Evelyn Anthony – Multeci

Davına Graham’ın karşısında oturan adam bir sigara yaktı. Sub Rosa markaydı sigarası. En pahalı cinsten Türk tütünü. Yapımcısı da Sullivans şirketi. Sub Rosa kelimesi hoşuna gittiği için bunu kendi simgesi haline getirmişti adam. Ona özgü’ ikinci bir nitelik de, kötü haberleri tatlı bir gülümsemeyle verebilmekti. Krizler o şaşırtıcı sakinliğini asla bozamazdı. Öfkelendiği zaman diğer insanlar gibi kaşını çattığı ya da ateş saçan gözlerle baktığı görülmüş değildi. Davina Graham ona bakarken, aslında insanî duygulardan hiçbirini göstermiyor, diye düşündü. Adamları hata yaptığında dostça tavır takınması ne kadar sahteyse, bu sevimliliği de o kadar sahteydi. Soğuk kalpli, hesapçı tipin biriydi. Böyle bir işi yürütmek için de öyle olması şarttı zaten. Sovyet Haberal-ma Örgütünün kurgu roman kahramanlarına benzer şeflerinin tersine, bu adamın herkesçe bilinen bir adı vardı. Casusluk mesleğine karşı okul çocuğu gibi yaklaşımda bulunmaktan hoşlanmazdı.


Öyle insan adlarının baş harflerini kullanmak, herkesin bildiği şeylere aptal aptal şifre adları takmak çocukça gelirdi ona. Tuğgeneral James VVhite’dı adı. Davina tam beş yıldır onun yanında çalıştığı, ayrıca babasının arkadaşı olmasından ötürü onu önceden de tanıdığı halde, VVhite ona her zaman Bayan Graham demeyi uygun buluyordu. Davina konuşurken, dosdoğru, gözlerini kaçırmadan bakmaktaydı ona. VVhite onu korkutmuyordu. Çünkü aldatamıyordu da. Bu tip adamlara alışkındı Davina. Ne beğenir, ne de nefret ederdi. Nasıl kendisi, görevini yerine getirmeye çalışan bir emekçiyse, onlar da kendi görevlerini yapmaya çalışıyorlardı alt tarafı. Görevlerinde zayıflara yer olmadığı da ortadaydı. 5 Davina haftalık raporunu verirken Tuğgeneral düşü. nüyor, yorumlar yapıyor, soru sorup cevapları dinliyordu. Arkasına yaslandı, sigarasından bir soluk çekti, koyu renk, pis bir duman üfledi. «Raporundan anladığıma göre, pek mutlu değilmiş,» dedi. Davina başını salladı. «Doğal bu.

Yaptığı şeye hâlâ alışmış, ısınmış değil. Bu dönemde bir depresyona girmesini zaten bekliyordum ama, tedirginlik beklemiyordum.» «Tedirgin mi?» diye sordu Tuğgeneral. «Evet. Benden saklamaya çalışıyor ama ben belirtileri tanırım.» • «Kendi tecrübenden değildir umarım,» diye gülümsedi VVhite. «Ben tedirgin tip değilimdir. Sanırım bunu da yeterince kanıtladım.» «Elbette.» Gülümseme önce genişledi, sonra yokol-öu, «Tedirginliği iyi bir işaret değil. Onu mutlu edecek birşeyler düşünmeliyiz. Sen düşünmelisin.» Bir an durakladı, sonra rahat rahat, «Hiç kadın istemedi, değil mi?» diye sordu. «Sebeb* bu olabilir mi?» «Eline her türlü fırsat geçti. Karısından ve kızından pek çok söz ediyor.

» «Bazı erkekler için sekiz ay epey uzun bir süredir,» dedi General. Davina, «Birşeyler yapmaya çalışırım,» diye söz verdi. «Zekânızı kullanın, Bayan Graham. Masrafı falan düşünmeyin. Bu adam mutlu olmazsa bize istediğimizi vermeyecektir. Çok teşekkür ederim.» Davina’ya gereksiz bir gülümseme yolladıktan sonra masasındaki kâğıtlara eğildi. Davina odadan çıktı. Koridor boyunca ilerlerken saatine bakıyordu. 5.48. Şimdi çıksa Sussex’e varması iki saat sürerdi. Yolların en kalabalık saatiydi çünkü. Allah kahretsin, diye geçirdi içinden. Ne diye beni daha önce içeri almadı sanki! «Merhaba, Davina.

» 6 Karşıdan gelen adamı neredeyse görmeden geçecekti. Başını kaldırdı ve hemen durdu. «Merhaba Peter. Buralarda ne işin var? New York’da gününü gün ediyorsun sanıyordum.» Uzun boylu, koyu renk saçlı biriydi. Yaşı kırkların sonlarına yaklaşıyordu. Gözlük de takıyordu. Kılığı biraz derbeder gibiydi. Sanki bir okul müdürüymüş de çocuklarla başa çıkmaya çalışırken düzeni bozulmuş gibi. «Öyleydi,» dedi Peter. «Ama merkeze aldılar. Herkes öyle diye gırgır geçiyor. Anlaşılan işimi genç birinin görmesini istiyorlarmış.» «Yerine genç birini mi yolladılar?» «Gel bir içki içelim,» deyiverdi Peter. «Ben zaten eve gidiyordum.

Birinin omzuna yaslanıp ağlamaya ihtiyacım var. Hepsini anlatırıim sana.» Davina bir an durakladı. Peter Harrington’la geçireceğim bir saat, Sussex’e varmalını ne kadar geciktirir, diye düşündü. O sırada da Peter’in gözlerindeki bakışı far-ketti. Yalnızlık ve umut dolu bakışlar. Kendisi işe ilk girdiğinde Peter oıa çok iyi davranmıştı. Oysa şimdi işler tersine dönmüştü. Davina yukarılara doğru tırmanırken Peter artık inişe geçmişti. Merkez hizmeti. Bunun anlamını, Peter’in gözlerindeki ifadeyi görmeden de bilirdi Davina. Evet, omzum var, diye düşündü. O omuzda gözyaşı dökmeye de herkesten çok Peter’in hakkı vardı herhalde. «İçkiyi benim de canım istedi,» dedi. «Nereye gidelim?» «Queen Anne kapısında bir pub var.

Artık açılmış olmalı. Sessizdir sanırım. Konuşabiliriz.» Davina onun koluna girdi «Evet. Konuşalım,» dedi Garsona içkisini söylediğinde Peter, «Votka tonik, ha?» diye şaştı. «Sen sert içki içmezdin. Ya şarap ya da sherry söylerdin. Niye böyle bozuldu huyun?» . Davina, «İnsanlar değişiyor,» diye gülümsedi. «Bunu da sevmeyi öğrendim.» «Ama sen değişmemişsin,» diye ona doğru eğildi Pe-ter. Köşe masalardan birine oturmuşlardı. Pub meraklıları barın çevresindeydiler daha çok. Gelenlerin çoğu iş adamları veya sekreterlerdi. Metroya binmeden, ya da 7 diğinde Peter hoşlanmıştı ondan.

Sessiz bir kıza benziyordu. Kendine güveni pek fazla değildi. Biraz boyansa, saçının biçimini de biraz değiştirse, bayağı güzel olacağına inanmıştı Peter onun. Ama kimsenin Davina’ya Özel bir ilgi gösterdiği yoktu. Çevrede güzel kız o kadar boldu ki, insanın cesaretini kıran birine bulaşmaya gerek kalmıyordu. Ama gözleri güzeldi örneğin. İri ve yeşil. Bu gözlerde öyle bir a c ı n m a vardı ki, Peter bunu içine sin-direbilmek için yutkunmak zorunda kaldı. «Teşekkür ederim,» dedi tekrar. «Sana bir içki daha getireyim.» Sandalyesini geri itip ayağa kalktı, hızlı adımlarla bara yürüdü. Davina ikinci içkiyi istemiyordu ama, Peter’in kendini toplayabilmek için zamana ihtiyacı olduğunu farketmişti. Dönüşünde sandalyesini Davina’ nınkine biraz daha yaklaştırdı. Davina, «Şimdi ne yapıyorsun peki?» diye sordu. Peter yüzünü buruşturdu.

«Personel Bölümüne atadılar,» dedi. «Yani White beni köpekler evine fırlattı. Personel…» Alçak sesle bir de küfür ekledi. «Kurtulursun oradan,» dedi Davina. «Ziyan edilemeyecek kadar değerlisin Peter. Sen biraz sabret ve fırsatlara karşı da gözünü açık tut.» «Sen kendinden söz etsene. Yıldırım hızıyla yükselişini ta uzaklardan izliyorum. Sassanov’u sana verdiler, değil mi?» «Evet. Ben aldım. Spencer-Barr’ın istediği iş oydu işte.» «Şaşırmadım,» dedi Peter. «Birinci sınıf görev sayılır. Senin zeki bir kız olduğunu her zaman savunmuştum. Davy.

Tebrikler. Nasıl gidiyor peki? Sormama izin varsa tabii.» Davina başını iki yana salladı. «İzin yok. Hem bana Davy deme. Ben de sana Pete demem, kolayca anlaşırız.» Peter sırıttı. «Özür dilerim,» dedi. «Hoşlanmadığını unutmuştum. Sassanov’un ne tip biri olduğunu sorabilir miyim peki? Yoksa o da mı devlet sırları yasasına aykırı?» «Sanmam. Bana bir sigara versene. Birazdan ben de bir paket almalıyım. Teşekkürler. Nasıl adam, öyle mi? Ben de tam beş aydır kendi kendime aynı soruyu sorup duruyorum. Cevabını da hâlâ bulamadım.

Çok şaşırtıcı 9 uğruyorlardı buraya. Peter neşeyle, «Hattâ daha bile güzelleşmişsin,» diye ekledi. Davina güldü. «Saçmaialma. Yalnızca biraz daha yaşlandım, o kadar.Ama sen iyi görünüyorsun. Bana Amerika’yı anlatsana. Duyduklarıma bakarsan orada durumun iyiymiş.» «İyiydi tabii Birleşmiş Milletlerde bir sürü ilişki kurmuştum. Hele bir tanesi enikonu yüksek kademedendi. Romanyalı. Bir de Doğu Almanı tavlamak üzereydim.» Sesi kesildi, sahte neşesi bir anda uçup gitti. «Bayağı iyi iş görüyordum, Davy,» dedi. «Ama birdenbire Londra’ dan ters mesajlar yağmaya başladı.

Sonunda da hiçbir açıklama yapmadan beni geri çağırdılar. Şimdi kurduğum o ilişkileri yerime gelene devretmek zorundayım. İçim yanıyor inan. Aylarca sabırla uğraşıp heriflere sokulmayı başar, sonra yepyeni biri çıkagelsin, hazıra konsun.» «Kim geliyor?» Peter’in hali o kadar içler açışıydı ki, Davina kendisine Davy demesini bile affetmeye hazırdı. Annesiyle babası ilk çocuklarına David adını vermeye niyetlenmişler, şansları yaver gitmeyip çocuk kız olunca da bu ismi dişileştirivermişlerdi. «Spencer-Barr diye biri,» dedi Peter. «Jeremy Spen-cer-Barr. İsim öyle kasıntı ki, kendimi masallar devrine geri dönüyorum sandım. Ama yanılmışım. Tanıştın mı onunla?» «Evet,» dedi Davina. «Beş ay kadar önce tanıştım. Benim işimi o kapmaya çalışıyordu. Ama bu işi bir kadının daha iyi görebileceğine inandılar. Öyle olunca da demek senin işini kaptı.

» «Nasıl buldun onu?» diye sordu Peter. «Ciddiyim.» Fikrini öğrenmek istiyorum. Ben tabii ki tarafsız olamıyorum. Yerimi aldığı için değil. Bunu yapış biçiminden ötürü.» «Tahmin edebiliyorum,» dedi Davina alçak sesle. «Ben onu kibirli bir bücür diye gördüm. Bıçak gibi keskin- Zeki. Bence gerçekten iddia ettiği kadar zeki. Gene de hoşlanmadım ondan. Senin kadar başarılı olamaz.» «Teşekkür ederim.» Peter uzanıp onun elini okşadı. İşyerinde «çivi gibi sert» derlerdi Davina için.

Ona 8 bîr insan, Peter. Hiçbir kategoriye girmiyor. Bazen o mu bana oyun oynuyor, ben ‘mi ona oynuyorum, anlayamıyorum., Ancak zaman gösterecek!» «Sen kazanırsın. Aklı başında olan hiç bir erkek sana karşı koyamaz.» Peter gene sırıttı, Davına da gülüp başını salladı. «Kaç kişinin karşı koyabileceğini bir öğrensen aklın dururdu,» dedi. «Aman, saate bakın hele. Benim gitmem gerek.» Ayağa kalkıp elini uzattı. Peter uzatılan eli tutup Davina’yı kendine çekti, yanağından öptü. «Omzunu uzattığına teşekkürler,» dedi. «Geleceğin günü bildir de seni öğle yemeğine çıkarayım.» «Olur. Hem üzülme… yemeği kaçırmaya niyetim yok! Allahaısmarladık.

» Davına kapıdan çıkıp görünmez oluncaya kadar Pe-ter onun arkasından baktı. Votkasını bitirmeden gitmişti. Peter kendi içti. İvan Sassanov… Beş yılda amma da ilerlemişti bu kız. Zavallı Peter. Davina Ford arabasının direksiyonunu kıvırıp orta şeritten giden kamyonu sollarken bunu içinden söylüyordu. Sussex’in bu bölümünde yol pek virajlıydı. Ancak bu kadar hız yapılabiliyordu. Sürat sınırını da hiç aşmazdı Davina. Kendi gibi kişilerin mahkemelere çıkması, dikkati üstlerine çekmesi doğru olmazdı. Kendi kendine tekrar, zavallı Peter, dedi. Amma da kötü davranmışlardı çocuğa.’. On beş yıllık kusursuz hizmetten sonra general onu «Köpekler Servisi» diye dalga geçilen personele atıver-mişti. Meslek hayatı bitmiş oluyordu böylece.

Bir süre sonra emekli ederlerdi artık onu sessizce. Ya da istifaya zorlarlardı. Generalin kalpsizliğine tipik bir örnek. İnsanların hiç değeri yoktu onun gözünde. Yalnız sonuçların değeri vardı. Davina kaşlarını çatıp Peter’in kurduğu o iki önemli ilişkiyi düşündü. Biri Romanyalı, öbürü Doğu Alman. Aylar süren sabır artık sonuç verecekti. Ama tam o sırada yerine başkasını yollayacakları tutmuştu. Jeremy Spencer-Barr’ı. «…yerimi aldığı için değil. Bunu yapış biçimi…» demişti Peter. Evet. Spencer-Barr gibi birinin Peter’i nasıl ezip geçebileceğini gözünün önüne getirebiliyordu. Öğle 10 yemeğine çıktıklarında ayrıntıları sorabilirdi Peter’e.

Spen-cer-Barr’ı bakanlık tutuyordu. Bunu zaten bilmeyen yoktu. Alt kademelerden işe başlarken ekonomide ve modern dillerde çeşitli dereceleri olduğu biliniyordu. Fransızca, Almanca, Rusça, Macarca ve İsveççeyi su gibi konuşuyor, Arapça ve Farsçayı da çalışmalarında yararlanacak kadar biliyordu. Akademik kafalı diye ün salmıştı. Üniversiteyi bitirince Harvard’da İş İdaresi kursuna girmiş, birincilikle mezun olmuş, ticari bir bankada dört yıl çalışmıştı. Amcası Maliyede müsteşardı. Onu Tuğgeneral VVhite’a bizzat tavsiye eden Bakan ise, isim babası ve aiie dostlarıydı. Bu büroya böyle yüksek tavsiyelerle, böyle parlak referans ve diplomalarla gelmemiş olan diğer kişilerin, bay Süpermen’i kuşku ve düşmanlıkla izlemesinden daha doğal hiç bir şey olamazdı. Sassanov’u kimin alacağı konusunda karar toplantısı yapılırken Generalin bürosunda Spencer-Barr’ın nasıl oturduğunu hatırladı. Ufak tefek bir adamdı. Düzgün ciltli, ensesinden biraz aşağıya inen düz saçlı, nazik hareketli… Ama adamda öyle bir küstahlık vardı ki, insana kapıyı açarken, ya da sandalyesini iterken bile kaba görünmeyi başarıyordu. Sassanov’un neden kendi görevi olması gerektiğini Generale anlattığında, sözlerine kusur bulmak güçtü. Bir kere nefis Rusça konuşuyordu kendisi. Adamla kolay ilişki kurabilir, onun güvenini kazanabilirdi.

Rusya’yı tanıyordu. Bir yıl içinde iki ayrı grupla se-yahatlar yapmıştı orada, iyi satranç oynuyordu. Satranç Sassanov’un hobisiydi. Üstelik Spencer-Barr, adamda bir telâş yaratmayacak kadar da gençti. General bütün bunları yüzünde yarım bir gülümsemeyle dinlemiş, başını sallayarak, «Teşekkür ederim, Spencer-Barr,» demişti. Sonra da Davina’ya dönüp, «Eee, Bayan Graham, siz söyleyin bakalım, Bay Spencer-Barr’ in bu parlak niteliklerini bastıracak neleriniz var?» diye sormuştu. «Rusça bilir misiniz?» «Hayır,» demişti Davina. «Bilmediğimi biliyorsunuz. Ama Sassanov İngilizce biliyor. Ben tavla oynarım. Satrancım o kadar kötü ki, adam berıi istemese de yenmek zorunda. Ama özür dileyerek söylememe izin verirseniz bunlar çok önemsiz ayrıntılar.» Bunu söylerken Spencer-Barr’ın katılaştığını sezmiş, duraklamadan devam etmişti.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir