Eyüp Seyre – Son Kabadayı Çakıcı

Kabadayı” sözcüğü genellikle “cesur, gözüpek, iyi döğüşen, kendine özgü namus ve ahlak kurallarının dışına çıkmayan kişi” için kullanılır. Osmanlılar döneminde, özellikle büyük kentlerde ve tabii İstanbul’ da her semtin, her mahallenin nam yapmış bir kabadayısı vardı. Kabadayılar ağırbaşlı, saygılı, kötülükten kaçınan ve anlaşmazlıkları çözüme bağlayan kişiler olarak tanınırlardı. Bunlar kendilerini mahallenin esenlik ve düzeninden sorumlu sayar, mahalle sakinlerinin sorunlarını çözümlemek için çaba gösterir, genç kızları ve kadınları korur, delikanlıların kötü alışkanlıklar edinmelerini, yanlış davranışlarda bulunmalarını önlemeye çalışırlardı. Esnaflık yapanları da vardı. Kabadayılar, mahallenin önde gelen, hatırlı kişileri tarafından da korunup kullanırlardı. Çoğu hiç silah taşımaz, gerektiğinde yumrukları ya da “Osmanlı tokadan” ile döğüşürlerdi. 7 8 SON KA8ADAYI: ÇAKICI Osmanlı’ da kabadayılık ve külhanbeylik, efendi kabadayılar, tulumbacı kabadayılar ve külhanbeyler olarak sınıflandırılmıştır. Bu kişiler efendidirler ve kendilerine göre uydukları örf adetleri vardır. Giyinişleri ile normal bir kimseden farkları olmayıp, silahlarını gizlemek için pardösüsüz gezmezlerdi. Zayıf ve ahlaklı kimseleri korurlar, aksi yönde olanları ise ilk fırsatta yok ederlerdi. Topkapı, Mevlanakapı ve Çeşme meydanı meşhur kabadayıların mekanı idi. Tulumbacı kabadayılar yalnız yangınlarda görünürlerdi. Çatışmaları ise tamamen rakımları arası rekabetten ileri girmezdi. Bunların arasında bir de Rum kabadayıları vardı ki, kasa hırsızlığı yaparlardı.


Külhanbeylik ise ilk olarak Gedikpaşa hamamında türemiştir. İşsiz takımı bu hamamda zorla gecelerler, üstelik rahat durmaz, müşterilerin yükte hafif pahada ağır eşyalarını da çalarlardı. Eşyası çalınan kişi şikayet ettiğinde de “hamama girerken sende böyle bir şey yoktu” derler bir de temiz bir dayak atarlardı. Zamanla şehre yayılan ve daha ziyade soyguncu olan bu tiptekileri ise kabadayılar asla yanlarına yaklaştırmazlardı. Külhanbeylerinin geneli, polisle aralarını iyi tutar, menfaatleri icabı kendileri gibileriyle dalaşırlardı. Kabadayıların en meşhur simaları Kadırgalı Kör Emin: Galata gümrüğünde görevliyken, görevinden alınmış ve kendini iyice bu hayata vermiştir. Beyoğlu muhitine nam salan Kadırgalı Kör Emin, zamanın meşhur hırsızlarından Panani’yi bir bıçak darbesi ile solak etmiştir. Haddehaneli Arap Hulusi’yi arkadaşının yanında, içki masasında tokatlayarak ağlatmış ve yine bu EYÜP SEYREK kişi tarafından o gece başka bir mekanda tabanca ile vurulmuştur. Ölürken de kendisi vuranın ismini isteyen polise “sağ kalırsam tahkikatı ben yaparım” demiştir. Kavanoz Mehmed: Eyüplüdür, kavgalarda karşı taraftan gelen sandalyeleri ustalıkla kapıp karşı tarafa iade etmesi ile meşhurdur. Çerkez Arif: Trabzonlu Hasan Kaptan’ın oğludur. İyi nişancı olup, tokatının önünde kimse duramazdı. Fehim Paşa’nın baş silahşörü olmakla beraber, Çerkez Arif’ in tam olarak ne işle meşgul olduğunu kimse bilmezdi. Küçüksu çayırında bir köşkte otururdu. Yine bir kabadayı olan Matlı Mustafa tarafından vurularak öldürülmüştür.

Ziya: Çerkez Arif’ in kardeşidir. Abisini öldüren Matlı Mustafa’ dan intikamını almış, Sinop hapishanesinde bir müddet kalmıştır. Ziya, siyasi entrikalara karışmış bir kabadayıydı. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’yı kurşunlayanlardan biri de Ziya’ dır ve bu suçundan dolayı idam edilmiştir. Laf Tufan: Aslen Rizeli olduğu halde memleketinde ona Kürt Tufan derlerdi. İstanbul’ da çok sayıda öldürme olayına karışmıştır. Sinop’ta jandarmalar tarafından öldürüldü. Tıflıbozzade Kahraman: Sultan Abdulhamid devrinin sonlarında “On İkiler” diye maruf Aksaray kabadayılarının reisidir. Arap Abdullah: Süleymaniye Sancağından olup aslen Kürt’tür ancak ona esmerliğinden dolayı Arap Abdullah denilmiştir. Kabadayılar arasında ”Abu” diye anılan Arap Abdullah’ın Kamil adında bir de ağabeyi vardı. 9 10 SON KABADAYI: ÇAKICI Babaları onları okumaları için İstanbul’a göndermiş Kamil okuyup Beyrut Gümrük Nazırı olmuş ancak Arap Abdullah kabadayı olup çıkmıştır. Eskiden her mahallenin bir kabadayısı vardı. Kimilerine göre Tophane saldırısının bir sebebi de mahallenin bu adabının bozulmasıydı. İşte yiğit kabadayıların yerini devletle kol kola girmiş mafya babalarına bırakmasının öyküsü . Racona uymayan düelloya Haklarını gözettikleri mahalle sakinleri ile iyi geçinirlerdi.

Polisle başları sürekli dertteydi, ancak polisle ilişkileri her iki tarafın çıkarlarına uygundu. Kabadayı semtin içişlerini kendi usullerine göre yönetmekte serbestti, karşılığında ağır suçlarda polise yardım etmekle yükümlüydü. Cezaevi onlar için yeraltı hayatının kurallarını öğrendikleri bir okuldu, ne kadar yatarlarsa o kadar itibar görürlerdi. Çoğu iyi içer ama kontrolünü kaybetmezdi. Gece hayatında şehrin ünlü “yosma”larıyla takılırlardı. Aralarında bir anlaşmazlık olduğunda racon keserlerdi, yani kendilerinden yaşlı ve bilge bir kabadayı her ikisini de dinler, kimin haklı olduğuna karar verirdi, genelde karara kimse itiraz etmezdi, ancak eğer ederlerse tek seçenek vardı: Düello. Bir kabadayı için en kötü şey ise “madara” olması, yani itibarını kaybetmesiydi. O devirlerde külhanbeyler makbul sayılmazdı, hatta kabadayılar birini küçültmek isterlerse “külhanbeyi” derlerdi. Sermet Muhtar Alus “30 Sene Evvel İstanbul” kitabında tulumbacıların kendilerine has kıyafetleri, argoları EYÜP SEYREK ve tavırları olduğunu yazıyor: “Sıfır kalıp, dar Beyoğlu, vişne çürüğü fes. Tepede ve yanlarda perçemler. Yakası büzme, omuzdan ilikli mintan. Kısa, dar ceket. Yenlerin içlerinde mor kadife. Yün kuşak. Bol pantolon.

Yumurta ökçe ayakkabı yahut şıpıdık. Omuza asılmış saldırma veya belde kama. Ara sıra notasız bir sesle veyahut ıslıkla bir türkü ara nağmesi mırıldanmak. Sık sık, sol kolunu kıvırıp arkasından fıskiye gibi cükürüş. İstanbul’un en eski kabadayıları Cumhuriyet’in ilk yıllarında yönetimin sert uygulamalarından kabadayılar da etkilendiler ve 1940’lara dek sesleri çıkmadı. Ancak 50’lerde yine özellikle İstanbul’ da adları duyulmaya başlandı. Eski Emniyet Müdürü Erdoğan Alıveren, 1950’lerdeki kabadayıları şöyle hatırlıyor: “Şişli’ de meydana bakan bir apartmanın kapısında kahve ocağı işleten ‘apartman’ Mustafa, Kürt İdris, Kurtuluş’ta kahvehanesi olan Tatavlalı Niko, Kasımpaşalı Ahmet ve Vezneciler’ de kahvehane işleten Arap Nasri gibi şahıslardı. Terlikçi Ahmec’in Meyhanesi de bu kabadayıların toplanıp içki içtiği yer idi.” İstanbul’un ilk “baba”sı Ateşli silahlar yeraltı dünyasını kaçınılmaz olarak değiştirdi ve kabadayı, “baba”ya dönüşmeye başladı. Ancak elbette bu geçiş hemen olmadı. “Babalar Senfonisi” kitabının yazarı gazeteci Engin Bilginer’in “İstanbul’un ilk babası” dediği Oflu Hasan, 50’li yılların en güçlü kabadayılarından idi. 1950’lerde Tophaneli Araplar ile Galacalı Lazlar arasında, çok ölü ve yaralıya mal olan çete savaşında racon kesmiş ve anlaşmazlığı il 12 SON KABADAYI: ÇAKICI bitirmişti. 1968′ de ölen Oflu Hasan’ın cenaze töreninde 20’ye yakın Emniyet müdürü, 50 polis şefi, CHP’li Çalışma Bakanı Ali Rıza Uzuner ve devrin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın oğlu Kaya Sunay’ın gönderdiği çelenk vardı. Kent şövalyeliği yerini ülke çapında yöneticilerle bağlantı içerisinde olan “baba” figürüne bırakıyordu. Adı ve Soyadı: Baba Adı: Anne Adı: Doğum Tarihi: Alaattin Çakıcı Ali Şakire 20.

01.1953 Doğum Yeri: Trabzon Nüfusa Kayıtlı Olduğu Yer: Trabzon-Arsin Mahalle/Köy: Fındıklı Köyü Cilt No: 011/04 Sayfa No: Kütük No: 2 57 Alaattin Çakıcı’nın babası Ali Çakıcı. Zonguldak’ta gurbetçi olarak çalışırken, birini vurup, cezasını yatıp çıktıktan sonra, kan davası güden hasımlarından birini Trabzon şehir meydanında yaralayınca ailesini toplayıp 1957 yılında İstanbul’a göçtü. Ali Çakıcı da bileğine kuvvetli, gözü kara biri olarak ün yapmıştı… Dönemin ünlü kabadayıları arasında onun da adı ilk sıralarda geçiyordu … EYÜP SEYREK Alaattin Çakıcı, henüz 4 yaşındaydı. Gültepe’ de bir kahvehane açan Ali Çakıcı’nın adı, Gültepe’ de Kürt Hasan olarak bilinen Ali Bozdoğan, Kağıthane’ de Tahsin Çakıroğlu nam kabadayılarla birlikte anılırdı. Ali Çakıcı’nın en sevdiği varlık ise, onca çoluk çocuk arasında en fazla yaramaz Alaattin idi… Alaattin, daha ilkokul sıralarında ikide bir kavga çıkartması, kendisinden yaşça büyüklerle bile döğüşmekten çekinmemesiyle yakınlarına, öğretmenlerine illallah dedirtmiş, bu yüzden bir iki kez okul değiştirmek zorunda kalmıştı … Küçük Alaattinin bir özelliği ise, kavgacılığı kadar zeki, akıllı ve de soğukkanlı oluşuydu … Alaattin Çakıcı’nın yaşı 16-17’ye geldiğinde, onu Gültepe semtinde hemen hemen büyük küçük herkes tanıyordu … Alaattin’in yaramazlıkları askerdeyken de sürüp gitti. Bu nedenle vatani görevlerini yurdun çeşitli yörelerinde yapmak mecburiyetinde kaldı. Zira her vukuatının ardından bir başka yere sürgüne gönderilip durdu. Gittiği yerlerden biri de sınır ilimiz Edirne idi. İlginç bir raslancı Alaattin Edirne’ de askerlik görevini ifa ederken babası Ali Çakıcı’ da, bir cinayeti azmettirme suçundan dolayı Edirne Kapalı Cezaevi’nde yatmaktaydı. O sıralarda mahkumlardan biri, Ali Çakıcıyı bilinmeyen bir nedenden dolayı şişle hafif yaraladı. Mehmet adındaki mahkumun bu eyleminden dolayı aldığı karşılık olağanüstü ağır oldu. Edirne Canavarı Mehmet diye anılan mahkum, Alt Çakıcının tayfası olduğu öne sürülen 13 14 SON KABADAYI: ÇAKICI Hızır adlı biri tarafından cezaevinde kıstırıldı ve iki bacağı birden kırıldı!. Alaattin Çakıcının askerden tezkere alması, İstanbul Gültepe’ de bir ”Kahvehane” işletmeye başlaması, ülkücülüğü benimseyerek Ülkü Ocakları ile haşır neşir olmaya başlaması, 12 Eylül 1980’in hemen öncesi yıllara rastlar. O dönemde, tüm yurt sağ-sol diye iki zıt kampa bölünmüş, birbiriyle kıyasıya çatışmaktadır.

Çakıcı, sağ cenahta, Ülkücüler’in saflarına mevzilenmiştir ve çıkan çatışmaların hemen hepsinde “önemli işler” yapmaktadır. Ve kısa sürede Gültepe semtinin büyük kesiminde sadece Ülkücüler’in borusu öter duruma gelmiştir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir