Friedrich Wilhelm Nietzsche – Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu

Bu bir önsöz değildir, sevmem önsözü, yazarla okuyucu araşma girmek istemem de ondan Bütün önsözler yanıltıcıdır; yazana, onun işlediği konuya, bakış açısına göredir, kendincedir. Dahası, okuyucunun düşüncelerine kendi anlayışınca yön vermeye kalkışmadır, böyle bir izlenim uyandırmadır. Ben, burada, yurdumuzda yeni yeni okunmaya, aranmaya başlanan Nietzsche’nin düşüncelerine şöyle topluca bakmak, onu yapıtlarından edindiğim izlenimlerin ışığında, anladığımı yansıtmak istiyorum. Buna da bir tür önsöz diyenler çıkabilir, ne denli önsözden kaçınılsa bir yerde onun içine düşmekten kurtaramaz kendim kişi. Ancak benim burada söyle diklerim bu çeviriden çok yazarının genel düşünce düzeyiyle ilgilidir. Nietzsche, bizim alışageldiğimiz belli bir düzen içinde kalan, düşünceleri arasında sürekli dizgesel bir bağlantı kurmaya özen gösteren, kendi kendini sınırlandıran bir aydın değildir, öyle olmamak için de özel bir çaba göstermiştir besbelli. Batı aydınlan içinde alabildiğine düşünen, olaylara, kültürel sorunlara, toplumsal çalkantılara, iniş-çıkışlara bağımsız bakan birisidir. Bu yüzden onu sınırlı, değişmeyen bir açıdan görmek elde değildir. Nietzsche açıyı sevmeyen, bakışlarım çevre boyutlarına göre biçimlendiren kişidir. Dahası o, dağınıklıklar içinde bir bütündür, kendini oluşturan öğeleri varlığının kapladığı bütün alana yaymış, aralarında görünüşe da­ yalı bir bağlantının bulunmamasına özel bir özen göstermiş gibidir. Nietzsche derinleşirken bile yüzeye yayılmayı, dikey yönde değil de düzlem niteliğinde aşağılara inmeyi sever. Onun sivriliği yüzeyinin genişliğiyle orantılıdır. Derinlikle sığlık, yüzeysellikle darlık gibi karşıtlıklar onun düşüncesini biçimlendiren odaklar arasında önemli bir yer tutar. Onun en ilginç yanı donmuş, değişmezlik kazanmış eski geleneklere, düşüncelere karşı benimsediği yıkıcı tutumdur. O, eskinin içinde yeni, yaratıcı olanı, evreni yansıtanı sever.


Öteki büyük Alman düşünürleri gibi kendini belli, değişmez bir görüşün içinde buruk davranışların boyunduruğu altına koymak istemez. Bundan ötürü ölçüsüz olduğu, gelişigüzelliklere kapıldığı sonucu çıkarılmasın. Onun yazılarını okuyanların boyuna yeni, ilgi çekici düşüncelerin enginliğinde uçtuğunu görmemeleri olanaksızdır. Nietzsche yeninin ardında koşarken eskinin eskimeyen, yaratıa, geliştirici, boyuna yeni kalan gücünden yararlanmayı bilir, onun gözünde yeninin kopuşlu, inişliçıkışlı aşamaları yoktur, yeni sürekli bir yükselme sürecidir. O, bir sürekli oluşun, gelişmenin içinde yer almasını bilen, bunun için didinen kişidir. Batı düşüncesine Nietzsche’nin getirdiği yeniliklerden biri de budur, bu değişken tutumudur. O, düşüncelerin gerçeklikten kopmuş kapalı evreni içinde kalmaktan kaçınır, bir nesneye çakılıp kalmayı, bir odağa bağlanmayı sevmez, durmadan, durdurucudan, yerinde şayiadan kaçınır. Bu bakımdan Nietzsche bir akışın düşünürüdür. İşte onu “üstinsan” dediği korkunç varlığı bulmaya, aramaya iten davranış da budur. “Üstinsan” evrenin yaşam akışı içinde doğanın tükenmeyen, boyuna güç kazanan, yenileşen, geleceğe doğru yaratıa bir özlemle atılan, bütün varlık evrenine açılan, evren sorunlarım, oluşun gizemlerini bir çırpıda kavrayan en üstün yaratıa erktir. Doğa onunla düşünür, yaratır, onun sesinde dile gelir, anlam kazanır, kendini bir eylem varlığı olarak görünüş alanına çıkarır. “Üstinsan” doğanın düşünen özüdür, seven yüreği, gö­ ren gözüdür. Onun yüzyıllar içinde, arada bir, ortaya çıkışı, kendini insanlığa yön veren, düzen getiren bir atılım odağı niteliğinde düşünürlere, sanatçılara, tüm aydınlara sunması bu özelliği nedeniyledir. Boşuna aramamış Batı aydınlan bu “üstinsan”ı kendi tarihlerinin sergilediği uygarlık alanında. Ancak, onu açıklamaya anlatmaya kalkış biçimleri, yöntemleri tutarlı olmamıştır.

Onlar “üstinsan”ı doğanın içinde, doğadan kopuk bir varlık diye düşünmüşler, düşlere, kuruntulara kapılmışlar, görüntülerin, yanılsamaların ardından koşadurmuşlar. “Üstinsan”ı doğanın içinde, evrenin yüreğinde bir atılım varlığı, yaratmaya yönelik bir girişim odağı olarak görmek gerekir. O, evrenin biricik mensagtans’ıdır (düşünen baş). “Üstinsan” evrenin uçsuz bucaksız alanında, uzayın sonsuzluğunda sayısız yaratma eylemlerine katılan bir yüce gücün, kişi biçimine dönüşmüş simgesi niteliğindedir. Bir yöreyi yakıp yok ettikten sonra, kendi de bu yok ettiklerinin içinde yok olan kıvılcım gibidir. Bir İran ozanından aktardığım bu benzetme, “üstinsan”ın yaratıcı gücüyle kendini tüketişi, tükettiğinin içinde yaratıcı başarının en verimli ürününü ortaya koyarak, onun özünde kendini biçimlendirişini dile getirmek içindir. “Üstinsan” bir üstatılımdır tarihin gelişim süre cinde. Öte yandan salt anlayıştır, salt erktir, sonsuzluğun gidişinde yanşa girerek ereğine ulaşmış bir varlıktır, doğanın özünde ileriye doğru atılıma geçmiş yaratıcı istençtir. Nietzsche’nin düşünceleri derli toplu bir düzen içinde, bir bütünlük niteliğinde sunulmadığından onu alışılagelen anlayış ölçüleri içinde kavramak, açıklamak kolay değildir. Belli görüşlere bağlanmayı sever birçok felsefe tarihçisi, bu yüzden Nietzsche’yi bilge saymaz, yazılarında onun adım bile anmazlar. Oysa Nietzsche düşünceleri bakımından bir çağın değil zamanın aydım, düşünürü durumundadır. Gelenekleri dinlemez, eskiye bağlı, çakılı görüşlerden iğrenir, ürker boyuna Onun anlayışına göre önemli olan, kişinin varlığı içinde, yaratıcı, yeniden doğurucu güçlerle donanandır. Kişiyi Sokrates gi­ bi, Spinoza gibi, Kant gibi belli bir yetinin varlığı olarak, belli bir düşüncenin yatağında uzanmış olarak görmez, onun benimsediği aydın örneğinin, düşünürün yatağı yoktur, evrenin enginliğinde yanşa koyulmuş bir koşu alanı vardır. Nietzsche kişiyi, doğa olaylarının sürekli akışında eylemde bulunan bir öz, evreni bütün devinimlerin, kımıldamaların, yaratmaların içinde bitmeyen atılımlardan oluşmuş bir erk yumağı diye anlar. Sanat böyle bir evrenin, sıradan kimseleri aşan yaratma olayıdır.

Nietzsche’ye göre düşüncenin, sanatın, yaratmanın, şiirin ana kaynağı, temel kucağı doğadır, bizi çevreleyen, besleyen, bir bakıma bize eylemler içinde yol gösteren varlıktır. Bilmek, doğayı anlamak, kişinin kendini kavramak, onun evrendeki sınırlanın tanımaktır. Bu engin yetiler dolayısıyla sanat doğanın özünden sesler getiren, daha doğrusu evreni yansıtan, onun yaratıcı gücünü, bütünlüğünü ortaya koyan, bize bildiren, evrenin gizli kapılarını geliştirici ışığın aydınlığına açan yaratmalar dizisidir. Başkalarının buluşlannı aktarmak, onların aydınlığında yürüyerek boyuna yenilikten söz açmak, kendi gücünün tükenmişliğini başkalarının erkinin gölgesinde güçlü bir nesneymiş gibi göstermek sanatçının değil, yetersiz kişinin işidir. Nietzsche böylesi kimseleri ‘epigon’ olarak niteler. ‘Epigon’ başarısız, beceriksiz, yalnızca başkalarının buluşlanyla geçinen, buna karşın kendini başanlı, becerili göstermeye çalışan kişidir, cücedir. Doğa salt mermerden “üstinsan”ı yaratırken çekicin döktüğü kırıntılardan bu epigonlar oluşmuştur. Nietzsche eskiye, donmuşa kızar, saldırır, ondan tiksinir de miştik. Bunlar işi bitmiş, gücünü yitirmiş olan, kendi çağlannda bile birer avuntu varlığı olarak yaşayan, kendilerini başkalarının gölgesinde bağımsız nesnelermiş gibi görmenin geçici kıvancı içinde yuvarlanan, soluyan eskilerdir, çağdaşm yanında çağdışı olmanın utancını mutluluk sayan kimselerdir. Doğarım diliyle konuşan, uydurmalardan kaçman kimse yeninin sıcaklığını, yaratıcı etkisini özünde duyar. Nietzsche doğa­ da olana, evrende bulunana dayanmayan, boşlukta durmasına karşılık kendini sağlam bir tabana oturmuş gibi görmenin yanılgısı içinde sürünen kimselere, nesnelere karşı öfkelidir. Onun Tann öldü’ demesi işte bu yüzdendir. Bu sözle o, eskilerin, şu epigon dediklerinin işlerinin bittiğini, yeni, yaratıcı bir çağın, bir eylemler dizisinin başlaması gerektiğini söylemek, anlatmak istiyor. Nietzsche’nin anlayışına göre ancak yaratıa olan, yenileşen doğurucudur, geliştiricidir. Yaratmak, doğurmak ise doğa gücünün eyleme geçmesi, devinmesidir.

Gerçek düşünür, gerçek sanatçı bu gücü eylemde bulunmaya, dile gelmeye iten, bu verimli itimi yerinde kullanmayı, onu üretici bir aşamaya ulaştırmayı bilendir. Şiirin, müziğin evrenin içsel anlatımı olması, evrensel bir görünüş niteliğinde dışsal bir alana yayılması bu özelliği yüzündendir. “Şiirin ortamı evrenin dışında değildir.” diyen Nietzsche’nin dilinde sanat kuruntudan, uydurmacılıktan boş kavramlar dizisi, yığını olmaktan kurtulur. Nietzsche’ye göre felsefe, şiir, sanat özdeş kaynaktan beslenen kardeş yaratmalardır. Hangi anlamda alınırsa alınsın felsefe sanat, sanat ise felsefedir. Sokrates, Platon, Aristoteles gibi bügelerle anlaşamaması, onların bağlı kaldıkları düşünce, davranış ölçülerinin değişmezliği yüzündendir. Nietzsche, insanı onlar gibi görmez, onlar gibi kuru bir us varlığı diye anlamaz. Nietzsche’ye göre gerçek insan zamanı kendi içinde y e nen, üstün usa kendi özünde bakmayı bilendir. Böyle bir kimse doğa ile kendi arasındaki kesin, gerçek, derin bağlantıyı kavramayı da bilir, öğrenir. Nietzsche’nin düşünce uzayında kişi doğaya özünden açılır, bu açılma kişiyle doğa arasındaki bütünleşmeden kaynaklanır. Bu bütünleşmenin, birliğin ilmiği ancak “üstinsan”dadır. Bu “üstinsan”, ne durumda olursa olsun, bitmeyen bir kavrayış, tükenmeyen bir yaratış eylemi içindedir. Nietzsche, kimi düşüncelerinde, bir bakıma Schopenhauer’e yaklaşır, bu yaklaşma benzer olma anlamına gelmez. Schopenhauer’in “istenç” kavramıyla, Nietzsche’in “üstinsan”ı arasında kurulan ilgi iki düşünürü, çok az ölçüde, birbirinin karşısına getirir.

Bu karşılaşma burada başlar, burada biter. Bütün dağınıklığına, düzenden, belli ölçüler içinde düşünmekten sıkılıp kaçınmasına karşın, Nietzsche Batı düşüncesinin en güçlü, en erkek başlarından biri, bir bakıma en önde gelenidir. Bu özellik de geçmişe, yeniye, yaratıa olana karşı benimsediği tutumla bağlantılıdır. Düşüncelerini, inançlarım çağının anlayış ölçülerini aşan bir güçle ortaya koymaktan, çürümüş geleneklere, kişi soyunun ilerleyişine dur diyen saplantılara karşı durmaktan çekinmeyen, bu tutumunu açıkça ortaya koymaktan sakınmayan bir aydın olarak Nietzsche bir atılım insanıdır. Yeninin tutunması, gelişmesi için yıkılması gerekeni seçmesini, yıkmasını çok iyi bilmiş, bildirmiştir. Nietzsche için yeninin yeşermesinde, tarlanın eski otlardan, köklerden, yabanlaşmış bitkilerden arındırılması kaçınılmazdır. Eski köklerin, otların, egemenlik sağladığı bir tarım alanında yeni ürün alma olanağı yoktur. Şimdi yeniye inanan, eskinin durdurucu, engelleyici yanlarını bilen bir kimse için yapılacak ilk iş yıkmaktır. Ancak yıkılması gerekeni bilmek de yeniyi anlamaya bağlıdır. Bu nedenle yıkıcılık bir uzman, bir aydın işidir. Eskinin anlamsız bir taşıyıcısı olmaktan öteye geçemeyen kimse neyi yıkacağım da bilemez. İnsanlığın, uygarlığın gelişmesi uğruna önce yıkılması gereken kaçınılmaz olan dinle ilgili değişmez, donmuş, katılaşmış inançlardır. İnsanın belli bir anlamda, kendisini aydınlatmak için yarattığı Tann, ona, yaratıcısı olan insana gölge salmaya, onu bağlıklara vurmaya başlayınca yıkılmalı, çakıldığı yerden sökülüp atılmalıdır. Bu eylem dine karşı saygısızlık değil saygıdır. Din insanları katılaştırmak, dondurmak için değil, geliştirmek, aydınlatmak, kötülükten kurtarmak içindir.

Bu anlamım yitirdiği, değişmez bir içerik kazandığı ortamda, din de Tann da kendi eliyle carıma kıymayı göze almış demektir. Din de Tann da insan varlığının yüceliği oranında kutsaldır. İnsanı değersiz, aşağılık bir buyruk varlığı, yalnızca verileni yapmakla, buyurulanı yerine getirmekle görevli sayan bir inanç düzeni kendi ortamının dışına çıkmış, sağlık bozucu bir nesne olmuş demektir. İşte böyle bir durumda yıkılması gerekeni yıkmak değil de ayakta tutmaya çalışmak yalnız insanlığa yönelik bir suç olmakla kalmaz, Tanrısal varlığın özüne de aykırıdır. Yıkılması gereken yıkılmadan yeninin yatağı serilemez. Söz buraya gelmişken, tarihi bir gerçeği belirtmeden de geçmeyelim, bir ışığın ne denli aykın yönde aydınlık saçtığını göstermeye çalışalım, Nietzsche de geçen yüzyılın Avrupasında geçer akçe olan bir inanan etkisinden kendini kurtaramamıştır, o da çağının, çağdaşlarının yaptığını yapmış, bütün Anadolu uygarlığını yadsıyarak bir Grek ürünü sayma yanılgısına kapümıştır. Oysa Nietzsche’nin Grek saydığı Dionysos, Apollon gibi Tanrılar Grek değildir, bu adlar Grek dilinde yoktur, Anadolu kökenlidir. Grek diliyle açıklanamayan bu adların çevresinde örülen inanç kurumlan da Grek ülkesine yabanadır, oraya dışandan konar-göçer olarak gitmiş, yerleşmiştir. Uygarlık için bir gerçek olan bu olayı ulus için eksiklik sayılmamalıdır. Yeryüzünde bütün buluşlan bir ulusun yaratı ürünü diye nitelemek yanıltıa bir olaydır. Nietzsche, aşın bir Grekseverlikle Anadolu uygarlığını bir yana iterek tragedyayı açıklamaya çalışırken Trakya’dan kaynaklanan, Grek düşücesine, inancına yabana gelen birtakım gerçekleri de görmek, göstermek istememiştir. Bütün yazılannı Latince yazan Nicolaus Cusanus ne denli Latinse bütün yazılarını Grekçe yazan Homeros ile Herodotos da o denli Grek’tir. Onların Grek yazınında yer almalan yapıtlarının özelliği, dili yüzündendir, uygarlık alanında birer Grek olarak bulunuşlanndan değil. Avrupa insanı dinini Grek diliyle öğrenmiş, onun etkisiyle felsefesini, sanatını geliştirmiş, bu olayla uygarlık arasında bağlantı kurarken kaynak sorununu açıklamaya yanaşmamıştır. Bu da Avrupa insanının evrene din gözlüğüyle bakmasından kaynaklanır.

Günümüzde sürdürülen araştırmalar, nicelemeler kazılardan çıkan uygarlık ürünleri, üzerindeki karşılaştırmalı çalışmalar Anadolu uygarlığının özgünlüğünü, Grek-Latin uygarlığının, onun bir uzantısı, gelişim çizgisi olduğunu ortaya koymuştur. Bu gerçeği duygusal eğilimlerle yadsıma olanağı kalmamıştır artık. Müziğin Ruhundan TiagedyanmDcğuşıfnu bundan yirmi beş yıl önce çevirmiştim, bastırmayı düşünmemiştim bile. Şimdi yeniden çevirirken eski çeviriyi de göz önünde bulundurdum Nice yanlışlar yapmışım, değişik yorumlarla Nietzsche’den uzaklaşmışım, şimdi anlıyorum daha açıkça. İşe bir de benim çevirimde bulunmayan, basım-dizgi sırasında düzeltilmeyen yanlışlar karışınca çok tatsız bir yapıt çıkmış ortaya Kimseyi bunun için suçlamak doğru değil, birtakım üzücü olaylar nedeniyle çeviriye gereken özeni gösterememiştim Şimdi eksikliğimi, biraz olsun, gidermeye, daha sağlıklı bir çeviri sunmaya çalıştım. Yine yanlışlarım olabilir, olması da doğaldır. Değişen süre birtakım kavramlarla ilgili yorumlan da değiştiriyor besbelli. Bu ikinci basımda dilde birtakım değişiklikler yapmayı yeğledim, kimi sözcüklerin yerine yeni karşılıklar koydum, eskiyi attım. İleride Nietzsche konusunda çalışacak olanların daha yararlı, daha başarılı birer emek ürünü ortaya koyacaklarına bütün yüreğimle inanıyorum, benim yanlışlarımı onlar düzeltecek, eksikliklerimi onlar giderecektir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir