Edward F. Benson – Hilal ve Demir Hac

Her kitap yazıldığı dilde yaşayan bir canlı gibidir ve ruhu vardır. İyi bir çevirmenin başlıca görevi kitabın ruhunu, bildiği dillere kaybetmeden taşımaktır. Bir yerde çevirmen kitabın yazarı ile duygudaşlık kurmak, kitapta anlatılanlara yazarın gözüyle bakmak, yazarın hissettiklerini hissetmek durumundadır. Çevirmen bunu yaparken yazarın yanlış ya da katılmadığı görüşlerini eleştiremez veya olması gerektiği hale getiremez. Çünkü çevirmen yazarın çevrilen dildeki iz düşümüdür. Bu bir insanın kendisini aynada seyretmesine benzer. Kişinin suretinin aynadaki görüntüsünün aynı olması için aynanın mükemmel olması gerekir. Aksi halde aynadaki görüntü lunaparktaki sihirli aynalar gibi kişinin görüntüsünü değiştirebilir. Peki, çeviride ayna rolü oynayan çevirmen, eğer yansıtması gereken görüntünün kendi ölümü olduğunu fark ederse ne yapabilir? Yani ayna kendisini bir saniye sonra parçalayacak kişinin görüntüsünü ne kadar yansıtır? Elbette ayna parçalayıcı darbeyi yiyene kadar görüntüyü yansıtmaya devam eder ancak hiçbir zaman parçalanma anının görüntüsü yansıtamaz. Böyle bir durumda aynanın yani çevirmenin önünde iki seçenek vardır: Ya biraz eğilip bükülerek sihirli aynalar misali kendi parçalanışını biraz yumuşatacak ya da ölümünü olanca dehşeti ile son ana kadar yansıtacak ve parçalanacaktır. Ancak ayna yansıtmaya çalıştığı gerçeğin hayal olduğunu fark ettiğinde ne yapmalıdır? Parçalanmayacağı için sevinmeli midir? Yoksa varlığına kast eden bu hayal karşısında irkilmeli midir? Elinizde tuttuğunuz kitabı çevirirken hissettiklerim aynanın hissettikleri gibidir. Bu kitap 1917 yılında I. Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla devam ettiği yıllarda bir İngiliz yazar tarafından kaleme alınmış ve Batı’da büyük yankı yaratmış bir eserdir. Yazarın kitaptaki en çarpıcı cümleleri şöyledir: “Bir Türk imparatorluğu olan Osmanlı Devleti hasta adam değildir ve hiçbir zaman hasta olmamıştır. Çünkü Türkler hasta değil hastalığın kendisidirler.


Türklük kanserin kendisidir ve bu canavar tümör üzerine çöktüğü canlı dokuları yüzyıllardır yiyip bitirmektedir.” I. Dünya Savaşı sırasında tarafların kendi taraftarlarına hazırladıkları propaganda kitaplarının varlığı bilinmektedir ve bu kitaplarda karşı tarafın tezleri iftira ve yalanlarla bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Ancak elinizdeki kitap bir İngiliz propaganda kitabı değildir. Bu kitap İngiliz gizli belgelerindeki bilgiler ve D.G Hoghart ile Arnold J. Toynbee gibi teorisyenlerin fikirlerinden yararlanılarak yazılmıştır. Bu teorisyenlerin fikir ve düşünceleri son yıllarda çok popüler olan Samuel Huntington’ın ‘Medeniyetler Çatışması’ isimli eserinde de temel olarak kullanılmıştır. Bu kitap ayrıca aşırı uçtan bir İngiliz milliyetçisinin yazdığı bir eser de değildir çünkü özellikle kitabın son iki bölümünde anlatılanlar Sevr Anlaşması’nda uygulanmaya konmuştur ve şimdiki Büyük Orta Doğu Projesiyle büyük benzerlik göstermektedir. Her Nisan ayı Türkiye’nin başına bela edilen Ermeni soykırım iddiaları bu kitabın yazıldığı tarihlerde dünya gündemine getirilmiştir. İşin ilginç yönü, kanıtlamada çok zayıf kalınan Ermeni soykırımı iddiaları, Türklerden çok Almanlara karşı Müttefiklerin yaptığı bir suçlamadır. Kitabın pek çok yerinde “Almanların durdurabilecekleri bu soykırımı durdurmayarak gerçek sorumluları olduğu” iddia edilmektedir. Ermeni soykırım iddialarında Amerikan misyonerlerinin ve bölgede bulunan yabancıların kaynak gösterilmesi de misyonerlik faaliyetlerinin, nereye kadar varabileceğini iyice açıklamaktadır. Benzer şekilde Yahudi ve Arap soykırım planlarından da bahsedilen kitapta açık ve net olarak Suriye ve Lübnan bölgesindeki Fransız misyonerlik faaliyetlerinin durdurulmasından yakınılmaktadır. Ermeni soykırımında Türkler ve Kürtler maşa olarak gösterilirken Almanya patron pozisyonuna yükseltilmektedir.

Kitapta yazarın Türklerle, Osmanlı yönetimi, II. Abdülhamit, Enver Paşa, Cemal Paşa ve Talat Bey veya Türklerin idealleriyle dalga geçercesine sarf ettiği sözler ironi değil bastırılmış kıskançlık ve nefret gibi duyguların adeta dışavurumu gibidir. Örneğin “katil, zekâ fukarası ve cahil” olarak nitelendirilen II. Abdülhamit’in Kayser II. Wilhem’in isteklerini rahatça ve başarılı şekilde geri çevirmesi, kitapta yaratılmak istenen “Türkiye Almanların sömürgesidir” imajına ters düşse de bu olay Türklerin başarısı olarak vurgulanmamaktadır! Okuduğunuzda fark edeceğiniz gibi kitabın ilk beş bölümü altıncı bölümde anlatılan Osmanlı İmparatorluğu’nun bölüşümü sürecine zemin hazırlamakta kullanılmıştır. Eserde Osmanlı ya da Türkleri karalayıcı unsurlar çok itham edici hatta hakarete varacak boyutta olsa da tüm bunlardan sonra anlatılanlar Batı dünyasının ve özellikle İngiltere’nin Türkler hakkındaki tespitleri ve planlarını tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır. Kitabı okuduğunuzda aşağıdakiler sizleri şaşırtacaktır: 1917 yılında İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ya da genel ismiyle Müttefikler I. Dünya Savaşı’nı kazanacaklarından emin değildirler, 1917 yılında Almanlar ve Türklerin Orta Asya ve Basra üzerinden Hindistan’daki İngiliz hükümranlığını sona erdirme şansları vardır ve bundan korkulmaktadır, Türklerin Çanakkale zaferi İngilizler üzerinde büyük bir travma yaratarak yüzyıllardır “Hasta Adam” diye tehdit olarak görmedikleri bu milletten tekrar korkmalarına neden olmuştur. Müttefiklerin bu korkuları kitapta birkaç yerde geçen “Bir Türk her zaman cesur, disiplinli ve savaşçıdır. Türkler bu özelliklerini hala korumaktadırlar!” sözlerinden anlaşılmaktadır, Ermeni soykırım problemi pek çok yerde isimleri dahi verilmeyen tanık ifadeleriyle desteklenmekte hatta İstanbul’da Ermeni soykırımı yapılarak sokakların kanla sulandığı söylenmektedir. Ancak Ermeni soykırımı iddiaları şimdi olduğu gibi sadece Türkiye’ye yöneltilmemekte ve aslında soykırımdan Almanya sorumlu tutulmaktadır… İngilizler Türk tehlikesini Osmanlı’yı Sevr’de mahkûm ettikleri koşullar ve Türk milletinin askeri reflekslerinin ortadan kaldırarak bertaraf etmeyi amaçlamaktadırlar. Şu anda gündemde olan Kuzey Irak’taki Kürt devletçiği 1917’de dağlardaki Kürtlerin şehirlere indirilmesi ve Bedevilerin bölgeye yerleşimleri sağlanmak suretiyle Kuzey Mezopotamya’da gerçekleştirilmek istenmiştir. İsrail Projesi aslında Almanlara ait olup Almanya, Filistin’deki Yahudileri kendi ajanı olarak görmekte ve onları korumaktadır. İsrail’in kuruluşunda uluslar arası Yahudi bankerlerin ve özellikle Rothschild ailesinin büyük rolü vardır. Bu gerçekler II.

Dünya Savaşı’nda Yahudi soykırımı ile suçlanan Almanya’nın asıl amacının “Avrupa’da rahat yaşayan Yahudilerin Filistin çöllerine yerleşmesini hızlandırmak olduğu” tezini desteklemektedir. İngiliz ve Müttefiklerin kurtulmak ya da yok etmek istedikleri Müslümanlar veya İslam değil Türk milletidir. Bin yıldır Türklerle beraber yaşayan Rum, Ermeni, Yahudiler dışında Müslüman Araplar da Türklerce soykırıma uğratılan veya uğratılacak milletler olarak kışkırtılmışlardır. Yunanistan’ı Ege bölgesi başta olmak üzere Anadolu’yu işgale teşvik için Türklerin Rum soykırımı planladıkları veya Rum sürgünlerin olduğu haberleri kitapta bulunmaktadır. Günümüzde Mezopotamya Serbest Bölgesi ismi altında Büyük Orta Doğu Projesinde yer alan yapılanma 1917’de ortaya atılmıştır. Bugün Irak’taki güçlerin dağılımı gözetildiğinde İngilizlerin 1917’de de Basra bölgesi üzerine yoğunlaştığı açıktır. Anadolu bölgesindeki doğal kaynakların zenginliği 1917’de bilinmekte ve bu doğal kaynakların imtiyazlı şekilde paylaşımı istenmektedir. Kapitülasyonların kaldırılması batı güçlerini aşırı derecede rahatsız etmiştir, Ermeni probleminde Amerikalı, Suriye ve Lübnan bölgesinde ise Fransız misyonerlik faaliyetleri batı dünyası için yaşamsal önem taşımıştır. Bu ilginç kitapta ayrıca İstanbul Boğazı’nı deniz altından geçmek üzere planlanan tünel projesi, Türk topraklarında savaş yıllarında gerçekleştirilen sanayi hamlesini, Türk Ocakları ve Türk İzcilerin tarihçesini bulacaksınız.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir