Fakir Baykurt – Koygocuren

Fakir Baykurt 1929’da Burdur’a bağlı Akçaköy’de doğmuştur. Köy ilkokulunu, Isparta-Gönen Köy Enstitüsünü, Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirmiştir. Köy öğretmenliği, ortaokul öğretmenliği, ilköğretim müfettişliği, TÖS ve TÖDMF genel başkanlıkları yapmıştır. Yunus Nadi, TRT ve TDK roman ve hikâye ödüllerini kazanmıştır. Başlangıçta şiirler de yazan Baykurt’un roman ve hikâyeleri yabancı dillere çevrilmiş, “Yılanların Ocü” romanı, sinema ve tiyatroya uygulanmıştır. YÜKSEKTEN SEYRAN Başkent, bir yanda gökdelenleri, bir yanda gecekondularıy-la zor belâ sıyrılıp çıktı gecenin içinden. Başyaver Nurettin çoktan kalkmış, traşmı falan olmuştu, oturuyordu. İrikıyım koruma görevlisi, mermer merdivenlerden inip geldi, selâm verdi: «Mavi Şavrola’yı istiyorlar gomutanım!» «Yeşil cipi de çıkaralım… köye gidecekler!» «Bana cipi demediler efendim…» «Demeleri şart değil. Takarız katarın arkasına. Gider gelir… Bakarsın gerek duyulur!» Odanın penceresinden bütün Yenidoğan, Hıdırlıktepe, Etlik, Keçiören, Yenimahalle görünüyordu. Saat yedi falandı. Başkent kıpırdıyor, sabahın gürültüleri başlıyordu. Ötede, Bağlum köyünün o yanlarda sis vardı. Bahar, bütün bozkırı, bozkır toprağını delip çıkmıştı. Telefon!.


Zil sesi, odanın sessizliğini bozdu. «Buyrun! Başyaver Nurettin ben…» Pencereden Topraklık, Seyran Bağları, gecekondular, Abi-dinpaşa’nm oralar görünüyor. Çevre toprakları, tapulu tapusuz mülkleri yırta yırta, söke söke büyüyor Ankara. «Dün size bülten gelmedi mi kardeşim? Her birinize ayrı ayrı bilgi veremem ki! Lütfen takdir edin, işimiz çok. Neyse, bekleyin… Basın Bürosu gerekli açıklamayı yapar. Hayır hayır, sadece bir inceleme gezisi. Bir açılış var. Birkaç köye uğrayacaklar. Akşama dönerler mi? Bilmiyorum. Kendileri bir şey söylemediler. Estağfurullah, rica ederim. Bir şey değil… Güle güle!» Telefonu kapatıp sövdü: «Eşşoğlu beşkulak!.» Koruma görevlilerinden başka biri girdi: «Kahvaltılarını yapıyorlar. Kuru nane istediler…» 6 . KÖYGÖÇÜREN «Lop yumurtaya serpeceklerdir.

Çabuk aşçıbaşma haber ver! Hemen yollasın! Yumurtaya serperler. Belki balın üstüne de ekerler. Böyle şeyler her zaman bir dolapta, naylonlar içinde hazır bulunmalı değil mi? Bin kere söylemek lâzım bizim çocuklara: Önceden tedbirli bulunuuuuuun!» Canı sıkıldı biraz. Bir transistorlu radyo duruyordu önünde. Çıt edip açtı. Sarot yaylasında yaylayamadım Divane gönlümü eyleyemedim… Afet Sarıbaş söylüyordu. Başyaver hatırladı: «Çok gelir gider Köşk’e. Kendileri de bu kızı çok severler. Ilık, tatlı bir sesi var. Evet, ‘Divana gönlümü eyleyemedim…’ Bir yoksul semercinin kızıymış vaktiyle. Ama şimdi ünlü sanatçı!» Daldı biraz Başyaver. «Folkloru ben de severim. Folklorde kökümüzün, soyumuzun zevki, her şeyi…» Tamamlamadı cümlesini, telefon çaldı gene. «Evet, benim! Buyrun Semih Bey! Hayır hayır unutmadık! Bizim «Anadolu Telgraf»a sempatimiz vardır, nasıl unuturuz? Yalnız bu sefer gazeteci arzu buyurmadılar. Hayır hayır, kimse katılmıyor.

Anadolu Ajansı’ndan mı? Ajans, biliyorsunuz resmî kurum, o gelebilir. Ajanstan alırsınız. Bizim Basın Bürosu’ndan da bülten dağıtılacak. Ama size şu kadarını söyleyim, mahallî muhabirinize haber verin, onlar izlesinler. Hayır hayır engel olamazlar. Evet ben de katılacağım evetî Güle güle, teşekkür ederim, güle güle…» Koruma görevlileri ellerini önlerinde bağlamışlar dikiliyorlardı. Dikilip Keçiören, Yenimahalle, Karşıyaka, Altındağ, Üre-ğil yanlarına bakıyorlardı camdan. Bir tek bulut yoktu o yanların göğünde. Dümdüz maviydi boşluklar. «Baharın gülleri açtı…» Koruma görevlisi Van’lıydı. Van’daki yoksul köyünü anımsadı. Gökleri böyle mavi olurdu. «Fakat altında sefil mi sefil köyler allahım! Baharın gülleri açtı, gine mahzundur gönlüm!» Duvardaki guguklu saat tık tık edip duruyordu. Bir sessizliktir gidiyordu Başyaverin odasına. Sessizliği yalnız bu tık tık’lar bozuyordu.

Başyaver göz etti, koruma görevlileri çıktılar. Ken- KÖYGÖÇÜREN 7 dişi de kalktı, ileri geri dolaştı geniş odanın içinde. Daracık bir pantolon giymişti. Bir pergelin ayakları gibiydi tüylü Bünyan halısının üstünde gidip gelen ayakları. Kendi ölçülü vücu-düne hayranlıkla baktı Başyaver. Sonra pencereye vardı, durdu orada. Başkentin sabah hallerine daldı. Mermer merdivenlerde kıpırtılar oldu. Gelip gitmeler sıklaştı. Van’lı koruma görevlisi, tâ çıkış kapısında duran arkadaşına baktı, sağ elinin baş parmağını dudaklarına götürdü: «Hişşt!» Gözlerini de yumup açtı. Baş parmağını yukarı doğru götürüp getirdi. Kapıda duran görevli anladı. «Geliyor, tamam geliyor!» Başyaverin kapısına baktı telâşla. Kapalıydı. Hemen atılıp tıklattı, açtı kapıyı.

Başını uzatıp baktı: «İniyorlar efendim!.» Çekti başını geri. Gene kapıdaki yerini aldı. Başyaver fırladı. Sol elinin eldivenini giydi. Sağ elininkini sol avucuna aldı. Üstünü başını, tabancasını düzeltti. Kapıdan iki adım kadar ileri çıktı, dikilip durdu orada. Gözleri mermer merdivenin başındaydı. «Evet tamam geliyorlar! Birinci basamağa bastılar yukardan. İkinciye, üçüncüye… Evet, beyaz yazlıklarını giymişler. Üşümeseler bari. Güzel, ama biraz serince hava. Ancak 10.00’a doğru ısınacak.

Beyaz eldiven takmışlar. Neşeli görünüyorlar. İyi, çok iyi bir gün olacak…» Mutlandı Başyaver. İki basamak daha inip merdivenin dibinde durdu Başkan. Eldivensiz sağ elini uzattı. Başyaver, kendisine uzatılan eli aldı, saygılıca öptü, alnına götürdü. Sonra sağa çekilerek yol açtı. Elini kapıya doğru uzattı, «Buyrunuz!» sol geriye geçti. Yetmişine varıyordu. Birden dik bir poz aldı. Genel Sekreter geliyordu başka bir kapıdan. İçişleri ve Tarım Bakanları gelmişler, bekliyorlardı. Vali gelmişti. Beyaz eldivenli elini başına götürerek kapıdaki subayın selâmını aldı Başkan. Çıktı.

O kadar aydınlıktı ki dışarısı, gözleri kamaştı. Mavi Chevrolet merdivene kadar gelmişti. Kapıları açılmış, şoförü hazırol’da. Yürüdü Başkan. Aşağısı kalabalıktı. Geziye katılacak olanlar, geçirmeye gelenler… Günün erken saatinde… «Tamamen özel bir gezi halbuki!.» Çok gelen olmuş- 8 KÖYGÖÇÜREN tu… El sıkmaya başladı. Sivil, asker. Görevli, görevli, görevli. El sıkıyordu boyuna. Başyaver sol gerisindeydi. Sağını Genel Sekreter almıştı. Elini sıktıklarının yüzüne bazen bakıyor, bazen bakmıyordu. Kimisi de eğilip öpmek istiyordu ille. Kanıksamıştı artık.

Bırakıyordu öpsünler. Gözü yeşil cipe takıldı birden. Brandası gıcır gıcır, lâstikleri tazecik… «Bu ne olacak? Niçin alıyorsunuz?» Başyaver sokuldu: «Köylere gidileceği için efendim! Belki lüzum eder…» Baktı Başyaver, acaba bir şey söyleyecekler mi? Yok yok, söylemediler. Hımmm, demek ki alınacak. «Alınacak yeşil cip!» Cipin yanına doğru yürüdü Başkan. Dalar gibi oldu. Det-roit’teki bir toplantıda Otomobilciler Birliği mi armağan etmişti? Sıcak bir anısı vardı. Çok uzun bir seçim mücadelesini içinde geçirdiği emektar cipi yapan fabrikanın armağanı… Hey gidi günler hey! O kadar çok armağan vardı ki! Döndü, Mavi Chevrolet’ye yürüdü. Girdi içine. Sonra birden çıktı. Geçirmeye gelenlere baktı: «Çok teşekkür ederim Beyler… zahmetler ettiniz!» Yeniden girdi arabaya. Arka sağa oturdu. ‘Günlük gazeteleri koymuşlardı. Başyaver öne geçti. İki Bakan solunu aldılar.

Orta sıraya iki koruma görevlisi oturdu. Yeşil cip en arkadan gelecekti. Önden polis arabası gitti. Hafif ıslak yoldan kıvrılarak yürüdü arabalar. Çıktılar köşkün bahçesinden. Sağa kıvrıldılar. Altı arabalık bir katar, tepeden aşağı hızla indi. Tarım Bakanlığı’nm, Jandarma Genel Komu-tanlığı’nın önünden sola doğruldular. Daha sonra Eskişehir yolundan saptılar. Kepeklibel’i aşarak Gölbaşı’na, oradan da güneye doğru akıp gittiler. En geriden gelen yeşil cipe öteki koruma görevlileri binmişlerdi. Yollar iyiydi. Ok gibi, kaya kaya gidiyordu Başkanın katarı. Uzanıp kolu çevirdi, camı açtı. «Oh be, oh be! Bozkır moz-kır ama ne yanık, ne temiz geliyor, oh!.

» Doldurdu ciğerlerini. Gölün suları kirli kirli dalgalanıyordu. Ekinler topraktan kur- KÖYGÖÇÜREN 9 tulup büyümeye çalışıyorlardı. Oğulbey’i geçtiler. Bazı tarla\ lar nadastı. Keseklerin arasında kuzular koyunlar yayılıyordu. Yağlıpınar’ı, Ahiboz’u geçtiler. Bakanlar susuyorlardı solunda. Başkan, camı kâh açıp, kâh kapatarak dışarları seyrediyordu. Ekinlerde çok ot görüyordu. Çok, çok ot vardı. Bazı tarlalar ot mu, ekin mi bilinmiyordu. İçişleri Bakanını geçip Tarım Bakanına sordu: «Bu otların ayıklanması sakıncalı mıdır?» «Değildir efendim… ama nasıl ayıklasınlar?» «Ne demek nasıl ayıklasınlar?» «Yani o kadar çok ki!» «Yolsunlar elleriyle!» «En iyisi tohumu temizlemektir efendim! Onu da esaslı bir şekilde ele almış bulunuyoruz. Tohum Islah İstasyonları projemiz tamamlandı. Gelecek yıl uygulamalara başlıyoruz…» Daldı Başkan: «Ben de köylü sayılırım! Kökümüz oraya dayanır.

Ve hâlâ ilişkim vardır. Ama bizim köy nerdee, bunlar nerde? Bizim köy Avrupa’daki bir kasaba kadar gelişmiştir…» Van’lı koruma görevlisi, geçip gittiği köylerle kendi köyü arasında çok benzerlikler buluyordu: «Bizim köyler de heç gelişmemiştir. Çoraktır, kuru çanaktır buralar gibi! Buralardan daha beterdir!.» Uzanıp gazeteleri aldı Başkan. Koydu dizine. Bakmaya başladı. Okuduklarını İçişleri Bakanına, Tarım Bakanına doğru aktarıyordu. Nadas tarlalarda al başlı, mavi pazen entarili kadınlar, gelinler bostan ekiyorlardı yer yer. Ellerinde ufacık çapaları, kirli tohum çıkıları. Erkekleri başlarında yok. Üçayak gölgelikleri dikmişler, çocuklarını peştemal salıncaklara yatırmışlar. Ak çarşafları gölge etmişler. Toprağın yüzünde alaca-böcek gibi görünüyorlar. Kıpır kıpır dürtünüp duruyorlar. Ve entarilerinin eteği toprağa değen kızlar, kız çocukları, düşe kalka yola doğru koşuyorlardı.

Ama Başkanın katarı cızt cızt cıztt geçip gidiyordu. Oklardan daha hızlı gidiyordu katardaki arabalar. «Gerçekten!.» Gazetelere bakarken bazen dalıyordu Başkan: «Kaçıncı yi- 10 KÖYGÖÇÜREN İma geldik iktidarımızın? Ne fark etti köyler? Yani bura köylerinde, Doğu, Güneydoğu köylerinde nedir değişen? Hatta hatta Batı köylerinde? Bazı köyler evet, bazı köyler eskiden de iyiydi! Traktör de sorunu çözmeye yetmiyor galiba. Evet yılların, yüzyılların ihmali ama bizler ne yapıyoruz? Kaç traktör girdi, kaç kişi yararlandı? Yarın bunun da sorusunu sormaya başlar vatandaşlar. Kâfi değil, kâfi değil çabalarımız, hiç… kâfi değil!» îl sınırında Vali bekliyordu. Çöpler köyünün öne gelenleri de yola çıkmışlardı. «Sabah sabah da ayran içilmez ki birader!» Çok kızdı Başyaver. «Bari temiz süt getirtseydi Vali! Şuna bak, adam Vali olmuş ama sadece göbek büyütmüş!» Devleti yöneten büyük memurların durumlarını ve tutumlarını çok çabuk anlamıştı Başyaver. Cin gibi bir adamdı. Aahh, politikaya falan atılmak isterdi, şöyle generalliğe kadar çıkıp… ama takılıp kalmıştı burada yaverlikte! Bu memleket böyle mi yönetilirdi be, şuna bak!. Birden durdu katar. Koşup geldi maiyetiyfe birlikte Vali. Açık camdan uzanıp el öptüler. Sıkmak da değil, öpmek! Fırlayıp indi Başyaver.

Belki çıkmak isterdi Başkan. Evet, köylüler falan bekliyorlardı. Aynı zamanda seçmendi hepsi de. Sokulup kapıyı açtı saygılıca. Vali, birkaç adım geriledi kapı açılırken. Başkan, besmele çeker gibi kıpırdattı dudaklarını, indi yere. İl Emniyet Müdürüyle Jandarma Komutanının ellerini sıktı. Sonra köylülere doğru yürüdü. İki üç kadın, yoldan elli metre kadar içerde, başörtülerinin altında büzülüp duruyorlardı. Plastik sürahiler içinde ayranla yanaştı köyün muhtarı. Ayranı bardağa doldurup buyur etti eliyle. Başkan durdu. Ellerini ardına bağlamıştı. Sordu ayranı almadan: «Nasılsınız, iyi misiniz?» «Eh!. Sağlığına çok dovacığız…» «Çok ot var mı ekinlerde?» «Çok var bu yıl… neden acabola?» «Neden çok peki, düşünmüyor musunuz?» «Allan bir vergisi olacak, bilmeg ki!.

» KÖYGÖÇÜREN 11 «Yolun, ayıklayın onları, yakın…» Çöpler köyünün muhtarı ayranı uzattı: «Pekey başüstüne, yolarız, emme baş molur?» Ayranı alıp Tarım Bakanına doğru baktı Başkan.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir