Edith Hamilton – Mitologya

Bazı kişilere göre, Yunan ve Roma mitologyası, bize insan soyunun yüzyıllar önce neler düşünmüş, neler duymuş olduğunu gösterir. Böylece, doğayla ilişkilerini son derece azaltan uygar insandan çıkarak doğayla kucak kucağa yaşıyan insana varabiliriz. Mitologyayla ilgilenişimizin asıl 6ebebi de budur belki: Dünya gençtir; insanlar doğanın ortasında, toprağa bağlıdırlar; günlerini ağaçların, denizlerin, tepelerin, çiçeklerin arasında geçirirler. Gerçekle gerçekdışı pek ayrılmamıştır daha; korularda dolaşan delikanlılar, ağaçlar arasında ansızın bir nymphe’ye rastlarlar, duru bir kaynağa eğilen genç kızlar sularda bir naiad’m yüzünü görüverirler. Bu yaşayışın özlemi, mitologyadan söz açan birçok yazarın, özellikle şairlerin, yüreğinde yatmıştır. Bak, nasıl yükseliyor Proteus denizden; Dinle, yaşlı Triton borusunu çalıyor. Ama ilkel insanın durumuna şöyle bir göz atınca, bu «duygululuk balonu» hemen sönüverir. ister şimdi Yeni Gine’de yaşamakta olsun, isterse yüzyıllar önce yaşamış olsun, ilkel insan, korularda dolaşırken nymphe’lere, naiad’ lara değil, korku’ya rastlamış, mutluluk, sevinç değil, ürküntü duymuştur. O korku’dan kurtulmak için de büyü yapmış, soydaşlarının kanını akıtmıştır çoğu kere. YUNAN MİTOLOGYASI Yunanlıların da kökleri bu karanlık dünyadaydı bir zamanlar; ama mitologyada o yabanî yaşamanın izi pek gö5 rülmez. Bugün elimizde bulunan öykülerin ilk ne zaman anlatıldıkları bilinmiyor. Bilinen bir şey var: O öyküler dilden dile dolaşmaya başladığında, Yunanlılar ilkel çağı çoktan geride bırakmışlardı. Yunanlılardan günümüze gelen en eski belge, Homeros’un İliada’sıdır. Buna dayanarak, Yunan mitologyasınm İsa’dan bin yıl kada r önce Homeros’la başladığını söyleyebiliriz. Homeros’un belli başlı özelliklerinden biri, sağlam, akıcı, zengin bir dil kullanmasıdır.


Bu, kendinden önce gelmiş olan Yunanlıların, düşüncelerini rahatça anlatabilmek için oturmuş bir dil yarattıklarını gösterir: Büyük bir uygarlık belirtisi. Yunanlılarla birlikte, insanoğlu evrenin en önemli varlığı oluvermiştir. Daha önce insanoğluna pek aldıran yoktu. Yunanlının yarattığı tanrılar bile insan biçimindedir. Mısırlı, hayal gücünün neler yaratabileceğini göstermek istermişçesine, tanrısını kedi başlı bir kadın olarak düşünmüş, taşlardan dev gibi yaratıklar çıkarmıştı ortaya. Söz gelişi, cansız, kocaman bir sfenkse tapmıştı. Mezopotamyalının tanrılarının da insanla ilgisi yoktu: Kuş başlı adamlar, boğa başlı aslanlar. Bir başka deyimle, yaratıcının yalnız kendi kafasında bulunan gerçekdışı varlıklar. Eski Yunan’dan önce insanlar o tanrılara taparlardı işte. Aradaki büyük değişikliği anlamak için bir Zeus’un, bir Apollön’un heykelim göz önüne getirmek yeter, insan biçimindeki ölümsüzler, aslında dünyaya akılcı bir düzen getiriyorlardı. Saint Paul, görünmeyeni anlayabilmek için görünene başvurmak gerektiğini söylemişti. Günümüze kalan Yunan eserlerinde, bu düşüncenin somut örneklerini bulabiliriz. Yunanlı, Apollön’un heykelini yapmak isteyince, gözlerini spor oyunlarına katılan atletlere çevirmiş, şiirini kurarken doğrudan doğruya insanla, onun yaşamasıyla ilgili görüntüler bulmuştu. Tanrılar, insana benzeyince gökyüzü de eve benzer tabiî. Yunanlılar, Olympos’daki ölümsüzlerin neler yiyip neler içtiklerini, nasıl eğlendiklerini bilirlerdi.

Korkmasına 6 korkarlardı onlardan; ama Hera, kocası Zeus’u başkasıyla sevişirken suç üstünde bir yakalasın, gülmekten katılırlardı. Tannlarla insanlar arasında bir içtenlik sürüp giderdi. Yunan mitologyasmın yarattığı «mucize» budur: insancıl bir dünya-, her şeyi bilen, her şeyin üstündeki o Bilinmeyen Varlık’m saldığı bunaltıcı korkunun silinişi… Saçma gibi duran bütün olaylar, bütün kişiler incelenirse görülecektir: Canavarlarla savaşan Herakles, Thebai* lidir. Aphrodite’nin doğduğu kıyı, Kythera adasının hemen karşısmdadır. Kanatlı at Pegasos, akşamlan Korinthos’daki bir ahıra çekilir. Varlıkların gerisindeki bu ayrıntılar, onlara canlılık vermektedir. Çocukça bir şey değildir bu. Alâaddin’in isteklerini yerine getirdikten sonra cinin nereye gittiğini bilen var mı hani? Mitologyada büyünün yeri yoktur. Yunanlılardan hem önce, hem sonra büyük önem taşımış olan yaşlı, çirkin büyücülere rastlanmaz. Yalnız iki büyücü vardır: Kirke ile Medeia. Onlar da gençtirler, güzeldirler. Babil’den beri süregelen astroloji, yerini astronomiye bırakmıştır; yıldızlar, insanları etkilemez. Tannlarla yakınlık kuran rahiplerden korkulmaz mitologyada. Odysseus, canlannı bağışlaması için önünde diz çöken bir rahiple bir şairden din adamını öldürtür, sanatçıyı kurtarır. Odysseia’da ölülerden de çekinilmez.

Arasıra Zeus, yıldırımını fırlatır fırlatmasına; ama böylesine olaylar pek azdır, ilk Yunan mitologyacılan, bir korku dünyasını bir güzellik dünyasına başanyla çevirmişlerdir. Bu arada, karanlıkta kalan bazı noktaları da belirtmek gerekir. Sevimli, güçlü ölümsüzler zaman zaman «erkekçe» davranmazlar. Hektor, tanrılardan daha soyludur; Andromakhe, Athena’dan da, Aphrodite’den de üstündür; Hera, çoğu kere, aşağılık bir kadın olarak gösterilir. İnsana benzemeyen tanrılar da vardır Eski Yunan’da. Yan keçi – yan insan Satyr’leri, yan at – yan insan Kentaur’lan ne yapmalı? Hera’ya sık sık «inek yüzlü» denir-, sanki Zeus’un kansı aslında inektir de, sonradan tannça olmuştur. 7 İnsanların kurban edilişine de raslanır. Ya canavarlar? O korkunç Gorgon’lar, Hydra’lar, Khimaira’lar? Mitologyanın ünlü kahramanlarnıdan biri olan Herakles, nasıl canavarlarla savaşıp hepsini yeryüzünden sildiyse. Eski Yunan da insanı avucuna alan insandışı düşüncelerle savaşıp hepsini yeryüzünden silmiştir. Yunan mitologyası daha çok tanrılarla, tanrıçalarla ilgili öykülerden meydana gelmiştir; ama Yunanlıların Kujtsal Kitap’ı olarak okunmamalıdır. Çağdaş mitologya anlayışına göre, gerçek bir mythos’un dinle doğrudan doğruya hiç ilgisi olamaz, asıl ilgisi doğayla kurulmuştur. İnsanların, hayvanların, ağaçların, çiçeklerin, güneşin, ayın, yıldızların, fırtınaların, depremlerin nasıl olduğunu anlatır o öyküler. Zeus öfkelenince elindekini yeryüzüne şöyle bir fırlatır, yıldırım olur. Dağın içine kapatılmış bir canavar kurtulmak için çırpınır, deprem olur. İlk bilim belirtileri.

Bir şey açıklamayan öyküler de vardır. Hani uzun kış gecelerinde vakit geçirmek için anlatılan öykülerden Pygmalion ile Galateia’nın, Orpheus ile Eurydike’nin öyküleri, Altın Post’un Aranışı. İlk edebiyat örnekleri. MİTOLOGYA YAZARLARI Mitologya kitaplarının çoğu, kaynak olarak Augustus zamanında yaşamış olan Latin şair Ovidius’u alır. Bu bakımdan, kimse onunla boy ölçüşemez; ama bu kitapta pek yararlanmamaya çalıştım ondan. Hesiodos, Pindaros ve tragedya yazarları için birer gerçek olan öyküleri o yalan, saçma olarak ele alır,- çoğu kere duyguludur, söylev çeker gibi anlatır. Yunanlılarda o duygululuğa, o söylev havasına pek raslanmaz. Mitologyayla ilgilenmiş yazarların listesi uzun değildir. Listenin başında lliada’sı ve Odysseia’sıyla Homeros vardır tabii. İkinci yazar, İsa’dan önce dokuzuncu ya da sekizinci yüzyılda yaşamış olan yoksul bir çiftçidir. Hesiodos adlı bu çiftçinin şiirlerinden biri, Theogonia, bütün bütüne mitologyayla ilgilidir, evrenin, tanrıların nasıl yaratıldıklarını anlatır. 8 Hesiodos’dan sonraki kaynak, çeşitli tanrılar için yazılmış şiirler olan Hymnos’lardır. Bazı araştırmacılara bakılırsa, sekizinci yüzyılla dördüncü yüzyıl arasında yazılmışlardır. Sayıları otuz üçü bulmaktadır. Yunanlıların en büyük şairlerinden Pindaros, altıncı yüzyılın sonlarında yaşamıştır.

Şenlikleri, spor oyunlarını anlatan şiirlerinde hep mitologyadan söz açılır. Üç tragedya yazarının en yaşlısı Aiskhlos, Pindaros’un çağdaşıydı. Sophokles ile Euripides daha gençti. Aiskhylos’ un İranlılar adlı oyunu bir yana bırakılırsa, üçünün de bütün eserlerinin konuları mitologyadan alınmıştı. Bu arada üç kişinin adını da anmak gerekiyor: Beşinci yüzyılın sonlanyla dördüncü yüzyılın başlarında yaşamış olan komedya yazarı Aristophanes; Euripides’in çağdaşı, ilk Avrupa tarihçisi Herodotos; büyük düşünür Eflâtun. isa’dan önce üçüncü yüzyılda Yunan edebiyatının merkezi İskenderiye olmuştu. Bu yüzden İskenderiyeli şairler diye anılan Theokritos, Bion, Moskhos ve Rodos’lu Apollonios, mitologya ile ilgiler kurmuşlardır. İsa’dan sonra ikinci yüzyılda yaşamış olan Latin yazar Apuleius ile Yunanlı Lukianos’un motologya bakımından önemleri büyüktür. Eros ile Psykhe öyküsü yalnız Apuleius’un eserinde anlatılmıştır. Ne zaman yaşadığı kesin olarak bilinmeyen Yunanlı Apollodoros da, Ovidius gibi, zengin bir kaynaktır. Anlatımının kuruluğu bakımından Ovidius’dan ayrılır. Bir başka Yunanlı, Pausanias, gezip gördüğü yerlerle ilgili mitologya öykülerini İsa’dan sonra ikinci yüzyılda büyük bir ciddiyetle yazmıştır. Romalı yazarlar içinde en başta geleni Vergilius’dur. Çağdaşı Ovidius gibi, o da mythos’lara inanmazdı; ama mitologya kahramanlarında insancıl yanlar bulmuş, yazdıklarında onların bu özelliklerini belirtmiştir. Romalı öteki şairlerin, mitologya açısından ele alınınca, önemli olmadıkları görülür.

Onlar için mitologya öyküleri sadece birer gölgedir sanki. Yunan mitologyasım öğrenmek için zaten Romalılara değil, yazdıklarının her kelimesine inanan Yunanlılara başvurmak gerekir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir