Flavio Conti – Ronesans Sanatini Taniyalim

Onbeşinci yüzyılın ilk on yılı içinde İtalya’nın Floransa kentinde ortaya çıktığı kabul edilen Rönesans adıyla nitelendirdiğimiz olağanüstü kültür olayının etkileri, aynı yüzyılın sonunda tüm İtalya yarımadasına yayılmış bulunuyordu. Bü akım içindeki en büyük başarılar ise on altıncı yüzyılın birinci yarısında Roma, sanat olaylarının başlıca merkezi olarak Floransa’mri yerini alınca elde edildi. Rönesans’ın Avrupa’ya tam bir sanat devrimi başlatacak şekilde yayılması da aynı sıralara rastlar. Rönesans’ın etkileri, hemen hemen günümüze kadar, sanat akımlarındaki her değişiklikte kendini göstermeye devam etmiştir. Rönesans sanatının kültür alanında yarattığı karışıklık çok değişik ve son derece karmaşık sonuçlara ulaşmakla birlikte sanat ilkesi, yöntemi ve orijinal form bakımından oldukça tutarlı bir yol izlemiştir. Bu kitabın amacı da, bu ilkelere uygun olarak yaratılan tipik sanat şekillerini tanımlamak ve incelemek olacaktır. Rönesans sanatı başlıca iki kaynaktan etkilenmiştir. Bunlardan birincisi, Yunan ve Roma sanatlarında genellikle uygulanmış olan formların yaklaşık bin yıllık bir aradan sonra yeniden kullanıldığı klasik sanat; İkincisi ise yeni bulunmuş olan perspektif tekniğinin uygulanmasıydı. Bu buluş sanatçıya, resim ve matematik kurallarını kâğıt ya da başka bir yüzeye, bilimsel bir doğrul kla, üç boyutlu gerçek görünümünü verecek şekilde yansıtabilme olanağı sağlamaktaydı. Klasik sanatın örnekleri özellikle mimarların ilgisini çekiyordu; çünkü, devrin ressam ve heykeltraşları-nın aksine mimarlar, o güne kadar ayakta kalabilmiş antik anıtlardan esin kaynağı olarak yararlanabiliyorlardı. Yeni akımın, Rönesans adıyla anılmaya başladığı nispeten erken tarihlerde daha çok antik Yunan ve ► D o n a t o Bra-mante’nin Milano’ da San Satiro kilisesine bitişik Santa Maria koro bölümü, Braman-te başarılı bir perspektif uygulaması ile düz bir yüzeyde derinlik izlenimi bırakacak şekilde «yalancı» bir koro çalışması yapmıştır. Kilisenin hemen arkası sokak olduğu için gerçek bir kore çıkıntısı için yer bulunmadığından 3ramante bu eşsiz örnekte perspektif bilgisini sonuna kadar zorlayıp kullanmayı başarmıştır. Roma sanatlarının etkisi altında kaldığı göze çarpıyordu. Kendilerini klasik sanat geleneklerinin mirasçıları olarak kabul eden Rönesans taraftarları bilinçli olarak, antik formların ya da hiç olmazsa o devrin ruhunun ‘yeniden doğuşunu’ sağlamaya çabalıyorlardı.


Bu kişiler, kısmen klasik sanata karşı duydukları hayranlık, fakat daha çok sanatın da, bilim gibi, kendine özgü kuralları olduğu ve bunların da eski Yunanlı ve Romalı sanatçılar ve ustalar tarafından bulunup uygulandığı konusundaki köklü inançları yüzünden, Yunan ve Roma çağlarından önceki sanat çalışmalarını kesinlikle kabul etmiyorlardı. Rönesans sanatını etkileyen ikinci kaynak olan perspektif ise bir dizi devrimci buluşun en göze çarpanıydı. Sanatın gelişmesinde önemli ve kesin bir yeri olan bu buluş sanatçıya, herkesin anlayabileceği bir resim taslağı aracılığı ile, bir yapıtın bittiği zaman nasıl görüneceğini önceden gösterme olanağını sağlıyordu. Böylece herhangi bir sanat yapıtının en önemli yönünün sanatçının kendi yapmak istedikleri olduğu düşüncesi gelişmeye başladı. Sanatçı artık bir zanaatçı olarak kabul edilmekten çıkıp toplum içinde akıllı ve bilgili bir aydın durumuna yükseldi. Eskiden önemli olan ortak çalışmalar ya da Ortaçağ esnaf loncalarıydı. Rönesans ile birlikte ise sanat tarihinde, yaşamlarını sanat alanındaki amaçlarına ulaşmak için çabalayarak geçiren bireylerin tarihi üstünlük kazandı. Rönesans sanatının belli başlı özelliklerini anlayabilmek için, herşeyden önce, sanatçıların kişisel üsluplarını ayırdetmek gerekmektedir. Bu devirde belirlenen geleneklerin bugüne kadar sürüp gelmesi sanat kavramının günümüzde de kişisel bir çalışma ve başarı olarak kabul edilmesiyle açıklanabilir. Bugün de kullanılagelen Rönesans devrinden kalma teknik terimleri, kavram ve tutumları da- şöyle sıralayabiliriz : ‘sanat’ kelimesine verdiğimiz anlam; sanatın -mimari, heykel, resim olarak- güzel sanatlar, küçük el sanatları ve uygulamalı sanatlar gibi bölümlere ayrılması; bir yapının şeklinden sorumlu olan mimar ile onun teknik yönleri ile ilgilenen mühendis arasındaki ayırım; ve bir resim ya da heykelin bir şeyi temsil etmesi gerektiği inancı hep Rönesans’tan alınmış kavramlardır. Bunun için, Rönesans sanatının belirli formları üzerinde yapılacak her türlü çalışmada hem bu formların hem de bunların bizim kendi uygarlığımız üzerindeki etkisinin açıklamaları birlikte dikkate alınmalıdır. ^ Floransa’-daki Kimsesizler Hastahane-sinde Filippo B r u n e I I e s -c h i ‘nin yaptığı revaklı kısım. On beşinci yüzyıl İtalyan mimarisinin belli başlı özellikleri burada kolaylıkla görülmektedir. Klasik mimarideki düzen anlayışının yeniden bulunması; yarım daire şeklindeki geniş kemerler kullanılması; genel plan ve oranlardaki basit uygulama ve burada yalnız birkaç köşede gördüğümüz gibi, heykelli süslemelerin gi-dorok eski önemini kaybetmiş olması ilk bakışta dikkati çeken “/elliklerdir. Mimari Rönesans görüşüne göre tarihi yapanlar bireylerdir. Ve Rönesans mimarisinin tarihi de bu görüşü doğrular.

Rönesans mimari üslubu on beşinci yüzyılın ilk çeyreğinde Floransa’da ortaya çıkmıştır. Bu üslubu birkaç yönüyle başlatan ise tek bir kişi, Filippo Brunel-leschi’dir. Bu üslubun yaratılmasında bireylerin önemi yadsınamaz, fakat uygulanmasında da bazı ortak değerlerin etkili olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Rönesans mimarisinde kabul edilen formlar, akla yakın her türlü inceleme ve gelişmeye açık bir dizi kurala dayanmakla birlikte çoğu kez olduğu gibi uygulanırdı. ^ Rönesans devrinin ilk mimarı olan Filippo Brunelleschi, Roma’-daki klasik çağ anıtlarını dikkatli bir şekilde incelemişti. Bu örneklerden, yapılarının çoğunda uyguladığı ana geometri formlarını almakla kalmayıp bu geometrik şekillerin hangi yollarla anlatılıp belirtileceğini de öğrendi. Bu da Roma-lılar’ın Yunanlılar’ dan öğrendiği mimari düzenler sistemiydi. Bildiğimiz gibi düzen, her bölümü belirli oranlara dayanan Dor, İyon vb. bir sütun tipidir. Herhangi bir yapıda kullanıla-cak oranlar da seçilecek olan düzene göre belirlenmekteydi. Bu kurallar dizisinin, ya da daha sonraları söylendiği şekli ile üslubun, merkezinde ise, kendinden sonra gelenlerce de sağlamlaştırılacak olan ve Brunelleschi’nin gerçekleştirdiği devrimci bir karar yer almaktaydı. Buna göre mimarlar kendi yapılarında klasik mimariden aldıkları şekilleri uygulamaya karar veriyorlardı. Bunun için de özellikle eski Romalılar’m kullandıkları şekillere bağlı kaldılar, çünkü ellerinin altında kolaylıkla inceleyebilecekleri antik yapılar bunlardı. Rönesans mimarlarının böyle bir karara varmalarında çeşitli ve karmaşık bazı nedenlerin yanı sıra bugün aşırı milliyetçilik diye adlandırdığımız bir düşünce de önemli bir yer tutar. Geçmişte, Germen İmparatorlarının her türlü hak iddialarına şiddetle karşı koymuş olan îtalyanlar, ve özellikle de Floransalılar, kendilerini eski Roma’-mn ve onun geleneklerinin birer varisi olarak gördük- ► Filippo Brunel-ieschl’nin Floran-sa’da Santa Cro-ce Kilisesi manastırındaki Pazzi Şapeli.

1430-1444 y ı!! a r ı arasında yapılan bu küçük kilise on beşinci yüzyıl mimarisinin parlak bir örneğidir. Cephede en dikkati çeken özellik revaklı bölümün iki yan kanadının ortada bir kemerle birleştirilmiş olmasıdır. Bu düzen on altıncı yüzyılda «Palladyen» ya da «Venedik» pencere motifi şeklinde gelişmiştir. Pazzi KlliSesi’nin cephesi, iki yanı ikişer sütun ve sa-çaklık ile sınırlandırılmış ortası kemerli üçlü bir giriştir. P- 1447-1451 yılları arasında yapılan bu evde, Rönesans devri boyunca tekrarlanan ve eski Roma’da da yaygın olan, birbiri üzerine yerleştirilmiş düzenlerin oluşturduğu motifin erken bir uyarlaması görülmektedir. Başka bir deyişle, zemin katta Dor, birinci katta İyon ve İkincide Korent olarak her katta değişik bir mimari düzen vardır. lerinden o devrin maddî başarılarını idealize etmeye yöneldiler. Bununla birlikte Brunelleschi’nin kendi nedenleri daha az geçmişe dayanıyordu. Ona göre, klasik esaslardan kaynaklanan mimari, yaşadıkları yüzyılın düşüncesine, o sıralar moda olan Gotik üslup ya da ondan alınacak başka bir üsluptan çok daha fazla uygun düşüyordu. Klasik mimarinin dayandığı kuram ve bu kuramın on beşinci yüzyıl îtalyasmda kullanılması bir nedene, daha doğrusu akla yakın bi-r temele oturmaktaydı. Bu mimari şekiller belirli yapılara uyacak biçimde gelişigüzel çizilmeyip önceden kararlaştırılmış planlara uygun olarak gruplandırılıyorlardı. Mimar bir yapının planını çizmeye hazırlandığı zaman karşılaşacağı güçlüklerin çoğunum çözümlenmesinde yardımcı olacak bir dizi kural elinin altında kullanılmaya hazır bir durumda bekliyor olurdu. Bu nedenle işinde yeni olan noktalar üzerinde daha yoğun bir şekilde çalışabilirdi. Bu sistemin en iyi tarafı da zaman ve emekten büyük ölçüde tasarruf sağlamasıydı. ^Floransa’ da Leone Battista Albertlnin yaptığı Ruccellal Sarayı.

Soylulara ve tüccarlara alt büyük kent evleri, yeni mimari kuralların denenmesinde geniş bir çalışma alanı sağlanması bakımından on beşinci ve on altıncı yüzyıl Rönesans mimarisinde önemli bir yer tutar. Yunan mimarisi işte bu tür bir yöntem uygulayarak Parthenon’daki kusursuz zarafete ulaşabilmişti. Kendilerince en önemli yapı tipi olan ve taş blokların üst üste yerleştirilmesi tekniği ile gerçekleştirilen tapınağı başlangıç noktası olarak alan Yunanlılar, destek dizisini oluşturan sütunların ve bunları birbirine bağlayan saçaklık kısmının biçimlerini saptayan belirli bazı kurallar koymuşlardı, özellikle bu biçimlerin birbirleri ile orantılarına önem vererek de mimari düzenler diye bildiğimiz, geometrik olarak birbiri ile ilişkili bir tür mimari öğeler sistemi meydana getirdiler. Yunanlılar; Dor, iyon ve Korent diye herbiri sütunları ve sütun başlıklarının biçimi ile ayırdedilen başlıca üç mimari düzen geliştirmişlerdir. Bu örnekler Rönesans’ta, eski Roma’da uyarlandığı biçimde ikinci elden önemli olmuşlardır. Romalılar, kurallara dayanan bu tür bir sistemi, kendi görüşlerine uyduğu için olduğu gibi uygulamakta bir sakınca görmediler. Ayrıca kendileri de bu üç Yunan düzenine, Dor düzeninin daha basit bir çeşidi olan Toskana, ve Korent düzeninin daha zengin bir uyarlaması olan Kompozit düzenlerini eklediler. Fakat mimarilerini taş blok esasına değil de taş ve tuğla karışımı harçtan yapılmış tonoz esasına dayandırdıkları için bu düzenleri yalnızca yapıların cephelerini süslemek için kullandılar. Genç Antonio da Sangallo ile Michelangelo Bu-onarottinin Roma’ da yaptıkları Farnese Sarayı’nın ön yüzü. On altıncı yüzyılın başlarında yapılan bu büyük sarayda üst üste yerleştirilmiş düzenler cephenin tümünde değil fakat her biri kendi başına küçük bir yapının ön yüzü görünümünde olan pencere kenarlarında kullanılmıştır. Bruneleschi’nin zamanında ayakta olan klasik Rorfta devri yapıları bugüne göre hem sayıca daha fazla hem de daha iyi bir durumda bulundukları için kendisi bu düzenleri baştan sona tüm ayrıntıları ile inceleyebilmiş-ti. Zaten Brunelleschi’nin kendi yapılarında uyguladığı sistem de aynı şekilde standart biçimlere dayanmaktaydı. Artık, her sütunun, sütun başlığının ve çeşitli süsleyici öğelerin biçimi üzerinde ayrı ayrı çalışmak gerekmiyordu. Bunun yerine, beş düzenden birisini seçip onun oranlarım uyarlamak yeterliydi. Süsleme için düşünülen plan da böylece kendiliğinden ortaya çıkmış oluyordu.

Bu durumda geriye kalan tek önemli-nokta, yapının kullanılış amacına en uygun ölçü ve biçimde bir plan çizmek oluyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir