Eren Erdem – Nurjuvazi

16.05.1998 Yılında Amerikan Senatosunda 41 oy’a karşı 375 oy ile kabul edilen bir tasarı ile, küresel manşetler değişmişti.(Bkz. Cumhuriyet / 16. 05.1998) İlgili tasarıya göre, ABD senatosu “Dine baskı yapan ülkelere yaptırım uygulanması” yönünde bir taslak söz konusu hale geldi. İlgili taslağa göre “dine baskıyı izleme bürosu” kurularak, belirli aralıkla çeşitli toplantılar yapıldı. İlk toplantıda “George Bush” öncülüğünde, kurulun başkanı; Rabbi David Saperstein adlı Yahudi getirildi. Kendisinin Yahudi olması elbette sorun değildi. Ancak, biraz araştırdığınızda bu kişinin sadece Yahudi olmadığını, aynı zamanda bir Siyonist olduğunu da göreceksiniz. Bu hususta önemli tespitler yapan, Türkiye’nin yetiştirdiği önemli kalemlerden “Mustafa Yıldırım”ın o can alıcı tespitlerine göz atalım; ABD dünya dinlerinin babasıdır “İlginç olan şey, bazı batılı aydınların biz Müslümanların zamanda geriye gitmemiz, köklerimize inmemiz ve gelenekleri elden bırakmamamız gerektiğini düşünmeleri ve bizim genç insanlarımızın da bu ithal ‘kaynağa dönüş’ fikrinden oldukça etkilenmeleridir. (.) Niçin Batı kendi kaynaklarına, bu kaynaklar her neyseler, dönmüyor?” Amir Taheri [1] Olaylardan bir sonuç çıkarmak gerekirse: İlk anda dünyada yerleştirilmek istenen yeni düzenin, demokratik bir düzen olacağı sonucuna varılabilir.


Bu düzen içinde dünyanın tüm ülkelerinde devletler merkezi otoritelerini yitireceklerdir. Olabildiğince etnik ayrıma uğramış küçük eyaletlere ayrılmış ülkelerde tarihsel partiler eriyecek, vakıflardan, düşünce topluluklarından, ticaret odalarından, insan hakları denetim örgütlerinden oluşan bir siyasal yapı oluşacaktır. Bu oluşumlar, doğrudan doğruya ABD’nin siyasal partilerine bağlı enstitülere, konseylere, ABD şirket vakıflarına, bağlanacaktır. Ülkelerdeki eğitim kurumları da vakıflaşacak ve ABD akademik dünyasıyla organik bağlar kuracaktır. Merkezi otoritesini yitirmiş, salt denetleyici kurullara dönüşmüş devlet örgütlerinin yanı sıra ordular da ulusallığını yitirmiş devletlerin savunma gücü olmaktan çıkacak ve ortak güvenlik güçlerine katılacaklardır. Herhangi bir bölgesel başkaldırıya (bu bağımsızlık uğuruna bir başkaldırı da olabilir) karşı anında silahlı müdahalede bulunularak, öncelikle uzaydan denetlenen, yeryüzünde ve uzayda konuşlandırılmış kıtalar arası füzelerle noktasal olarak vurulmasından sonra ulusal kimliğini yitirmiş paralı askerlerden oluşan ortak güvenlik güçlerince yapılacaktır. Bu eylem yönlendirilmiş kitlelerce de içerden desteklenecektir. Bu son derece ileri(!) projeye engel olabilecek en önemli kurumlardan biri de dinsel kurumlardır. Dünya egemenliğinin kurulmasında engel oluşturacak dinsel çatışmaların önlenmesi için “dinlerarası diyalog”un geliştirilmesiyle birlikte kurumsal yapının da oluşturulması gerekir. En yaygın ve güçlü dinsel kurumlardan başlayarak, tüm dinlere bir yeni merkezi eşgüdüm gereklidir. Eşgüdümün merkezi elbette Washington’da bulunacaktır. Öncelikle Amerikalılardan oluşturulan bu kurumsal yapı, IRFC(International Religious Freedom Committee/ Uluslararası Din Hürriyeti Komitesi)’dir. Bu komitede şimdilik belli başlı dinlerin temsilcileri bulunmaktadır. Büyük dinlerin altında bulunan mezhep, tarikat oluşumlarının da bir araya gelebileceği, demokratik görünümlü bir ortamda kararlar alabilecekleri kurum ise Dindarlar Parlamentosu’dur. Uluslararası komite her yıl ülkeler aleyhinde hazırlanan ‘din hürriyeti’ raporlarını görüşmeye başlamıştır. Komite, din hürriyetini engelleyen ülkelere yaptırım uygulanmasını önerebilmektedir.

Parlamento ise, değişik ülkelerde toplanmaktadır. Parlamentonun güçlendirilmesi için Dinlerarası Diyalog Uluslararası Kongresi, 2000 yılında Washington’da Birleşmiş Milletler çatısı altında gerçekleştirilmiştir. Son derece düşsel görülen bu gelişmeleri biraz daha yakından incelersek, gerçeğe yaklaşabiliriz. Uluslararası din hürriyeti senaryosunun geçmişi, soğuk savaş yıllarında komünizme karşı oluşturulan ortak savaşım alanında birbirine ilişkilendirilen dinsel örgütlere bağlı kurumsal yapılanmalara dayanmaktadır. Son yirmi yılda bu yapılanma, sosyalist sistemin çökmesiyle birlikte, daha yeni ve daha gelişmiş bir evreye yükseltilmiştir. Bundan sonraki bölümlerde yakın geçmişin olayları içinde gezinirken, kimi kez Amerika’dan, kimi kez de Ankara’dan bakarak bu senaryoyu çözmeye çalışacağız. Konuları ele aldıkça ve olayları izledikçe, Türkiye’deki gelişmelerin bir rastlantı, sıradan bir “irtica” hareketi olmadığı görülecektir. İçinde yaşadığımız bu olayları anımsadığımızda, bizimki gibi ülkelerde birbirine benzer olayların sonuçlarını düşünerek, değerlendirme yapıldıkta, gelişmelerin sistem ya da rejim bozukluğuna dayandığı savının gerçeği yansıtmadığı da anlaşılacaktır. Ayrıca, olaylarda, şu ya da bu yönden, ABD’nin ve Batı Avrupa’nın etkisi de sırıtacaktır. Hele, son yirmi yılın olaylarında “project democracy” örümcek ağının derinliklerinde, ilginç uygulamalarla karşılaşılacaktır. Din hürriyeti senaryosunun yasallaştırılması Amerikalı işadamı-misyoner Al Dobra, yabancı ülkede uyguladığı yöntemi şu sözlerle anlatıyordu: “Amacım bir Müslümanı dininden döndürmek değil. (.) Hedefim, önce çürüyecek ve sonra çatlayacak ve büyüyecek , böylece giderek dinlerini sorgulamaya başlayacaklar.” [2] Bu sözler, Batı’nın ve özellikle ABD’nin yüzlerce yıllık saldırılarının bir özeti gibi. ABD, elli yıl demokrasi ve hürriyetin patronluğunu yaptı.

Bu demokrasi ve hürriyet patronluğu, her nedense kendine karşı politikaları kapsam dışı bırakıyor; gerektiğinde çok partili politik sisteme dahil ülkelerde seçimle gelmiş yönetimleri güç kullanarak ve kan dökerek devirmeye engel olmak bir yana, el altından destekliyordu. Bunu kimi ülkelerde demokrasi ve hürriyet davasına dayanarak ve sözde demokratik sistemi koruma zırhına sığınarak; kimi başka ülkelerde de dinci örgütleri desteklemeyi, hatta bu örgütlerin eğitim etkinliklerine arka çıkmayı, onlara dolaylı ya da dolaysız destekte bulunmayı kutsal bir görev sayıyordu. [3] 1990’dan sonra, ülkeleri komünizm tehdidi ile korkutarak, onlar üstünde siyasal egemenlik kurmak olanaksızlaştı. 1980’lerin başlarında “demokrasi projesi” adıyla başlatılan örgütlenme ve açık müdahale programı, sosyalist bloğun yıkılması üzerine yeni bir araçla donatıldı: “Din Hürriyeti.” Kasım 1996’da, ABD’nin devlet sekreteri Warren Christopher, “Din ve inanç hürriyetini yaygınlaştırmanın Birleşik Devletler’in çıkarlarının artırılmasını sağlayacağı” gerekçesiyle ACRFA (Advisory Committee on Religious Freedom Abroad / Dış Ülkelerde Din Hürriyeti Danışma Komitesi)’yi oluşturdu. Daha sonra devlet sekreterliği görevine getirilen Madeleine Albrigth, Şubat 1997’de komiteyi açıkladı. “Dünyanın temel dinlerinin geleneklerini temsil eden önderler ve hocalardan oluşan,” komitenin görevi; “dış ülkelerde din hürriyetinin geliştirilmesi, korunması ve tanıtılması (öğretilmesi); bu konularda Devlet Sekreterine önerilerde bulunması” olarak belirtildi. ABD Başkanı, Danışma Komitesi’ne şu kişileri atadı: Protestanlar Ulusal Birliği’nden Don Argue, Hristiyan Kiliseleri Ulusal Konseyi’nden Joan Brown Campbell, Harvard Üniversitesi’nden Diana L. Eck, Amerika Bahaileri Müşavirler Kıtasal Yönetim Kurulu’ndan Wilma M. Ellis, Öğretim ve Liderlik için Ulusal Musevi Merkezi’nden Haham Irving Greenberg, Birinci Baptist Kilisesi Papazı James B. Henry, Afrikalı Metodistler Piskoposluğu Kilisesi piskoposu Frederick Calhoun James, Amerika Rum Ortodoks Bölgesi’ni temsilen Antonios Kireopoulos, Amerika Ortodoks Kilisesi’ni temsilen Leonid Kishovsky, Monumental Baptist Kilisesi’nden Samuel Billy Kyles, Emory Üniversitesi’nden Deborah E. Lipstadt, USIP (Birleşik Devletler Barış Enstitüsü)’den David Little, Newark Başpiskoposu Theodore McCarrick, Son Gün Havarileri İsa Kilisesi’nden Russell Marion Nelson, New Meksico Las Cruse piskoposu Ricardo Ramirez, CFR (Dış İlişkiler Konseyi)’den Barnett Richard Rubin, CIA’nın propaganda aygıtı Freedom House’un Puebla Projesi elemanlarından Nina Shea, İndiana Üniversitesi’nden Elliot Sperling, Müslüman Kadınlar Ligi başkanı Laila al Marayati ve Müslüman Amerikalılar Topluluğu başkanı İmam Wallace Deen Mohammed (Wallace Deloney Elijah) [4] Başkan, İstanbul’dan dini liderle görüşüyor Adı “uluslararası” ama, kendisi bir Amerikan yasası olması gereken “Uluslararası Din Hürriyeti” yasası çalışmaları sürdürülürken, din-inanç koruyuculuğuna soyunan ABD Başkanı William Jefferson Clinton, Hıristiyan, Musevi, Müslüman, Bahai, Budist, Hindu temsilcilerle görüşmeler yaptı. ABD’deki cemaat temsilcileriyle yetinmeyen federal devlet başkanı, Papa ile görüştükten sonra, İstanbul Fener Rum Ortodoks Kilisesi patriği Bartholomeos ile görüşerek, kurumsallaşmanın derin temellerini attı. [5] Bartholomeos, sonraki yıllarda ABD’nin Din Hürriyeti yasasından yararlanacağını biliyordu. [6] Çalışmalarını bir yıl sürdüren danışma komitesince, 23 Ocak 1998’de, “Din ve inanç hürriyetinin yayılmasının ABD dış politikasında birincil önceliğe sahip olmasını,” Dışişleri bakanlığı bünyesinde bir “Uluslararası Din Hürriyeti Bürosu” kurulmasını sağlayacak yasa taslağı hazırlandı.

[7] Komite yasa taslağı gerekçelerinde uluslararası din yönetiminin gerekçelerini, örgütlenme biçimini, kullanılacak araçları belirliyordu. Bir dizi gerekçeden ikisi, din hürriyeti misyonunu ABD’nin yüklenmesinin gereğini şöyle özetliyordu: “Din hürriyetinin yaygınlaştırılması ve (bu hürriyetin) baskı altına alınmasına karşı çıkma görevi temel Amerikan değerini içerir ve Birleşik Devletler’in uygun, önemli ve gerekli bir dış politika hedefidir. (.) Birleşik Devletler, evrensel insan haklarına bağlı bir dünya lideri olarak ve değişik dinsel nüfusa sahip bir ülke olduğundan bütün dinlerin haklarından sorumludur.” ABD’ni tüm dünyanın din işlerinde yetkili kılan komite, bu işlerin temelini de belirledi: “Din hürriyetini geliştirmenin uygun araçları bir yandan delil toplamayı ve rapor düzenlemeyi, öte yandan da etkin politik önlemlerin (alınmasını) kapsar.” “Politik önlem” teşvikleri ve caydırıcı yaptırımları içermeliydi. Amerika ile düzenli siyasi-ticari ilişkilerde öncelikler elde edilmesi, yardım ve destek görülmesi gibi teşvikler, 1940’ların sonundan bu yana zaten uygulanmaktaydı. “Yaptırım” ise ABD’nin politik egemenlik kurma girişimlerinde uyguladığı bilinen türdendi: “.kapalı ya da açık olarak kınama, (ticari – siyasi) önceliklerden mahrum etme ve caydırıcı ya da zorlayıcı önlemler…” Komite her ne denli sert önlemlerden yana görünmüyorsa da, ABD yönetimine açıktan silahlı müdahaleler için bir olanak da sağlamaktan geri kalmıyordu. Bu olanak, her yöne çekilebilecek öznel gerekçelerle müdahaleyi de güvence altına almalıydı ki, egemenlik eylemleri kolaylaşsın. Komite bu olanağı şöyle belirtiyordu: “Ambargo ve benzeri önlemler önerilemez, ancak süre giden derin adaletsizliklere karşı ve yalnızca masum sivillerin temel ihtiyaçlarının karşılanması koşuluyla ambargo uygulanabilir.” Yabancı ülkelerde adaletin sağlanıp sağlanmadığına karar verme yetkisinin bir devletin bir resmi bürosunda kararlaştırılmasına dayandırılmasının olanaksız olması gerekirken, özellikle son on yılın uygulamalarında, Birleşmiş Milletler kararına bile gerek duyulmadan yapılanlar düşünülürse, olsa olsa bir ‘çete hukuku’ndan söz edilebilir. ABD, dış ülkelerdeki misyonlarını, bulundukları ülkelerle ilgili “İnsan Hakları Raporları”nın yanı sıra, “Din Hürriyeti Raporu” hazırlamakla görevlendirdi. 1998 yılında da Amerikan Kongresi’nden devlet sekreterliği (Dışişleri)ne bağlı, “Uluslararası Din Hürriyeti (IRF) Bürosu” ve “Uluslararası Din Hürriyeti Danışma Komitesi (IRFAC)” kurulmasıyla ilgili bir karar çıkartıldı. Yeni kurumlaşmanın gerekçesi olarak ABD’nin kuruluşunun temelinde dinsel kurumların bulunduğunu ve Birleşik Devletlerin dünyada din hürriyetini gözetleyerek yaptırımlarda bulunma hakkı bulunduğu belirtildi.

Büronun başına Vietnam’da görev yapmış deniz pilot yüzbaşı Robert Seiple büyükelçi olarak atandı. [8] Seiple, askerlikten sonra Protestan kiliseler birliğinin yardım örgütü olan World Relief (WR)’in uzun yıllar başkanlığını yapmıştı. Bu yardım kuruluşunun dünyanın çeşitli ülkelerinde 47 şubesi bulunmaktadır. Örgüt asıl ününü Güney Amerika’da CIA işbirliğiyle yapmıştı. Din ve mezhep temsilcileri komitede Danışma komitesinin başkanlığında Musevileri temsilen “Religious Action Center of Reform Judaism (Musevilik Reformu Dinsel Eylem Merkezi) Başkanı Haham David Saperstein getirildi. Başkan yardımcılığını George Washington Üniversitesi Hukuk Merkezi Dekanı Michael K. Young üstlendi. Etik ve Halk Politika Merkezi Başkanı Elliot Abrams, Bulgaristan’ın demokratikleştirilmesine bazı partileri desteleyerek önemli katkıda bulunmuş olan AEI (Amerikan Girişimciler Enstitüsü) Başkan Yardımcısı John R. Bolton, Birleşik Devletler Bahai Milli Ruhani Cemaati Dış İlişkiler Sekreteri Firuz Kazemzade, Newark Piskoposu Theodore McCarrick, CIA’in propaganda aygıtı Freedom House’un Din Hürriyeti Merkezi yöneticisi Nina Shea, Washington Yüksek Mahkemesi yargıcı Charles Z. Smith ve MWL (Muslim Women’s League /Müslüman Kadınlar Ligi) eski başkanı Leyla El Marayati üyeliklere atandı. [9] / [10] / ABD yönetimi, “hürriyet” sözcüğünün ad olarak alan özerk komiteler oluştursa da, denetimi elden bırakmayacağı komite üyelerinin kimliklerinden anlaşılıyor. Din işleriyle ilişkili olmasından şu ya da bu din adamının, ya da bir hukukçunun ülkelerin geleceğine yönelik olarak askeri müdahaleyi de kapsayacak kararlar alacak bu komitede denetimi sağlayacak yetkinlikte, Elliot Abrams gibi deneyimli bir operatörün bulunması kaçınılmazdır. Elliot Abrams, Nikaragua-Iran-Contra operasyonunda ve birkaç yıl süren Venezuela “project democracy” ön uygulaması sonucunda, 2002 baharında, seçilmiş devlet başkanına karşı askerlerin de karıştığı darbe operasyonunda hep yönetici konumda bulunmuştur. Elliot Abrams, Türkiye (1984), Panama (1985), Nikaragua (1986), Honduras (1986) uygulamalrında görev almıştır. [11] İran-Contra operasyonunu yöneten üçlü eşgüdümcüden biri olan Reagan’ın Dışişleri Bakan Yardımcısı Abrams, “gladyatör” olarak ün salmıştır.

Onun işi özellikle Orta Amerika’daki ABD bağlısı diktatörleri desteklemek olmuştur. [12] ABD tarafından eğitilen ölüm taburları, El Salvador’da sivil halkı, silahsız köylü kitlelerini, işkenceden geçirmiş, ırza saldırmış ve toplu kıyım gerçekleştirmişlerdi. Birleşmiş Milletler Araştırma Komisyonu, yalnızca El Salvador iç savaşında 22.000 olay arasında ABD tarafından desteklenen diktatörün adamlarının yarattığı olayların oranını %85 olarak saptamıştır. ABD yanlısı katliamcıların silah masrafları büyük oranda kokain ticaretiyle karşılanmıştır. ABD soruşturma komisyonu ve CIA müfettişlerinin raporlarıyla ortaya çıkan ve doğrudan Reagan’ın onayını içeren bu kirli işlerle ilgili soruşturmada yalan ifade veren Abrams’ı George Bush tarafından bağışlanarak hapis yatmaktan kurtulmuştu. [13] Cumhuriyetçilerin en önemli adamı Elliott Abrams, Demokratların Başkanı Clinton tarafından Din Hürriyeti Komitesi’ne atanmıştı. 2001 yılında George Walker Bush Jr., başkan olunca, Abrams, Milli Güvenlik Komitesi’nin Demokrasi, İnsan Hakları ve Uluslararası Operasyonlar bölümünün başına getirilmiştir. Abrams’ın ilk işi deneyimine uygun olmuş ve Venezuela’da askeri darbe örgütlemek olmuştur. [14] Dünyanın dininden sorumlu komite başkanı Haham David Saperstein ise, İsrail destekçisi yahudilerin en önemli örgütü ADL (Anti Defamation League of B’nai B’rith) ve AIPAC yöneticilerindendir. Reagan demokratlarını barındıran AEI (American Enterprise Institute) Başkan Yardımcısı John R. Bolton ise 1990’da Bulgaristan iç siyasetinin yönlendirilmesinde görev almıştır. [15] Al-Marayati Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı Komitenin en dikkat çekici bir başka üyesiyse Leyla al-Marayati idi. Marayati, ABD’yi Pekin ve Varşova Dünya Kadınları toplantılarında temsil eden delegelerden biriydi.

Leyla El Marayati, bu toplantılarda Türkiye’yi dindarlara baskı uygulamakla, barbarlıkla suçlamış; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği İnsani Boyutlar Konferansı’nda Recep Tayyib Erdoğan’ı savunmuş ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Müslüman subayları ordudan attığını ileri sürmüştü. Merve Kavakçı olayında Türkiye’yi kaba bir dille suçlamaktan geri kalmayan Leyla al-Marayati, kadınları Türkiye’yi protesto etmeye çağırmıştı. [16] Marayati, SUM (Sisters United for Merve) yani, “Merve için birleşmiş kızkardeşler” örgütünü kurmuş, Akev (Whitehouse) önünde gösteriler düzenlemiş, direniş çağrısında bulunmuş ve Batı dünyasını Türkiye’ye karşı kışkırtmaya çalışmıştı. Leyla Al-Marayati’nin eşi Salam al-Marayati, Müslüman Halk İlişkileri Konseyi ve Güney Kaliforniya İslam Merkezi yöneticisidir. Hizbullah’ı destekleyen çıkışlarıyla ünlüdür. 1998 yılında ABD başkanınca Karşı Terör Komitesi’ne üye olarak atanmasının hemen ardından başlayan tepkiler üzerine komiteden çıkartılmasıyla adından çok söz ettirmişti

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir