Ender Gurol – Ataturk’un Kurt Politikasi

I. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmışız. Osmanlı İmparatorluğu son nefesini vermek üzere. 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Mütarekesi ile silah bırakmak zorunda kalmış ve ardından toprakları dört yandan düşman işgaline uğramış. İstanbul’daki Padişahlık Hükümeti, milletin ve Halife’nin kaderini emperyalist işgalci düşmanların insafına teslim etmiş. 10 Ağustos 1920’de imzaladığı Sevr antlaşması da bu teslimiyetin tescil belgesidir. O tarihlerdeki vaziyetimiz işte böyle idi. Fakat. Padişah ve onun İngiliz güdümüne girmiş olan Hükümeti, bu çaresizlik ortamında boyunlarını bükmüş olsalar da, millet ve Mustafa Kemal’le arkadaşları bu zillete asla razı olmadılar.


Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, kıtalara hükmetmiş olan büyük Türk milleti, işgalci düşmana karşı yurdun her köşesinde Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri kurmakta ve eli silah tutanlar Kuvva-yı Milliye örgütleri içinde toplanmaktadırlar. Bu millî heyecanın zaferle sonuçlanabilmesi için ise dağınık durumdaki Kuvva-yı Milliye örgütlerinin bir merkezden yönetilmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal Paşa, işte bu görevi üstlenmek üzere Anadolu’ya geçerek Samsunda karaya ayak basar ve milletin başında Milli Mücadele ateşini tutuşturur. Orduları terhis edilmiş, silahları elinden alınmış, yıllardan beri Balkan ve Cihan harplerinin yarattığı açlık ve sefalet ortamının acılarla dolu imkânsızlıklarına katlanmış olan millet, her şeye rağmen, vatanı ve bağımsızlığı uğruna ölmeyi, şehitlik şerbeti içeceği bir kutsal görev diye algılamaya devam etmektedir. Ölmeye, ama sonunda vatanından düşmanı atmaya yemin etmiştir. Ancak bu güçlükler ve imkânsızlıkların çaresizliği içindeki milletin canını düşmandan daha çok yakan bir takım ihânetler vardır. Yâni karşısındaki düşmanlar sadece İngiliz, Fransız, Yunan, İtalyan işgalcileri değildir. İçinde beslediği hâinlerin düşmanlıkları milletin yüreğini işgalcilerden daha çok sızlatmaktadır. Gerici yobazlar. Fırsat bu fırsat diyen eskinin “teb’a-ı sadıkası” Ermeniler, Pontusçu Rumlar, bölücü hâin Kürtler. Hepsi Devlet’e ve millete karşı isyan bayraklarını açmış durumdadırlar. Yaralı milletin yaşlı gâzilerden ve henüz sakalı çıkmamış kınalı kuzulardan kurduğu ordusu, elinde kalmış olan yetersiz silah ve mühimmatla işgalci Yunan’a, Fransız’a, İngiliz’e karşı ölüm kalım savaşı verirken, bir de bu fırsatçı hâinlerle başetmek zorundadır. Vatanı kurtarmayı değil, Padişahlık rejimini, Saltanat ve Halifeliği korumayı kendine yegâne amaç edinen İstanbul Hükümeti ise, “millîciler” adını verdiği Mustafa Kemal ve arkadaşlarını kösteklemenin hesapları peşindedir. Sivas Kongresini dağıtmakla görevlendirdiği hâin vali Ali Galip, İngiliz ve Kürtlerin de desteğini almasına rağmen bu hıyânet plânında başarılı olamayınca, Damat Ferit bu defa da gerici yobazları ayaklandırmıştır. Bozkır’da Zeynelabidin isimli irticacı, Konya’da vali Artin Cemal’in kışkırttığı Delibaş ve eşkiyaları, Bayburtta Şeyh Eşref, Sivas’ta Şeyh Recep, Düzce’de, Zile’de yobazlar isyan bayrakları açmışlar. Postacı Nazım, Yozgatlı Çapanoğulları, Anzavur ve Kuvva-yı İnzibatiye isimli Halife Ordusu, Çerkez Ethem bu bozgunculuk hareketlerinin elebaşları olarak genç Türk Devleti’nin karşısına dikilmişler, hâinlikleriyle tarihe geçmişlerdir. Çoğunluğunu irticacı ve tarikatçı şeyhlerin yönettikleri bu isyanlar Nigehban, Kızılhançer, Sulh ve Selâmet-i İslamiye, Osmanlı İlâ-yı Vatan, Tarik-i Salâh, Teâli-i İslam, Hürriyet ve İtilâf gibi fırka ve cemiyetler tarafından organize edilmektedir. İçimizden çıkan bu hâinlerin Milli Mücadelemizi kundaklayan isyanları çıkardıkları tarihlerde, Pontusçu Rumlar ve Taşnakçı Ermeniler’in yanı sıra Teâlici, Teâvüncü, Muhibbancı, Azadici, Hoybuncu gibi yaftalarla örgütlenen Kürtler de ayaklanmışlardır. Kurtuluş Savaşımızın en kritik günlerinde yapılan bu hâinlikleri, Milli Mücadelede İç İsyanlar 1 isimli kitabımda kısa kısa anlatmış, Atatürk düşmanlarının sonlarını da 150’liklerden Portreler 2 kitabımda ele almış olduğum için burada tekrarlamayacağım. İkinci İnönü Savaşı günlerinde Yunan’lılarla işbirliği yapan Kürtler, Koçgiri isyanını başlattılar. “Biz doğudan! Siz batıdan Ankara’ya yürüyelim!.

” diyerek saldırdılar. İsyanı bastırabilmek için Yunan cephelerinde kanını ve canını vermekte olan kuvvetlerimizin zayıf düşmesi pahasına, bazı birliklerimizi Doğu’daki Kürt çetelerinin üzerine kaydırmak zorunda kaldık. Bu isyanda Türk’e karşı Yunan’la işbirliği içine giren hâinler, daha sonra da Taşnak-Hoybun ortaklığında Ermenilerle ittifak kurdular. Bu kitabımda ayrılıkçı Kürtlerin bunlara benzer hâinliklerini anlattıktan sonra, Atatürk’ü sözünde durmamakla suçlamaya kalkışmalarının yalan ve iftira olduğuna açıklık kazandıracağım. Bilindiği üzere “soykırım” iddialarını ortaya atan Ermeniler de, bir zamanlar İttihatçılar’ı sözlerinde durmamakla suçlamışlardı. Ve tıpkı Kürtler’in “omuz omuza çarpışarak vatanı kurtardık, ama Atatürk bize verdiği özgürlük sözünde durmadı” demeleri gibi onlar da “Abdülhamid’i tahtından İttihatçılarla birlikte indirdik, ama onlar iktidarı ele geçirince bize düşmanlık yaptılar” suçlamasıyla ortaya çıkmışlardı. Tarihimizde bu gibi hâinlikler ve yalanlar o kadar çoktur ki. Yalnız bu noktada bir hususa açıklık getirmem gerekiyor. Kitabın ilerdeki bölümlerinde okuyacağınız üzere Profesör Kırzıoğlu, Kürtler hakkında “Türk varlığının güçlü ve yaygın uruklarından, yâni kanımızdan ve canımızdan olan Kürtler.” ifâdesini kullanmıştır. Gerçekten de, tarihimizin son 150 yılına kadarki döneminde onlar bizden birer parça idiler. Kökenleri Türk olsun veya başka etnik kökenden gelsinler, orası ayrı konu. Aynı coğrafyalarda Türklerle Kürtler bin yıldır yan yana ve iç içe kardeşçe yaşamışlar, aynı ezanın sesine uyarak, aynı camilerde ibadet etmişlerdir. Ayrıca Türk kökenli olsalar ne değişirdi ki. Bu millet soyları, kanları, dilleri, dinleri ile özbe öz Türk ve Müslüman olan ne hâinler gördü.

Atatürk böylelerinin sadece 150’sini tespit edip vatandan kovmuştu. Aralarında bir çok sadrazamlar, nazırlar, paşalar doluydu o 150’liklerin. Onun için unutmayalım. Her milletin içinde iyi de vardır kötü de. Kürdün de iyisi vardır, Ermeni’nin, Rum’un da. Kurtuluş Savaşı günlerimizde bizimle omuz omuza cephelere gidip, bu vatanın ve milletin kurtuluşu için şehit düşen, gâzi olan, Urfa’nın “Şanlı”, Antep’in “Gazi” unvanları almasına kanlarıyla katkıda bulunan pek çok Kürt de vardı. Bunun yanı sıra İngiliz’e casusluk edip ordularımızı arkadan vuran kalleş Kürt de. Bu sebeple, hiç bir millet hakkında, “şu iyidir, şu kötüdür, şu haindir” diye genelleme yapmak doğru değildir. Her milletin içinde iyi de vardır, kötü de. Kürtlerin arasında adına Antep’te kahramanlık türküsü yakılmış kahraman Karayılan da vardır, PKK’da çetebaşı olup dağa çıkan hâin Karayılan da. Mesela 1. Millet Meclisi’nde Dersim mebusu olan bir Diyab Ağa vardı. Yunan Ordusu Polatlı’ya kadar ilerlediği zaman, Meclis’in Kayseri’ye taşınmasının konuşulduğu sırada ileri atıldı. Kitabın kapağında Atatürk’ün arabasında yan yana resmini gördüğünüz bu Diyap Ağa kürsüye çıkarak, “Biz buraya savaşmaya mı geldik, yoksa kaçmaya mı?” diyerek Meclis’in Ankara’da kalmasına önayak olanlardan biri oldu. Bir Dersimli Diyap Ağa’ya, bir de Osmanlı döneminden beri Seyitlik, Şeyhlik unvanlarıyla kendini bölgenin Padişahı sanan, toprak reformuyla çıkarları bozulacak olunca Dersim isyanlarını başlatanlara bakılmalı.

Bu arada, eskiden anlatırlardı. Dünyada en uzun yaşayan kişi Zaro Ağa isimli bir Kürt’müş. Bitlis’in Mutki aşiretinden. 1777’de doğmuş, 157 yıl yaşamış, 1934’te ölmüş. Zaro Ağa, Kürt asıllı ama katıksız bir Türkmüş. Atatürk’le tanışmış ve Atatürk hayranıymış. Cumhuriyet Gazetesindeki bir röportajında, Şeyh Sait hakkında “Ben ne o mel’unu tanırım ne adamlarını bilirim, hepsinin Allah belâsını versin.” demiş. Yâni açıkçası Mutki Aşiretinden böyle Zaro Ağa gibileri de çıkmıştır, 1927 yılında Mutki isyanını çıkaran hâinler de. Atatürk, aşiretin reisi Hacı Musa Bey’i vatanı kurtaracak olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne almış ve Erzurum Kongresinde 9 kişilik Temsil Heyetine seçtirmişti. Oysa bu adam, vatanı kurtarmak şöyle dursun, bölmek için isyanlar çıkaran Kürt Azadi Cemiyeti’nin kurucusuydu. Bu kitabımda, hem olumlu hareketleri hem de hıyânetleri anlatacak, Atatürk’e yapılan “Kürtlere özgürlük sözü verdi” yalanlarının belgelerini sunacağım. Büyük Ata’mızın, “Cumhuriyeti korumanın Türklüğü korumakla mümkün olabileceği” inancını özetlediği Ne Mutlu Türküm Diyene! sözünü tekrarlayarak, tek millet, tek bayrak, tek dil inancı taşıdığının bilinci içinde, objektif araştırmalarımın sonuçlarını ortaya koyağım. Yalçın Toker 1 Milli Mücadelede İç İsyanlar ve Son Ermeni Olayları/ Yalçın Toker, Toker Yayınları, İstanbul, 2009 2 150’liklerden Portreler/ Yalçın Toker, Toker Yayınları, İstanbul, 2009 TÜRKİYENİN ETNİK YAPISI VE KÜRTLER Öncelikle şu noktayı kesin olarak vurgulamalıyız ki, etnik yapı bakımından Türkiye asla bir mozayik değildir. Bugün Türkiye’de aslî unsur Türkler dışında, nüfusu 100 bini aşan 6 etnik grup vardır.

Bunlar: 1. Kürtler, 2. Zazalar, 3. Araplar, 4. Lazlar, 5 ve 6. Çerkezler ortak başlığı altında yer alan Adigeler ve Abhazlardır. Bilimin belirlediği kıstasa göre, bir ülkede etnik mozayikten söz edilebilmesi için, öncelikle etnik grupların genel nüfus içindeki yerinin en az %35 olması gerekmektedir. Ayrıca da bu etnik grupların din, ırk, kültür gibi yönlerden birbirlerinden bağımsız olmaları şartı aranır. Bizde sözünü ettiğimiz 6 etnik gruba mensup insanların nüfus toplamları, yüzde 35’i bulmak şöyle dursun, hiçbir zaman yüzde 15’e bile ulaşmamıştır. Uluslar arası etnoloji kuruluşunun hazırladığı 2000 yılı raporuna göre, Türkiye’de etnik dağılım tablosu şöyledir: Kürt % 8,36 5,852,000 kişi Zaza % 0,53 371,000 kişi Çerkez % 2,14 1.520.000 kişi Arap % 1,63 1.141.000 kişi Laz % 0,002 14,000 kişi Diğer % 1 700,000 kişi Aynı raporda bu etnik kimliklere karşılık milli kimliği oluşturan Türklerin nüfusu 60,347,000 kişidir ki, bu sayı nüfusun % 86,21’ini oluşturmaktadır. Bu durumda toplam nüfus 69.

945.000 kişidir. 2009’daki nüfusumuz 80 milyona yaklaşmış durumdadır. Kürtlerin daha hızlı çoğaldıkları dikkate alınarak Kürt nüfusunun 7 milyonu bulduğu tahmin edilmektedir. Ama Amerikalılara sorarsanız, CİA raporunda Kürtlerin 14-15 milyon oldukları palavrasını sıkarlar. Prof. Abdülhalik Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası isimli eserinde 3 Kürtler’in nüfusu konusunda, çeşitli Kürdologların öne sürdükleri rakamları verir. Dünya Kürtlerinin nüfusunu Christiane More’un 20 milyon, Cris Kutsch’un 25 milyon, Botan Ahmedi’nin ise 30 milyon olarak belirlediklerini yazar. Christiane More’e göre bu 20 milyon Kürt nüfusunun dağılımı ise şöyledir: Türkiye’de 10 milyon, İran’da 6 milyon, Irak’ta 3 milyon, Suriye’de 800 bin, Rusya’da 350 bin. Abdülhalik Hoca, Türkiye’deki etnik grupların 2000 yılındaki nüfusları hakkında da, 1970 nüfus artışı ortalamalarının eklenmesi sonucunda şöyle bir tablonun ortaya çıktığını ileri sürmektedir: Genel nüfus: 69 milyon 412 bin. Dağılımı, Türk: 61 milyon 846 bin doksan iki, Kürt: 5 milyon 205 bin 900, Arap: 874 bin 591, Diğer: 1 milyon, 485 bin 420. Emperyalist batılı ilim adamları da, CİA’dan aşağı kalmazlar, objektiflikten ayrılarak Türkiye’de bir mozayikten söz ederek, 36 etnik grubun varlığını ileri sürerler. Aynı “sözde bilim adamları”, mesela Fransa’da yaşayan 17 etnik grubun toplam nüfus içindeki oranı % 20’lere ulaştığı halde Fransa’daki mozayiki ise görmezden gelirler. Bu maksatlı davranışlarının sebebini, Türkiye düşmanlığına, hiçbir tarihte vaz geçmemiş oldukları Türkleri bölme ve parçalama niyetlerine bağlamak yanlış olmaz. Bu gerçeği vurguladıktan sonra, şimdi Türkiye’deki etnik gruplara kısaca göz gezdirelim.

1. KÜRTLER: Kürtlerin kökenleri konusunda bilim adamları tam bir fikir birliğine varmış değillerdir. Genellikle Kürtler’in menşei konusundaki fikirler yedi başlık altında toplanır. Bunlara göre Kürtler: 1. Tarihin derinliklerinde kaybolmuş olan Karduk’lardan gelmişlerdir, 2. İran’ın en eski halklarından olan Medler’dendirler. 3. Arap soyundan gelmişlerdir. 4. Hint-Avrupa kökenli arî ırktandırlar. 5. Ermeni veya Gürcü kökenlidirler. 6. Guti-Sümer kökenlidirler. 7.

Turan (Türk) kökenlidirler. Kürtler’in, Asurlular’ın, Babilliler’in, Urartular’ın torunları oldukları gibi çeşitli savlar da öne sürülmüş, fakat hiçbirinin gerçekliği üzerinde tam bir fikir birliği oluşmamıştır. Daha doğrusu savların hiç biri bilimsel verilerle kanıtlanmamıştır. Kürt efsanelerine de bakılacak olursa, kendilerinin Nuh Peygember neslinden geldiklerini, Hazreti Nuh’un Kürt olduğunu, Tufan efsânesinin bir Kürt efsanesi olduğunu ileri sürdükleri görülür. KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ TEZİ Türk bilim adamlarının en çok fikir birliği ettikleri tez, Kürtler’in Türk olduğu yönündedir. Kürt sözünün ilk olarak kullanıldığı tarihi belge, Yenisey’deki Elegeş anıttaşıdır. Bu mezar taşı, Göktürklerin Çinliler’e karşı düzenledikleri ihtilali anlatanKürşat İhtilali Destanı’nın 40 kahramanından biri olan Alp Urungu’ya aittir. Mezar taşında Alp Urungu, Göktürk alfabesi ile Göktürkçe olarak, halkına şöyle demektedir: “Men Kürt elkan Alp-Urungu. Altunluğ keşiğim bantım belde. Elim. Tokuz kırk yaşım. Kanım! Elime, sizima, yıta bükmedim. Kanım! Elime yıta aldırıltım. Köök tenrida kün ay azdım. Yıta sizima aldırıltım.

” Prof. Abdülhalik Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası isimli eserinde 4 anıttaştaki Göktürkçe olan bu sözlerin anlamını bugünkü Türkçe ile şöyle verir: “Ben Kürt elinin hanı Alp Urungu. Altınlı okluğum bağladım belime. Ülkem. Otuz dokuz yaşımda öldüm. Hanım! Ülkeme, sizlerime ne çare doymadım. Hanım! Ülkeme ne çare ayrıldım. Mavi gökte güneş, ay azdım. Ne çare sizlerimden ayrıldım.” Bilindiği üzere Yenisey abideleri, Türk milletinin en somut ilk varlık belgesi olan Orhun abidelerinden daha eskidir. Kürtlerin bir Türk boyu olduğunu belgeleyen bu anıttaş halen bir arkeoloji müzesi olarak korumaya alınmış bulunmaktadır. Kürtlerin kökenleri konusunu, Ali Tayyar Önder de, Türkiyenin Etnik Yapısı 5 kitabında çeşitli kaynaklara müracaat ederek ayrıntılı biçimde işler. İncelemelerinin sonunda ulaştığı sonucu şöyle özetler: “Kürtlerin köken yönünden aslen Türk oldukları bugün için kanıtlanmış bir gerçektir. Kürtler, Orta Asya’da Yenisey boylarında, Karadeniz’in kuzeyinde ve Macaristan’da bir Türk boyu olarak yaşamışlardır. Daha sonraki yüzyıllarda Orta Asya’dan güneye, Kafkaslar’a, İran, Kuzey Irak ve Doğu Anadolu’ya inen Türk Kürtler, buralarda İranlılar’la, Araplar’la ve yerli halkla karışmışlar, kendilerine bir kültür ve dil geliştirmişlerdir.

Bugünkü Kürt kimliği bu kaynaşmanın sonucu olarak ortaya çıkmıştır.” (Sayfa: 178) Kürtlerin Türk asıllı oldukları tezini detaylı ve ciddi biçimde ortaya atan ve bu görüşünü kitaplaştıran bilim adamımız Prof. Dr. M. Fahrettin Kırzıoğlu’dur. Görüşlerini Kürtlerin Türklüğü isimli kitabında 6 açıklar. Yazar, bu kitabının önsözünde, eseri 1967 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olduğu sırada öğrencilerinin kendisinden “Kürtler üzerine bir konferans vermesi” isteğinde bulunmaları üzerine hazırladığını anlatır. Verdiği o konferansının adı: “Tarih ve dil bakımından Kürtler” dir. Soru cevaplı ve serbest münakaşalı olan bu konferans daha sonra elimizdeki bu kitap haline getirilmiştir. Kırzıoğlu, kitabının önsözündeki açıklamalarında öncelikle şunları belirtir: “Kars Tarihi isimli kitabımı hazırlarken, Dede Korkut Oğuznameleri ile, 1597’de Bitlis’te Kürtlerin Tarihi üzerine yazılmış ilk eser olan Şeref Han’ın Şerefnamesinde bir KürtOğuznamesi’nin bulunmasından ilham alarak, 1945 yılında Kürtler’in menşei meselesini çözdüm… Ve Asya ve Avrupa’daki başlıca beş ayrı coğrafya bölgesinde yaşamış ve hatıralar bırakmış olan Kürt isimli güçlü ve kalabalık Türk uruklarını tespit ettim.” Yazar, kitabın giriş bölümünde ise şöyle der: “Kürtlerin İranlı kökenden geldiklerini gösteren bir bilgi yoktur. Hint-Avrupa kavimlerinin hiçbirisinde, tarih boyunca Kürt veya buna benzer bir adla tanınan ulus, boy veya oymak yaşamadığı gibi bugün de yoktur. Türklüğün beşiği Orta-Asya’nın kuzey kesimindeki yukarı Yenisey boyundan Orta-Tuna’daki Macaristan’a kadar uzayan Türk-Oğuz bölgeleri ile, atlı göçebe Türk urukları arasında Kürt ve Kürdak adını taşıyan anadili Türkçe topluluklar yaşayagelmiştir. Bunun gibi Türkistan’ı ikiye ayıran Tanrı Dağları (Tiyenşan)’dan Fırat’a kadar olan bölgelerdeki İran’a komşu olan Kürt isimli kavimler de tarihte anıldıkları çağdan beri Sakalı (İskit) Oğuz, Türkmen soyundan ve onların kalıntıları bilinmiştir.” Yazar bu ilk tespitlerinden sonra, kitabının akışı içinde konuya açıklık getirmeyi sürdürür: “Asya ve Avrupa’daki dört bölgede yaşayan Kürt isimli güçlü ve kalabalık urukların, anadillerinin Türkçe olduğu, Saka (İskit) Türklerinden kalma Oğuzlar’dan geldikleri kesinlik kazanmıştır.

” “Güney Sibirya’da Yenisey başları ile İrtiş-Tobol ırmakları boylarında ortaya çıkmışlar. Dağıstan’dan göçerek Erdel, Macaristan ve Çekoslovakya gibi Tuna boylarında. Hazar Denizinin doğusundaki Batı Türkistan (Afganistan, Horasan) ile Hazar Denizinin batısındaki Kür-Aras/Aran Dicle bölgelerinde (görülmüş) iki kıtaya yayılmışlardır… Kırmanç denilen Dicle Kürtleri’nin İranlı soydan geldiklerini ileri sürmek de bilimsel verilere kesinlikle aykırıdır.” Yenisey Kürtleri literatürde Kürdak olarak adlandırılmışlardır. Bu yüzden Çarlık Rusya döneminde Yenisey, “Kurdak-Skaya-Volest” adıyla tescil edilmiştir. Dilleri Türkçe’dir. Bu tespitleriyle Kürtler’in Türklüğünü İskitler’e (Saka) dayandıran yazar, kitabına son noktayı ise şu satırlarla koyar: “Burada engin Türk varlığının güçlü ve yaygın uruklarından birisinin, yâni kanımızdan ve canımızdan olan Kürtler’in tarih, dil, antropoloji, etnoloji ve folklor bakımlarından gerçek köklerini, mahiyetlerini bu konferansımla arzetmiş oldum.” Profesör Kırzıoğlu’nun Kürtlerin Türklüğü tezine, tarih, dilbilim ve sosyal kültür alanlarından bir çok değerli bilim adamı da destek vermişlerdir. Bu bilim adamları arasında; Dr. Mahmut Rışvanoğlu, Prof. Bahaddin Ögel, Prof. Mehmet Eröz, Prof. H.D.Yıldız, Prof.

Abdülhalik Çay, Prof. B. Kodaman, Prof. Tuncer Gülensoy, Prof. Zeki Velidi Togan, Prof. Aydın Taner gibi isimler önde gelmektedirler. Kürtler’in tarih sahnesine ilk çıkışlarını İskitler’e dayandırmış olan Kırzıoğlu bu toplulukla ilgili coğrafyayı ise şu dört başlık altında toplamıştır: 1) Yenisey (Sayan Altay bölgesi) Kürtleri. 2 ) Batı Türkistan (Afganistan, Horasan bölgesi) Kürtleri. Horasan bölgesinde 24 Oğuz boyundan biri olan Kalaçlar’la Kürt Türkler’i birlikte konup göçerlerdi. Komşuları ise Gur Türkleri’ydi. 3) Dağıstan-Macaristan ve Tuna boyu bölgesi Kürtleri. 4) Kur-Aras (Kuzey Azerbaycan), Zağros (İran-Irak) Kürtleri. 5) Dicle bölgesi Kürtlerı (Kürmançlar). İskitler, M.Ö.

VII yüzyılda Orta Asya’da Yenisey nehri boylarından Avrupa ile Asya’nın batı kesimine, Tuna ile Volga ırmakları arasındaki bölgeye göç eden bozkır kavmidir. Yunanlılar bu kavme İskit, İranlılar Saka adı verirler. Orta-Asya’dan Avrupa’ya gelen ve bir imparatorluk kuran İskitlerin Türk’lerin ataları olduğu konusunda birçok tarihçi fikir birliği etmektedir. Tarihin ilk dönemlerinin en büyük imparatorluğunu kurmuş olan İskitler yâni Sakalar, Atatürk’ün de vurguladığı üzere Avrupa’ya gelen ve ilk Avrupa devletini kurmuş olan Türklerdir. Türkiye’nin Etnik Yapısı isimli kitabında Kırzıoğlu’nun tezinden söz eden Ali Tayyar Önder’in tespiti de şu şekildedir:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir