Friedrich Wilhelm Nietzsche – Öğretim Kurumlarımızın Geleceği Üzerine

Konferanslarımın başlığı, aslında her başlıktan bekleneceği gibi, elden geldiğince net, açık seçik ve etkileyici olmalıydı ama şimdi gayet iyi fark ettiğim şu ki aşın belirlilik yüzünden fazla kısa, bu nedenle de tersine belirsiz olmuş ve ben bu boşluğu, dolayısıyla bu konferansların ödevinin ne olduğunu saygıdeğer dinleyicilerime açıklamak ve gerekirse özür dilemekle söze başlamak zorundayım. Yani, eğitim kuramlarımızın geleceği üzerine konuşacağıma dair söz verdimse, özellikle bizim Basel’deki bu tür enstitülerin geleceği ve gelişimini öncelikle düşünmüyorum. Her ne kadar bu genel iddialarımın çoğu bizim yerli öğretim kuramlarına benzetilebilir görünse de bu benzetmeleri yapan ben değilim, bu yüzden de benzeri yararlanmaların sorumluluğunu taşımayı hiç istemem. Asıl neden şu: çünkü ben, kendimi pek yabancı ve deneyimsiz buluyorum ve eğitim meselelerinin böylesi özel bir kompozisyonunu doğra yargılayacak kadar hatta hatta bunların geleceğini az çok kesin tahmin edecek kadar kök salmış hissetmiyorum kendimi buralarda. Öte yandan, bu konferansları nerede vereceğimin de iyice bilincindeyim: yani, hemşehrilerinin öğrenim ve eğitimini son derece muazzam bir anlayış ve büyük devletleri utandıracak ölçüde desteklemeye çalışan bir şehirde, öyle ki şu tahminde bulunmakla yanlışlık yaptığımı sanmıyorum: bu şeyler için orada çok daha fazla çalışıldığı gibi, bunlar hakkında bir o kadar da çok düşünülmektedir. İşte asıl arzum, hatta şartım, buradaki o, doğru diye kabullenilen şeyleri aksiyonla desteklemekten ziyade eğitim ve öğretim sorunları üzerine kafa yormuş dinleyicilerle düşünce alışverişinde olmaktır. Çünkü, problemin büyüklüğü ve zamanın kısalığı, ancak bu tür dinleyiciler karşısında meramımı anlatmama izin verecektir. Yani yalnızca değinilebilen şeyi hemencecik kavrayan ve sessizce geçilmesi gereken şeyi tamamlayan, bilgilendirilmek değil hatırlamakla yetinenler. Diyeceğim şu ki, Basel okul ve eğitim meselelerinde yetkisiz bir öğüt verici olmayı kesinlikle reddederken hele hele şimdiki kültürlü toplumlann genel ufkundan hareketle eğitimin ve eğitim araçlarının geleceğinin ne olacağı kehanetinde bulunmayı aklımın ucundan bile geçirmem. Görüş alanının bu uçsuz bucaksız genişliği, gözlerimi kamaştırır, keza pek yakından bakışta da güvensiz olurum. Bizim eğitim kurumlan deyince anladığım, buna göre ne özel olarak Baselinkiler, ne de en geniş, bütün toplumlan içeren şimdinin sayısız biçimleridir; tersine, burada da görmekten gurur duyduğumuz bu tarz Alman kurumlarını kastediyorum. Bu Alman kurumlannın istikbali bizi ilgilendirmeli, yani Alman ilkokulunun, Alman ortaokulunun, Alman klasik lisesinin, Alman üniversitesinin istikbali. Bunu yaparken öncelikle her türlü mukayeseden ve değerlendirmelerden uzak durup sanki bizim durumumuz öteki kültürlü toplumlarla karşılaştırıldığında örnek olabilecek, eşsiz nitelikteymiş gibi bir yalaka kibirden kendimizi koruyacağız. Tamam, bunlar bizim eğitim kurumlanınız ve bizimle bağlan rastlantı değil, üzerimize bir elbise gibi geçirilmiş değil: bunlar, önemli kültür hareketlerinin canlı anıtlan, birkaç formasyonda “ata yadigân” olarak bizi toplumun geçmişine bağlarlar ve ana hatlanyla öyle kutsal ve saygın bir mirastır ki öğretim kurumlanmızın geleceğinden ancak, onlan doğuran ideal düşünceye elden geldiğince yaklaşmak anlamında söz edebilirim. Bununla birlikte şu konudan eminim ki zamanımızın, bu öğretim kurumlannda onlan “çağdaşlaştırmak” için yapmayı uygun bulduğu birçok değişiklik, büyük oranda, bunların kuruluşlanndaki en eski yüce eğilimlerden yalnızca çarpıtılmış çizgiler ve uzaklaşmalardır.


Ve bu bakımdan istikbalden bekleyebileceklerimiz, Alman ruhunun öyle genel bir yenilenmesi, tazelenmesi ve canlandınlmasıdır ki bu ruhtan bu kurumlar da bir dereceye kadar yeniden doğacaktır ve bu yeniden doğuştan sonra hem eski hem de yeni görüneceklerdir, oysa şimdi en çok istedikleri yalnızca “modem” ve “çağdaş” olmak. Öğretim kurumlanmızın istikbalinden söz edişim, yalnızca o ümit çerçevesinde. Ve bu da başından beri affınıza sığına- rak açıklamak zorunda olduğum bir ikinci nokta. Peygamber olmak istemek zaten haddini bilmezliğin ta kendisi ve böyle bir niyeti olmadığını açıklamak bile kulağa gülünç geliyor. Öğretimimiz ve onunla ilişkili olarak eğitim araç ve metotlarının geleceği üzerine eğer bu gelecekteki öğretimin hangi ölçüde olursa olsun başlamış bulunduğunu ve okullarla eğitim enstitülerine gerekli etkide bulunabilmek için yalnızca etkinliğini genişletmek durumunda olduğunu kanıtlayamıyorsa hiç kimse kehanet tonunda bir şeyler söyleyemez. İzninizle bir Romalı kâhin gibi zamanımızın bağırsaklarından istikbal kehanetinde bulunayım: yani bu durumda söyleyebileceğim şey, mevcut öğretim eğiliminden zafer müjdesini vermektir, acaba tam şu anda sevilmiyor, sayılmıyor, yaygınlaşmıyor mu? Ama bu öğretim, eminim ki, zafer kazanacaktır, çünkü en büyük ve en güçlü ortak doğa onun. Ama bizim de gizleyemeyeceğimiz şey, modem eğitim metotlarımızın pek çok şartmm doğaya aykırı olma özelliği olduğu ve çağımızın en korkunç zaaflarının işte bu doğaya aykın eğitim metotlarıyla ilgili olduğudur. Bu çağla iyice uyum içinde olup onu “doğal” (selbstverstandlich) sayan kimseyi ne bu inancından ne de şu rezil moda kelime “doğal”dan dolayı kıskanıyoruz. Ama tam karşıt noktaya ulaşmış ve çaresiz hale gelmiş kimse de artık mücadele etmek zorunda değil, ve yakında bir başına kalmak için yalnızlığa boyun eğebilir. Bu “doğarlarla yalnızlar arasında ise savaşanlar yer alıyor, yani umutlu olanlar, hani Goethe’nin “Glocke” şiirinin girişinde gözlerimizin önünde canlandırdığı şekliyle bizim büyük Schillerimizin en asil ve en yüce temsilcisi olduğundan umutlular: Nun glühte seine Wange roth und röther Von jener Jugend, die uns nie entfliegt, Von jenem Muth, der, früher oder spâter, Den Widerstand der stumpfen Welt besiegt, Von jenem Glauben, der sich stets erhöhter Bald kühn hervordrângt, bald geduldig schmiegt, Damit das Gute wirke, wachse, fromme, Damit der Tag dem Edlen endlich komme. Yanakları al al olmuş Hiç gözümüzden kaçmayan gençlikten, Şu tatsız dünyayı er geç Ait eden o cesaretten, Hep yükselen o inançtan Kâh cesurca öne çıkan, kâh sabırla eğilen, Amaç, iyinin olması, büyümesi, yaraması, Günün asil kişiye nihayet ulaşması. Buraya kadar söylediklerimi saygıdeğer dinleyicilerim, bir önsöz olarak alsın isterim; ödevi, konferanslarımın başlığını aydınlatmak ve olası yanlış anlamalara ve haksız beklentilere karşı korumak olan bir önsöz. Şimdi hemen, görüşlerimin başında, başlıktan konuya geçerek genel düşünce alanını (ki buradan hareketle eğitim kuramlarımız hakkında bir yargıya varılmaya çalışılacaktır) belirlemek üzere bu giriş bölümünde açık seçik formüle edilmiş bir tez, yeni gelen her kişiye bir tabela olarak hatırlatmalı, kimin evine ve kimin bahçesine girmek üzere olduğunu: tabii eğer böyle bir tabelayı gördükten sonra o eve ve bahçeye arkasını dönmeyi tercih etmiyorsa. Tezim şöyle: İçinde bulunduğumuz çağda, aslında tamamıyla farklı temeller üzerine kurulmuş olan öğretim kuramlarımıza egemen iki karşıt, etkileri bakımından ise aynı derecede yıkıcı ve sonuçlarında ise nihayet birlikte ilerleyen iki akım var: birincisi: öğretimi mümkün olduğunca genişletmek hırsı, İkincisi aynı şeyi d a r a l t m a k ve z a y ı f l a t m a k hırsı. Birincisine göre kültür, gittikçe daha geniş çevrelere taşınmalı, öteki eğilime göre öğretimden, en yüce, muhteşem iddialarından vazgeçmesi ve başka bir hayat biçimine, yani devlet biçimine hizmet ederek boğun eğmesi bekleniyor.

Öğretimi bu korkunç genişletme ve daraltma eğilimlerine bakarsak, umutsuzca çaresiz kalırız, eğer günün birinde bu ikisine karşı tam Alman ve geleceği tam zengin eğilimlerin zafer kazanmasına yardım etmek mümkün olmazsa. Bu demektir ki elden geldiğince büyük bir genişletmenin karşıtı olarak daraltma ve yoğunlaştırma güdüsü ve öğretimin küçültülmesinin karşıtı olarak, onun güçlendirilmesi ve kendine yeter olması güdüsü. Ama bir zafer imkânına inanmamızı haklı çıkaran teşhis, o genişletme ve küçültme eğilimlerinin, doğanın ezelden beri aynı olan niyetlerine karşı olmasıdır, nasıl ki öğretimin pek aza yoğunlaşması aynı doğanın gerekli bir yasası, başlı başına bir hakikattir, oysa öteki iki tepkinin başarısı ancak uyduruk bir kültür yaratmaktır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir