Douglas R. Hofstadter, Daniel C. Dennett – Aklın Gözü – Benlik ve Ruh Üzerine Hayaller ve Düşünceler

Zihin nedir? Ben kimim? Madde düşünebilir mi veya hissedebilir mi? Ruh nerededir? Bu sorularla karşılaşan biri, doğruca zihin kanşıklıklannın içine sürüklenir. Elinizdeki kitabı bu zihin kanşıklıklannı ortaya çıkarma ve belirginleştirrne girişimi olarak tasarladık. Amacımız, bu büyük sorulara herkesi, yani hem insan ruhuna dair dini ve manevi bir görüşe sahip insanları, hem de asla taviz vermeyen mantıklı bir bilimsel dünya görüşünü benimsemiş insanlan sarsacak ölçüde doğrudan yanıt verrnek değildir. Şimdilik bu büyük soruların bir çırpıda verilecek yanıtları olmadığına ve insanların ‘Ben’ sözcüğünün anlamı hakkında bir uzlaşmaya varmalarını beklerneden önce, konuların baştan aşağı yeniden gözden geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Sonuç olarak bu kitap; okurlarını kışkırtrnak, huzurunu kaçırrnak, allak bullak etmek, anlaşılır olanı tuhaflaştırrnak, belki de tuhaf olanı anlaşılır hale getirrnek üzere tasarlanmıştır. Kitapta eseri yayımlanan herkese ve tavsiyelerde bulunup bize ilham veren çok sayıda kişiye teşekkür etmek isteriz: Kathy Antrirn, Paul Benacerraf, Maureen Bischoff, Larıy Breed, Scott Buresh, Don Byrd, Pat ve Paul Churchland, Francisco Claro, Gray Clossrnan, Paul Csonka, Susan Dennett, Mike Dunn, Dennis Flanagan, Bill Gosper, Bernie Greenberg, John Haugeland, Pat Hayes, Robert ve Nancy Hofstadter, Martin Kessler, Scott Kim, Henry Lieberrnan, John McCarthy, Debra Manette, Marsha Meredith, Marvin Minsky, Fanya Montalvo, Bob Moore, David Moser, Zenon Pylyshyn, Randy Read, Julie Rochlin, Ed Shulz, Paul Srnolensky, Ann Trail, Rufus Wanning, Sue Wintsch ve John Woodcock. Bu kitap, 1 980’de Palo Alto’daki Davranış Bilimleri Beri Araştırmalar Merkezi’nde yapılan sohbetlerden doğup gelişti. O zaman Dennett bu merkezde, mali sorumluluğunu NSF Bursu (BNS 78-2467 1) ve Alfred P. Sloan Vakfı’nın üstlendiği yapay zeka ve felsefe araştırrnalarıyla uğraşan bir öğretim üyesiydi. Kitap, Hofstadter’in Stanford Üniversitesi’nde Sirnon F. Guggenheirn bursuyla öğretim üyesi olarak yapay zeka üzerine araştırmalar yaptığı sıralarda tamamlandı. Araştırmalanınıza destek verdikleri ve tartışrnalanrnızı işbirliğine dönüştürebildiğimiz ortamlar sağladıkları için bu vakıflara teşekkür etmek isteriz. Douglas R. Hofstadter Daniel C. Dennett Chicago Nisan, 198 1 Aklın G’özü Giriş Ay’ın doğudan doğduğunu görüyorsunuz.


Ay’ın batıdan doğduğunu görüyorsunuz. İki ayın simsiyah gökyüzünde birbirlerine doğru yaklaşmasını, bir süre sonra birinin diğerinin arkasından geçmesini izliyorsunuz. Evinizden milyonlarca kilometre uzakta Mars’tasınız; kızıl Mars çölünün öldürücü kuru sağuğundan ancak dünya teknolojisinin kınlgan, zanmsı örtüleriyle korunuyorsunuz. Korunmasına korunuyorsunuz ama uzay geminiz onarılınayacak derecede hasar gördüğünden çaresiz bir durumdasınız. Bir daha asla Dünya’ya, dostlarınızın, ailenizin yanına ve geride bıraktığınız yerlere dönemeyeceksiniz. Fakat galiba bir umut var. Kullanılmayacak durumdaki taşıtınızın iletişim bölümünde Teleelone Mark IV model bir ışınlayıcı ve kullanım kılavuzu buluyorsunuz. Işınlayıcıyı açıp huzmesini Dünya’daki Teleelone alıcısına yönlendirip gönderme kabininin içine girerseniz, ışınlayıcı çabucak ve acı vermeden bedeninizi moleküllerine ayıracak, her bir zerrenin kopyasını çıkarıp Dünya’ya ışınlayacak; depolan gerekli atomlarla iyice dolan alıcı neredeyse aynı anda gönderilmiş yönergelere uygun olarak sizi meydana getirecek! Işık hızıyla Dünya’ya, az sonra pür dikkat Mars maceralannızı dinieyecek sevdiklerinizin kolianna fırlatılmış olacaksınız. Hasarlı uzay aracına son bir kez göz atınca Teleelone’un tek umudunuz olduğunu anlıyorsunuz. Kaybedecek hiçbir şeyiniz olmadığından, göndericiyi açıyor, doğru şalterleri kaldınp kabine giriyorsunuz. 5, 4, 3, 2, 1, IŞINLA! Önünüzdeki kapıyı açıyorsunuz ve Teleelone alıcısının kabininden Dünya’nın güneşli, tanıdık ortamına adım atıyorsunuz. Mars’tan, uzun mesafeli Teleelone düşüşünüzün ardından sağ salim eve döndünüz. Kızıl gezegendeki korkunç akıbetten kıl payı kurtulmanızın şerefine bir kutlama yapmak kaçınılmaz oldu; aileniz ve dostlarınız bir araya toplanınca onları son gördüğünüzden beri nasıl da değişmiş olduklannı fark ediyorsunuz. Ne de olsa aradan yaklaşık üç yıl geçti ve hepiniz biraz daha yaşlandınız. Kızınız Saralı’ya baksanıza, artık sekiz buçuk yaşında olmalı.

İçinizden “Bir zamanlar kucağımda oturan küçük kız bu mu?” diye geçirdiğinizi fark ediyorsunuz. itiraf edin onun kimliğini hafızanızı yoklayıp çabucak tespit edemediniz, ama yine de kuşkusuz bu odur diye düşünüyorsunuz. Boyu iyice uzamış, biraz daha büyümüş, çok daha fazla şey biliyor. Aslında şu anda onun vücudunda bulunan pek çok hücre onu son gördüğünüzde yoktu. Fakat büyüyüp değişmesine, hücrelerinin yerlerine yenilerinin gelmesine karşın o, üç yıl önce veda öpücüğü verdiğiniz aynı küçük kız. 12 • Aklın G’özü İşte o anda fark ediyorsunuz: “Ben gerçekten de üç yıl önce bu küçük kıza veda öpücüğü verenle aynı kişi miyim? Sekiz yaşındaki bu çocuğun annesi miyim, yoksa gerçekten bundan önceki günlere ve yıllara ait anılanma -ya da anı gibi görünen şeylere- karşın yaşama birkaç saat önce adım atmış yepyeni bir insan mıyım? Yoksa bu çocuğun annesi az önce Mars gezegeninde bir Teleelone Mark IV kabininde parçalara aynlıp öldü mü? “Mars’ta öldüm mü? Hayır, Dünya’da hayatta olduğuma göre tabii ki Mars’ta ölmedim. Ama Mars’ta belki birisi, yani Saralı’nın annesi öldü. Öyleyse ben Saralı’nın annesi değilim. Ama onun annesi olmam lazım! Teleelone’a girmemin tek amacı yuvama, aileme geri dönmektil Ama hep unutuyorum; belki de ben Mars’ta Teleelone’a hiçbir zaman girmedim. Eğer bu olay gerçekten olduysa, o zaman başka birisi girdi. Şu lanet makine bir ışınlayıcı -ulaşım aracı- mı, yoksa marka isminin de çağnştırdığı gibi, iğrenç bir ikiz yaratma makinesi mi? Saralı’nın annesi Teleelone deneyiminden sağ olarak çıktı mı çıkmadı mı? Çıkacağını sanıyordu. Kabine intihar edecek birisinin teslimiyetiyle değil, umut ve beklenti içinde girmişti. Kabul edilmeli ki davranışı özveriliydi, çünkü Saralı’nın yanında onu sevip koruyacak birisi olması için girişimde bulunuyordu; fakat aynı zamanda bencilceydi, çünkü saplandığı beladan kurtulup düze çıkmaya çalışıyordu ya da ona öyle geliyordu. Öyle geldiğini ben nereden biliyorum? Çünkü oradaydım; Sarah’nın, bu düşünceleri aklından geçiren annesi bendim; Saralı’nın annesi benim ya da bana öyle geliyor.” Sonraki günlerde moraliniz bir yükseliyor bir bozuluyor; bir yandan içiniz ferahlayıp neşeyle doluyar bir yandan kuşkular içinizi kemiriyor ve kendinizle hesaplaşıyorsunuz.

Kendinle hesaplaşmak. Belki de diyorsunuz, annesinin geri döndüğünü sanan Saralı’nın sevincine katılınam doğru değil. Kendinizi biraz sahtekar gibi hissediyorsunuz ve Saralı’nın aslında Mars’ta olanları anladığı gün neler düşüneceğini merak ediyorsunuz. Noel Baba’nın gerçek olmadığını öğrendiğinde aklının nasıl karıştığını, size nasıl kınldığını hatırlıyorsunuz. Özbeöz annesi bunca yıl onu nasıl böyle kandırabilmişti? Şimdi, size, benlik ve ruh üzerine bir keşif yolculuğu yaşatacağını vaat ettiği için, keyfi bir zihinsel merakın ötesinde bir beklentiyle Aklın G’özü adlı kitabı alıp okumaya başlıyorsunuz. Dediğine göre, ne ve kim olduğunuza dair bir şeyler öğreneceksiniz. Kendi kendinize düşünüyorsunuz: Şu anda bu kitabın on ikinci sayfasını okuyorum. Hayattayım; uyanığım; sayfanın üzerindeki sözcükleri gözlerimle görüyorum; kitabı tutan ellerimi görüyorum. Ellerim var. Bu elierin benim olduğunu nereden biliyorum? Saçma bir soru. Ellerim kollarıma, onlar da bedenime bağlı. Bu bedenin benim olduğunu nereden biliyorum? Onu ben denetliyorum. Ona sahip miyim? Bir bakıma sahibim. Başkalarına zarar vermediğim sürece, bedenirole istediğimi yapabilirim. Hatta bir tür hukuki mülk bu; hayatta ol- Giriş • 13 duğum sürece onu yasal olarak birisine satamam, kanunen bedenimin sahipliğini ancak öldükten sonra, ömeğin bir tıp fakültesine devredebilirim.

Bu bedene sahipsem, bu bedenden başka bir şeyim o zaman. ‘Bedenime sahibim’ derken, ‘Bu beden kendi kendisinin sahibidir’ demek istemiyorum; muhtemelen anlamsız bir iddia olurdu bu. Yoksa başkasının sahip olmadığı her şey, kendisinin sahibi midir? Ay herkese mi aittir, yoksa hiç kimseye ait değil midir? Yoksa Ay kendisine mi aittir? Bir şeyin sahibi ne olabilir? Ben olabilirim ve bedenim, sahip olduğum şeylerden yalnızca biridir. Her durumda ben ve bedenim birbirleriyle çok yakından bağlantılı görünüyor, ama bir o kadar da ayn. Ben denetleyenim, o ise denetlenen. Çoğu zaman. Öyleyse Aklın G’özü, böyle bir durumda bedeninizi daha güçlü veya daha güzel ya da daha kolay denetlenebilen başka bir bedenle değiştirip değiştiremeyeceğinizi sorguluyor. Siz bunun imkansız olduğunu düşünüyorsunuz. Ama kitap, bunun tam manasıyla hayal edilebilir ve dolayısıyla ilke olarak mümkün olduğu konusunda ısrarlı. Kitabın ruh göçü veya reenkarnasyondan bahsetme niyetinde olup olmadığını merak ediyorsunuz, ancak bu merakı öngören kitap, reenkamasyonun ilginç bir düşünce olduğunu ama aynntılannın daima karanlıkta bırakıldığını ve çok daha ilginç şekillerde gerçekleşebileceğini kabul ediyor. Beyniniz, denetimi altına alabileceği başka bir bedene nakledilirse ne olur? Acaba bunu bedenierin değiştirilmesi olarak düşünemez misiniz? Elbette sayısız teknik sorun ortaya çıkacaktır, ama amacımızı göz önüne alırsak bunlan görmezden gelebiliriz. Beyniniz başka bir bedene nakledildiği takdirde siz de onunla birlikte gidersiniz gibi görünüyor (değil mi?). Peki siz bir beyin misiniz? Şu iki cümleyi düşünün ve hangisinin size daha gerçek gibi göründüğüne karar verin: Benim bir beyni m var. Ben bir beyinim. Bazen akıllı insanlardan ‘beyinler’ diye söz ederiz ama sözcugun gerçek anlamıyla böyle demek istemeyiz.

Onlann iyi çalışan beyinleri olduğunu söylemektir amacımız. Sizin iyi çalışan bir beyniniz var, öyleyse bu beyne sahip olan siz kimsiniz ya da nesiniz? Bir daha soralım, bir beyniniz varsa, onu bir başkasıyla değiş tokuş edebilir misiniz? Beden değişimi sırasında siz de beyninizle birlikte gidiyorsanız, bir beyin değişimi sırasında sizi beyninizden nasıl ayırabilirler? Bu olanaksız mı? Belki değildir, göreceğimiz gibi. Unutmayalım, kısa süre önce Mars’tan döndüyseniz, o zaman eski beyninizi orada bıraktınız, değil mi? Bir beyne sahip olduğunuz konusunda hemfikir olduğumuzu varsayalım. Bir beyne sahip olduğunuzu nereden bildiğinizi hiç durup düşündün üz 14 • Aklın G’özü mü? Beyninizi hiç görmediniz, değil mi? Beyninizi aynada bile göremezsiniz ve hissedemezsiniz. Ama elbette bir beyne sahip olduğunuzu biliyorsunuz. Bunu biliyorsunuz, çünkü bir insan olduğunuzu ve bütün insanların beyinleri olduğunu biliyorsunuz. Bunu kitaplarda okudunuz ve güvendiğiniz kişiler size böyle olduğunu söyledi. Tüm insaniann karaciğerleri de vardır ve belki biraz garip gelecek ama beyniniz hakkında bildikleriniz karaciğeriniz hakkında bildiklerinize benzer. Kitaplarda okuduklarımza inanırsınız. Yüzyıllar boyunca insanlar karaciğerin ne işe yararlığını bilmediler. Yanıtını bulmak için bilime gerek duyulmuştu. İnsanlar be!inlerinin de ne işe yaradığını her zaman biliyor değillerdi. Aristoteles beynin, kanı serinleten bir organ olduğunu söylemişti ve elbette beyin diğer işleYlerini yerine getirirken bir yandan da gayet etkin bir şekilde kanı soğutur. Karaciğerlerimizin kafataslarımızın içinde, beyinlerimizin ise kaburgalanmızın altında bulunduğunu varsayalım. Bizler dünyaya bakıp onu dinlerken, karaciğerlerimizle düşünüyor olduğumuz fikri aklımıza yatar mıydı sizce? Düşünmeniz gözlerinizin arkasında, kulaklarınızın arasında bir yerde gerçekleşiyor gibi görünüyor, ama bunun nedeni beyninizin orada bulunması mı, yoksa kabaca kendinizi çevrenizi gördüğünüz noktaya yerleştirmeniz mi? Beyinlerimizle, şu yumuşak grimsi, karnabahara benzeyen şeylerle düşünüyor olduğumuzu hayal etmeye çalışmak da en az karaciğerlerimizle, şu yumuşak kızılımsı kahverengi, ciğerotunun yapraklannın şeklini andıran karaciğerlerimizle düşünüyor olduğumuzu hayal etmek kadar ha\·salamızı zorlaınıyar mu?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir