi o, düşman güçlerin bir parçası durumunda, o zaman -kendimden bekleyemeyeceğim bir şey olabilir mi? Ana görevlerinden birisi Tevfik’in yapamadıklarını yapmak olan bu yolculuk için hazırlanırken, kendi irademi yeniden güçlendirmek için pek çok birim enerji harcadığımı kayda geçirmek durumundayım: Hayır, hayır (diyorum kendime), Tevfik’in, kardeşimin yolundan gitmemeliyim. Ve sonra yine: Yapmak zorunda olduğumu bildiğim şeylere dayanmalıyım … işte Altıncı Kuşakta bu kadar çok zaman geçirmek zorunda olduğumu öğrenince bu yüzden bu kadar kötü tepki gösterdim. Geçen seferden burasının, kişinin zihnini, onu zayıflatan, sonsuza kadar geride bırakmış olduğunu umduğu -her zaman umut edersiniz- türden rüyalarla, zaaflarla, açlıklarla doldurduğunu biliyorum. Oysa tahribat, tehlikeler ve aklı çelecek tuzaklarla tekrar tekrar karşılaşmak, bizim kaderimiz, görevimiz.

Başka çare yok. Ama Altıncı Kuşakta olmak istemiyorum! Orada daha önce iki kere bulundum, bir kere Birinci Zamanın Görev Gücünün alt kademe üyesi olarak, sonra da Ahir öncesi Zamanda özel elçi olarak. Elbette Altıncı Kuşak değişmiş olacak, Şikasta’nın da değiştiği gibi. Birinci kuşaktan beşinciye kadar, algıladıklarımı en azda tutarak geçtim. Oraları çeşitli kereler ziyaret etmişliğim var ve oralar canlı ve çoğunlukla makul sayılabilir yerlerdir, çünkü sakinleri, Şikasta’nın itiş kakışından geçmiş kişilerdir ve Altıncı Kuşağın hastalıkları onlardan çok uzak. Ama şimdi onlarla işim yok; ve oralardan geçerken bütün yaşadığım, biçimlerin, heyecanların hızlı titreşimleri, sıcaktan soğuğa geçişler, bitkinlik oldu. Çok geçmeden, hissettiklerimle, Altıncı Kuşağın dış alanlarına yaklaştığımı anladım ve diyebilirdim ki, ‘Ah evet, Şikasta, işte yine karşımdasın -ve alttan alta bir içimi çektim, güçlerimi toparlamaya çalıştım. Elem, aç özlemlerin havası, tüm duygularımda sömürülürcesine çekilme hissi -ve her adım için kendimi zorlamam gerekti ve sanki göremediğim güçler topuklarımı yakalamış tutuyor, göremediğim varlıkların yükü üstüme biniyor. Sislerin içinden nihayet oraya ulaştım ve geçen sefer çayırlar, ırmaklar, otlayan sığırlar görmüş olduğum yerde şimdi sadece dev boyutlarda kurak bir düzlük uzanıyordu,. İki yassı siyah taş Doğu Kapısı’nı işaretliyordu ve, Altıncı Kuşağın tozlu düzlüklerinin öteki yanında, arkalarında kalan Şikasta’dan çıkma ve uzaklaşma özlemiyle tutuşan zavallı ruhlardan oluşan öbekler toplaşmıştı. Beni hissettikleri için, çünkü beni henüz göremiyorlardı, kör insanlar gibi sendeleyerek ilerlediler, yüzleri arayış içinde sağa sola dönüyordu ve inliyorlardı, derin, özlem dolu bir inilti ve ben hâlâ kendimi göstermediğimden, Altıncı Kuşakta binlerce yıl öncesinde de duyduğumu hatırladığım bir yakarış sözüne ya da maniye başladılar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir