Erdoğan Çınar – Dergahın Sırrı

Hacı Bektaş Veli Dergâhı uzun ömründe, çok badireler yaşamış her defasında, bir canlı refleksi ile dışardan gelen tehditlere karşı kendisini ustalıkla, metanetle, sabırla savunmuş ve zamandan zamana, iklimden iklime geçerek kendisini hiç bilmediğimiz bir geçmişten bu güne taşımayı bilmiş eşine az rastlanır bir mabettir. Bu ünlü Alevi Dergâhı bir sırlar mektebidir. Bu gizem okulunun müfredatı da sırdır, kendisi de sırdır. Hacı Bektaş Veli Dergâhı farkında bile olmadığımız uzak geçmişimizin ayakta kalmış tek şahidi, yazılması memnu kılınmış bir tarihin elde kalmış son belgesidir. Bu çalışma Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın bilinmeyen tarihi ve bu dergâhın son büyük mürşiti Hacı Bektaş Veli eliyle ikmal edilmiş bir köklü misyon üzerinedir. Bu çalışma kendi alanında bir ilktir. Konu bütünlüğü sağlamak kaygısı ile önceki çalışmalarımızdan zorunlu olarak alıntı yaptığımız kısa bir kaç tekrar dışında burada söylenenleri daha önce okuyan, yazan ya da duyan olmadı. Hiçbir şeyin farkında olmadığımız bir yerdeyiz. Bulanık bir masaldan çıkmış gibiyiz. Hangi kayadan koptuk, hangi daldan düştük bilemiyoruz. Geçmişimize ‘gavur muamelesi’ yapmaktan neredeyse gurur duyuyoruz. O büyük mazi yedi kat yabancı bize. Zihnimize itiş kakış yerleştirilen ‘devlet malı yalanlar’la sıkı sıkıya ahbap olmuşuz. Onlarsız bir günümüz bile geçmiyor. Bu çalışma bir nevi ‘devlet malına zarar verme’ girişimidir.


Hacı Bektaş Veli Dergâhı, Kızılırmak Nehri’nin Anadolu Platosu üzerinde çizdiği geniş yayın tam ortasında kalır. Günümüzden dörtbeş bin yıl önce Anadolu’nun bilinen ilk yerli halkı Luviler tarafından ‘Ama’ ya da kısaca ‘Ma’ adını verdikleri ‘Yaratıcı Büyük Ana’ adına inşa edildi. Luvi çağında bir ‘Ma’ tapmağı olarak hayata başlayan bu mabet, Helenlerin Anadolu’daki hükümranlık çağlarında Zeus tapmağı olarak ün kazandı. Sonraki yüzyıllarda Hıristiyanların Hagios Caralambos adına kutsadıkları bu dergâhı Osmanlılar ısrarla Asyalı bir sünni müslüman şeyhle, Ahmet Yesevi ile ilişkilendirmeye çalıştılar. Her devrirde iktidarı ellerinde tutanların iştahla kendisine mal etmeğe çalıştıkları Hacı Bektaş Veli Dergâhı, tüm tarihi boyunca Anadolu’nun sessiz çoğunluğu Aleviler nezdinde şartlar ne olursa olsun kutsal ve her koşulda vazgeçilemez oldu. Eski mabetlerinin farklı inanç zümreleri arasında sık sık el değiştirdiği, mabetlerin kendisinden önceki tapmakların yıkıntıları üzerinde kurulduğu Anadolu’da, Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın kadim bir ‘Ma ’ tapmağının temelleri üzerinde yükseltilmiş olmasını yeterli delil kabul ederek; Hacı Bektaş Veli geleneğinin ‘Ma’ kültünün devamı olduğunu öne sürebilmemiz mümkün değildir. Bununla birlikte, bu tespit konunun bu yönüyle de araştırılmasını haklı kılacak bir gerekçedir. Bu çalışmada, Alevilerin; Helenler, Hıristiyanlar ve Osmanlılar ve benzeri hakim zümreler gibi Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın fiziki olu­ şumunu sahiplenen işgalcilerden biri değil de, onların Luvilerin uzak çocukları ve dergâhın kurucu unsurları ve asıl sahiplerinin ardılları olabilecekleri ihtimalinin ardından gidildi. Luviler ile Alevileri birbirleri ile ilişkilendirmek için pek çok sebebimiz var. Daha ilk bakışta göze çarpan; – Luvi sözcüğünün Luvi ve Hitit dillerinde ‘Işık İnsanı ’ anlamına gelmesi ve Alevilerin daha üç yüzyıl öncesine kadar Osmanlı ülkesinde ‘Işık İnsanları ’ adı ile anılmaları, – Luvi sözcüğünün aslının ‘Aluvi’ olması ve bu kelimenin Alevi sözcüğüne olan yakınlığı (Luvi dilinde kelimenin başındaki ‘A’ ihmal edilerek söylenirdi); – ‘Luviya’ adını verdiğimiz, Luvi ülkesi ile Alevilerin yaşadıkları coğrafyanın aynı olması; ve benzeri yüzeysel bulguların yanı sıra, Alevi kültür hayatında, Alevi sosyal yaşamında, Alevi törenlerinde, Alevi ibadetinde ve Alevi ritüellerinde, varlığını hala sürdüren Luvilerden kalma öyle öğeler var ki: bunlar Aleviler ile Luviler arasında ihmal edilemeyecek ve yadsınamayacak kadar kuvvetli bağların varlığına kanıt sayılabilecek niteliktedir. Bu çalışmada Luvi kültürünün ve Luvi ananesinin Alevi erkanı içinde varlığının hala devam ettiğinin delili olarak; – Hacı Bektaş Veli tarafından canlandınldığı ve kurumlaştırıldığı bilinen, yakın zamanlara kadar her yıl 21-27 Mart tarihleri arasında Battal Gazi Dergâhı’nda gerçekleştirilen adına ‘Hacılar Bayramı’ denilen büyük Alevi buluşmasının, Luvilerin ‘M a’ adını verdikleri ‘Yaratıcı Büyük Ana’ adına her yıl aynı tarihlerde ve aynı coğrafya da düzenledikleri büyük şenliklerin bir tekrarı olduğu, – Eski Çağda ‘Ma’ onuruna düzenlenen, bu büyük şenliğin Batı Anadolu’daki Alevi yerleşimlerinde Mahya Doğu Anadolu’da ‘Hefti M al’ adı ile yine aynı tarihlerde hala kutlanılmaya devam ettiği. – Yakın tarihe kadar Alevi dergâhlarında, biri ‘evvel bahar’ ayında diğeri ‘köhne bahar’da olmak üzere yılda iki kez düzenlenen ‘rûzi muhabbet’ günlerinin köklerinin ‘Ma’ tapınaklarında kutlanılan ‘eksodos’lara kadar uzandığı, – Alevi erkanında ‘Yas-ı M a’tem’ adı ile bilinen ve On İkinci İmam Mahdi’nin yeniden gelmek üzere göğe çekilmesi ile ilişkilendirilen yas günlerinin çok daha eski bir gelenek olduğu, yeniden gelmek üzere yeryüzünden çekilme öyküsünün Anadolu Platosu üzerinde beşeri tarihle birlikte var olduğu ve bu öykünün ilk kez Eski Çağ’da Luvilerin Ma’sına atfedilmiş olduğu, detayları ve kanıtlan ile ortaya konuldu. Ulaşılan bu bulgular bizde; Luvilerden Friglere, Friglerden Romalılara geçen Anadolu’nun entelektüel mülkiyeti olan bu gelenekleri ve ritüelleri hala bağrında saklayan Aleviliği, bunlann asıl kaynağı olan Luvi uygarlığından koparmanın ya da onlardan ayrı düşünmenin pek mümkün olamayacağı kanısını uyandırdı. Aklımızı, çok tekrar edildiği için yaygın olarak doğru kabul edilen hurafe sürüsünün esaretinden kurtarıp, Hacı Bektaş Veli’nin asıl misyonu ve gerçek kimliğini akademik bir üslupla masaya yatırdığımızda; Aleviler ile Luviler arasında bugüne kadar farkedilememiş birinci dereceden akrabalık ilişkisinin varlığı son derece belirgin bir biçimde ortaya çıktı. Hacı Bektaş Veli, bir ‘Ma ’ tapınağı olarak hayata başlayan bugün onun adı ile anılan ünlü Alevi Dergâhı’nın son büyük mürşididir.

Yüzyıllardan bu yana pek az insana nasip olmuş büyük halk yığınlannın en­ gin hürmeti ve olağanüstü sevgisi ile donatılmış olan Hacı Bektaş Veli’nin kimliği ve soyağacı hakkında bilinen, yazılan ve söylenenlerin tamamı söylene söylene, yazıla yazıla doğru kabul edilmiş yalan ve yanlış, üç beş derme çatma cümleden ibarettir. Hacı Bektaş Veli’nin küçük bir sorgulama ile gözden düşmeye mahkum sözde kimlik bilgilerinin kaynağı ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ adı ile bilinen eserdir. Elimizdeki en erken nüshası on yedinci yüzyılın başlarına tarihlenen, ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’ Osmanlı yazıcıları tarafından kaleme alınmış bir Osmanlı propaganda kitapçığıdır. ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’, Alevi tarihinin kağıt üzerinde imha edildiği yerdir. ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’, Hacı Bektaş Veli’nin yaşamına ve onun temsil ettiği köklü geleneğe ilişkin -Osmanlı yanlısıçarpıtılmış sözde tarihi bilgilerle birlikte Hacı Bektaş Veli hakkında halk arasında dolaşan rivayetlerin toplu olarak yer aldığı bir metindir. Alevi erkanında rivayet ile nakil ‘simge dili’ ile olur. ‘Simge dili’ nin manası her okuyan, her dinleyen tarafından anlaşılmaz. Bu lisan ehil olmayan kulaklarda kuru bir masal hissi uyandırır. Vilayetnameyi kaleme alan Osmanlı yazıcısı, simge diline vakıf değildi; bu sebepten pek çok tarihsel gerçek rivayet üslubunda ve masal kılığında bu metnin sayfalan arasına yerleşti. Şaşkınlık verecek bir maharetle, cümlelerin arasına saklandı. ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’nin ‘simge dili’ni çözmek ve bu metnin satırlan arasında koyun koyuna yatan masal üslubundaki gerçekleri ve hakikatmiş gibi sunulmuş yalanlan birbirlerinden aynştırmak bu çalışmanın asıl amaçlanndan biri oldu. Hacı Bektaş Veli’nin gerçek tarihsel kimliği konusunda çalışmalar yapan F. W. Hasluck ve irene Melikoff gibi araştırmacılann ortak kanısı, Türk halkının üçte birinin himmet umduğu Hacı Bektaş Veli’nin hiçbir tarihsel gerçekliği olmadığı, Bektaşi tarikatı ile bir ilgisinin bulunmadığı, onun isminin bir ‘tarikat markası ’ olarak sonradan ve rastgele seçildiği, hatta kendisinin yaşayıp yaşamadığının bile şüpheli olduğu, eğer yaşamışsa bile onun ancak bir kabilenin din büyüğü olabileceği, bu kişi ile bugün bizlerin Hacı Bektaş Veli adı ile bildiğimiz Alevi mürşidi ile aralarında hiçbir benzerlik bulunmadığı yönündedir. Ahmet Yesevi bağlantısı başta olmak üzere Vilayetname’nin içinde yer alan Hacı Bektaş Veli’nin yaşamına ilişkin asılsız bilgiler bertaraf edildip, Hacı Bektaş Vilayetnamesi’nin simge dili çözüldükten sonra Hacı Bektaş Veli asıl çehresi ile kendisini gösterdiğinde, Hasluck ve Melikoff’un Hacı Bektaş Veli ile ilgili tespitlerinin gerçeklerin çok uzağında kaldığı, son derece sığ olduğu ve akademik nitelik taşımadıkları anlaşıldı.

Bu araştırma bize; Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’nde Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın on üçüncü yüzyılda bile ilk inşa edildiği yıllardaki niteliğini koruduğu ve ‘Ma’ tapmağı hüviyetini gizliden gizliye hala korumakta olduğunu gösterdi. Luvilerin inanç dünyasında iki kutsal varlık vardı. Bunlardan ilki ve önemlisi ‘Ama’ ya da kısaca ‘Ma’ idi. Işık insanlarının Ma’dan sonra kutsadıkları isim ‘Adra’ idi. ‘Adra’, Ma’nm yani ‘ Yaratıcı Büyük Orta’nın erkeğiydi. Kimi kültürlerde ‘Ma’nın oğlu, bazen kardeşi, kimi zaman damadı kocası ya da sevgilisi olarak karşımıza çıkan Adra’nm, Arap ağzındaki söylenişi İdris’tir. Eski Çağ’da Ma tapınaklarında baş kadın ruhban Ma’yı, baş erkek ruhban da Adra’yı temsil ediyor ve onların isimleri ile anılıyorlardı. Bu kutsal ikili, iki kutsal metinde karşımıza çıkar. Bunlardan ilki Musevilerin kutsal kitabı ‘Tevrat’, İkincisi ise Alevilerin kutsal saydıkları ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi ’dir. Tevrat’ın Krallar Kitabı’nda Asur Kralı Sargon’un Filistin’e sürdüğü bir topluluğun ‘Anammelek’ (Ana Melek) ve ‘Adrammelek’ (Adra Melek) adındaki ilahlarına tapınmaktan her türlü baskıya rağmen vazgeçmedikleri hikaye edilir.1 Ma ile Adra’nın ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi ’de, karşımıza çıktığı yer Hacı Bektaş Veli’nin Karahöyük Dergâhı’na gelişinin konu edildiği bölümdür. Hacı Bektaş Veli dergâha geldiğinde dergâhı yürüten iki kişinin adı zikredilir. İdris ve İdris’in Kadıncık Ana diye çağırdığı Kutlu Melek. “İdris’in ahiret hatunu bir karısı vardı; ona Kutlu Melek derlerdi, herkes sevip sayar, Kadıncık diye seslenirdi.”2 Luvi dilindeki ‘Ama’ adınm Tevrat’ın Krallar Kitabı’nda İbranice değil, bugünkü Türkçeye evrilmiş biçimi ile ‘Ana’ olarak yazılmış ve her iki ismin sonuna eklenmiş ‘melek’ nitelemesinin de yine bugünkü Türkçede -ve Vilayetname’de- kullanıldığı gibi yazıldığı görülür.

Krallar Kitabı’nda bahsi geçen iki meleğin (Ana ve Adra) Luvilerin kutsal İkilisi Ama ve Adra oldukları ve bu kutsal ikilinin Alevi erkanı içinde Kadıncık Ana (ya da Kutlu Melek) ve İdris, adlan ile on üçüncü yüzyılda bile varlıklarını sürdürdükleri şaşkınlık verici bir keşif olarak karşımıza çıkar. Hacı Bektaş Veli’ye ait en eski tasvir, Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nda ikinci Avluya bakan Meydan Evi’nde, girişin tam karşısındaki ocağın üzerindedir. Kök boya ile yapılmış bu tablonun bin dört yüzlü yıllara ait olduğu tahmin edilmektedir. Hacı Bektaşi Veli’ye ait elimizdeki en eski tasvirde Hacı Bektaş Veli sağ eli ile şevkatle göğsüne bastırdığı bir ceylanı tutarken sol eli ile kucağında uslu uslu duran bir arslanı okşamaktadır. Bunun anlamı şudur: Hacı Bektaş Veli, doğanın ve yaban hayatının mutlak hakimidir. Çatalhöyük’te ve Burdur yakınlarında Hacılar’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan sekiz bin yıllık ‘Ma’ heykelciklerinde de aynı motif mevcuttur. Luviler, kollarının altında uslu uslu duran iki vahşi hayvanla birlikte resmettikleri ‘M a’yı hayvanlar hakimesi, doğanın sınırsız ve sonsuz egemeni olarak tasavvur etmişlerdi. Sadece tasvirlerde, resimlerde değil, ‘Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’de Hacı Bektaş Veli’nin adının geçtiği pek çok yerde Hacı Bektaş Veli’nin, Luvilerin ‘Ma’ adım verdikleri Yaratıcı Büyük Ana’mn vasıflan ile donatıldığı hissedilir. Hacı Bektaş Veli Vilayetnamesi’nde Hacı Bektaş Veli’nin Karahöyük’e gökyüzünden güvercin donunda indiği belirtilir. Alevi erkanında sıkça tekrar edilen bu sembol anlatımın kaynağı ‘Ma’ kültüdür. Eski Çağda güvercin kuşu ‘Ma’nın belli başlı formlanndan biriydi. Luvilerde ‘Ma’yı temsil hakkı, mutlaka bir kadın ruhbanda olurdu. Luvilerden sonra onlarla aynı coğrafyada yaşayan ve Ana Tannça kültünü sahiplenen Friglerde erkek ruhbanlar da, -kendilerini kastre etmeleri koşulu ile- Ana Tannça’yı temsil edebilme hakkına kavuştular. ‘Hacı Bektaş Veli VilayetnamesVnin gizemli satırlan arasında Hacı Bektaş Veli’nin yumurtalıklan ‘biri beyaz gül biri kızıl gü l’ e benzetilmiş, üstelik yumurtalıklar ve gül arasındaki benzerlik onun gerçek erenlerden biri olduğuna işaret sayılmıştır. Bu çalışmada cesaretle ele alman konulardan biri de selefleri gibi Hacı Bektaş Veli’nin Ana Tannça’yı temsil edebilmek için kendisini kastre edip etmediği meselesidir.

Bu metinde; Sakarya Nehri’nin suladığı ovalardan başlayıp Kızılırmak kıyılanna kadar uzanan, kimi zaman Dersim’e sığınan, yorulduğunda İda Dağı’nda dinlenen, beş bin yıllık maceranın küçük bir bölümü hikaye edildi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir