Erich Fromm – İnsandaki Yıkıcılığın Kokenleri 1

BU İNCELEME ruhçözümsel kurama ilişkin kapsamlı bir çalışmanın birinci cildidir. İşe saldırganlık ve yıkıcılığın incelenmesiyle başladım, çünkü dünyayı kaplayan yıkıcılık dalgası nedeniyle bu konu, ruhçözümlemenin temel kuramsal sorunlanndan birisi olmasının yanı sıra, pratikte bizi en yakından ilgilendiren konulardan da birisi olmaktadır. Altı yılı aşkın bir süre önce bu kitaba başladığımda, karşılaşacağım güçlükleri çok hafife almıştım. Kısa sürede ortaya çıktı ki, eğer kendi uzmanlık alanımın, yani ruhçözümlemenin sınırlan içinde kalırsam insanın yıkıcılığı hakkında yeterli bir şeyler yazmama olanak yoktu. Bu araştırma, bir yandan öncelikle ruhçözümsel bir araştırma niteliği’taşırken çok dar ve bundan dolayı da çarpıtıcı bir bilgilenme çerçevesinde çalışmaktan kaçınmak için öteki alanlarda, özellikle sinir fizyolojisi, hayvan ruhbilimi, fosilbilim ve insanbilim alanlarında bir ölçüde bilgi sahibi olmayı da gerektiriyordu. En azından, vardığım sonuçları, öteki alanlarda elde edilen ana verilerle karşılaştırarak gözden geçirebilmeliydim. Ancak böylelikle, varsayımlarımın o verilerle çelişmediği konusunda emin olabilir; söz konusu verilerin benim varsayımlarımı doğrulayıp doğrulamadığı —ki ben doğruladığı umudundayım— konusunda bir karara ancak böylelikle varabilirdim. Bütün bu alanlarda saldırganlık konusunda elde edilen bulgulan aktaran ve bütünleştiren, hatta bu bulgulan herhangi bir özgül alanda özetleyen hiçbir yapıt bulunmadığı için böylesi bir girişimde benim bulunmam gerekiyordu. Düşünceme göre, bu girişim, bir tek öğretinin bakış açısından elde edilen bir görüşü değil, yıkıcılık sorununa ilişkin 12 ÖNSÖZ evrensel görüşü benimle paylaşma olanağını sağlayarak okurlarıma da hizmet edecekti. Açıktır ki, böylesi bir girişimin birçok beklenmedik tehlikesi vardır. Açıkçası, bütün bu alanlarda — özellikle de pek az bilgi ile yola çıktığım bir alanda: sinir bilimleri alanında— uzmanlık kazanmama olanak yoktu. Bu alanda bir parça bilgi kazanabildim; o da yalnızca kendim inceleme yaparak değil, sinirbilimcilerin inceliği sayesinde. Bu bilim adamlarının birçoğu bana kılavuzluk ettiler, birçok sorumu yanıtladılar, bazıları elyazmasının ilgili bölümlerini gözden geçirdiler. Her ne kadar uzmanlar, kendi özel alanlarında onlara yeni şeyler öneremeyeceğimi çok iyi bilseler de, böylesine temel önem taşıyan bir konuda öteki alanlardan elde edilen verilerle daha yakından karşılaşma olanağını da hoşnutlukla karşılayacaklardır Kaçınılmaz bir sorun da yinelemeler ve önceki çalışmalarımla bazı çakışmaların olmasıdır. Otuz yılı aşkın bir süreden bu yana insanlığa ilişkin sorunlar üzerinde çalışmaktayım ve süreç içersinde, bir yandan eski alanlara ilişkin anlayışlarımı derinleştirir ve genişletirken öte yandan da yeni alanlar üzerinde dikkatimi yoğunlaştırmaktayım.


Bu kitabın ele aldığı yeni kavramlar konusundaki düşüncelerimi sunmak-sızın insanın yıkıcılığı hakkında yazmama olanak yoktur. Bundan önceki yayınlarda yer alaa daha geniş kapsamlı tartışmalara değinmekle yetinerek, yineleme yapmaktan elden geldiğince kaçınmaya çalıştım; ama yine de yinelemeler kaçınılmazdı. Bu bakımdan özel bir sorun, ölüseverlik-canlıseverlik (necrophiliabiophilia) konusunda daha çekirdek halinde bulunan yeni bulgularımdan bazılarını içeren Sevginin ve Şiddetin Kaynağı’âa. Bu kitapta, bu bulgularımı hem kuramsal açıdan hem de klinik açıklama bakımından büyük ölçüde genişleterek sundum. Burada açıklanan görüşlerle önceki yazılarda açıklanan görüşler arasındaki belirli ayrılıkları tartışmadım; çünkü böylesi bir tartışma oldukça geniş yer tutardı ve çoğu okurların dikkatini yeterince çekmezdi. Geriye yalnızca, bu kitabın yazılmasında bana yardım edenlere teşekkürlerimi sunma görevi, bu zevkli görev, kalıyor. Davranışçılığa ilişkin sorunların kuramsal açıdan aydınlatılmasında gösterdiği yardımseverliğe ve konuyla ilgili yazının araştırılması sırasındaki yorulmak bilmez yardımlarına çok şey borçlu olduğum Dr. Jerome Brams’a teşekkür etmek istiyorum. ÖNSÖZ 13 Sinir fizyolojisi konusundaki incelememi yardımlarıyla kolaylaştırdığı için Dr. Juan de Dios Hernândez’e minnet borcum var. Saatlerce süren tartışmalarda birçok sorunu o açıklığa kavuşturdu, geniş • kapsamlı yazın konusunda beni aydınlattı ve elyazmasının sinir fizyolojisine ilişkin sorunları ele alan kısımları konusunda görüşlerini bildirdi. Bazen uzun boylu kişisel konuşmalarla, bazen de mektuplarla bana yardımcı olan aşağıdaki şinirbilimcilere teşekkür ederim: Merhum Dr. Raul Hernandez Peon’a, Dr. B. Livingston, Dr.

Robert G. Health, Dr. Heinz von Foerster ve elyazmasının sinir fizyolojisine ilişkin bölümlerini de okuyan Dr. Theodore Melnechuk’a, Massachusetts Teknoloji Kurumu Sinirbilimleri Araştırma Programı üyeleriyle benim için bir toplantı düzenlediğinden dolayı Dr. Francis O. Schmitt’e de borcum var. Bu toplantıda üyeler benim kendilerine yönelttiğim soruları tartıştılar. Hitler konusundaki bilgilerimin zenginleşmesine karşılıklı konuşmalarla ve yazışmalarla en çok yardımı dokunan Albert Speer’e teşekkür ederim. Nürnberg duruşmalarına katılan Amerikalı savcılardan birisi olarak topladığı bilgilerden dolayı Robert M. W. Kempner’a da borçluyum . Elyazmasını okuyarak çok değerli eleştirel ve yapıcı önerilerde bulundukları için Dr. David Schecter’a, Dr. Michael Maccoby’ye ve Gertrud Hunziker-Fromm’a; felsefeye ilişkin konularda bana yardımı dokunan önerilerinden dolayı Dr. Ivan Illich’e ve Dr.

Ramon Xirau’ya; hayvan ruhbilimi alanındaki yorumlarından dolayı Dr. W. A. Ma-son’a; fosilbilime ilişkin sorunlar konusundaki yararlı yorumlarından dolayı Dr. Helmuth de Terra’ya; gerçeküstücülükle ilgili yararlı önerilerinden dolayı Max Hunziker’a ve Naziler’in terör uygulamalan konusundaki aydınlatıcı bilgilendirmesinden ve önerilerinden dolayı Heinz Brandt’a teşekkür borçluyum. Bu çalışmaya karşı gösterdiği etkin ve yüreklendirici ilgiden dolayı Dr. Kalinkowitz’e teşekkür ederim. Meksika’nın Cuernavaca kentinde bulunan Kültürlerarası Belgelendirme Merkezi’nin kaynakça kolaylıklarından yararlanmama yardımcı oldukları için Dr. Illich’e ve Bayan Valentina Boresman’a da teşekkür ederim. Son yirmi yıl içersinde, elinizdeki kitap da dahil yazdığım her elyazmasının birçok kopyasını defalarca daktiloya çekmekle kalmayıp, dil konusunda büyük duyarlık, anlayış ve titizlik göstererek ve birçok 14 ÖNSÖZ değerli önerilerde bulunarak aynı zamanda yazdıklarımı düzelten Bayan Beatrice H. Mayer’a derin minnetimi sunmak için bu olanaktan yararlanmak istiyorum. Ülke dışında bulunduğum aylarda, Bayan Joan Hughes elyaz-masıyla ustaca ve yapıcı bir biçimde ilgilendi; bu ilgisini teşekkürle anıyorum. Çok ustaca ve titiz yayıma hazırlama çalışmasından ve yapıcı önerilerinden dolayı, Holt, Rinehart ve Winston’m baş yayımcısı Joseph Cunneen’a da teşekkürlerimi sunarım. Aynca, piyasaya çıkarılmasının çeşitli aşamalarında elyazması üzerinde çabalarını birleştirmekte gösterdikleri beceri ve özenden dolayı Holt, Rinehart ve Winston’m idarî yayımcısı Bayan Lorraine Hill’e ve yapım yayımcıları Bay Wilson R. Gathings ile Bayan Cathie Fallin’e teşekkür etmek istiyorum.

Son olarak, titiz ve bilgili yayım çalışmasının kusursuzluğundan dolayı Marion Odomirok’a teşekkür ederim. Bu araştırma, Ulusal Akıl Sağlığı Kurumu’na bağlı Kamu Sağlığı Servisi’nin MH 13144-01, MH 13144-02 No.lu izniyle kısmen desteklenmiştir. Bir yardımcıdan ek yardım görmemi sağlayan Albert ve Mary Lasker Vakfı’nın bu katkısını da belirtirim. E.F. New York Mayıs 1973 TERİMLER «SALDIRGANLIK» sözcüğünün belirsiz anlamlarda kullanılması, bu konudaki zengin yazında büyük karışıklıklar yaratmıştır. Saldırıya karşı kendini savunan insanın davranışı için, para almak amacıyla kurbanını öldüren soyguncuyu anlatmak için, bir hükümlüye işkence eden bir sadisti anlatmak için bu terime başvurulmuştur. Karışıklık daha da ileriye gitmektedir: erkeğin dişiye cinsel yaklaşımı için, bir dağcıyı ya da satıcıyı ileriye yönelten tepiler için ve toprağı süren çiftçi için bu terim kullanılmıştır. Bu karışıklık belki de davranışçı düşünüşün ruhbilim ve ruhhekimliği alanındaki etkisinden kaynaklanmaktadır. Bütün «zararlı» haraketlere—bir başka deyişle, cansız bir şeyi, bir bitkiyi, bir hayvanı ya da bir insanı zarara ya da yıkıma uğratıcı etkiye sahip hareketlere— saldırganlık denecek olursa, o zaman elbette bu zararlı hareketlerin ardında yatan tepinin niteliği bütünüyle ilgi dışı kalır. Yıkıma uğratma amacı taşıyan hareketlerin, savunma amacı taşıyan hareketlerin ve kurma amacı taşıyan hareketlerin hepsi bir ve aynı sözcükle adlandınhrsa, o zaman gerçekten bunların «neden»ini anlama umudu ortadan kalkar; bunların hiçbir ortak nedeni yoktur, çünkü hepsi de bütünüyle ayrı olgulardır. Bu durumda birisi «saldırganlık»m nedenini bulmaya uğraşırsa, kuramsal açıdan umutsuz bir konumda kalır.1 Örnek olarak Lorenz’i ele alalım. Ondaki saldırganlık kavramı, özgün biçimiyle, bireyin ve türün varlığını sürdürmesine yarayan, biyolojik bakımdan uyum sağlayabilir nitelikte ve evrim süreci içinde Bununla birlikte, Freud’un saldırganlığın farklılıkları konusundan habersiz olmadığını belirtmek gerekir (bkz.

Ek). Dahası, Freud örneğinde, temelde yatan güdü. davranışçı bir yönelimde bulunamaz. O, kendisine ait ölüm içgüdüsü gibi kapsamlı kategorilere uygun düşsün diye, büyük ölçüde geleneksel kullanımdan ayrılmadı ve aynca, en genel terimleri yeğledi. TERİMLER 16 TERİMLER gelişmiş bir güdüye ilişkindir. Ama «saldırganlık»ı, öldürme arzusunu ve zalimliği anlatmak amacıyla da kullandığı için, vardığı sonuç, bu akıldışı tutkuların aynı zamanda doğuştan olduğu yolundadır ve savaşlar, öldürmekten haz duymanın yol açtığı olgular olarak anlaşıldığı için, bundan çıkan sonuç da savaşlara insanın doğasında doğuştan var olan yıkıcı bir eğilimin neden olduğu yolundadır. «Saldırganlık» sözcüğü, (kötü nitelik taşımayan) biyolojik bakımdan uyarlanabilir saldırganlık ile gerçekten kötü olan insan saldırganlığı arasında bağlantı kurmak için uygun bir köprü görevi yapmaktadır. Bu tür «akıl yürütme»nin özü şudur: Biyolojik bakımdan uyarlanabilir saldırganlık = doğuştan Yıkıcılık ve zalimlik = saldırganlık Dolayısıyla: Yıkıcılık ve zalimlik = doğuştan. QED.* Bu kitapta, «yumuşak saldırganlık» adı altında topladığım savunmaya dönük, tepkici saldırganlık için «saldırganlık» terimini kullandım; ama insanlara özgü bir eğilim olan yıkıma uğratma ve mutlak denetime ulaşma eğilimini («kıyıcı saldırganlık»ı) «yıkıcılık» ve «zalimlik» olarak adlandırıyorum. Savunmaya dönük saldırganlık anlamından daha başka bir anlamda «saldırganlık» sözcüğünü kullanmak, belirli bir bağlamda daha yararlı göründüğü için her ne zaman bu sözcüğü kullandıysam, yanlış anlamaya yol açmamak için sözcüğün anlamını sınırlandırdım. Anlama ilişkin bir başka sorunu da insanlığı ya da insan soyunu anlatan bir sözcük olarak «man»** sözcüğünün kullanılması yaratıyordu. Ataerkil toplumda gelişmiş bir dilde hem erkeği hem de kadını anlatmak için «man» sözcüğünün kullanılması şaşırtıcı değildir. Ama inanıyorum ki, yazarın bu sözcüğü ataerkil anlayışla kullanmadığını belirteceğim diye sözcükten kaçınmak biraz kuralcılık olurdu. Gerçekte, kitabın içeriği, bu konuyu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıklığa kavuşturacaktır.

İnsanlardan söz ederken genellikle «he»*** sözcüğünü kullandım, *Q.E.D. (Latince: quod erat demonstrandum) : Öklit teoremlerinin sonuna eklenen bu kısaltma şu anlama gelmektedir: Kanıtlanması gereken de buydu. (Çev.) **Ingilizce’de «man» sözcüğü, hem insan, insanlık anlamında, hem de cinsiyet olarak «erkek» anlamında kullanılabilir. (Çev.) ***tngilizce’de «he» ve «she» kişi adıllarıdır. «He» erkek yerine, «she» kadın yerine kullanılır. (Çev.) 17 çünkü her defasında «he ya da she» demek saçmalık olurdu. Sözcüklerin çok önemli olduklarına inanıyorum ama şuna da inanıyorum ki, sözcükler putlaşürılmamalı ve sözcüklere, açıkladıkları düşüncelerden daha büyük ilgi gösterilmemeli. Belgelendirmenin özenli olması amacıyla, bu kitaptaki alıntılar, yazarın adı ve basım yılı ile birlikte verilmiştir. Bu, okura, Kay-nakça’da daha geniş bilgi bulma olanağı verecektir. Bu nedenle, tarihler, Spinoza (1927) alıntısında olduğu gibi, her zaman yazılış zama-nıyla ilintili değildir.

Kuşaklar zaman geçtikçe kötüye gidiyorlar. Öyle bir zaman gelecek ki, kuşaklar iktidara tapacak kadar düşkünleşecekler, kaba güç onlara doğru gelecek ve iyiye duyulan saygı ortadan kalkacak. Sonunda, hiçbir kimse artık yanlışlıklara kızmaz olunca ya da hiç kimse kötülüklerin varlığından utanç duymaz olunca Zeus onları da yok edecek. Yine de, eğer sıradan halk kendisine baskı yapan egemenlere karşı ayağa kalkacak ve onlan alaşağı edecek olursa, o zaman bile bir şeyler yapılabilecektir. Demir Çağı’na ait Yunan Efsanesi Tarihe baktığımda, ben kötümser bir kişiyim… ama tarihöncesine baktığımda iyimser birisiyim. J. C. Smuts İhsan bir yandan kendi türüyle kavga etmesi yönünden birçok hayvan türünün akrabasıdır. Ama öte yandan da o, kavga eden binlerce tür arasında, kavgasını yıkıcılığa ulaştıran tek türdür… tnsan, kitle katliamcısı olan tek türdür, kendi toplumu içinde bir çıban başı olan tek varlıktır. N. Tinbergen GİRİŞ: İÇGÜDÜLER VE İNSAN TUTKULARI ULUS ve dünya ölçeğinde şiddet ve jjkıcılığın artması, bu işle uğraşanların ve bütün kamuoyunun dikkatini, saldırganlığın doğasının ve nedenlerinin kuramsal açıdan araştırılmasına yöneltmiştir. Bu ilgi şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, bu uğraşın çok yeni olması gerçeğidir. Özellikle Freud gibi dev bir araştırıcının cinsel dürtü çevresinde yoğunlaşan eski kuramını gözden geçirerek, daha 1920’lerde yıkıma uğratma tutkusu («ölüm içgüdüsü») ile sevgi tutkusunu («yaşam içgüdüsü»nü, «cinsellik»i) eşit güçte gösteren yeni bir kuram belirlemesinden beri b.u uğraş sürmektedir.

Bununla birlikte, kamuoyu, Fre-ud’çuluğu, bir tek kendini koruma içgüdüsünce denetlenen cinsel arzuyu (libido) insanın asıl tutkusu olarak gören bir kurammış gibi düşünmeye büyük ölçüde devam etmiştir. Bu durum ancak altmışlı yılların ortalarına doğru değişmiştir. Bu değişikliğin akla gelebilecek bir nedeni, şiddetin ulaştığı düzeyin ve savaş korkusunun dünya ölçeğinde belli bir sınıra gelip dayanmış olduğu gerçekliğidir. Ama bu değişikliğe katkıda bulunan bir başka etken de insanın saldırganlığı konusunu ele alan çeşitli kitapların, özellikle Koıırad Lorenz’in Saldırganlık Üzerine (1966) adlı kitabının yayımlanmasıydı. Hayvan davranışı1 alanında, özellikle balıklanıl ve Lorenz, hayvan davranışlarının incelenmesine «etoloji» adını verdi; bu garip bir terimdir, çünkü etoloji sözlük anlamı bakımından «davranış bilimi» (Yunanca ethos «davranış», «kalıp» sözcüğünden alınma) demektir. Lorenz. hayvan davranışının incelenmesini anlatmak için buna «hayvan etolojisi» demeliydi. Onun etolojisinin anlamını belirlemeye seçmemesi, elbette, insan davranışının hayvan davranışı sınıfına sokulması gerektiği yolundaki düşüncesini ortaya koymaktadır. John Stuart Mill’in Lorenz’den çok önce, kişilik bihmini adlandırmak için «etoloji» terimini türetmiş olması ilginç bir gerçektir. Bu kitabın ana düşüncesini çok kısa olarak anlatmak isteseydim, kitabın, Lorenz’in değil de Mill’in anladığı anlamda «etoloji»yi ele aldığını söylerdim. 20 GİRİŞ İÇGÜDÜLER VE İNSAN TUTKULARI 21 kuşların davranışı alanında seçkin bir bilgin olan Lorenz, çok az deneyimi ya da uzmanlığı bulunan bir alana, insan davranışı alanına el atma yürekliliğini gösterdi. Çoğu ruhbilimcilerin ve sinir bilimcilerin bir kenara itmesine karşın, Saldırganlık Üzerine bir best-seller (en çok satan kitap) oldu ve aydın topluluğunun geniş bir bölümünün zihninde derin izler bıraktı. Bunların birçoğu Lorenz’in görüşünü sorunun kesin yanıtı olarak kabul ettiler. Çok ayrı türde bir yazarın, Robert Ardrey’nin daha önce yayımlanan yapıtlarının (African Genesis, 1961 ve The Territorial Imperative, 1967) Lorenz’in fikirlerinin halk arasında tutulmasına büyük katkısı olmuştur. Bir bilim adamı değil de yetenekli bir oyun yazan olan Ardrey, insanlığın başlangıcına ilişkin birçok veriyi, insanın doğuştan saldırganlığını kanıtlama amacı güden ustaca ama yansızlıktan da çok uzak bir özet halinde dokumuştur.

Bu kitapları, hayvan davranışlarını inceleyen başkalannınkiler izledi; örneğin Desmond Mor-ris’iıı Çıplak Maymun’u (1967) ve Lorenz’in öğretilisi I. Eibl-Eibes-feldt’in Sevgi ve Nefret Üzerine’si (1972) bu kitaplardandır. Bütün bu yapıtlar temelde aynı savı içermektedir: savaşta, suçta, kişisel tartışmalarda ve her türden yıkıcı ve sadistçe harekette açığa çıkan insanın saldırgan davranışı, boşalma yollan arayan ve kendini açığa vurmak için uygun bir durumun doğmasını bekleyen, kalıtımsal olarak programlanmış doğuştan bir içgüdüden kaynaklanır. Belki de Lorenz’in yeni-içgüdücülüğü, öne sürdüğü savlar çok sağlam olduğu için değil, halk bunlardan etkilenmeye çok açık olduğu için bu denli başarılı olmuştur. Korku içinde olan ve yıkıma doğru ilerleyen gidişi değiştirme gücünü kendinde bulamayan insanlar için, şiddetin hayvansı doğamızdan, denetlenemez bir saldırganlık dürtüsünden kaynaklandığı konusunda bize güvence veren ve yapabileceğimiz en iyi şeyin, Lorenz’in öne sürdüğü gibi, bu dürtünün gücünü açıklayan evrim yasasını anlamak olduğunu söyleyen bir kuramdan daha çekici ne olabilirdi? Doğuştan saldırganlığa ilişkin bu kuram, kolayca, olacaklardan duyulan korkuyu yatıştırmaya ve güçsüzlük duygusunu akılcılaştırmaya yarayan bir ideoloji haline gelir. Içgüdücü bir kuramın bu basite kaçan yanıtının, yıkıcılığın nedenlerine ilişkin ciddi incelemelere yeğ tutulmasının başka gerekçeleri de vardır, ikinci seçenek, yürürlükteki ideolojinin temel önermelerinin araştınlmasını gerektirir; bizi, toplumsal dizgemizin akıldışılığını irdelemeye ve «savunma», «onur», «yurtseverlik» gibi saygı uyandıncı sözcüklerin ardına saklanan tabuları çiğnemeye götürür. Toplumsal dizgemize ilişkin derinlemesine bir çözümlemeden başka hiçbir şey yıkıcılığın artmasının nedenlerini açığa çıkaramaz ya da yıkıcılığı azaltmanın yollarını ve araçlannı gösteremez. Içgüdücü kuram, zor bir görev olan bu çözümlemeyi yapma görevine sırt çevirmemizi öneriyor. Hep birlikte kendimizi paralasak bile «doğa» mızın bu yazgıyı bize yüklediği inancıyla hiç değilse böyle davranabileceğimizi ve niçin her şeyin kendi bildiğince meydana gelmiş olduğunu anlayacağımızı belirtmek istiyor. v. Ruhbilimsel düşüncede gözlenen bugünkü saflaşmaya bakılırsa, Lorenz’in insan saldırganlığına ilişkin kuramını eleştirme görevini, ruhbilim alanındaki öbür ağır basan kuramın, yani davranışçılığın yüklenmesi beklenir. Davranışçı kuram, içgüdücülüğün tersine, insanı belli bir biçimde davranmaya yönelten öznel güçlerle uğraşmaz; insanın ne hissettiğiyle değil, yalnızca onun davranış biçimiyle ve onun davranışını biçimlendiren toplumsal koşullanmayla ilgilenir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir