Esat Korkmaz – Dâr’dan İndirme Erkânı

Alevilik-Bektaşilik, kan bedeli ödenerek oluşturulmuş bir bilinçtir-inançtır. Bu bilincininancın örgütlenmesi anlamında bir bilgelik öğretisidir; dinsel felsefeninin sınırlarının aşılmasıyla kazanılan felsefi bir dindir. Yasaklı bir kültür olduğu için de yaralı bir bilince sahiptir; ötekinden daha kötü bir öteki. Tam da bu nedenle azap çekmek çile çekmek anlamında bir eğitim yöntemidir. Ruh-beden bütünleşmesinin içe-dışa vurumu olarak algılanan sevgi-aşk, bilgiden uzaklaşma yeteneği göstermez. Bedeni küçümser, ruhu tanımazsak, bilginin kaynağı kurur; aşk da sevgi de aşkın alanlara taşınır: Unutmayalım ki ruhlar da buharlaşır. Buharlaşan ruh, dâhileşir; dâhileşen ruh, kimliği egemenliği altına alır. Biz, ruhumuzun efendisi olmak istemiyor muyuz? Öyleyse ruhu su gibi içimizde tutmasını öğrenmeliyiz. Tenini tembelliğe alıştırma: Bunun için tenini örsele, onu hüner edinmeye zorla. Ten tembellik etmekten hoşlanır; bunu bil, onu kendi haline bırakma; örsele, iş gördür, dinlendirme. Unutma ki beden ya da ten, senin buyruğunla hareket eder. Düşüncesini örselemeyen, düşüncesine iş gördüremeyen, yani düşünsel deneyim yapamayan, buyruk yazamaz. Demek ki bedenini-tenini tembel bırakırsan bedenine-tenine itaat edersin, örseler-iş gördürürsen o sana itaat eder. Yaşamın iki sermayesi vardır: Biri can, diğeri ten. Ten, makamdır, can ise o makamda oturandır.


Hak bu iki sermayeye de üçer özellik verdi. Canın üç özelliği şöyle sıralanabilir: Diri, hareketli ve hafif. Tenin üç özelliği ise şöyledir: Ölü, kımıldamaz ve ağır. Özelliklerden de anlaşılacağı gibi teni diri gösteren canın diriliğidir; can teni terk ettiğinde, tenin ölü olduğu anlaşılır. Benzer biçimde tenin hareketi canın hareketinden, hafifliği canın hafifliğindendir. Can teni terk ettikten sonra tenin ağırlığı hissedilir. Canla ten çok iyi arkadaş olurlarsa, yaşamın süresi uzar. Bu arkadaşlığın belirleyici özelliği canın, teni kendi özelliğiyle saklamasıdır. O nedenle can teni, kimi zaman çalıştırır, kimi zaman dinlendirir. Can-ten arkadaşlığı iyi ise canın iç hizmetlileri olarak algılanan arkadaşları da, yani işitme, görme, dokunma, konuşma, zevk-tat alma da iyi yaşam sürer. Diğer yandan ten ev, can ev sahibidir; canın arkadaşları da ev sahibinin akrabaları gibidir. Ev çökerse ne ev sahibi kalır ne de akrabalar: Canın hizmetlisi durumunda bulunan yoldaşları yok olur; can teni terk eder. Ancak canın, iç hizmetlilerden başka iki tane de dış hizmetlisi vardır. Ev göçse de bunlara bir şey olmaz. Bunlar; bilinç ve inançtır.

Bu ikisi insanın içinde değil, dışındadır: Yaşamın hemen her türden çabasında hizmetli olan bilinç ve inanç, canlı ve cansız doğanın hafızasına kaydedilir. Yeni don edinmek aslında, hafızaya kaydedilmiş bilince-inanca sahip çıkmaktan başka bir şey değildir. Bedenin ya da tenin cana itaat etmesi doğrudur ama bu onu köle yapması anlamına gelmez. Ten ya da gövde, ilk bakışta biyolojik bir alan gibi gözükür: Bunun bir yanılsama olduğunu bilmemiz gerekir. Çünkü tenin ya da gövdenin aynı zamanda, bireysel-toplumsal ve kültürel yanı vardır. O da doğar, büyür, hisseder, acı çeker, haz alır, yaşlanır ve ölür. Bu nedenle özellikle bâtınî kültürde, önemli bir simge durumundadır. Hakikate ulaşmak temelde çileye, yani bedenin ya da tenin acı çekmesine bağlıdır. Alevilik-Bektaşilikte tenin ya da bedenin ıstırabı olarak algılanan acıya dayanma, adanmışlığın ölçütü durumundadır. Demek ki gerçek ile ten ya da beden arasında bir ilişki vardır. Bâtıni algıda hakikat bedende mesken tutmuştur; ya gönüllü işkence, yani çile ile ya da zorunlu işkence ile hakikat meskeninden çıkarılabilir. Yol bir rıza kapısı olarak inanca taşınır. İmam Cafer Buyruğunda da dile getirildiği gibi Rıza üç türlüdür: ÜÇ RIZA 1) KİŞİNİN KENDİSİ İLE RIZASI (Dâr Pirlerine Bağlanmak) Pir önünde, kişinin kendi özüyle hesaplaşmasıdır/ yüzleşmesidir; kendi kendini ölçmesi, kendi kendini yargılamasıdır. Bir başkasının tanıklığı ya da şikâyeti olmaksızın, özeleştiri yapmasıdır. Bu anlamda Pir Önü, bir aynadır; Yol eri aynada kendini görecek, kendisiyle baş başa kalacak, eğer bir suçu/hatası/eksikliği varsa kendini ele verecektir.

Bunu başarabilen Hak yolcusu, insanlık aşamasına çıkmış demektir. Yol eri için insanlık aşamasını hak etmek, yani kendisiyle rızalaşmasını mühürleyebilmek için, dâr pirlerinin felsefesini felsefe, öğretisini öğreti, inancını inanç bilmek durumundadır. Bu olgu aynı zamanda, Aleviliğin peygamberli bir kültür değil, okullu bir gelenek olduğunu kanıtlar. 2) KİŞİNİN TOPLUMLA RIZASI (Eline-Diline-Beline Sahip Olmak) Kişinin toplumla rızası; eline-diline-beline sahip olmakla gerçekleşir. Kısaca Edeb olarak algılanan bu üç mühür, kişiyi kötülükten uzak tutar. Bunu gerçekleştirmeyen Hak yolcusu hiçbir zaman kendini bulamaz; toplum ondan, o toplumdan razı olmaz. Edeb’in açılımını yaparsak; eline sahip olma, hırsızlık yapmama, kan akıtmama anlamında, Alevi barışçılığının ve cana saygısının bir simgesi durumundadır; bu yolla bir Alevi eli, suç işleme aracı olmaktan çıkarıp güzellikleri yaratma aracı haline dönüştürmüş olur. Diline sahip olma, yalan söylememeyi, sözle insanları birbirine düşürmemeyi, kov ve gıybette bulunmamayı simgeler; böyle davranarak bir Alevi, dili dedikodu yapma, fitne ve fesada katılma aracı olmaktan çıkarıp doğruyu söyleme, söz güzelliğini yaratma aracı haline dönüştürmüş olur. Beline sahip olma, marifet kapısının birinci makamında tanımlanan, nefsine sahip olma, zina yapmama anlamında, gayrimeşru ilişkilerden uzak durma anlayışının güdücülüğünde bir Alevi, cinsel organların, zina aracı olmaktan çıkarılıp herkesin eşiyle sevgilisiyle birlikte yaşamasının güzelliklerini yaratma aracı haline dönüştürmüş olur. 3) KİŞİNİN YOL’LA RIZASI (Musahip Tutmak) Kişi Yol’a, baskı ve zorlamadan uzak bir zeminde, kendi rızası ile girer. Yol’a rıza ile giren can, Yol’un gereklerini severek, inanarak yerine getirmek durumundadır. Yol’a giriş; malı mala, canı cana katmak anlamına gelen musahiplikle başlar. Musahipler arasında gerçek anlamda rıza olursa Yol’da rıza olur. Yol’da rıza olursa toplumda rıza olur. Toplumda rıza olursa kişinin kendi özüyle rızası gerçekleşir.

Böylece üç rıza birleşmiş; el ele, el Hakk’a ulaşmış olur. Musahiplik, iki sûfinin, bu yolla iki ocağın kıyamete kadar kardeşliğidir. Musahiplik Ali ile Muhammet’ten kaldığı için, musahiplik andı içenler, Ali-Muhammet yoluna girmiş sayılır. Hakk’a yürüme ya da dargınlık, ayrılık gibi nedenlerle bu andın koşulları sürekli ya da geçici ortadan kalksa bile bir daha yapılmaz. Musahipler mürşit izniyle hakikatte Hak olurlar. Hak musahibi olmak için musahiplerin birbirine teslim-i rıza olmaları gerekir. Musahip kardeşini kendi seçer; ancak, bu seçimde kimi ölçütler vardır. Öncelikle her kişi kendi musahibini seçerken kendi yaşıtında ve kendi düzeyinde birini bulmalıdır; seçtiği kişi, kendi konumuyla uygunluk göstermelidir. Bir musahip emsalini bulmak durumundadır. Musahiplikte üç ortak özellik vardır: l) Dil ortaklığı; musahip olacakların aynı dili konuşuyor olmaları gerekir. Tersi durumda anlaşmaları olanaklı değildir. 2) Aile durumu, yaş ve düzey eşitliği; evlenmemiş biriyle evli birinin, genç biriyle yaşlı birinin, bilgili biriyle cahilin, zalimle mazlumun, mürşitle müridin, pirden el almış biriyle pirsizin musahip olması doğru değildir. 3) Yaşama yeri birliği; musahip olanların aynı kentte, aynı köy ya da mahallede oturuyor olmaları gerekir. Bu bağlamda bir kentli ile bir köylünün musahip olmaları doğru değildir. Çünkü onların anlaşmaları olanaksızdır.

Görüldüğü gibi dili aynı olmayan; aynı yerde oturmayan; yaş, düzey ve konum bakımından birlik göstermeyen kişilerin musahiplikleri sakıncalıdır. Aksi durumda, Kırklar ve Muhammet-Ali katında edilecek andın bozulması söz konusudur. Pir önünde kardeş olanlar, Kırklar katında Kırklar’la kardeş olurlar. Ve bu andı bozanlar, Muhammet-Ali yolundan çıkmış sayılırlar; işleri bozuk, sonları karanlıktır. Musahip olacak kişilerin baba, ana ve karılarının da bu musahipliği onaylamaları gerekir. Bu nedenle iki kişinin evlenmeden önce musahip olmaları doğru değildir. Çünkü ileride eşler arasında çıkacak bir anlaşmazlık bu andın bozulmasına yol açabilir. Bir musahip bir musahiple düşkün olsa yine kendileri birbirini kaldırır. Musahibin düşkününü pir, rehber kaldıramaz. Musahiplik, kır-köy koşulları temel alınarak yapılanıp biçimlenmiş, asıl bâtınî örgütlenmeyi önceleyen ve kendi kararını verebilecek duruma gelen her Aleviyi bâtınî örgütlenmeye hazırlayan önemli bir örgütlü yapıdır. Ne var ki kapitalist ilişkiler kırı-köyü-otlağı işgal edince, Aleviler kentlere, giderek Avrupa’nın büyük kentlerine savrulmuştur. Savrulur savrulmaz da bâtınî örgüt ve bâtınî öğretmenlerin denetimi dışına çıkmış, musahip olmanın koşullarını yerine getirmek zorlaşmıştır. Zaman yitirmeden günümüz koşullarında, musahipliği nasıl yaşatabiliriz?, sorusunun altından kalkmak için, bir güncelleme çalışmasının içine taşımalıyız kendimizi. Alevi topluluk aklı, musahiplik konusunda yaşanan bu zorluğun ayrımına varmış, musahipliği bir bakıma güncelleyerek kirveliği yaşamına taşımıştır. Kirvelik, Aleviliğin başlangıç tasarımlarında yoktur.

Sonraları, musahipliğin güncellenmesi koşullarında, ona yüklenen anlamlarla beslenmiş, özellikle ocaklı gelenekte kurumlaşmıştır. Kana dayalı örgütlenmenin temel alındığı uzak geçmişte, kan-içi evlilik yasaktı; çünkü sakat doğumlara yol açıyordu. Alevilikte musahiplik toplumsal bir akrabalık kurumu olarak yerleştiğinden, musahip çocukları birbirinin kardeşiydi. Bu nedenle kan toplumlarındaki kaniçi evlilik yasağı, musahiplik kurumuna taşındı; musahip çocukları kardeşti ve evlenemezlerdi. Musahiplik kirvelik donunda güncellenince bu yasak, kardeş olarak algılanan kirve çocuklarına taşındı. Ötesinde musahiplikteki acıyı-sevinci paylaşma, mal ortaklığı-can ortaklığı, kirveliğin koşulları durumuna geldi. Ama Alevi zeminde zamanla kirvelik de ciddi bir yabancılaşmaya uğradı: Tıpkı Aşurenin gerekçelerinde olduğu gibi kirvelik-sünnet gerekçeleri de peygamberli bir kültür olmamasına karşın peygamber öykülerine bağlandı. Söylencenin diline uyarsak; Hz Muhammet doğuştan sünnetli olduğuna inanılan Hz İbrahim’in geleneğini devralmış ve torunları Hz Hasan ile Hz Hüseyin’i sünnet ettirmiş, onların kirvesi olmuştur. Bu ciddi bir kirlenmedir; ayrıca söylencesel anlatım, hem musahipliğin, hem de kirveliğin felsefesiyle çelişki oluşturmaktadır. Kültürümüzün felsefe-tasavvuf özünü ölçü aldığımızda, doğanın doktoru Hızır’dır. Hastalıklardan sakınmak için doğamıza bir müdahale söz konusu olduğunda Hızır’dan onay almak koşuldur. Koşul olmanın sorumluluğunu önce düşüncemize sonra davranışımıza taşıyıp kirveliği, peygamber öykülerinden temizlemeli ve Hızır’a bağlamalıyız. Şimdi de tasarımımıza uygun bir sünnet gülbangı verelim: SÜNNET GÜLBANGI

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir