Flora Kidd – Ask Cemberi

Tory daha adayı görmeden kokusunu duydu. Hassas burnu, mavi denizi ürperten ılık esintinin getirdiği sayısız çiçeklerin ve baharatların kokusunu aldı. Puslu ufuk çizgisini çoşkuyla gözden geçirdi. Sis ansızın yükselen bir buluta dönüştü ve tıpkı bir sihirbazın elinde kayboluveren bir mendil gibi yok oldu. Airouna adasının yemyeşil kıyılarının üstünde yükseliveren yassı tepeli dağın mavi-gri etekleri ortaya çıktı. Bulut çekildiği için masmavi gökyüzündeki güneş daha güçle parlamaya başlamıştı. Denizin rengi kurşuni mavisinden koyu turkuaza dönüştü. Üstünde gümüş rengi ışıklar parlıyordu. Işıklar öyle güçlendi ve parlaklık kazandı ki, Tory güneş gözlüklerini bulup takmak zorunda kaldı. Koyu camların ardından adanın ayrıntılarını seçmeyi başarabildi. Kararın denize uzanan ucunda beyaz bir fener vardı. Fenerin ardında münbit tropik bitkilerle çevrelenmiş bir körfez bulunuyordu. Körfezin başında, ormanla kaplı tepeleri ardına almış beyaz, kırmızı damlı evlerin oluşturduğu bir küme vardı. Kendisini Antigura’dan getiren feribot körfeze doğru yaklaştıkça, Tory şemsiyeye benzeyen hurma ağaçlarının yarı yarıya gizlediği kıyı boyunca sıralanan başka evlerde gördü. Dalgaların üstünde ağırbaşlılıkla inip çıkan kocaman kırmızı bir şamandıraya yaklaştığında, feribotun motorla yavaşladı.


Şamandıranın yanından dikkatle geçen tekne yeniden hızlandı. Kıyıdan esen rüzgarla denize açılmaya çalışan kara bir yelkenlinin yanından geçtiler, yelkenleri güneşle pırıl pırıldı. Tory sarıya boyanmış kamarayı, dümendeki adamı, sallanan güverteye sert basan bacaklarını, feribottaki ir tanıdığına el sallarken ağzında beliriveren kocaman bir gülümsemenin böldüğü bir güneş yanığı yüzünü, göz ucuyla görebildi. Yelkenli, ardında dalgalardan iz bırakarak ortadan kayboluverdi sonra. Port Anne limanının girişi, yapılarla dolu iki karar uzantısınına rasındaydı. Bunların çoğu on sekizinci yüzyılda İngiliz tüccarları tarafından yaptırılmış ambarlardı. Beyaz boyaları, yuvarlak kemerli kapıları, parlak renklere boyanmış pancurlarıyla, dört köşe pencereleri ve kırmızı kiremitlerle kaplanmış çatılarıyla, arkalarından yükselen modern binaların garip mimarisi önünde silinip gidiyorlardı. Limanın balıkçı kayıkları ve gezinti tekneleriyle dolu olması yüzünden, feribot rıhtıma yanaşmakta güçlük çekti. Kaptanın ve tayfaların sayısız bağırışları, makinelerin bir ileri bir geri çalışması sonucunda, güçlükle de olsa geniş iskelenin taş duvarlarına yanaşabildi. İskelede feribotu bekleyen küçük bir gurup vardı. Tory onların ardında geride, parlak çiçeklerle çevrelenmiş ve görkemli Krallık hurmalarıyla gölgelenen bir meydana uzanan geniş bir yol bulunduğunu gördü. “Tory! Tory!” Adının bağırıldığını duyunca, aşağıda topluluğa bir kez daha baktı. Alışılagelmiş haki şort, beyaz gömlek ve beyaz sarkık bir sömürge şapkası giymiş bir adamın kendisine el salladığını gördü. Tory onu bir anda tanıdı. Adam Airoun’a Botanik Bahçeleri yönetmeni, Tory’nin mezun olduğu üniversite de dersler vermiş ünlü otanikçi Dr.

Magnus Jarrold’du. Tory bilim adamının çağrısı üzerine Karayiplerdeki bu adaya, onun yanında yardımcı botanikçi olarak çalışmak için gelmişti. Sonunda gelebilmiş olmanın verdiği coşkuyla adama el salladı Tory ve bavullarını bulup hemen karaya çıkmak niyetiyle hızla döndü. O hızla güvertede arkasından geçmekte olan birisine çarptı. Koskocaman kayaya çarpmak gibi bir şeydi bu. Çarpışmanın şiddetinden soluğu kesildi. <<Oh, çok üzgünüm,>> dedi dengesini sağlamak için adamın çıplak, kahverengi koluna sarılırken. <> <<Görmediğini açık, yoksa böyle üstüme çıkmazdınız. Göze çarpmayacak kadar da ince değilimdir.>> Gerçekten de değildi. Kendisinden çok uzun boylu olmamasına rağmen, kocaman ve yapılı bir adam izlenimini veriyordu. Emir vermeye alışmış bir adamın sesine benzer keskin bir sesi vardı. Konuşması, kendisininkinden biraz farklı olmasına rağmen, en azından onunki kadar İngiliz’di. Elini adamın güneş yanığı kolundan çekip, kalın kara kaşların altındaki ela gözlere baktı. Gözlerinde parlak, ürkütücü ışıkları oynaşıyordu.

Sağ gözünün altında yeşile çalan bir yara, sağ kaşının üstünde de, yaraya benzer bişr şeyin üstüne yapışkan plasterlerle tutturulmuş pamuk tampon vardı. Koyu kahverengi, kıvırcık ve kısa kesilmiş saçları vardı. Zayıf şakaklardaki uzun favoriler saçlarla birleşiyordu. Desenli, yakasız ve kısa kollu gömleğinin altındaki omuzları, vücudunu dayadığı koltuk deynekleri yüzünden kamburlaşmıştı. Gözleri beyaz keten pantolonlu uzun bacaklarından, yere basmamaya özen gösteren sandal giymiş sağ ayağına inince, Tory’nin içi utançla titredi. Adamın Antigua’da gemiye binişini hatırlıyordu şimdi. Feribotun kalktığı iskeleye taksiyle gelmişti. Geminin kaptanı adamı eski bir dostu gibi karşılamış, yaptığı kaba espriye aynı kabalıkta başka bir deyişler karşılık verildiğini görünce, böylesi konuşmalara hiç alışık olmayan Tory’nin yüzü utançtan kızarmıştı. <<Umarım bir yerinizi acıtmadım,>> konuştu duyduğu vicdan rahatsızlığını azaltmaya çabalayarak. Adam tam önünde durduğu için, bavullarını bıraktığı salonun kapısından geçişi engellenmişti. <<Hayır, emin olun ki acıtmadınız,>> dedi adam soğukça. Bakışlarıyla Tory’i gözden geçiriyordu baştan aşağı. <> görünce, aksileşerek ekledi. <<Görüşürüz san kendisine kişisel imalarda bulunma cüretini nereden alıyordu bu adam! Anlaşılan, en ufak bir fırsat yakaladığında kadınlara yanaşmaktan çekinmeyen o kaba maceraperestlerden birisiydi bu da. Eğer öyleyse, bu cesur taktiklerinin kendisine işlemeyeceğini hemen öğrenecekti.

Hayranlık dolu bakışlara ve saçlarının rengiyle ilgili iltifatlara çoktan alışmıştı. <<Hayır, mavi değil, gridir gözlerim,>> diye cevap verdi soğukça. Sesinin tonunu adama ipucu vereceği ve yolundan çekileceğinin düşünmüştü. Oysa adam, olduğu yerde duruyor ve sanki ömründe hiç böyle eğlenmemiş gibi gözüküyordu. <<Ah, çok yazık,>> diye ağzını yaya yaya konuştu. <<Anlarsınız ya, hep sarı saçlı mavi gözlü bir kadınla tanışmak istemişimdir. Göz renginiz bir yana, tam istediklerime uyan birisiniz siz.>> <> diye soruverdi. Adamı ürkütmeye çalışırken şaşalıyıvermişti birden. <<Yatağımı ve odamı paylaşacak bir kadın arıyorum,>> dedi adam. <> Adamı güçlü bir tokat yemekten kurtaran koltuk değnekleri, morarmış gözü ve kaşının üstündeki yara oldu. Tory kendisinin tutmaya çalışarak, dişlerinin arasından konuştu. <> Adam ne kımıldadı, ne de utanmış göründü. <> dedi ağır ağır, <<Üstelik çevremizdekilerden çok daha aklı başında bir kabul edilirim her zaman için. Doğru sözlü olduğumdan, beni neden sarhoş yada deli sandığınızı anlamıyorum.

Ama kıyıya ineceğinizi duyduğuma sevindim. Böylelikle kaderimizi yönlendiren güçlerin benim yanımda olduğunu ve sizi mutlaka bir kez daha göreceğimi anladım.>> söylenenlerden irkildi Tory, şaşkın bir bakış fırlattı adama. Adam bunu fark etti ve rüzgar yanığı, esmer yüzünde beyaz bir şimşek gibi gülümseme belirdi. <<Aha, ince bir noktaya temas ettim anlaşılan,>> diye alay etti. <<Çoğu kadınlar gibi kadere inanıyorsun ha.>> <<Hayır, inanmam,>> diye patladı Tory. <> <> <> diye cevapladı hızla. <<Şaşırdım buna. Bekleyen biri mi var mı?>> <> <<Kim?>> <> diye azarladı adamı. <<Şimdi liften çekilin önümden. Gemi kalkmadan aşağıya inmek istiyorum.>> <> Tory o an sanki zaman içinde hapsolmuş gibi garip bir duyguya kapıldı. Sanki sonsuza dek orada bekleyecekti. Sıcak güneş içine işleyerek, geminin yükünü rıhtıma indirmeye çalışan yerlilerin şarkılarını ve Batı Hint aksanlarıyla konuşmalarını dinleyecekti.

Magnus’un onu beklediğini bile bile. Ama kaba ve dayanılmaz bir zorba tarafından esir alındığı için inemiyormuş gibi hissetti kendini. Karalığıyla, kötü kötü pırıldayan gözleriyle, koltuk deyneklerinden kamburlaşan geniş omzuyla, adam bir zamanlar bu adaların çevresini haraca kesen korsanlara benziyordu. Ve şimdi de kendisini esir etmeye kararlıydı bu korsan. Onun kendisiyle Magnus’un arasına kocaman kara bir kaya gibi girdiğini görür gibi oluyordu. Ülkesinin, ailesinin, dostlarını ve güvenli işini uğruna terk ettiği adamla arsına girip, onların bir araya gelmesini engelliyordu. <<Eğer şu an geçmeme izin vermezseniz, bağırıp yardım isteyeceğim,>> diye bağırdı. Duyduğu panikle umutsuzluğa düşmüş bir haldeydi. O eğlenceli gülümseme kayboldu adamın yünden. Gözleri bir kartalın gözleri kadar berrak ve sert bakışlıydı şimdi. Elinde olmadan geriledi Tory, adamın ağsı alayla büzüldü. <<Kaçmana hiçbir neden yok, İma etmeye çalıştığın şeye rağmen, sana elimi bile dokundurmayacağım.>> <> diye savundu kendisini. <<Yalnızca geçmek istiyorum, lütfen.>> <> Tory’nin önünden çekildi.

Tory serbest kalınca tek söz söylemeden hızla geçti adamın önünden. Kişiliklerinin deminki küçük çatışması öfkeyle titremesine yol açmıştı. Rahatsız ettiği için özür diliyordu demek. Ciddi miydi bunu söylerken? Dostluk önerisini geriye çevirenin o olduğunu söylemek isteyerek kendisinin suçlu duruma düşürdüğünü hatırlayınca, öfkeden ağlayacak gibi oldu. Ama işte Magnus oradaydı, kollarını onu kucaklamak için uzatmış, sarkık şapkasının siperliğinin altındaki açık mavi gözleriyle gülüyordu ona. Sarsılan dünyası yeniden düzelmişti artık., bavullarını bıraktı, ellerini onun eline verdi. Adam alnından öpmek için öne doğru eğildi. <> dedi onu öperken. Sesi tam hatırladığı gibiydi, yumuşak ve nazik. Danimarka asıllı olduğu için küçük bir boğaz aksanıyla konuşuyordu. <> diye cevapladı Tory içtenlikle. Renkli çevreye bir göz attı. Işıldayan mavi sular, parlak, beyaz duvarlar, alev alev çatılar… pırıl pırıl tropik güneşinin altında her şey daha canlıydı sanki. <> dedi.

<<Oh, Magnus, mektubun geldiğinde bilemezsin ne kadar sevindim. Sanmıştım ki…>> <> diye tamamladı Magnus içtenlikle. <<Biliyorum, gecikme için çok üzgünüm, ama benim suçum değildi bu. Hükümeti ilgilendiren bir iş olduğu için, halledilmesi gereken bazı formaliteler vardı. Ama geldin artık. Şimdi kızım Carla ile tanışmanı istiyorum. Umarım onunla iyi arkadaş olursunuz. >>Carla, işte Tory Latham.>> Kızı! Tory adamın yaptığı açıklamanın onu sarstığını belli etmediğini umuyordu içinden. Magnus’un kolundan tutup ileri çıkarttığı küçük kara saçlı kıza baktı. Zeytin tenli, kara gözlü kız, sırtını beline kadar açık bırakan ve önde esmer yuvarlak göğüslerini cömertçe sergileyen basit bir keten elbise giymişti. Gülümseyişinin inirle ve yapmacık olduğunu sezen Tory sıkmak için elini uzattı, ama Carla sanki bu eli görmemiş gibi yaptı ve Tıory’nin arkalarında bir yerlere bakmaya başladı. O güzelim kara gözleri hoşnutlukla parladı birden. <<Denzil!>> diye bağırdı. <<Hey, bakın, koltuk değnekleri var.

Baba, hemen gitmeyin. Denzil’e nasıl bu hale geldiğini sormak istiyorum.>> <<Carla, gerek yok…>> Magnus kızının kendini dinlemeye hiç niyetli olmadığını anlayınca sesini kesti ve omuzlarını silkti. Carla dans eder gibi koşup koltuk değnekli adamın inmeye çalıştığı çıkışa doğru ilerlemişti bile. Magnus dudağında belli belirsiz bir gülümsemeyle Tory’e döndü. <<Aklına geleni yapmaya çok düşkün. Doğruyu söylemem gerekirse, üzülüyorum onun için. Daha on yedisinde ve erkekleri yeni keşfetti.>> içini çekti, alnı üzüntüyle kırıştı. Tory elerliyle düzeltmek istedi o kırışıklıkları. <<Şu gördüğün koltuk değnekli adamı da hiç keşfetmemesini dilerdim,>> diye ekledi üzüntüyle. <> diye sordu Tory. Carla ile birlikte kendilerine doğru gelen adama sırtını dönerek. <> diye cevap verdi Magnus. <<Kuşkulu görünüyorsun,>> diye düşüncesini söyledi Tory.

>>Öyleyim. Sanırım senin ülkenin yurttaşlarından biri, ama hakkında bilinen yek şey de bu. Yedi yıldan beri burada.>> <> <<Anlattıklarına göre koca Atlantik’i tek başına geçtiğini söylediği küçük bir yelkenli tekneyle ortaya çıkmış burada. Geldiğinde perişan, yarı aç ve beş kuruşu olmayan bir adamdı. Ama buradaki birinci yılının sonunda körfezdeki küçük yat kiralama kuruluşunun yönetimini eline geçirdi. İlk geldiğinde teknesini bağlayacak bir yer karşılığında çalışmaya başlamıştı. Turistlerin çevredeki adaları gezmek için kiraladıkları yatların bakımıyla uğraşıyordu. Onun yönetimine geçmesinden beri şirketin illeri büyüdü. Şimdi bu adalardaki en büyük yat filosu onların şirketindedir. Her taraftan turist akar onlara. O yüzden hükümetin turizm bürosuyla arası çok iyi. Ama ben olsam hiç de güvenmezdim ona. <<Ya! Neden?>> <<İşerini acımasızca yürütüyor, sert bir pazarlıkçı. Kadınlarla ilgili şöhreti de pek iyi değil.

Buraya geldiğim günden beri bir iki genç kadını avucunun içine alıp, sonra oldukça kalpsiz bir biçimde bırakıvermiş diye anlattılar bana.>> Magnus, Tory’nin omzunun üstünden baktı, utanmış gibi eğilip fısıldadı. <> Tory döndü. Carla ile esmer adam yaklaşmışlardı. <> dedi Magnus zoraki bir yakınlık çabasıyla. << Her zamanki gibi tehlikeli işlere karışmışsın gibi görünüyor. Ne oldu?>> Denzil Hallam’ın kalın kaşları alay edermiş gibi büküldü. Kara saçlarını gizleyen beyaz denizci şapkasının altından görünen gözleri, Tory’ye bakarken hiç de dostça olmayan bir biçimde parıldadı. Sonra bakışları Magnus’a yöneldi ve ağzı küçümsemeyle büzüldü. <<Geçen hafta bir dsostumun yatını kuzeye götürüyordum. Yarışıyorduk aramızda, sonra Enid Tayfunu’nun kuyruğuna yakalandık. Rüzgar dikti sanki yatı. Ön güvertede yelken indirmekte oldukça tehlikeli bir iş sayılır. Bir iki bere ve burkulmuş bir ayakla kurtardım paçayı.>> <> dedi Magnus.

Yeşil benekli sert gözleri bir an adama baktıktan sonra Tory’ye kaydı. <<Kızlarının iki tane olduğunu bilmiyordum Dr. Jarrold,>> dedi Denzil Hallam, gözlerindeki şeytani bakışları ele veren yapay bir nezaketle. Tory dudaklarını büzüp başka taraflara baktı.Gördüğü tek şey, Carla’nın, ikisinin kardeş olabileceğini söylemesine kahkahalarla gülüşü oldu. <> dedi Magnus gülümseyerek. <> <<Güzel bir botanikçi ha.>> Tory ile eğlendiğini gizlemeye bile gerek duymuyordu şimdi. Tory hiç ilgilenmezmiş gibi görünmek için büyük bir çaba göstermek zorunda kaldı. <<Doğada böyle türlerinde bulunduğunu bilmezdim hiç, ağzınızın tadını bildiğiniz için kutlarım sizi,>> diye ekledi çekinmeden. <> <<Victoria’nin kısaltılmışı,>> diye atıldı Tory adamın alaylarına dayanamayarak. Adam gülmeye başladığında ise ağzını tutmuş olmayı diledi içinden. <<Ohho, şimdi anlıyorum feribotta gösterdiğiniz mizah anlayışı eksikliğini. Tam Victoria çağına uygun tepkilerdi gösterdikleriniz.>> <> Magnus sert ve merak dolu bir sesle sormuştu bunu.

Tory bir cevap bulmak için düşünürken Denzil tembelce konuştu. <> Özellikle kışkırtıcı davranıyordu. Sanki gemideki davranışlarını ödetiyor gibi bir hali vardı. Tory o sıcak güneşin altında kendisini hiç de iyi hissetmiyordu. Tek şapka giymeyenin kendisi olduğunu gördüğü için, Denzil Hallam’ın kışkırtmalarına kapılmak yerine, çadır bezinden çantasını karıştırıp şapkasını bulmaya çalıştı. Magnus’un konuştuğunu duyunca da, oldukça rahatladı. <> <<Hayır, teşekkür ederim.>> Cevap sertçe verilmişti, ama Tory bu adamla aynı arabanın içinde kalmaya dayanamayacağını sezdiği için rahatladı. <<Josh’u bekliyorum, aslında cipin sesi de geliyor işte. Sizinle tanıştığıma sevindim, Victoria Latham.>> Durdu ve bekledi. Tory’nin ne baktığını ne de bir şeyler söylediğini görünce, aksileşerek ekledi. <<Görüşürüz sanırım, doktor, seninle de Carla.>> Tory şapkasını başına yerleştirirken, o koltuk değneklerini savurarak uzaklaştı. <<Denzil, bekle!>> Carla hızla adamın peşine düşmüştü.

Tam o sırada da mavi bir cip biraz ileride durdu. <<Carla, geriye dön. Gidiyoruz hemen.>> Magnus’un söyledikleri hiç de etkili olmadı. <> dedi, kızının koltuk değnekli korsanlara benzeyen adamla konuşmasını izlerken. Utangaç bir gülümsemeyle Tory’ye döndü.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir