Engin Geçtan – Hayat

Birazdan okuyacaklarınız, kendi akışında sürmekte olan bir yolculuğun şu sıralar gelinen yerinden bir şeyler anlatıp paylaşma ihtiyacından kaynaklandı. Geriye dönüp baktığımda, yola çıktığım yer ile vardığım yerin farklılığı önceleri bilinçli zihnime şaşırtıcı gelmişti, ama beni asıl şaşırtan, geçmişte, böyle bir yere doğru hareket etmeyi zaten beklemiş olduğumu fark etmek oldu. Çoğumuz gibi geleneksel bilim çerçevesinde eğitilip şartlandırıldım, benden beklenenleri oldukça iyi bir şekilde yerine getirip, bana öğretilenlerin beni pek de ilgilendirmemesinin nedenlerini kendimde arayıp bir türlü bulamayarak. Sunulan bilgilerin yaşamdan kopuk olduğunu zaman zaman fark ettiğim halde, deneyimli insanların böyle düşünmediklerini gördükçe bu düşünceyi zihnimden uzak tutmaya çalıştım. Üstelik, daha sonraları, geleneksel bilim dünyasına doğrudan katılıp kendimi bilimciliğin biçimselliği içinde buldum. Ancak yine de bugün, bana uysun uymasın, yaşadığım her şeyin bana bir şey kattığına inanma eğilimindeyim. Uzmanlık eğitimimi yabancı bir ülkede aldım. Orada yaşadıklarım ve öğrendiklerim bana çok şey kattı ve sanırım benden biraz bir şeyler de götürdü o sıralar, bunu çok sonraları fark ettim. Bugün, farklı dünyaların karşıtlıklarını yaşamış olmamın, sonradan kendi yolumu bulmamı kolaylaştırmış olduğuna inanıyorum. Hatta belki de zaman içinde, dünyanın neresine ait olduğumu ve olmak istediğimi anlamama da katkıda bulunarak. Psikiyatri söz 6 HAYAT konusu olduğunda, düşünce düzeyindeki bilgiyi daha çok dışarıdan aldım ve almaktayım, deneyimlerimi ise daha çok burada edindim ve edinmekteyim. Bu durumun bana bir bölünmüşlük yaşattığını sanmıyorum, çünkü günlük yaşamın bilimiyle uğraşan kişiler zaten kitap bilgisiyle gerçekten sahip olunan bilgi arasında sürekli bağ kurma durumundalar. Bilemediğim bir zamandan bu yana psikiyatriyle aramda zaten bir mesafe yok gibi, bir süredir o artık benim yaptığım bir iş değil. Dolayısıyla neyi nereden edindiğimin de önemi yok. Yine de, yıllardır iç dünyalarını benimle paylaşan insanlar olmasaydı herhalde bu satırları yazıyor olamazdım diye düşünüyorum.


Buna bir boyut daha eklendi son yıllarda. İlgilendiğim konulan pek konuşmamama rağmen, insanlar bana ne aradığımı biliyorlarmışçasına kitaplar önerdiler ya da armağan ettiler; nasıl bir sezgi gücüyle bu isabetli seçimleri gerçekleştirdikleri konusunda beni hayrete düşürerek. Hangi şekilde olursa olsun, insanların benimle, benim de onlarla paylaşımlarımızın sonucu edindiklerimin bugününü daha geniş bir kitleyle paylaşmak istedim ve birazdan okuyacaklarınızı kaleme aldım. Engin Geçtan En zor şey, karanlık bir odada bir kara kediyi bulmaktır, özellikle odada kedi yoksa. KONFÜÇYÜS “ALIŞAGELDİĞİMİZ düşünceleri altüst eden karşıtlıkların temelinde, içsel yaşantılarımızı normal konuşma diliyle anlatma zorluğu yatar. Çünkü içsel yaşantılarımız, konuşma dilinin sınırlarını fazlasıyla aşar,” diyor Suzuki. Bu sözler, birazdan anlatmak istediklerim için de geçerli sayılabilir, içsel yaşantılarımı doğrudan dile getirmeyecek de olsam. Üstelik, anlatacaklarım arasında, örneğin çağdaş fizik gibi alanların bize açtığı kapıların bazılarını aralamayı denerken zorluk daha da artabilir, çünkü fizikçi değilim. Ancak bu konuda sınırlarıma özen göstererek, fizikçi Richard Feynman’ın “Bir alandaki düşüncelerin başka bir alandaki düşünceler üzerindeki etkisi hakkında konuşurken daima gülünç olma tehlikesi vardır” sözünü göz ardı etmemeye çalışacağım. Geçmişte, akademik kalıplara sadık kalarak yazdığım iki kitabın ardından, kendi yaşantılarımdan edindiklerimi doğrudan dile getiren kitaplar yazdım. Ancak, birazdan okuyacağınız metnin ilk paragraflarının uzmanlık alanımın bazı diğer alanlarla ilişkisini de içeriyor oluşu, bu alanlardan alıntıları gerekli kılacak. Pek çok değerli kitap ve makalenin yanı sıra, özellikle, yüksek lisansını fizik ve felsefe, doktorasını psikoloji ve felsefe alanlarında yapmış önemli bir araştırmacı ve bilim kadını olan Danah Zohar’ın dilimize Kuantum Benlik başlığıyla çevrilen kitabının, yazdıklarımın ilk bölümlerine önemli katkısı olduğunu belirtmem gerek… 8 HAYAT Dünyanın giderek hızlanan değişimi içinde, başlangıçta edindiğimiz dünya görüşleri geçerliliğini bir ömür boyu sürdüremez oldu. Bu durum, her an oluşmakta olan yeni dinamikler doğrultusunda, dünya görüşümüzde de sürekli değişiklik yapma gereğini beraberinde getiriyor. Yeni oluşumları fark edemeyenler ya da fark ettiği halde eskiye tutunmakta direnenler, süregelen toplumsal, kültürel, politik, ekonomik ve diğer süreçlerin kenarında kalıp olan biteni kavramakta zorlanabiliyorlar. Zohar’ın sözleriyle, “Dünya görüşü, görünürde apayrı parçalan bir araya getirip, onları tutarlı bir bütünde birleştirmemizi tanımlar.

Kendimize ve dünyamıza ilişkin belirli bir modeli izlemekte olduğumuzu hissetmek, bize kararlarımızın ve eylemlerimizin bir anlamı olduğu duygusunu verir.” Dünya görüşü tutarsızlaştığında, insanın kendisini ve başkalarını anlayışı parçalanır ve kendisini yalnız, dışarıda bırakılmış biri olarak yaşamaya başlar. Bir dünya görüşünün ahengini, eskiyen bir dünya görüşünün tükendiği yerde yeni bir dünya görüşünün oluşumu belirler. Bu da insanın kendi deneyimleriyle ve sezgileriyle ne kadar temasta olduğuna bağlıdır. Jung’un sözleriyle: “Son çözümlemede, temel olan şey bireyin hayatıdır… Biz kendi çağımızı yaratırız.” Zohar’a göre, “Geride bıraktığımız yüzyılın ikinci yarısında, özellikle Batı kültürü ve onun etkisindeki toplumların üzerine yapışıp kalan yabancılaşma, giderek, günümüz insanının temel sorunu haline gelmekte. Bu yabancılaşmanın nedenini oluşturan yanılgılarımız ise yakın zamanlara kadar hiç sorgulanmamış, hatta ‘tek ve mutlak gerçek’ olarak kabul edilmişti. Geçmişte şartlandırıldığımız düşünce tarzlarımızın sonucu bizler, yalnızca bazı evrim süreçlerinin rastlantısal üretimi sonucu oluşmuşuz da içinde yaşadığımız düzende hiçbir payımız yokmuşçasına davranmaya alıştırıldık. Bizi yönlendiren üst-sistemleri kendimiz yaratmamışız da onlar kendi kendilerine düşüvermişler gibi yaşamayı sürdürdükçe de üzerimize çöken yabancılaşma duygusunun ağırlığı giderek artmakta.” Buna karşılık, son zamanlarda, insana özgü bir nitelik olduğu varsayılan bilinçli zihnin, geçmişte insanlığın kendine ve dünyasına yabancılaşmasına yol açan bir şekilde de­ HAYAT 9 ğerlendirilmiş olduğunu kabul edenlerin sayısı artmaya başladı. Bu başkaldırıya katılanlar, geçmiş şartlandırılmalarımızın bugün evrene yabancı varlıklarmışız gibi davranmamıza neden olduğunun farkında olanlar. Bu satırları yazma gereğini ve isteğini duymamın başlıca nedeni de bir süredir bu karşı çıkışla özdeşleştiğimi fark etmiş olmam. Yabancılaşma, insanın üzerine çöken en ağır duygu olmalı, yaşattığı dünyasızlığıyla. Panik atağın ölüm agonisini andıran çaresizliğinden ya da depresyonun iflah olmayacağına inanılan karamsarlığından da ağır. Panik atağa dünyaya yönelik bir imdat çağrısı, depresyona dünyaya yönelik bir öfke eşlik eder, yabancılaşmada ise dünya silinir.

Ölmekten korkmamızın temelinde dünyamızı kaybetme korkusu bulunur, çünkü insan ve dünyası bir bütündür. Bu, yaşamazlık sonucu duyulan ve semptom niteliğindeki ölüm korkularından farklı, hepimizde varolan içgüdüsel bir korkudur, hayatta kalmamızı sağlar. Yabancılaşma ağır bir duygu, çünkü dünyasından kopma süreci bir kez üzerine çökmeye başladığında, insanın dünyasıyla yeniden buluşması mümkün olmayabilir. İlişkisizlikle, beklentilerin tükenmesiyle, anlamsızlıkla ve boşluk duygularıyla başlayan yabancılaşma, uç durumlarda intihar eğilimine de neden olabilir. İnsan ancak dünyasıyla birlikte varolabildiğinden, böyle bir durum, doğal olarak, insanın kendi benliğinden de kopmasıyla sonlanabilir. Yabancılaşmanın, anlık ya da kısa süreli olarak yaşandığı da olur. Bazen insan kendisini, topluluk içinde birlikte olduğu kişilerden kopuk ve ortama tümüyle yabancı hissedebilir. Çoğu zaman ardından gelen “Benim burada ne işim var?” benzeri sorularla kopukluk, düşünce düzeyinde adlandırılarak sona erdirilir. Günümüzde yaşanan “yaygın yabancılaşma”da ise insanlar, bu durumla yüzleşmemek için çeşitli yollara başvurduklarından, böyle bir sürece girdiklerini çoğu zaman fark edemiyorlar. Uyuşturucu madde bağımlılığının yaygınlaşması ile yabancılaşma arasındaki doğrudan ilişki oldukça açık, ancak görünürde uyuşturucu olduğu fark edilmeyen uyuşturucular da var. Bunları ilerki satırlarda tartışacağım. 10 HAYAT İnsana ve evrene ilişkin geçmiş şartlandırılmalarımızdan farklı bakışlar Doğulu düşünce ve inanç sistemlerinde öteden beri mevcuttu. Batı kültürü etkisindeki dünyada ise bu farklılık, çağdaş fiziğin bizlere açtığı pencerelerden bakmaya başlandığında iyice belirginleşti. Geçmişimizin ürünü ve halihazırda dünyaya egemen olan üst-sistemler de çevreci kuruluşlardan ya da küreselleşme karşıtı gruplardan gelen ve giderek artan tepkilere muhatap olmaya başladı. Aslında, geleneksel bilim ve düşüncenin yaratısı olan bu sistemlere ilk başkaldırılardan biri, geçen yüzyılın başlan gibi oldukça erken bir tarihte Bertrand Russell’dan gelmişti.

Russell, insanoğlunun tüm başanlannın ve üstün zekâsının onu yine de mezardan öteye götüremeyeceğini anlatırken şöyle demişti: “…İnsan bu güneş sisteminin sınırsız ölüm denizinde yok olmaya mahkûm olduğunu idrak edebilecek bir öngörüye artık sahip değil ve insan yapısı başan tapınağının, bir gün kaçınılmaz olarak evrenin yıkıntıları altında kalacağını göremez halde.” O yıllarda, Russell’ın bu uzak görüşlülüğünü destekleyecek, izafiyet kuramı, kuantum mekaniği ve kaos olgusu henüz bilim dünyasındaki yerini almamıştı. Farklı görüşlerin ortaya çıkışıyla, Batı etkisindeki dünyayı hegemonyası altına almış pek çok değer ve ortak kanının sorgulanamaz durumlarının sona erdirilmesi, bir başka trajediyi beraberinde getirdi. Giderek artan sayıda insan, kişisel değerlerinin yaratıcısı olma konusunda artık tek başına bırakılmış durumda. Bunun bedeli, Zohar’ın deyimiyle “…kişisel ve kültürel köksüzleşme olarak ödenmekte…” Ortak değerlerin yerini, herkesin kendi normlarını ve değerlerini kendi bildiğince yaratma çabalarının alması, birbirimizi anlamamızı ve birbirimize ulaşabilmemizi gitgide zorlaştırıyor. İnsanlar, birbirlerine kendi senaryoları doğrultusunda roller verip, karşılanndakilerden bu rolleri gerçekleştirmesini bekler oldular. Sonuç, düş kırıklıkları, kızgınlıklar ve kendimizden kaynaklandığını bir türlü kavrayamadığımız yalnızlık. Başlangıçta insan konuşmayı bilmezdi. Sonradan fiziksel şiddetin yerine konuşmayı koydu. Günümüzde ise kendisini ve çevresini fiziksel şiddete yönelten sözcükleri kullanmaya başladı. HAYAT 11 Sufi düşünür İdris Şah, “Öğrenme konusuyla ilgili sizinle konuşmaya geldim,” diyerek kendisine gelen genç bir adamı şöyle anlatır: Şimdi zamanı değil, diye karşılık verir İdris Şah. – Anlaşılan meşgulsünüz. – Hayır, şimdi zamanı değil. – Zamanınız yok demek. – Zamanım yok demedim.

– Öyleyse neden meşgulüm deyip bu konuşmaya son vermiyorsunuz?” İdris Şah’a göre, “Genç adam ‘Şimdi zamanı değil1 karşılığını dinleme kapasitesine sahip değildi. Yalnızca Şah’ın meşgul olduğunu ve zamanı olmadığı yorumunu kabul etmeye programlanmış, ‘Şimdi zamanı değil’in, daha sonra, daha uygun bir zamanda anlamına geldiğini anlayamamıştı.” Genç adamın tepkisi bana, günümüz insanının kendisine ucu açık görünen sözlere katlanamamasını, böyle sözleri mutlaka kendince bir nedene bağlayarak kendini rahatlatma ihtiyacını hatırlattı. Vaktiyle Platon felsefesinde idealar dünyası ile yaşanan dünya arasında yaratılmış olan ayrımla başlayan ve yaşantıları lineer dinamiklere indirgeyip, her şeyi neden-sonuç ilişkisiyle açıklamaya çalışan düşünce tarzı günümüzde varlığını yaygın olarak sürdürüyor, yaşamın kendisi ile bilginin birbirinden kopukluğunun yarattığı açmazlarıyla. Dolayısıyla, kaos kuramcısı Stephen Spender’in “Tabii ki insanın ne yapıp edip kendini, adına istatistik denen sıradan kümelerin dışına çıkarması gerek” sözünün ve benzerlerinin, yıllardır geleneksel bilim çerçevesinde çalışmış kişilerce ya da değişime pek açık olmayan kitlelerce hoş görülmemesini doğal karşılamak gerek. İmam Gazzali’nin “Bir deneyimi yaşamamış olduğu halde onun gerçek olduğunu reddetmek kadar büyük aptallık olamaz” sözüne katılıyorum. Ancak kaos olgusuyla ilgili veriler zaten, kestirilebilirliğin mümkün olmadığı bir gelecek öngörmekte. Neden-sonuç ilişkilerine dayanan kestirilebilirliğin, lineer mantığın 12 HAYAT ve genellemelerin geçerli olmadığı böyle bir geleceği kabul etmek, geçmiş şartlandırılmalarımızın önemli bir bölümünden vazgeçme zorunluluğunu kaçınılmaz kılıyor

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir