Elizabeth Oldfield – Hep Ya Da Hic

Zee daktilonun tuşuna bastı. Tanrı cezasını versin! Yine yanlış tuşa basmıştı. Silgiye uzanırken önünde yığılı boş mönü kartlarına çatık kaşlarla baktı ve daktilo yazmanın kendisine göre bir iş olmadığını düşündü. Niye delilik edip de yeni kartlar hazırlamaya kalkmıştı; üsteli de gerçekten gerekli değilken. Yapılacak önemli bir iş yokken, insanın kendine iş yaratmaya çalışmasından daha yorucu bir şey olamazdı. Keşke çalışıyor görünmekten vazgeçip tembellik edebilecek bir kişilik yapısına sahip olsaydı. İri yeşil gözleri, resepsiyonun yanındaki bir koltuğa yayılmış, mutlu bir şekilde örgüsünü örmekte olan Heather’e takıldı. Ama Heather’ın bu kadar rahat olabilmesinin bir özrü vardı. Bol hamile giysisi içinde mutlu bir tembel tablosu çiziyordu. Dayanılmaz derecede sakin geçen yaşamından sonra Grenan Towers Oteli’ndeki hareketli hayat, başlangıçta Zee’ye çok çekici görünmüştü. Ama artık bıkkınlık gelmişti. Şimdi çevresine bakındığında oteldeki yaşamın hiç te sandığı gibi hareketli olmadığını, personelin sürekli, uykulu gözlerle tembel tembel dolandığını görebiliyordu. Hatta, şu anda döner kapıdan girmekte olan birkaç konuk bile, son derece kayıtsız ve ilgisizdiler. Zee yeniden daktilosuna döndü, bu kez doğru tuşa basmayı başarmıştı. “Sahi” diye hatırlattı Heather.


“Postadan tek kişilik bir rezervasyon yapılmasını isteyen bir mektup çıktı. Sanırım odanın hazırlanması gerekiyor”. “Yukarı çıkıp Molly’e söyleyeyim” dedi Zee gülümseyerek. Oyalanacak bir şey bulduğu için sevinmişti. “Teşekkürler” dedi Heather, koltuğuna daha da gömülerek “Merdiven tırmanmak bir yana, biraz daha kilo alırsam herhalde kapıdan sığamayacağım.” “Yalnızca altı haftan kaldı ama.” “Bunun içinde Tanrıya şükürler olsun. Eğer bu işin sonunu getirebilirsem herhalde beni buraya tekerlekli arabayla taşıyacaklar” “Tabi ki sonunu getireceksin” dedi Zee. “Umarım. Paraya ihtiyacım var.” dedi Heather.”Mr. McCrimmon çok anlayışlı davrandı ve kalmama izin verdi. Çok iyi bir insan” “Çok iyi ve çok yumuşak kalpli” diye düşündü Zee, ama bir şey söylemedi. “Tekrar senin kadar ince olabileceğim bir gün, tek bir gün için neler vermezdim.

” Diye içini çekti Heather. “Giysin çok güzel, Londra’dan mı aldın?” Zee başını salladı. Soluk sütlü kahve döpiyesi incecik vücuduna çok güzel oturmuştu. İçindeki krem rengi bluzu da çok usta bir terzi elinden çıkmıştı. Seçtiği renkler, kızıl saçlarına öyle güzel uyuyorlardı ki… Zee, dış görünüşe önem veriyordu. Giysileri pahalı ve kusursuzdu. Ne var ki, içinde bulunduğu ortam için fazla şık bile sayılabilirdi. “Molly ile Anges’e sekiz numaralı odayı temizlemelerini söyleyeceğim, tamam mı?” dedi, merdivenlere doğru yürürken. “Evet, lütfen” Merdiven sahanlığına geldiğinde durakladı. Merdivenlerin ortasında, pencerenin yanında uzun boylu biriai hiç kıpırdamaksızın duruyordu. “Yine o” diye düşündü Zee, rahatsız bir şekilde. Otele önceki sabah gelmiş olmasına rağmen bu adam varlığını hemen hissettirmişti. Zamanının büyük bölümünü koridorlarda, salonlarda dolaşarak ya da bina dışında yürüyüş yaparak geçiriyordu. Otelden hiç ayrılmıyor ve onun sürekli varlığı herkesi rahatsız ediyordu. İki kez, büyük bir dikkatle defterine notlar alırken, Zee’nin yaklaştığını görünce, defterini öyle hızla kapatmış ve yüzüne öyle soğuk bir şekilde bakmıştı ki, Zee, sanki casusluk yapmaya çalışırken yakalanmış gibi suçluluk duyguna kapılmıştı.

Omuzlarını dikleştirdi, böyle bir konuğa nasıl davranacağını bilemiyordu. Adam Grenan Towers’ı beğenmediğini, hem de hiç beğenmediğini her haliyle belli ediyordu. Öyleyse niçin burada kalıyordu? Niçin gitmiyordu? Hiçbir şey onu memnun etmemişti. Merkezi ısıtmanın ayarlanamadığından, bar servisinin yavaş olduğundan, hamal bulunamadığından yakınıp durmuştu. Adam bir ayağını pencerenin pervazına dayamış, tek elini pantolonun cebine sokmuştu. Hiçbir adalesi oynamaksızın manzarayı seyrediyordu. Belki onu da beğenmemişti! Açık gri elbisesinin içinde geniş omuzları ile sanki granitten oyulmuş bir heykel gibiydi. Kuşkusuz kalbi de taştan yapılmıştı. “Onu bahçede Robbie Burns’ün heykelinin yanına dikmek gerek” diye düşündü Zee. Hem o zaman kendilerini rahatsız da edemezdi. Ama ünlü İskoç ozanı Robbie Burns esmerdi ve sevimli bir yüz ifadesi vardı. Oysa bu adam asık suratlı ve sarışındı, hem de çok sarışın. Bu sabah nelere kusur bulacağını merak ederek “Dilerim yakında ayrılır” diye düşündü Zee. Belki de bu rahatsızlığı, adamın şikayetlerinde haklı olmasından ileri geliyordu. Grenan Towers’da işletme hiç iyi değildi, ama adamın sanki bu işten zevk alıyormuşcasına birbiri ardına kusur sıralaması Zee’yi kızdırıyordu.

Sakin olmaya çalışarak yürüdü. “Günaydın efendim” dedi gülümseyerek. Cevap alamayınca, “Beni görmezden gelecek” diye düşündü ve içini bir öfke dalgası sardı. Ne küstah bir adamdı bu. Ancak tam yanından geçmişti ki onun konuştuğunu duydu. “Arazinin tamamı kaç metre kare?” Zee şaşırarak durakladı. “Korkarım ki hiçbir bilgim yok efendim.” Profili çok sertti, kalın bir bıyığı vardı ve çok uzun boyluydu. Yüksek topuklu ayakkabılarıyla Zee’nin boyu 1.80’e yakındı, adama bakarken başını kaldırmak zorunda kalıyordu. “Hiçbir bilginiz yok mu?” dedi adam, şaşırmış görünerek ve ikinci bir soru sordu. “Arka parmaklıkla duvarın arasındaki arazi otele mi ait?” Zee şaşkınlık uzaktan görülen tahta parmaklıkla bunun biraz arkasındaki taş duvara baktı. Duvardan sonra kumsal ve ufka kadar uzanan deniz görünüyordu. “Evet efendim” dedi. ‘ama bu sizi hiç ilgilendirmez” diye devam etmemek için de kendini güç tuttu.

“O alan ne için kullanılıyor?” “Sebze bahçesi efendim” Genç adam hayretle kaşlarını kaldırdı. “Sebze bahçesi ha? Ama oranın terk edilmiş gibi bir hali var” “Kasım ayındayız” dedi Zee buz gibi bir sesle,”Bu mevsimde fazla sebze yetişmez” “İlkbaharda o topraktan sebzeler fışkıracağına inanmamı beklemiyorsunuzdur umarım” dedi adam büyük bir alayla. “Bu konuda hiçbir bilgim yok efendim” dedi Zee. “Hiçbir bilginiz yok mu?” Adamın sesi çok alaylıydı. “Devamlı bir bahçivanınız olup olmadığını söyleyebilir misiniz acaba?” Kızın bunu da bilmeyeceğinden emin görünüyordu. “Var efendim” dedi Zee zafer kazanmışcasına. “Hamal, ihtiyar Jimmy bahçeye de bakıyor” “Bulunmaz adam. Eh, bahçıvanlığı da hamallığına benziyor galiba, bahçenin hali bir felaket.” “İhtiyar Jimmy neredeyse yetmiş yaşında” dedi Zee, onu savunurcasına. “Öyleyse niçin emekliye ayrılmıyor?” Zee adamın yüzüne baktı. Verecek cevap bulamamıştı. “Hiçbir bilgim yok efendim” dedi adam, onu taklit ederek. Zee kıpkırmızı oldu. “Pek çok konuda bilginiz yok galiba Miss?…” “Miss Robertson” dedi Zee dişlerinin arasından tıslayarak. “Yürüyen bir ansiklopedi olmamamın nedeni, burada yalnızca üç aydır çalışıyor olmam…” Durakladı ve alaylı bir biçimde, “Efendim” diyerek sözlerini tamamladı.

“Daha önce nerede çalışıyordunuz?” “Londra’da” dedi Zee kısaca. “Londra’da nerede?” Zee derin bir nefes aldı. Her şeye burnunu sokmak zorunda mıydı bu adam?”Ecrepoint Oteli’nde. Ve şimdi izin verirseniz efendim, yapılacak işlerim var.” “Ecrepoint ha?” dedi adam tek kaşını kaldırarak. Etkilendiği açıkca belli oluyordu. “Buraya gelmek sizin için büyük bir değişiklik olsa gerek” “Evet efendim” İlerdeki açık kapıdan gülüşmeler duyuldu. “Ecrepoint’taki kat hizmetçileri herhalde bu denli laubalice davranışlarda bulunmazlardı” dedi adam yüzünü buruşturarak. “Çok gürültü yapıyorlar” “Evet efendim” Ceketinin cebinden bir sigara çıkarıp paketi Zee’ye de uzattı. “Sigara?” “Hayır, teşekkür ederim” “Çalışırken mi içmiyorsunuz? “Hiç içmiyorum” Altın bir çakmakla sigarasını yakarak Molly ve Agnes’in gülüşmekte oldukları odadan yana bir göz attı. “Şu ikisini ayırmak lazım. Tek başlarına olsalardı işlerini çok daha çabuk bitirirlerdi” “Bu doğru” Sigarasından bir nefes çekerek devam etti. “Ve radyo dinlemeleri de yasaklanmalı. Bitişik odada birisi dinlenmeye çalışıyor olabilir. Çıkardıkları gürültü bir ölüyü bile uyandırabilir.

” “Evet efendim” diye başını salladı Zee. “Söylediklerime katılıyorsanız niçin bu konuda hiçbir şey yapmıyorsunuz?” Zee elinde olmadan bir adım geriledi. “Ben mi?” diye sordu şaşkınlıkla. Adamın mavi gözleri buz gibiydi. Zee baştan aşağı titrediğini hissetti. “Personelin, otel müşterisine nasıl hizmet edileceği konusunda en küçük bir fikri yok” dedi adam ters bir sesle. “Ama buna ben karışamam ki” dedi Zee. “Niçin olmasın? Sahi, sen ne iş yapıyorsun burada? Aşağıdaki hamile hanımın ayak işlerine koşmanın dışında tabii.” “Bazen resepsiyonda çalışıyorum, ayrıca, müdürümüz Mr. McCrimmon’un bazı sekreterlik işlerini yapıyorum.” “Sen ve öteki kız nöbetleşe mi çalışıyorsunuz?” “Hımm, şey, pek sayılmaz efendim” diyebildi Zee. “Artık devam etmese” diye düşündü. Gücünün tükenmek üzere olduğunu hissediyordu. “Otel akşamları genellikle çok sakin olur. Mr McCrimmon resepsiyona o zaman kendisi bakıyor” “Yalnızca 5-6 müşteri varken niçin iki resepsiyoncu çalışıyor, ikisi de aynı saatlerde üstelik” Zee sabrını yitirmek üzereydi.

“Hiçbir bilgim yok efendim” dedi üzerine basa basa. “Mr. McCrimmon’un kendisine sormanızı öneririm” Yürüyüp uzaklaştı. Genç adam Zee gözden kayboluncaya kadar arkasından ona baktı. ‘Bu kız bu işi iyi biliyor’ diye düşündü. ‘Faydalı olabilir’. Kızdığı zaman kızıl saçları ve yeşil gözleriyle vahşi bir kediye benziyordu Zee. Konu Başlığı: Ynt: Hep ya da Hiç / Elizabeth Oldfield Gönderen: shenaie üzerinde Mayıs 21, 2007, 08:28:25 ÖÖ Genç kadın geri dönerken onu göremedi. Büyük bir rahatlama duyarak merdivenleri inip resepsiyona yürüdü. Aileen ve Heather çene çalıyorlardı. Zee birden durdu. “Saçlarına ne yaptın öyle?” diye sordu şaşkın bir sesle. Aileen saçlarını pembeye boyatmıştı. “Beğendin mi?” diye sordu elini saçlarının arasından geçirerek. “Çok değişik” dedi Zee.

“Gary modaya uymamı istiyor” dedi Aileen şımarıkça. Gary saçlarını kazıtmasını istese hiç itirazsız kazıtırdı da diye düşündü Zee. “Yani bu moda mı?” diye sordu Heather. “Mr. McCrimmon gördü mü seni?” diye sordu Zee merakla. “Tepkisi ne oldu?” “Hoşlanmadı. Bu saç renginin bu tür yerlerde çalışan birisi için hiç uygun olmadığını söyledi. Boş ver geri kafalı bir ihtiyarın teki o zaten.” “Ona katılıyorum” dedi Zee, Aileen’i kızdıracağını bile bile. “Başka hiçbir otel, böyle bir saç rengiyle çalışmana izin vermezdi.” “Bakalım Lorn Jensen ne düşünecek?” diye kıkırdadı Heather. “Lorn Jensen’de kim?” “Aşırı duyarlı konuğumuz” “Canım nasıl isterse saçımı öyle yaparım. Bu onu ilgilendirmez.” Dedi Aileen. Zee’ye baktı “Öyle değil mi?” “Tabi ki ilgilendirmez merak etme.

” Dedi Zee. “Otelden hiç hoşlanmıyor. Niçin burada kaldığını merak ediyorum doğrusu” “Bunu bende anlayamıyorum” dedi Heather başını sallayarak. “Dün sabah rezervasyon filan yaptırmadan gökten düşmüş gibi geldi.Greenan Towers diye bir otel olduğunu da nereden biliyordu? Geçerken görmüş olması mümkün değil” “Belki de bir ilanımızı görmüştür” dedi Aileen. Zee yüzünü buruşturdu. “Mr. McCrimmon’un fazla ilan vermediğine eminim, hele bu sezonda” “Belki de at yarışları için gelmiştir” dedi Heather “Umarım öyle değildir” diye yüzünü buruşturdu Aileen “Daha on gün var. Eğer bu kadar uzun zaman bu adama katlanmak zorunda kalacaksak Tanrı yardımcımız olsun” “Yarışlar için gelmemiştir” dedi Zee. “Eminim daha iyi bir nedeni vardır. Geldiğinden beri dışarı çıkmadı ve otelin yönetimi ile çok yakından ilgileniyor. Sanki onu daha önce bir yerlerde gördüm gibi geliyor bana. Ama nerede olduğunu bir türlü çıkaramıyorum” Heather kayıt defterine baktı. “Yalnızca Lorn Jensen Londra yazıyor. Jensen sanki bir İskandinav adı gibi.

O kadar sarışın olmasının nedeni belki de budur.” Kapı açıldı ve Mr. McCrimmon göründü. “Zee bloknotunla gelebilir misin? Yazılacak bazı mektuplarım var” diye seslendi. Zee Aileen’in yanından geçerken “Öğle yemeği için masaların hazırlanıp hazırlanmadığına gidip bir baksan” dedi. Kız yüzünü buruşturarak isteksizce yemek salonuna doğru yürümeye başladı. Odasına girdiğinde Mr McCrimmon gri metal dosya dolabının başındaydı. Ellerini iki yanına açarak içini çekti. “Edgar Devenay, Yönetim kurulu başkanı az önce telefondaydı” dedi. “Geçen yılki işletme maliyetimizin tam bir dökümünü istiyor hem de hemen. Çok zaman isteyen bir iş. Nerden başlayacağımı bilemiyorum” “Yardım ederim” dedi Zee. “Bana istediklerinin bir listesini verin. Ben rakamları çıkarırım.” “Bu kadar kolay değil dedi müdür.

“Dosyalar tam değil. Bilgilerin yarısı da burada.” Parmağıyla kafasını gösterdi. “Her şeyi muhasebeci ile hallederdim. George arkadaşımdır yılda bir gelirdi ve heaspları yapardık. Genel müdürlüğe ayrıntılı bir döküm vermek ise çok farklı bir şey. Genellikle Londra ile fazla temasımız olmuyor. Mr Edgar oteli bildiğim şekilde yönetmeme izin veriyor.”Sesini alçalttı. “Aramızda kalsın ama, Grenan Towers hiç iş yapmıyor. Devenay imparatorluğundaki diğer oteller buranın zararını kapatıyor olmalı.” “Tamamı yirmibeş otel değil mi?” “Evet altı tane Londra’da, on tane İngiltere’nin çeşitli yerlerinde, beş altı tane Amerikada ve bir iki tane de uzak doğu ve Karayiplerde.” “Burası niçin modernize edilmedi” Zee dağınık odaya bir göz attı. Otelin diğer yerleri gibi burasının da bakıma ihtiyacı vardı. Bu eski, ağır mobilyalar zamanında çok güzel olmalıydılar.

Ama şimdi tüyleri dökülmüş halı ile birlikte çok perişan bir halleri vardı. “Eğer bana yetki verselerdi tüm binayı baştan aşağı değiştirirdim” “Ben de öyle” dedi Mr McCrimmon koltuğunda arkaya yaslanarak. “Grenan Towers’ın böyle kalması biraz duygusal nedenlere dayanıyor. Edgar’ın babası Mr Robert burayı çok severdi ve hiçbir şeyin değiştirilmesini istemezdi. Edgar’da bu geleneği sürdürdü. Mr Robert bana, Grenan Towers’In babası Angus Devenay’ın açtığı ilk otellerden biri olduğunu söylerdi. Anladığım kadarıyla Mr Robert burada çok mutlu bir çocukluk geçirmiş. O adamın çok güçlü bir karakteri vardı, her dediği yapılırdı. Edgar onun gibi değil, annesine benzemiş.” “Mr Robert hala sağ mı?” diye sordu Zee. “Oh, hayır. Ne yazık ki öleli oniki yıl oluyor. Demek ki Edgar şimdi 45 yaşlarında olmalı. Kızkardeşleri Margeret ve Helen’de kırka yakın olmalılar.” “Kızlar da Devenay oteller zincirinin işletilmesi ile ilgileniyorlar mı?” “Tanrı korusun, tabii ki hayır!” Böyle bir işe kadınların karışması fikrinin, adamı ne denli şaşırttığını gören Zee gülümsedi.

“Sanırım hisseleri var” diye devam etti Mr McCrimmon. “Ama asıl yöneten Edgar. İş pek iyi gitmiyor, söylemiştim ya, babası gibi güçlü bir yönetici değil” Zee, bu adamında yıllardır burada çalıştığı halde otelle ilgili hiçbir sorumluluk almadığını düşündü, ama bir şey söylemedi. Mr McCrimmon devam etti “Edgarın söylediğine göre bazı değişikliklerin olması yakınmış. Benim oteli biraz düzene sokmamı önerdi. Noel’den önce bizi ziyaret etmeyi düşünüyor” “Belki de Grenan Towers!ı kapatacaktır” dedi Zee. Bu mantıklı bir karar olurdu. Yaz rezervasyonları hemen hemen boştu. Genellikle otelde müşteriden çok personel bulunuyordu. “Tanrı korusun, umarım kapatmaz” dedi Mr McCrimmon. Rengi solmuştu. “Emekliliğime yalnızca altı yıl kaldı ve bu yaşta başka hiçbir yerde iş bulamam. Yaşamım boyunca bildiğim tek yer Grenan Towers” Kaşlarını çattı. “Sen olsan ne yapardın? Sen otelcilik eğitimi görmüşsün. Beş yıldızlı bir Londra otelinde çalışmışsın.

Burada ne gibi değişiklikler yapardın?” “Dünya kadar para harcayarak yeni mobilyalar almak, merkezi ısıtmayı değiştirmek gibi herkesin düşünebileceği değişiklikleri bir yana bırakırsak, ilk önce personelin eğitilmesi ile ilgilenirdim. Düzenli bir program hazırlar, onlarla konuşur, işlerini ve nasıl davranmaları gerektiğini öğretirdim. Örneğin Aileen’İ ele alalım, iyi bir kız ama masada nasıl servis yapılacağını bilmiyor. Siparişleri yazmıyor, sonra da yarısını unutuyor, bu da müşterileri kızdırıyor.” İçini çekti “Ya o saç rengi?” Mr McCrimmon umutsuzluk içinde gözlerini tavana kaldırdı. Zee Mr Jensen’i hatırladı. Ne olursa olsun, adamın söyledikleri doğruydu. “Molly ile Agnes ayrı ayrı çalışmalı ve radyo da dinlememeliler. Bu durumda işlerini on beş dakikada bitirip mutfağa da yardımcı olabilirler. Bu da Mrs Weir’in işlerinin kolaylaştırır ve yemek salonunda ki servisi hızlandırır.” Meraklı yabancıyı düşünüp birdenbire sözüne ara verdi.” Mr Edgar otelin devredilmesinden söz etti mi hiç?” Mr McCrimmon irkildi. “Hayır niçin sordun?” “Müşterilerden biri, Mr Jensen, Grenan Towers ile alışılmışın dışında ilgileniyor. Daha bu sabah beni, arazinin kaç metre kare olduğu konusunda sorguya çekti.” “Bu garip” “Onu daha önce bir yerlerde gördüğümü sanyorum.

Belki de Londra’da” “Ecrepoint otelinde mi?” “Olabilir” Lorn Jensen tam bir lüks otel müşterisiydi. Zee insanları değerlendirmekte pek yanılmazdı. Kuşkusuz bir işadamıydı o… Üstelik yaşının genç olmasına rağmen son derece başarılı bir işadamıydı. Otuzbeş yaşlarında olmalıydı. Pahalı arabası; altın sigara tabakası ve iyi dikilmiş elbiseleri zenginliğinin kanıtıydı. Otoriter hali, nasıl bir mevkide olduğunu ve buna uygub davranışlar beklediğini açıkca gösteriyordu. Bir günden daha kısa bir zamanda Grenan Towers hakkındaki kararını vermiş ve yapılması gerekenleri saptamıştı. Son derece zeki ve son derece katı olmalıydı. “Eğer oteli devralıyorsa ben ortalıkta olmak istemezdim” dedi Zee acıyla gülümseyerek. Neler olacağını tahmin etmek çok kolaydı. İhtiyar Jimmy işten atılacak ve kuşkusuz personelin büyük çoğunluğu da onu izleyecekti. “Eğer Mr Edgar Heather’in doğumundan önce gelirse ona senin mutfakta çalıştığını söyleyebilir miyim?” Zee dikkatle ona baktı. “Anlayamadım” “Seni Eylül ayında işe aldığımda Heather’in br iki hafta içinde işten ayrılacağını sanıyordum. Ama doğuma kadar kalmayı rica edince geri çeviremedim. Kayıtlarda iki resepsiyon görevlisi göstermem mümkün değildi, onun için seni mutfak personeli arasında gösterdim.

” “Yani yönetim kurulu başkanı aniden gelirse ben mutfağa postalanacağım öyle mi?” “Bir önlük takar Mrs Weir”le birlikte bir şeyler hazırlıyormuş gibi görünürsün” “Pekala Mrs Weir’den söz açılmışken niçin o kadar az yemek çeşidi hazırlıyor? Her hafta hep aynı şeyler. Mükemmel bir aşcı ama çok az çeşit yemek yapıyor” “Karışmak istemedim” dedi Mr McCrimmon mahçup bir şekilde. “Bildiğinden şaşmayan bir kadındır.” Zee Mr McCrimmon’ın bu ters huylu İskoç kadından çekindiğini fark ederek gülümsedi. “Niye yapılabilecek değişikliklerin bir listesini hazırlamıyorsunuz?” dedi müdür. “Belki de önümüzdeki hafta personel eğitimi ile başlayabiliriz.” Gelecek hafta mı? Mr McCrimmon’ın gelecek haftaları hiç gelmezdi. İşe ilk girdiği zamanlar Zee onun bu uyuşuk halinden çok rahatsız olmuş, ama sonunda nasıl olsa yakında İskoçya’dan ayrılıp Londra’ya döneceğini düşünerek kendini rahatlatmaya çalışmıştı. Oteldeki işi geçiciydi. Heather doğum yapıp tekrar işe dönünceye, yani Ocak sonuna kadar burada kalacaktı. Mr McCrimmon önünde yığılı mektuplardan birine isteksizce uzandı. “Artık başlasak iyi olacak.” Bir an durakladı. “Bu akşam gelip yemek salonu ile ilgilenebili miydin acaba? Agnes’ın küçük oğlu hastaymış izin istedi” “Sorun değil ben ilgilenirim” dedi Zee. Mr McCrimmon minnettarlıkla gülümsedi.

“Öğleden sonra 3’te git ve akşam erken gel, ona kadar işin bitmiş olur” Zee not alırken bir yandan da düşünüyordu.Akşam otele gelmesi çok iyi olacaktı. Böylelikle Carol ve Struan da bir geceyi baş başa geçirmiş olacaklardı. Zee iki aydır kızkardeşi ve eniştesi ile birlikte kalıyordu. Bunu onlar önermişlerdi. Ama yine de zaman zaman onları, özellikle de Struan’ı rahatsız ettiğini hissediyordu. Saat üçe doğru toparlandı. Heather bir yığın fatura ile uğraşıyordu. Başkanın telefonu Mr McCrimmon’u harekete geçirmişti galiba. “Çılgın bir gün bu” dedi Heather Zee saatine bakarak başını salladı. “Umarım 3 otobüsüne yetişebilirim” “Şapkan yok mu?” dedi Heather. “Kulakların donacak” “İdare ederim” Fakat kapıdan çıkar çıkmaz buz gibi bir rüzgar yüzüne çarpıp kızıl saçlarını uçuşturduç Zee başını öne eğerek yakasını kaldırdı ve gözünün önündeki saçları çekmeye çalıştı. Başı önünde üç basamak merdiveni indi ve aynı anda iri yarı bir erkekle çarpıştı. “Oh” dedi soluk soluğa. Dengesini sağlayabilmek için adama tutunmak zorunda kalmıştı.

“Oh” dedi tekrar. Postalamak üzere yanına aldığı otelin mektupları etrafa dağılmıştı. Adam da yardım etti ve hepsini topladılar. “Teşekkürler” dedi Zee kızararak. Başını kaldırıp baktığında Mr Jensen’in mavi gözlerini gördü. “Mektupların etrafına bir lastik bant geçirmeliydin” “Evet efendim” dedi Zee yutkunarak. Genç adam rüzgarın alnına düşürdüğü bir tutam saçı kaldırarak “İşten çıktın mı?” diye sordu. Zee sinirlendi. Evet dedi sinirli bir biçimde “Ve eve gidiyorum” “Ama saat daha üç” Bu tam anlamıyla bir suçlamaydı. Zee’nin yeşil gözlerinde kıvılcımlar çaktı. “Eee ne olmuş” dedi öfkeyle. Ona soru sormaya ne hakkı vardı bu adamın. “Hamile olan kız bana senin beşe kadar çalıştığını söylemişti” “Öyleyse bugün erken sıvıştım değil mi?” Öfkeyle uzaklaştı. Çıkış kapısına geldiğinde saatine baktı, Tanrı cezasını versin, geç kalmıştı. Otobüsü kaçırmıştı ve otobüs seyrek olduğundan yapılacak tek şey yürümekti.

Eve geldiğinde ayakları ağrıyordu yağmurda hafiften serpiştirmeye başlamıştı. “Hep Mr Jensen”ın yüzünden” diye düşündü. Ev sessizdi. Çocuklar uyuyor olmalıydılar. “Carol?” diye seslendi alçak sesle. “Yukardayım” dedi Carol. Bembeyaz bir yüzle merdiven sahanlığında duruyordu, dokuz aylık Gordie kucağındaydı. “Ne oldu” diye sordu Zee endişeyle. “Bütün gün kustum” dedi Carol. “Herkeste yalnızca sabahları mide bulantısı olur. Bende ise bütün gün geçmiyor. Kendimi çok kötü hissediyorum” Gözlerinden yaşlar yuvarlandı. “ve bu canavar bütün gün avaz avaz bağırmaktan başka hiçbir şey yapmadı. Beni deliye çevirdi” Zee merdivenleri çıktı “Ver onu bana” dedi.Yeğeni kollarını açtı, Carol gülümseyerek zayıf bir sesle teşekkür etti.

“emma nerede?” diye sordu Zee. “Neyse ki uyuyor. Sabah oyun takımındaydı ve bu onu hep yoruyor. İşin kötüsü, o da gece uyuyamayacak.” Zee kız kardeşinin omzuna kolunu dolayarak onu yatak odasına götürdü. “Sen dinlen” dedi. “Ben Goldie ve Emma’ya bakarım” Carol minnet içinde yatağa girip örtüyü çenesine kadar çekti. “Sen bir harikasın Zee” diye gülümsedi ve birdenbire başını kaldırdı “Sahi sen niye bu kadar erken eve geldin?” “Mr McCrimmon gece çalışmamı rica etti. Akşam yedide Grenan Towers’da olmam gerekiyor. Sen şimdi Uyumaya çalış. Ben çocukların yemeklerini yediririm” “Struan beşte gelecek” diye mırıldandı Carol. “Sana yardım eder” Altıya doğru eniştesi geldiğinde Zee her iki çocuğu da yıkamış ve yemeklerini yedirmişti. Tertemiz pijamaları içinde divanda oturuyorlar ve Zee de onlara kitap okuyordu. Struan’ın sesini duyduğunda Gordie’yi kucağına alıp onu karşılamaya gitti. İki yaşındaki Emma’da peşinden geliyordu.

“İşte” dedi Struan koca bir alışveriş torbasını mutfak tezgahının üzerine bırakarak “Bu Carol’ı büyük bir yükten kurtaracak” “Çok düşüncelisin” dedi Zee gülümseyerek. “Otobüste iki çocuk ve bir pusetle başa çıkmak hiç kolay değil. Umarım önümüzdeki yıl ikinci bir araba alabiliriz” Etrafına bakındı. “Sahi Carol nerede?” “Yine kendini çok kötü hissediyor” “Oh, Tanrım” dedi Struan. “Neyse ki hep böyle sürmeyecek” Merdivenlerde bir ayak sesi duyuldu ve Carol içeri girdi. “Evet hep böyle sürmeyecek” dedi gülerek. Yine mutlu bir şekilde gülümsüyordu ve gözleri ışıl ışıldı. “Şimdi çok daha iyiyim Zee sayesinde” Gordie’yi kucağına aldı. “Dünyanın en güzel bebeği kimmiş bakalım?” “Bir iki saat önce onun bir canavar olduğunu söylüyordun” dedi Zee gülerek. “Fikrimi değiştirdim” “Fikrini hep değiştirirsin zaten” dedi Zee “Güzel Tanrım, bunu söyleyene bak” dedi Struan. “Siz ne zamandan beri kararlı davranmaya başladınız Miss Robertson? Carol ve senden daha uçarı iki kardeşe rastlamadım bugüne dek” “Abartma” dedi karısı öfkeyle. “Ben kararlı bir insanım. Ben her zaman evlenmeyi ve bir ailem olmasını istedim” “Bu doğru. Ama şunu da kabul etmelisin ki çılgınca mutluyken üç saniye içinde son derece mutsuz olabiliyorsun.” “Çünkü hamileyim” “Tamam bunu bir özür olarak kabul edebilirim” Zee’ye döndü.

“Peki senin özrün nedir küçük hanım? Mike’a yaptıklarına bak. Zavallı çocuk ne yapacağını bilemedi. Tam evlilik çanları çalıyor derken sen dönüverdin” “Birbirimize uygun değildik hepsi o kadar” “Yani sen, onun sana uygun olmadığına karar verdin, demek istiyorsun galiba. Hatırladığım kadarıyla o sana tutkundu.” “Devam ettirmek için fazla çaba göstermedin değil mi Zee” dedi Carol. “Bir şeyin yürümeyeceğini anlamak için fazla zamana gerek yok” dedi Zee sert bir sesle. “Mike’la çıkmam yararlı oldu, meslek sahibi bir kadının evlenmesinin imkansız olduğu yolundaki görüşlerin doğrulandı” “Yani evlilik bir tabu mu senin için” dedi Carol alaylı bir ifadeyle.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir