Fredric Jameson, J. F. Lyotard, J. Habermas – Postmodernizm

“Bilimde Kesinlik Üstüne … Bu İmparatorlukla Haritacılık Sanatı öylesine bir Mükemmellik’e erişmişti ki, bir tek Eyalet’in haritası bütün bir Şehir’i ve İmparatorluğun haritası bütün bir Eyaleti kaplıyordu. Zamanla, bu Ölçüsüz Haritalar yetersiz bulundu ve Haritacılık Okulları, İmparatorluk büyüklüğünde olan ve noktası noktasına onunla çakışan bir İmparatorluk Haritası çizdiler. Haritacılık Çalışmasına daha az Bağlılık duyan Sonraki Kuşaklar, bu aşırt büyütülmüş Harita’nın Yararsız olduğunu düşündüler ve, Saygısızlık da göstererek, onu Güneş’le Kışlar’ın Acımasızlıklar’ına terkettiler. Batı çöllerinde hâlâ, Hayvanlar ve Dilendler’in barındığı, parçalanmış Harita Kalıntıları duruyor; tüm Ülke’de, Coğrafya Bilim kollarından başka iz kalmamış.” Subrez Miranda, Viajes de Varones Prudentes, kitap dört, bölüm XLV, Lérida. 1658* “Bilimde kesinlik üstüne”, J. Baudrillard’ın, gerçeklik ilkesi yerine benzeşim (simulation) ilkesinin geçtiği yolundaki hipotezini açıklarken başvurduğu bir Borges metni. Baudrillard’a göre, artık günümüzde, gerçeğe tamı tamına uyan, böyle bir haritaya temel olacak bir dünya yok; sadece gerçeği yeniden üretmeye yarayan çeşitli modeller, aslında gerçeğin genetik bir küçültmesi olan benzeşimler var elimizde. “Batı çöllerinde”, olsa olsa ger- (*) J. L Borges: Müze, Çev: C. B. Akal ve E. Özden, Gergedan S.4, 1987. POSTMODERNİZM 7 8 Z e k â : Y o l l a r ı Ç a t a l l a n a n B a h ç e çeklik diye bildiğimiz şeyin izlerine, gerçeğin kalıntılarına rastlamak mümkün.


Ama asıl yitirdiğimiz şey, harita ile arazi arasındaki -haritaya şiirselliğini, kavrama büyüsünü veren- o özerk ayrım; gösteren ile gösterilenin o “doğal” sanılan birliği.,. Gerçeğin yeniden üretimi, küçültülmüş matrislere, komut-modellerine.göre yapılıyor artık. Benzeşimler, herhangi bir gerçekliğe göndermede bulunmadan, gerçek olanı ikame ediyorlar. Dolayısıyla üretimin ya da imlemenin (signifikation) gerçekliği yerini, benzeşimlerden oluşma bir “hiper-reel”e bırakıyor. Gerçek (reel) kadar, hayali, düşsel olanın da, bir hükmü yok hiper-reel karşısında. Programlanmış, moleküler yönlendirmelere karşı, ’bilinçlendirme”, “diyalektik aşma” vs. kâr etmiyor. Baudrillard’ın, bu benzeşim zincirlerine, “hiperrealist” sisteme karşı önerdiği tek direniş yolu ise, sistemin kendi mantığını sonuna dek götürerek, radikal totolojflere dayalı, “katastrofik” bir strateji benimsemek; ölümüne oynamak… Borges’in bir başka öyküsünde de şöyle bir olay anlatılmaktadır: Aynaların dünyası ile insanların dünyasının birbirlerinden ayrı, bölünmüş olmadığı bir çağda, bir gece ayna halkı dünyayı işgal eder. Çıkan savaşın sonunda, Sarı Sultan’ın büyü gücü sayesinde, ayna halkı altedilir. Sarı Sultan, işgalcileri aynalara hapsedip, bundan böyle insanların hareketlerini taklit etmekle cezalandırır. Artık ayna halkı, insanların kölesi “yansımalar”dır. Ama bir gün gelecek, büyü bozulup, ayna halkı da özgürlüğüne kavuşacaktır. J.

-F. Lyotard, ressam J. Monory için yazdığı bir yazıda, “modern özne” ile “temsil” fikrine yönelik eleştirisini dile getirirken, bu Borges öyküsünden yararlanıyor. Lyotard’a göre, insanın bilinç sahibi bir özne olarak ortaya çıkışı, tıpkı Borges’in metninde olduğu gibi, o gem tanımayan, akıcı güçlerin, içgüdülerin, arzuların hapsedilmesine, sınırları belirleyen bir aynanın bulunmasına bağlı. Lyotard, bunun oldukça ağır bir bedel, Sarı Sultan’ın da bir despot olduğu fikrinde. Buradan yola çıkarak, özellikle “kavramsallaştırma” ve “gösterme”nin olanakları ve sorunları üzerinde düşünen Lyotard’ın önerdiği de, kavramsala teslim olmayan, gösterilemez’e tanıklık eden, araştırıcı, denemeye açık bir sanat… Bir diğer Borges metninde ise, hayvanların sınıflandırılmasına ilişkin, “bir Çin Ansiklopedisinden alınma, şöyle bir tasvir var: ”a) İmparatora ait olanlar, b) Mumyalanmış olanlar, c) Evciller, d) Süt domuzları, e) sirenler, f) Olağanüstü olanlar, g) sokak köpekleri, h) bu sınıflamaya dahil edilmemiş olanlar, i) Kudurgan olanlar, j) Sayısız olanlar, k) çok in­ POSTMODERNİZM 9 ce bir devetüyü fırçayla çizilenler, 1) ve saire, m) az önce su testisini kırmış olanlar, n) uzaktan bakınca bir sinek gibi görünenler.”* M. Foucault’nun, insan bilimlerinin arkeolojisini çıkarmaya çalıştığı “Kelimeler ve Şeyler” kitabı, bu ‘garip’ sınıflandırma ile başlıyor. Bu ‘heterotopya’, görünüşte “ortak bir odak noktası” olmadan bir araya getirilmiş şeyler, “çağdaş Batıkların olguları nasıl sıraladıkları” sorusunu, genelde insanın kendini hem özne, hem de nesne olarak ikiye bölmesinin yarattığı sorunları araştırmaya yöneltiyor Foucault’yu. Bilindiği gibi, kitap sonunda, insanın ancak son iki yüz yıldır bilgimizin nesnesi olduğu ve deniz kıyısında, kuma çizilmiş bir yüz gibi, yakında silineceği saptaması ve öznenin sultasının sona ereceği imasıyla kapanıyor… Bu üç örnek, bir ‘esin kaynağı’ olarak Borges’in önemini gös termek için yeterli olsa gerek. Postmodernizmin (modernizm sonrasının gözdesi olan bu yazar üzerinde durmak, kuşkusuz postmodernizm konu suna girmenin en iyi yollarından biri. Ama postmodern sayılabilecek düşü nürlerin Borges metinlerine yaptıkları göndermeler, Sartre’ın Dostoyevs ki’yi, Benjamin’in Baudlaire’i ya da Heidegger’in Hölderlin’i okumasına benzemiyor pek. Borges’e duyulan yakınlık, daha çok herkesçe de paylaşılamayan, bir duygudaşlık düzeyinde. Daha doğrusu benzerliği asıl, Borges ile postmodernizmin yaygın imajları arasında kurmak gerekiyor. Borges metinlerinin sık sık yinelenen, tartışılan özellikleri ile postmodernizmin ilk ağızda dile getirilebilecek, basitleştirilmiş özellikleri arasında, önemli bir benzerlik var.

En azından, bir ilk fikir edinmek, postmodernizm tartışmasının Batı’daki basın organlarında sahip olduğu imajı anlamak için, yararlı bir benzerlik ilişkisi bu. Borges deyince, bir çırpıda şunlar sıralanıyor hemen: Labirentler, aynalar, alegoriler, şaşırtmacalar, bilmeceler, mitolojiler, parodiler; bir yandan da, kimilerine göre, aşırı incelik, züppelik, bilgiçlik, sahtelik vs. Borges’e duyulan hayranlık ya da nefreti göstermek için sıralanan her şey, üç aşağı beş yukarı, postmodernizm için de kullanılıyor. En yaygın küçümseme de, postmodernizmin bir ‘moda’ olduğu eleştirisi ki, aslında pek de yanlış değil. Çünkü diğer pek çok görünümüyle birlikte, (Yuppi’lerde izlerini bulabileceğimiz) bir ‘hayat tarzı’ olma özelliği de var postmodernizmin. Kabaca, Beat’ler ile Punk’lar, Sartre ile Foucault arasına çekilecek bir çizginin öte yanı -bütün sınır anlaşmazlıklarına rağmenpostmodernizmin toprakları sayılabilir. Kimine göre de, postmodernizm gelip geçici bir modadan öte, (*) Çev: M. Belge, “M. Foucault ve Las Meninas” yazısı, Tan, s. 3/4, 1962. 10 Zekâ: Yolları Çatallanan Bahçe varlığı inkar edilemeyecek, yeni bir dönem (ya da bir dönemin kendine has üslubu). Tarihsel olarak bakıldığında, Jameson’ın ileri sürdüğü gibi, postmodernizm, askeri ve iktisadi Amerikan hakimiyeti akımının üst-yapısal ifadesi ya da en azından Avrupa-merkezciliğin sonu olarak da görülebilir. Bu iddia doğruluk payı taşımakla birlikte, dönemi eştirmeye karşı olanların sayısı da küçümsenecek gibi değil. Nasıl ki, modernlik Augustin’e ya da Eflatun’a bağlanabiliyorsa, postmodernlik de Sofistlere kadar geri götürülebiliyor. Hattâ -diğer yapıtlarıyla olmasa bile- “Yargı Gücünün Eleştirisi” kitabıyla Kant, ‘dil oyunları’ ile ‘ikinci’ Wittgenstein, tamamlanamazlık (nihai belirsizlik) teoremi ile Gödel, tabii ki Nietzsche ve onun gözdesi Herakleitos, postmodernizm saflarında yer alıyorlar.

Böylece, Eflatuncu-Aristocu, Diyonisoscu-Apolloncu gibi, modern-postmodern ayrımı da, çoğu zaman, felsefi ya da ‘tinsel’ bir tavır olma özelliğine bürünüyor. Yine de postmodernizmin, ‘post-’ ekinden kaynaklanan bir sonralık, bir başkaldırı boyutu taşıdığını da unutmamak gerek. Herhangi bir tanıma indirgenemeyecek bir karmaşıklığa, düzensizliğe sahipse de, postmodernizm öncelikle modernlikle bir hesaplaşma demek: Bu yönüyle kuşkusuz içinde modernizm karşıtlığını ya da modernizm öncesini de barındırıyor. Modernlik kervanı iyi kötü yoluna devam ediyor görünürken, birden bire -çoğu birbirinden habersiz olarak- ne tutulan yolu, ne de gidiş biçimini beğenmeyenler seslerini yükseltiyorlar. Aydınlanma tartışması ya da kavram-merkezciliğin eleştirisi gibi, görünürde dar kapsamlı karşı çıkışların, aslında Batı fikir hayatında büyük bir huzursuzluğun yankıları olduğu anlaşılıyor. Habermas gibi, kervanın bütün olumsuzluklara rağmen, aynı yolda devam etmesini canla başla savunanlar çıkmaktaysa da, bir yeniden değerlendirme süreci olarak postmodernizm, her alanda ağırlığını hissettiriyor. Özne/nesne ya da söz/yazı ayrımı gibi, Batıyı meydana getiren en temel kavram ve kategorilerin sorgulanması olarak ele alındığında, postmodernizm tümüyle Avrupa içinden doğmuş bir ‘farklılık’. Yine de bütün yıkıcılığına (bütün o kodları kırma, ihtilafları şiddetlendirme gibi projelere) karşın, postmodernizm bir akım ya da hareket olarak çıkmıyor karşımıza. Modernist bir ‘isyan’ jargonu edinmiyor kendine.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir