Ecvet Güresin – 31 Mart İsyanı

31 Mart’ı hazırlayan nedenler üzerinde çeşitli görüşler vardır. Kimine göre olay doğrudan doğruya İttihat ve Terakki tarafından tertiplenmiştir. Mesela Mizancı Murat Bey bu iddiadadır. Ona dayanarak olayı inceleyenler de böyle iddiaları ortaya sürmüşlerdir. Kimine göre hürriyetin anarşi haline getirilmesi, İttihat ve Terakki’çilerin yanlış tutumu isyanda rol oynamıştır. Kimine göre ise 31 Mart’ta Yahudilerin, Masonların tertibini aramak gerekir. Ayrıca İttihatçılar arasında tertip suçunu Abdülhamid’e yükleyenler de vardır. 31 Mart’ı eğer soyut olarak ele alırsak, Kabakçı Mustafa ve Patrona Halil ayaklanmalanyla belki benzerlikler buluruz. Ancak olay derinliğine ve genişliğine incelendiği zaman görülmektedir ki o, nasıl tertiplenmiş olursa olsun, tipik bir gericilik ayaklanmasıdır. Gerici örgütlenmenin sonucu da devleti tam şer’i düzene sokmak teşebbüsüdür. Ordu tarafından bastırılmıştır ama kökü kazınabilmiş değildir. Nitekim aynı teşebbüsleri başka biçimde Menemen’de görürüz, amaç sonradan değişmiş olsa da Şeyh Sait’te görürüz. Milli Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında Anadolu yine küçük çaplı ayaklanmalara sahne olmuştur ve asıl önemlisi 1950’den sonra Saidi Kürdi’nin çok değişik olan fakat günümüzdeki gelişmelerin temelini atan çabalarla o günler arasındaki bağlantı ilgi çekicidir. 5 http://genclikcephesi.blogspot.


com Bütün bu bağlantılar ve paralellikler elbette ki sadece bir partinin, bir grubun tertibine bağlanamaz. Olayların nedenini içerde ararken, içeriye etki yapan dış etkenler üzerinde de durmak ve konuyu iki yönlü olarak ele almak gerekir. Zira Osmanlı İmparatorluğu’nda belli bir dönemden sonra iç çekişme ve zıtlaşmalar, saray koridorlarında sürüp giden kavgalar, içerden olduğu kadar sınır dışından gelen etkilerle de alevlenmiş, yön almıştır. 31 Mart işte bunlardan biridir. 6 31 MART ÖNCESİ H’nci Abdülhamid’in tahta çıkışından az sonra başlayarak 1908’e kadar geçen süre Osmanlı Devleti’nin tarihinde istibdat dönemi olarak anılır. Gerçekten Abdülhamid Meclis’i feshettikten sonra tam bir terör rejimi kurmuş, sansür basını baskı altında tutarken hafiyelik, adam satın almalar, almış yürümüştür. Bu dönemde istibdatla birlikte yobazlık atbaşı gider. Konuya biraz açıklık vermek için dönemin kısaca üzerinde durmak yararlı olacaktır: l’İNCİ MEŞRUTİYET VE SONRASI Birinci Meşrutiyet Tanzimat’ın bir sonucu idi. Gerçekten 1876 Anayasası’nda Tanzimat daha doğrusu Batı’ya açılma fikri temelleşmiştir. Bu bakımdan Birinci Meşrutiyet’e milli bir tepkidir denilemez. Olsa olsa verilecek isim onun bir “ıslahatçılık hareketi” olduğudur. Bu ıslahatçı hareketi ise o zamanların çeşitli fikir akımları beslemiştir. Birinci Meşrutiyet’le Tanzimat dönemi arasındaki fikir akımlarım üç kısma ayırabiliriz. Birinci “İslamcılık” akımıdır. İslamcılık akımı Osmanlı Devleti’ni din birliğine dayandırmak ve bu yolla kurtarmak istemektedir.

Panislamistlere göre Osmanlı Devleti’nin dayandığı toplum özdeş olmayan bir toplumdur. Bu toplumda sos7 yal ve siyasi birliğin teşekkülü ancak devletin İslami esaslara yönelmesiyle daha doğrusu bir İslam birliğinin yaratılmasıyla mümkün olabilir. İslam birliğinin yaratılmasında ise başlıca etken hilafet müessesesidir. Hilafet müessesesi sağlamlaştıkça bütün İslam âlemi Osmanlı bayrağı altında toplanacak ve devlet düveli muazzama karşısında eski kudretini bulabilecektir. İslamcılık akımı aslında saraya ve özellikle ıı’nci Abdülhamid’e kendi çıkarlarını korumak ve sağlamak bakımından da uygun geliyordu. Sultan Hamid Müslümanları hilafet kanadı altında birleştirerek hem Osmanlı Devleti’nin sınırlan içinde kuvvetini elde tutacak, hem de yabancı ülkelerin müdahalelerine karşı İslam birliğini harekete geçirebilecekti. İslamcılık ütopyası yalnız ilmiye sınıfına değil, daha sonra Jön Türklerden bazılarına da en uygun olarak görünmüştür. Kimi gerçekten başka çare düşünemedikleri için bu akıma sarıldılar, kimi İslamcılıkla sarayın hoşuna gidilebileceğini hesapladı. Ne var ki ister ütopya, ister hesapçılık olsun İslamcılık ve hele Panislamizm Osmanlı toplumunda ne birliği sağlayabildi, ne sosyal bünye içine düştüğü sarsıntılardan kurtuldu, ne de düveli muazzama karşısında devleti kudret sahibi yapabildi. Aksine bu akım kutuplaşma ve parçalanmaları, arkasında müdahaleleri körükledi. Akımlardan ikincisi “Osmanlıcılık”tır. Osmanlıcılık aslında Tanzimat döneminin fikir akımıdır. Dışa dönük olmak isteyen, dışla ilişkisi bulunan Osmanlı8 cılık karma toplumu savunur siyasi ve hukuki eşitlik sağlandığı zaman bu toplumun bir millet bütünlüğü kazanacağını hayal eder. Onlara göre kişiler arasında dil, din, ırk farkı gözetilir. Siyasi haklardan eşit olarak faydalanamadıkları içindir ki Osmanlı Devleti gün geçtikçe kötülemiş, dağılmaya doğru gitmiştir.

Osmanlıcılar liberal görünürler, ancak siyasi alanda Batı demokrasilerine özenen liberalizmin iktisadi alandaki sonuçlarını ve eşitliği sağlayıp sağlamayacağını pek düşünmezler, ya da düşündürülmezler. Osmanlıcılık zamanla “Yeni Osmanlılar”, “Genç Osmanlılar” ismine dönüşecek ve gerek l’inci Meşrutiyet’in gerekse II’nei Meşrutiyet’in hazırlanmasında etkili olacaktır. Yeni Osmanlıların ya da sadece Osmanlıcıların düşüncelerini burada ayrı ayrı incelemek gereksiz. Ancak bir fikir vermek için o zamanki yazılara kısaca değinebiliriz. Mesela, Pari s’ta sürgünde yaşayan Ali Suavi, Ulûm gazetesinde halk egemenliğinden söz etmektedir. Ziya Paşa ise yeni bir anayasanın yapılmasını savunur ve milletin vekillerini seçmesini ısrarla ileri sürerken Türklere J. J. Rousseau’yu tanıtmaya çalışır. İslamcılık tezine de yatkın olan Namık Kemal’in yıldızı Montesquieu’dır. Londra’da yayınladığı Hürriyet’te “Hâkimiyet-i Ahâli’Ti makaleler yazmıştır. Üçüncü akıma “Türkçülük” adı veriliyor. İslamcılığın ve Osmanlıcılığın birlik sağlayamaması karşısında beliren bu fikir akımı toplumu yeni ülküye bağ9 lamak ister. Türkçülerin düşündüğü, “Türk milletini” Osmanlı Devletimin temeli yapmaktır. Bu temel sadece devletin sınırları içindeki Türklerle değil, sınır dışındaki Türklerin de katılmasıyla sağlamlaştınlacak ve büyük Türk birliği kurulacaktır. Bütün bu fikir cereyanları soyut bir takım kavram olarak birbiriyle çatışmış ve savunucular temele inmeden Osmanlı Devletimi kurtaracak çareleri araştırmışlardır.

Tabii aramalar ve araştırmalar kitlenin dışında cereyan etmiştir. Aslında gittikçe fakirleşen büyük kitle yaşamından hoşnut değildir. Ama bu hoşnutsuzluğun nedenlerini de bilmemektedir. Zaman olmuş, durumu asrileşme nedenine bağlamış ve ona dayanarak isyanı bile göze almıştır. Zaman olmuş yukardaki kavgaları, çekişmeleri anlamsız bakışlarla seyretmiştir. İşte bütün bu fikir cereyanları ve halkın hoşnutsuzluğu, 10-11 Mayıs 1876 softalar kıyamına ve 1876 yılının 30 Mayısı’ndaki Abdülaziz’in tahttan indirilmesine gelir dayanır. V Murat’ın tahta çıktığı günlerin yıldızı, Vükelâ Meclisi’ndeki Ahmet Mithat Paşa, gayesi ise Kanunu Esasi’dir. Pek kısa geçen bu karışık günlerin sonu, 93 gün padişahlık edip ruhi sarsıntı geçiren V Murat’ın da halli ve Kanunu Esasi ilanını vaat eden Abdülhamid H’nin 19 Ağustos 1283’te tahta çıkarılmasıdır. Abdülhamid, 113’üncü maddesini bütün itirazlara rağmen eklediği Kanunu Esasi’yi 23 Aralık 1876 10 günü ilan etti ve Ahmet Mithat Paşa da sadrazam oldu. Henüz seçim kanunu bulunmadığı için yapılan seçimler “Talimatı Muvakkate” ile düzenlendi. Millet Meclisi ise, ilk devrede 3.5 ay, ikinci devrede de 2.5 ay toplanabildi. İSTİBDAT 1908 İkinci Meşrutiyetime dayanacak 30 yılı aşkın (31.5) istibdat dönemi, 19 Mart 1878’de, Abdülhamid’in “fevkalade haller” ve “halkın ehliyetsizliği” gerekçeleriyle Meclisi’ Meb’usam dağıtmasıyla başlar.

Bu dönemin ilk kurbanı Mithat Paşa’dır. Padişahın kanuna eklettiği anayasa maddesiyle tutuklanır, sonra Taif’te öldürülür. Abdülhamid, kendini tahta çıkartanların hepsini, Abdülaziz’in katili olarak görmektedir. Ziya Paşa, Rüştü Paşa, Namık Kemal sürgünden sürgüne dolaştırılır. Herkes bir hain, herkes bir jurnalcidir. Abdülhamid davranışını şöyle açıklar: “Milleti ikna ederek ve hürriyet müesseseleri açarak ıslahat yapmaya çalışan pederim Abdülmecid’in yolundan gitmekle yanılmışım. Bundan sonra ceddim Sultan Mahmut’un yolundan gideceğim. Onun gibi ben de anlıyorum ki, Cenabı Hakkın, korunmasını bana tevdi ettiği milletleri, kuvvetten başka hiçbir şeyle yürütmek kabil olmayacak…”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir