Feridun Fazil Tulbentci – Sultanlarin Aski

Jozef Nassi, Galata’daki konağında Lala Mustafa Paşa şerefine parlak bir ziyafet hazırlamıştı. Naksos Dukası unvanını haiz olan Nassi, İstanbul’un en zengin ve nüfuzlu şahsiyetlerinden biriydi. Şehzadeliği zamanından tanıdığı Sultan İkinci Selim’in güven ve teveccühünü kazanmıştı. Akrabalarından bir kadın padişahın sevgili zevcesi Nur-bânu sultanın nedimeleri arasında bulunuyordu. Saray memurları içinde birçok tanıdıkları vardı. Başkentin ticaret ve gümrük işlerinde herkesten fazla sözü geçerdi. Konağı vezir saraylarını gölgede bırakacak kadar muhteşemdi. Hizmetkârlarının sayısı yüzden aşağı değildi. Avrupadaki bazı hiristiyan devletlere ve bu arada Fransa’ya borç para verdiği söyleniyordu. Konağın geniş salonu bu akşamki ziyafet için yeniden dayanıp döşenmişti. Tavanlar altın yaldızlı nakışlarla süslenmişti. Duvarlar kıymetli İran halıları ile kaplanmış, sedef kakmalı alçak sedirlerin üzerlerine ipekli Hind kumaşları serilmiş, gümüş işlemeli kuştüyü yastıklar konmuştu. Perdeler sırmalı atlastandı. Oymalı sehpaların üzerinde altın ve gümüş şamdanlar göze çarpıyordu. Gümüş siniye som altından şarap tasları konmuştu.


Yalnız padişah hazretlerine hediye edilmek üzere Kıbrıs’tan getirilmiş olan yıllanmış nefis şarapların fıçıları bugün için açılmıştı. Hazırlıklarla bizzat Nassi meşgul oluyor, mutemedi Cafer kendisine yardım ediyordu. Aslen Portekizli olan Cafer, çok yıllar önce efendisiyle beraber İstanbul’a gelmiş ve yerleşmişti. Nassi’nin bütün sırlarına ve dalavereli işlerine vâkıftı. Çok zeki bir adam olmasına rağmen bu fevkalâde hazırlıklara bir mâna veremiyordu. İlkönce ziyafete birçok vezirlerin, devlet erkânının ve sayılı tüccarların davet olunduğunu sanmış, fakat sonra yalnız Lala Mustafa Paşa’nın geleceğini öğrenince hayretler içinde kalmıştı. Acaba efendisi neden buna lüzum görmüştü? Lala Mustafa Paşa, padişah nezdinde şimdilik sevilen onurlu bir kişi değildi. Yemen seferi serdarhğmdan azledikdik-ten sonra İstanbul’a çağrılmış, gelir gelmez de yakalanarak zindana atılmıştı. Ancak birkaç hafta önce affa uğramıştı. Üstelik Veziriazam Sokullu Mehmet Paşa’nın da nefretini üzerine çekmişti. Sokullu, onu 1 kendisine daima rakip görmüş, mahvetmek için münasip zaman ve zemin beklemişti. Eğer >bu ziyafeti haber alırsa, çileden çıktığı gündü. Yalnız Lala’dan değil, belki de Nassi’den de intikam almağa çalışacaktı. Onun için ziyafet pek gizli tutulmuş, hattâ Mustafa Paşa’yı konağa getirmek için İstanbul’a özel bir kayık gönderilmişti. Kayıkçılar, Nassi’nin yakın adamları oldukları için kimseye bir şey söylemiyeceklerdi.

Cafer, efendisine sordu: — Af buyurunuz, pahişahımızm bu kadar itibarlı vezir kulları varken, neden yalnız Lala Mustafa Paşa’yı davet edersiniz? Orta yaşlı, şişmanca bir adam olan Nasssi sarı seyrek sakalını karıştırarak gevrek bir kahkaha fırlatmıştı: — Sen biı> budalasın Cafer. — Neden efendimiz, her zaman şeytan senin yanında aptal kalır derdiniz. Yoksa bir kusur mu işledim? Nassi hâlâ gülüyordu. — Aptalsın, çünkü muhakeme yürütemiyorsun. Mustafa Paşa, efendimizin eski lalası değil midir? — Evet efendim. — Tamam, öyle ise kulaklarını dört açarak dinle. Padişahımızın lalasına karşı teveccühü devam ediyor. Ancak veziriazamı memnun etmek için Mustafa’nın muvakkaten hapsine razı olmuştu. Fakat bir süre sonra da serbest bırakılmıştı. Pek yakında da divanı hümâyuna kubbe veziri olarak sokacaktır. Cafer, durumu anlamıştı. Efendisinin çıkarı olmasa bu kadar masraflara ve zahmetlere girmezdi. — Gerçekten aptalmışım efendimiz, fakat Sokullu’nun elinden nasıl kurtaracak ? Nassi, birden ciddileşti. Yumruklarını sıktı. —¦ Ah o Sokullu.

Her zaman karşımıza çıkar, bütün işlerimize engel olur. Fakat ne bana ve ne de Mustafa Paşa’ya hiç bir şey yapa-mıyacak. Galebe bizde kalacaktır. Şu Piyâ’le Paşa’yı bir yola getirsem, sen o zaman görürsün. Bu akşam Mustafa ile çok mühim şeyler konuşacağız. Cafer atıldı: — Kıbrıs meselesi mi? Nassi heyecanla parmağını ağzına götürdü. — Sus!. Yerin kulağı var, derler. Haydi sen git, halamıza söyle, biraz çabuk olsun, nerede ise hava kararacak. Cafer salondan çıktıktan sonra Nassi sedirlerden birine oturdu. SULTANLARIN AŞKI 7 İşler yolunda gidiyordu. Tek endişesi Lala Paşa’nın Galata’ya geldiğinin* duyulmasıydı. Mustafa Paşa’ya tebdil yani kıyafet değiştirerek gelmesi için ricada bulunmuştu. Eğer Veziriazam Sokullu Mehmet Paşa’nın casusları kokuyu almışlarsa, bütün planlar altüst olmuş demekti. O zaman başka bir çare düşünmek lâzım gelecekti.

Kendi kendine söylendi: — Kimsenin ruhu bile duymayacaktır. Plân o kadar güzel hazırlanmıştı ki, şakilik edecek yani şarap sunacak kızlar Rumcadan başka dil bilmiyorlardı. Konuşulanları an-lamıyacaklardı. Nassi, muhterem misafirinin memnun kalabilmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştı. Nefîs Kıbrıs şarapları ile başını döndürecek, takdim edeceği cariyelerle de Mustafa’yı çileden çıkaracaktı. Birkaç ay önce esir pazarından birbirinden güzel sekiz kız almıştı. Bu güzel kızlar özel bir titizlikle yetiştirilmişti. Saz çalıyorlar, şarkı söylüyorlar ve vücutlarına tatlı inhinalar vererek raksedi-yorlardı. Bunları velinimeti Sultan İkinci Selim için saklamıştı. Eğer bir gün konağa şeref verirse, sadakatinin bir nişanesi olarak takdim edecekti. Fakat ümitleri boşa çıkmış, bütün yalvarmalarına rağmen padişahı evine getirmeğe muvaffak olamamıştı. Saraya gönderse, kıskanç bir kadın olan Nurbânu Sultan’dan çekeceği vardı. Belki de kaş yapayım derken göz çıkarır, hasekinin gazabına uğrardı. Şehzade Mu-rad’m annesi olan Nurbânu Sultan sarayın yegâne hâkimesiydi. Bununla beraber haremi hümâyun her ırka mensup dilber cariyelerle dolup taşıyordu.

Akşam olmuş, hava kararmıştı. Halbuki Mustafa Paşa’nın şimdiye kadar gelmesi lâzımdı. Acaba, bu gecikmeye sebep ne olabilirdi? Nassi, salonda bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Sahile gönderdiği mutemedi Cafer’den de ses şada çıkmamıştı. Sakîlik edecek kızlar, altın şamdanları yakmışlar, bir köşede ayakta duruyorlardı. Beyaz bluz, eflâtun şalvar giymişler, bellerine sarı birer kuşak sarmışlardı, elâ gözlerini ev sahibine dikmişlerdi. Zaman ilerledikçe heyecanlanan Nassi, ikide bir: — Acaba bir şey mi var? Diye kendi kendine soruyordu. Nihayet telaşla içeriye giren mutemet-Cafer tekmil verdi: Sandaldan eser yoktu. Nassi kaşlarını çattı. — Bunu söylemek için mi geldin? — Hayır efendimiz, müsaade buyurun anlatayım. Yolda Venedik bolyozunun (1) adamlarını gördüm. Manalı manalı yüzüme baktılar ve güldüler. Nassi büsbütün sinirlendi: — Budalalığı bırak, karanlıkta manalı bakışlarını nereden farket-tin? (1) Venedik Sefiri. Bu tarihte elçi, Barbaro adında bir zattı. S SULTANLARIN AŞKI Cafer boynunu büktü: — Belki bana öyle geldi, efendimiz.

— Haydi git ve sahilde bekle. Kimseye bir şey söyleme. Cafer çıktıktan sonra Nassi düşünceye daldı. Venedik elçisinin adamlarının burada ne işleri vardı? Cafer tekrar telâşla içeriye girdi. Bu sefer mütebessimdi. — Paşa hazretleri şeref verdiler. Kapı ardına kadar açıldı ve üzerinde bir gemici elbisesi olduğu halde Mustafa Paşa salona girdi. Düşünceli, kederli bir hali vardı. Nassi, saygıyla eğildi, paşanın elini öptü. ¦— Fakirhanemize şeref verdiniz, binleri ihya ettiniz efeiidimiz. Nassi misafirini baş köşeye oturttu. Kendisi ayakta duruyordu. Ellerini önüne kavuşturmuştu. Mutemet Cafer dışarıya çıkmış ve kapılar kapanmıştı. Rum kızları, efendilerinin bu kılıksız denizciye gösterdiği itibara şaşıyorlardı.

Onlar da önemli bir zatın davet edildiğini sanmışlardı. Mustafa Paşa: — Hele şöyle karşımıza otur, dedi. teklif tekellüf istemem. Nassi de sedire yerleşti. — Geç kaldınız diye merakianmıştık. Teşrifinizle yüreğimiz ferahladı. — Huzurumuzdan kimsenin malûmatı yoktur, değil mi? Nassi teminat verdi: — Katiyen. Lala Mustafa Paşa, ak düşmüş sakalını şöyle bir sıvazladı: — Öyle dersiniz amma kayıkçılar bizi tanıdılar. Nassi bembeyaz olmuştu. — Ne buyurdunuz? — Tanıdılar dedim. Sahile ayak atığımız zaman kayıkçılarda» top sakallısı, “Güle güle paşa hazretleri, inşallah bir iyice eğlenirsiniz” dedi. Nassi’nin elleri titremeğe başlamıştı. — Olamaz, olamaz. — Neden olmazmış, demek teşrifimiz şayi olmuş. — Olamaz efendimiz, çünkü iki sandalcının ikisi de sakalsızda”.

Lala Mustafa Paşa’nm ağzı bir karış açıldı. — Ya!… Neler oluyordu? Sandalcıları kim değiştirmiş alabilirdi? Yoksa bir pusuya mı düşmüşjerdi? Ellerini vurdu. İçeriye Cafer girdi. — Sahile koş, bak bakalım kayık bağlı mı? Adamlarımız bekliyorlar mı? Cafer gitikten sonra, birbirlerinin yüzüne baktılar. Lala Mustafa Paşa kendisini çabuk toplamıştı. Ev sahibinin yanında küçük düşmek istemiyordu. SULTANLARIN AŞKI S> — Ne hal ise, olan olmuş, hele şu kapı ağzında bekleşen dilberler şarap sunsalar da gamlarımız dağılsa. Nassi elini çırptı, kızlar koştular, testilerden taslara şarap doldurdular. Bir iki dakika sonra büyük gümüş sahanlar içinde mis gibi kokan kızartılmış av etleri de geldi. Taslar bir iki defa dolup boşaldı. Bu iki adam birbirlerini çok yakından tanıyorlardı. Nassi’nin bütün mazisi Lala Mustafa Faşa için malûmdu. Olaylar bu iki kurnaz adamı birçok defalar karşılaştırmıştı. Şimdiye kadar aralarında hiçbir geçimsizlik olmamıştı. Çünkü menfaatleri müşterekti.

Nassi, Portekizli bir Yahudiydi. 1554 de Engizisyon zulmünden kaçarak İstanbul’a gelmişti. Oradaki adı Don Juan Miquez’di. Zeki sevimli ve kurnaz bir gençti. Kendisinden bir yıl evvel Portekiz’den kaçmış olan halası Dona Garaçiya ile İstanbul’da buluşmuşlardı. Dona Gara-çiya çok zengindi. Üstelik fevkalâde güzel bir de kızı vardı. Miguez bu kıza âşık oldu. Onunla evlendi ve eski dinine döndü. Josef Nassi adını aldı (1). Eski halası ve yeni kaymvaldesi ile işbirliği yaptı. Beraberce bir banka kurdular. Yüksek faizle borç para vermeye başladılar, servetleri çoğaldı. Henüz Kanuni Sultan Süleyman hayatta idi. Bt» sırada Şehzade Selim’e çattı.

Onun teveccühünü kazandı. Bir taraftan şehzadenin para ihtiyacını karşılarken diğer taraftan da Ege adalarından ve Kıbrıs’tan getirdiği yıllanmış nefis şarapları hediye etti. Hususî meclislerinde buluncu. Şehzadenin karısı da Yahudiydi. Ondan da yardım görüyordt Şehzadeler mücadelesi sırasında Lala Mustafa Paşa ile de sık ; temas etmişti. Bazı entrikalı işlere beraberce girmişlerdi. Niha?” Sultan Süleyman 6/7 eylül 1566 da vefat edip Selim tahta çıkım-a ümit ve istikbal kapıları büsbütün açılmıştı. İkinci Selim babasının cenazesini karşılayarak Belgrad’dan İstanbul’a döndüğü zaman ayaklarına kapanarak tebrik etmiş, yeni padişah da bol keseden kendisine: — Bir mutemet adamımızdır. Diyerek, Naksos ve Oniki Kikad Büyük Adaları dukalığını vermişti. Nassi elde ettiği bu adalar için hazineye ancak ondört bin duka altını ödeyecekti. Ayrıca kendisine 15 bin kuron gelir getirmekte olan şarap rüsumu için de yalnız iki bin duka tediye edecekti (2). Nassi’nin para ve unvana olan ihtirasını karşılamağa imkân yoktu. Bir türlü doymak nedir bilmiyordu. Fakat tedbirli Vezir Sokull» Mehmet Paşa tehlikeyi vaktinde sezmiş, Portekiz’imin memlekete belâ kesileceğini çabuk anlamış ve derhal karşı tedbirleri almıştı. Nassi de muhterem misafirinin geçmişini bir eksiksiz olarak biliyordu.

Mustafa Paşa’nm Şehzade Bayezid’in lalası iken ondan ayrılıp Şehzade Selim’in hizmetine girdikten sonra ikiyüzlü bir politika takip ettiğini, Bayezid’e sahte mektuplar yazarak iki kardeşin arasına nasıl (1) Hammer; Devleti Osmaniye Tarihi, cild 6, sayfa 241. (2) Hammer; Devleti Osmaniye Tarihi, cild 6, sayfa 242. SULTANLARIN AŞKİ 10 nifak soktuğunu bugün gibi hatırlıyordu. Lala Paşa, Şehzade Bayezid’ in idamında da (1) en önemli rolü oynamıştı. Bütün bunlara sebep mevki hırsı idi. Bir gün sadrazam olmak istiyordu. Fakat efendisi SeHm,padişah olunca ümitlerinin suya düştüğünü gördü. Selim, vaadinde durmamış, damadı Sokullu Mehmet Paşa’yı makamında bırakmıştı. İşte bunun için veziriazama diş biliyor, ne çare ki, elinden bir şey gelmiyordu. Bu iki ahbap ve dert ortağı tekrar birleşmişlerdi. Birbirlerinden saklı bir şeyleri olamazdı. Menfaatleri kısmen müşterekti. Bu gece “konuşup kararlaştıracakları başlıca ve belki de tek mesele Kıhrıs’dı. Nassi, bu adanın gelirine göz dikmişti. Lala Mustafa Paşa’ya gelin-ce.

o da Yemen’deki başarısızlığını unutturmak için sefer serdarlığma talip çıkarak kendisini göstermek istiyordu. Bu takdirde sadaret makamına biraz daha yaklaşacaktı. Padişahın Kıbrıs’ın fethine daha şehzadeliği sırasında taraftar olduğu her ikisince de malûmdu. Nassi söze nereden bağlıyacağını düşünüyordu. En iyi şekil, Sokullu Mehmet Paşa’nm aleyhinde bulunarak konuya girmekti. — Efendimiz, dedi. veziriazam paşa’nm bizlere garazları var. Halbuki kulunuz hazinei hümâyuna bunca senedir torbalar dolusu altın veririm. Hiçbir kusurum yoktur. Gücenikliğin sebebini bir türlü anlıyamadık. Acaba ne ettik? Sokullu’nun adı geçip de Lala Mustafa Paşa’nm sükût etmesine imkân yoktu. O da açıldı: — Padişah hazretlerine sadakatle hizmet ettim. Uğruna başımı koydum. Ne çare ki veziriazam paşa bizi efendimize fena gösterir. Payitahtta bile oturmamızı çok görür.

Her ikisi için de bundan tatlı konu olamazdı. Sabahlara kadar konuşsalar doyamazlardı. Şarap kadehleri tekrar dolup boşalmıştı. Genç Rum kızları durmadan hizmet ediyorlar, efendilerinin itibar gösterdiği misafirin etrafında pervane gibi dönüyorlardı. Şarap sunmak için hafifçe eğildikleri zaman cömertçe açılmış göğüsleri de meydana çıkıyor, o zaman Lala Paşa: — Frenk Beyzade (2) sakileri bir güzel intihap eylemişsin. Diyordu. Nassi memnundu. — Hele sabırlı olun efendimiz, sizin için nadide çiçekler topladık; pek rânâ ve müstesna dilberler celbeyledik. Lala Mustafa Paşa, şarabın verdiği geçici bir neşe ile kahkahalar atıyordu. Aradan iki saat geçmiş olmasına rağmen Portekizli Cafer henüz gelmemişti. Halbuki sahil birkaç dakikalık mesafedeydi. İki ahbab SULTANLARIN AŞKI 11 geçmektedir. id, İran’da 25 Eylül 1561’de idam edilmiştir. J- D-“«&iıı Wrenk Beyi olarak sonucu merakla bekledikleri halde onunla pek ilgilenmiyormuş gibi davranıyorlardı. Nihayet Cafer çıkageldi.

Yüzü sapsarıydı. – — Felâket efendimiz, felâket! Diyebildi, sesi titriyordu. Nassi telâş ve hiddetle sordu: — Bir daha felâket sözünü işitmiyeyim, ağzından yel alsın. Çabuk söyle, ne olmuş? ? Cafer anlattı. Sahilde kayık yoktu. Fakat daha evvel İstanbul’a gönderilmiş olan kayıkçılar gelmişlerdi. Bunlar, İstanbul’da birkaç kişinin hücumuna uğradıklarını, elleri ayakları bağlandıktan sonra bir bodruma atıldıklarını söylüyorlardı. Lala Mustafa Paşa atıldı: — Bizi buraya getirenler kimlermiş? — Onu bilmiyorlar efendim. Nassi’nin hiddeti teessüre dönmüştü, dokunsalar ağlıyacaktı. Hayatında böyle faka bastığını hiç hatırlamıyordu. Demek bütün plânları düşmanları tarafından evvelce haber alınmıştı. Fakat bunu kim ve nasıl öğrenmiş olabilirdi? Bu kadar yıllık emektar hizmetkârı, mutemedi ve sır ortağı Cafer’in casusluk yapmasına imkân var mıydı? O halde, bütün bu suallere cevap veremiyordu. —• Kayıkçılar nasıl kurtulmuşlar? — Akşam hava karardıktan sonra serbest bırakılmışlar. — Adamları önceden tanıyorlar mı imiş? — Hayır efendimiz, yüzlerini ilk defa görmüşler. Nassi, başını elleri araşma aldı.

Venedik Elçisi Barbaro’nun böyle bir hâdisede rolü olamazdı. — Ah Sokullu, bu da senin işin! Diye söylendi. Lala Mustafa Paşa’nm da neşesi sönüvermişti. Ne akla uymuş da bu daveti kabul etmişti. Sokullu’nun ne kadar kinci bir vezir olduğunu çok iyi bilirdi. Onu uzaklaştırıp Yemen seferi serdarı yapan ve sonra da Mısır’da Sinan Paşa ile karşı karşıya getiren Sokullu’nun kin ve intikamı değil miydi? Şimdi ne yapacaktı? Açık bir mücadeleye girmesi için elinde ne kudret ve ne de kuvve.t vardı. Gizli mücadelede ise, Nassi’ye güvenmişti, fakat onun boş olduğunu görüyordu. İstanbul’a dönerken bindiği sandal batabilirdi. Sonra saa-detlû padişaha «Mustafa kulunuz Nassi’nin evinde fazlaca sarhoş olmuş, avdetinde denize düşüp boğulmuş, Allah efendimize uzun ömürler versin» demek hiçten bile değildi. Ziyafeti yarıda bırakıp gitse bir türlü, gitmese bir türlüydü. Düşmanlarının elinden kurtulmak ihtimali yoktu. Öyle ise, başladıkları işi sonuna kadar götürmek daha iyi olacaktı. Başından binbir macera geçmiş, nice tehlikeler atlatmış, birkaç defa ölümden kurtulmuştu. Belki de bundan da sıyrılabilirdi.

Ah . “bir padişahın huzuruna çıkabilse, ayaklarına kapanarak, hüngür hüngür aglıyarak: 12 SULTANLARIN AŞKI — Şevketlûm, en sadık kulunuzum, beni lalanız Sokullu’nun elinden kurtarın! Diye yalvaracaktı. Ondan sonrası kolaydı. Hele zâtı şahaneyi iyi bir zamanında yakalamışsa, kubbe veziri olarak divanı hümâyuna bile girmek mümkündü. Lala Mustafa Paşa teessür ve telâşını belli etmemeğe gayret ediyordu. Sokullu’dan bu kadar fazla korktuğunu Nassi’den saklamalıydı. Şöyle bir öksürdü; sonra şarap taslarından birini alarak dikti, yapmacık bir neşeyle: — Nassi, dedi, neden endişe edersin? Vezir bize ne yapabilir, biz padişahın sadık kullan değil miyiz ? Asude hatır ol. — Azad kabul etmez kölesiyiz. — Öyleyse hizmetkârına ruhsat ver, sana mahfice söyleyeceklerim var.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir