Ergun Candan – Atalarımızın Gök Tanrı Dini

Yeni bir çağa doğru., Bir zamanlar Dünya’da yaşayan iki büyük uygarlık arka arkaya yaşanan büyük tufanlarla tarih sahnesinden silinmiş, sadece çevre kıtalara göç edenler hayatta kalabilmişlerdi. İnsanlar yaşanan bu iki büyük yıkımın sonunda her şeye yeniden başlamak zorunda kalmışlardı. Yüzyıllardır süren göçler sonunda bizim kıtalarımızda yeni yerleşim birimleri oluşturulmuş ve buralarda insanlık yeni bir devreye hazırlanmaktaydı. Binlerce yıl süren o muhteşem günler çoktan geride kalmış, insanlık artık aşağıya iniş sürecine girmiş, her geçen gün o eski bilgeliğin yerini yeni başlayan Demir Çağ’m yaşam standartları almaya başlamıştı. O büyük trajedi ve sonrasında yaşananlar gelecek kuşaklara aktarılmalı ve bu yaşananlar gelecekte de hatırlanmalıydı. O büyük Mu Kültürü unutulmamalıydı. Gelecekte birçok dine kaynaklık yapacak ve inisiyelerin yolunu aydınlatacak olan “Altın Çağ”a ait anılar ve bilgiler yokolup gitmemeliydi. Ancak ortada bir sorun vardı… Mu’ya at bilgiler açık olarak aktarılamazdı. Çünkü insanlık farklı bir çağa doğru ilerlemekte ve bu çağda artık açık bilgilere yer olmayacaktı. Aksi takdirde tüm gidişat allak bullak olur ve insanlık aşağıya iniş sürecine geçemezdi. Bir taraftan da tüm olup bitenler ve Mu’ya ait bilgilerin hiç değilse bir kısmının aktarılması gerekiyordu. Sırlar nasıl saklanacak… Nasıl açıklanacaktı?… Hem açıklanmalı, hem de saklanmalıydı… Ama bu öyle bir saklama olmalıydı ki, saklayalım derken tamamen unutulup gitmemeliydi. Bu bir hayli zor bir işti… Adeta içinden çıkılmaz bir sorun gibi görünüyoru.


İşte o gece Ra-Mu’nun başkanlığını yaptığı ve yüzlerce Naacal rahibinin toplandığı o büyük mecliste buna bir çare arandı. Sırlar nasıl açıklanacak ama nasıl saklanacaktı?… Naacal rahiplerinin ve eski Mu halkının hiç alışık olmadıkları bir durumla karşı karşıya kalmışlardı. O güne kadar hiç böyle bir durumla karşılaşmamışlardı… Mu’da böyle bir şeye ihtiyaç yoktu. Herşey apaçıktı. Bilgiler herkese aynı şekilde apaçık aktarılabiliniyordu. Şuursal yapıları buna uygundu. Şimdi ise farklı bir kıtada farklı bir sürecin içine girilmişti. “Altın Çağ”m aydınlığı artık yavaş yavaş kararacak, “Demir Çağ”m karanlığı tüm dünyayı saracaktı. Bu insanlığın aşamalı aşağıya iniş sürecine gireceği anlamına geliyordu. Bu çağda insanlık açık bilgiden uzak kalacaktı. Bunu da en iyi bilenler bu toplantıya katılan rahiplerdi. Kıtaları yaşanılan büyük tufanın sonunda parçalanmış ve geriye sadece küçük ada parçaları bırakarak okyanusun derinliklerine gömülmüştü. Ardından da Atlantis aynı kaderi yaşamıştı. Bu büyük trajedilerin yaşanmasından önce çevre kıtalara göçler düzenlenleyenler bu geldikleri yerlerde her şeye yeniden başlamak zorundaydılar. Yeni yapılar, mabetler kuracaklar ve geçmişin anılarını burada yaşatarak geleceğe aktaracaklardı. Ama en büyük zorluk bu anıların üstünü örterek anlatmakta yaşanıyordu.

Hem anlatacaklar hem de saklayacaklardı. Açıkça değil, üstü perdelenmiş bir şekilde… * Ve sonunda bir yol bulundu. Naacal rahiplerin o toplantısında sonunda bir yol bulundu… Yaşanılanlar ve geçmişe ait inisiy atik bilgilerini hikayeleştirilerek anlatacaklardı. Görünürde bir çocuk masalı gibi olacak ama içinde geçmişe ait büyük sırlar saklayacaklardı. Bunu yapabilmek için hikayelerin içleri, her biri bir bilgiye karşılık gelen sembollerle donatılacaktı. Bunun için de önce sembollerin belirlenmesi gerekiyordu. İlk başta kullanılacak semboller belirlenmeye başlandı. Bu başlı başına çok önemli bir çalışmaydı. Çünkü semboller öyle seçilmeliydi ki, tamamen anlaşılmaz ve gelecekte insanların hiçbir şey anlamayacakları gibi olmamalıydı. Ama bir okunuşta da anlaşılamayacak kadar kapalı olmalıydı. Bu ilk kez denenecek olan bir uygulamaydı. Ezoterizmin ilk adımları işte bu şekilde atılmaya başlanıyordu… Böylelikle mitolojiler oluşturulmaya başlandı. Mitolojilerin masalımsı anlatımlarında, yaşanılanlar ve geçmişe ait bilgiler gizlendi. … “Altın Çağ” artık sona ermişti. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Ama eskinin anıları geleceğe de bu bulunan yolla aktarılabilecekti… Şimdi işte o günlere geri dönüyoruz… GEÇMİŞTEN GELEN BÜYÜK SIR Sonun sırri; başlangıcın sırrında saklıdır… MİTOLOJİLERİ OKUYABİLMEK Yaptıkları bu işte öyle başarılı oldular ki, aradan geçen bunca zamana rağmen kuşaktan kuşağa aktarılarak gelen mitolojik hikâyelerin ardındaki sırlara ulaşabilmek, uzun bir süre mümkün olamadı… Bugün bile ezoterik bilgilerle mitolojileri yorumlayamayanlar için bu sırlar gizliliğini sürdürmeye devam etmektedir… “Efsaneler küçük bir parçasıyla gerçek, büyük parçasıyla hayâldir. Eski Türkler, dişi bir kurdun oğulları ve kızları olarak doğduklarına inanmıştı.” Mitolojiler ne yazık ki, günümüzde hâlâ okullarımızda öğrencilerimize bu şekilde gösterilmekte ve bu şekilde öğretilmektedir. Bu yanlış anlayışın henüz düzeltilememiş olması, okullarımızdaki öğrenim sisteminde ezoterik bilgilerin göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır. Her ne kadar okullarımızda bu düşünce sistemi varlığını sürdürse de, günümüzde birçok kişi kendi özel imkânlarıyla yaptıkları inceleme ve araştırmalarla, mitolojilerin ardında çok önemli ezoterik bilgilerin bulunduğunu artık fark etmiş durumdadır. Her geçen gün artan büyük bir okur kitlesi, bâtıni öğretileri, inisiyatik çalışmaları ve ezoterik bilgileri araştırmaktadır. O kurt bildiğiniz kurt değildir “Atalarımız dişi bir kurdun oğullan ve kızlan olarak doğduklarına inanmamışlardı.” Bu sözü birçok yerde duymuş ve okumuşsunuzdur. Türklerin’in kurttan türediklerine inanıyorlardı diye bir yorum; hem mitolojilerin sembolik bir dille ezoterik bilgileri anlattıklarım göz önünde bulunduramamaktan, hem de eski devirlerde yaşayan insanların zihinsel yapılarının gelişmemiş, çok geri düzeyde olduklarına dair yanlış ön kabulden kaynaklanmaktadır. Türk Mitolojisi’nde “Kurt’tan Türeyiş Efsanesi” var diye, atalarımızın kurttan doğduklarına inandıklarım söylemek, yapılan yanlış bir yorumun sonucudur. Evet… Türk Mitolojisi’nin en önemli öğelerinden biri “Kurt’tan Türeyiş Efsanesi”dır. Ama bu efsanenin içerdiği bilgi bu değildir. Çünkü o “Kurt” dağlarda dolaşan bildiğimiz “Kurt” değildir. Diğer efsanelerde olduğu gibi Türk Mitolojisi’nde geçen “Kurt’tan Türeyiş Efsanelerini”m de doğru okuyabilmek için ezoterik bilgilere ihtiyaç vardır. Aksi takdirde mitolojik hikâyelerle bir zamanlar anlatılmış olan gerçeklere ulaşabilmemiz mümkün olamaz.

GEÇMİŞ DEVRİN İNSANLARI Mitolojileri gerçek kimliğiyle ele alabilmek için öncelikle bu metinlerin kimler tarafından oluşturulduğunu iyi tespit etmek gerekir. Bu metinleri ilk oluşturanların zihinsel olarak bizden çok geri düzeyde olduklarını ve onların ateşe, taşlara taptıklarını düşünüyorsak ve böyle bir ön kabulün arkasından meseleye bakıyorsak, mitolojik metinler bizim için güvenilmez ve akıl dışı hikâyelermiş gibi gelecektir ki, günümüzde hâlâ böyle bir geleneksel anlayışın hakim olduğunu görmekteyiz. Okullarımızda öğrencilerimize öğretilen geleneksel kabul görmüş anlayış, geçmiş devirlerde yaşayan insanların putperest bir toplum oldukları yolundadır. Ancak mesele ezoterik bilgiler ışığında ele alındığında; tarihin hiçbir döneminde, hiçbir toplumun putlara tapmadıkları görülmektedir. İlkel olarak adlandırılmaya çalışılan toplumlarm bünyesinde yaşamış olan insanların en büyük özellikleri; okullarda da öğretilmeye çalışıldığı gibi, “putperest” olmalarıydı. Evet ilk okula başladığımız günlerden, üniversitenin son yıllarına kadar, dünya insanının geçirmiş olduğu tarihsel sürecin başlangıç noktası olarak, bizlere hep “Taş Devri” ve “Taş Devri”mn ilkel insanları gösterilmiştir… Bu tarihsel kronolojik yapının içinde bizlerden gerek bilimsel gerekse de spiritüel alanda çok daha ileri seviyede oldukları bilinen Mu ve Atlantis Uygarlıkları’na yer verilmez. P a d ific OLadko*e.s. CDargunis. Blplljl •AH. m m W U . NtKı»ı«;. * C .0S»MM. CT““‘T‘- CGoo*.

S Ü i i B S ÖOEAN. E e d e r a p h i d a l P d s i t i o n D f -Mu. V^HEHE l|W İİ|^Sİİİİİİ|İ®İİİ^İİkW RITTEN .BB.^W . Tibet’teki bir mabette saklanan ve bazı rahipler tarafından kendisine açıklanan Naacal Yazıtlarından edindiği bilgiler ışığında 1927 yılında James Churchward tarafından çizilen MU Haritası. İlk araştırmayı Atatürk yaptırmıştı… Bu alanda Türkiye’de ilk araştırma daha önceki kitaplarımda da sizlere aktarmış olduğum gibi Atatürk tarafından gerçekleştirilmiş ve yurdumuzda Mu ve Atlantis Uygarlıkları ile ilgili kapsamlı bir araştırma bizzat Atatürk tarafından yaptırılmıştır. Ne yazık ki, kendisinden sonra bu alanda resmi ve bilimsel hiçbir araştırma yapılmamış ve Atatürk’ün ortaya çıkarttığı bilgiler üzerinde bilimsel çevreler yeterince durmamış hatta böyle bir araştırmayı görmemezlikten gelmişlerdir. Atatürk’ün yaşamının son yıllarında yaptırmış olduğu o araştırma daha derinleştirilmiş ve üzerinde bilimsel araştırmalar gerçekleştirilmiş olsaydı, sadece mitolojilerin içeriklerine ulaşmak değil, dinlerin de asıl içeriklerine ulaşabilmek mümkün olabilirdi. Ama bunun istenmediğini hepimiz biliyoruz. Özellikle de dinlerin grçek içeriklerinin su üstüne çıkması hiçbir zaman istenmemiştir. Dinlerin bu içsel bilglerini ortaya çıkartmak için İslâmiyet’in içinde yürütülen bâtıni çalışmalar tarihin her döneminde din dışı çalışmalar olarak nitelendirilmiş ve halka bu düşünce dini otoritelerce sunulmuştur. Böylelikle halkın büyük bir bölümü bu bilgilerden uzak kalmış ve onlar için dini bilgiler kendilerine anlatılan ibadet ve iman aşamasından öteye geçememiştir. Atatürk’ün yaptırdığı ve kendisinin bizzat ilgilendiği bu araştırmaların büyük bir kayıp olmuştur. Atatürk tarafından çeşitli profesörler ve bilimadamlarmca gerçekleştirilen bu araştırmalar sürdürülmüş olsaydı, bugün okullarımızda öğreatilen tarihsel kronoloji ve dinler tarihi çok farklı noktalara gelebilirdi.

Ancak ne yazık ki, bu mümkün olamamıştır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir