Geraud Poumarede – Haçlı Seferi’ne Son Çağrı

Yaklaşık yirmi yıldır Akdeniz çevresini kasıp kavuran gerginlik ve çatışmaların yeniden alevlenişini açıklamak için, artık çok gerilerde kalmış bölünme ve kırılma faktörleri ortaya sürülüyor. Birçok analizci eski Yugoslavya’nın dramatik koşullarda parçalanışını bir din savaşı olarak yorumlamakta tereddüt etmedi: Onlara göre bu olayda Osmanlı işgalinin hesapları, Osmanlı lmparatorluğu’nun çöküşünden yüz yıl sonra, bir kan banyosu içinde kapanmış, tasfiye edilmiş oluyordu. Buna paralel olarak, “İslamcı” cihad, Batının büyük korkuları arasında Sovyet kaynaklı nükleer kıyametin yerini alma yolunda görünüyor. Haçlı seferi imgeselliği uluslararası ilişkiler alanında yeniden kol gezmeye başlıyor ve bazıları tarafından bir seferberlik gerekçesi olarak kullanılıyor. Yakın dönem tarih yazıcılığı da bu sarsıntılardan bağışık kalamıyor. Bu alanda da, Hıristiyan olsun Müslüman olsun, kutsal savaşa yönelik ilgide artış görülüyor;1 Alphonse Dupront’un Haçlı Seferleri Miti üstüne başlıklı çalışmasının yayımlanışı da, her şeyden önce bu büyük tarihçiye ve çığır açıcı eserine haklı bir saygı gösterisi gibi görülse de, eski fay hatlarının çağımızda yeniden diriltilişi sürecinden ayrı düşünülemiyor.2 lnebahtı (Lepanto) Muharebesi yeniden gündeme gelir ve son zamanlarda çeşitli bilimsel et9 kinliklerle bu konuya tekrar dönülürken,3 lslam’la Batı arasındaki ilişkiler konusunda bir “uygarlıklar çatışması” sorunu da ortaya atılarak, güncel hırçınlık ve gerginlikler Ortaçağ haçlı seferlerinden Avrupa’daki Türk yayılışına kadar, tüm geçmiş çatışmaları kapsayan uzun süre içinde bir yere oturtuldu.4 Aslına bakılırsa, burada sadece, eski fikirlerin geri dönüşü söz konusu. Fernand Braudel de, “uygarlıkların kardeşçe ve liberal olabileceklerini”, “başka uygarlıklardan ziyaretçi kabul ettiklerini” ve “bu ziyaretleri iade ettiklerini” kabul etmekle,5 ve buna paralel olarak “iki düşman din arasında insanların devlet ve inanç sınırlarına aldırış etmeksizin gelip gittiklerini” belirtiyordu.6 Öte yandan, “Olay insan boyutlarında ele alındığında, herhangi bir uygarlıkla komşu uygarlık arasında, muzaffer olanla (veya olduğunu sananla) egemenliğini yitiren (ve bir daha aynı duruma düşmeme hayali kuran) arasında, şiddet içerikli anlaşmazlıklardan daha iyi bir buluşma zemini olmadığı” düşüncesindeydi:7 “16. yüzyıl Akdeniz dünyasında böyle buluşmalar eksik olmazdı”.8 Bu nokta onun gözünde o kadar doğruydu ki, İspanya krallarıyla Osmanlı Sultanları arasındaki çatışmayı, bu denizin tarihini anlamayı sağlayan anahtar olaylardan biri olarak görmüştü. Fernand Braudel gibi, Yeniçağın ilk yüzyıllarında Türklerle Hıristiyanların defalarca karşı karşıya gelişlerini dinsel nedenlere bağlayan araştırmacılar çoktur. Bu yorumu paylaşan tarihçiler Orta çağ haçlı seferlerine dair inceleme alanlarını lnebahtı Muharebesi’ne kadar genişletiyor ve bu olayın kaynağını da dinsel uyuşmazlıkla açıklamaya çalışıyorlar. Aziz S.


Atiya 1975’te “Haçlı seferlerinin sonrası”nı ele aldığı makalesinde bu görüşü öne çıkarıyor.9 Kenneth M. Setton, 1204’ten itibaren Papalıkla “Doğu” [Levant, Doğu Akdeniz] arasındaki ilişkiler üstüne yayımladığı büyük eserin son iki cildinde, gayet anlamlı bir şekilde, 16. yüzyılı ancak 1571 yılına kadar ele alıyor.10 Norman Housley de, son haçlı seferleri üstüne 1992’de çıkan kitabında, bu görüşü benimsiyor.11 Bu yazarlara göre, 16. yüzyılın ilk onyıllarındaki savaşlara Papalık’ın karışması -ki bu süreç V. Pius tarafından Kutsal Birlik’in (Sainte Ligue) örgütlen10 mesiyle doruğuna ulaşmıştır- bu savaşları haçlı seferi kategorisine sokmayı haklı kılmaktadır: Roma (Papalık) girişimlerin bir kısmım finanse ediyor, savaşçılara “endüljans” bağışlıyor ve tam bir seferberlik söylemiyle konuşuyor. Adı geçen yazarlara göre, bütün bu inisiyatifler haçlı seferlerinin tarihsel geçmişine bağlanan bir süreklilik içinde yer almaktadır. Hatta Papalık makamının 17. yüzyıldaki eylemlerini sürdürmekteki azmi ve gayretkeşliği, N. Housley’i, yorumunu gözden geçirmeye ve daha yakın tarihli bir makalede, araştırma alanım aşağıya (daha sonralara) doğru kaydırmaya sevk ediyor. Yazar, Papaların endüljans dağıtmaya ve savaşan kralların ihtiyaçlarını karşılamak üzere olağanüstü vergiler koymasına izin vermeye devam ettiklerine dikkat çekerek, son haçlı seferlerinin bitiş tarihini 1700 yılına kadar getiriyor.12 Böylece, Türklere karşı tüm mücadele haçlı seferleri mirasına dahil oluyor. Ancak, aynı konuya eğilen modernist tarihçiler, Avrupalıların Türklere karşı verdikleri mücadeleleri adlandırmak için, “haçlı seferi” teriminin yerine “kutsal savaş” deyimini tercih ederek, bu yaklaşımla aralarına mesafe koymaya çalışıyorlar.

13 Bu grup, sultanlara karşı yapılan savaşın kendisine özgü niteliklerini ön plana çıkarmak,istiyor: Onlara göre bu çatışmalar, Kutsal Yerlere ve günün birinde Kudüs’ün geri alınması fikrini içermeyen, sadece Tanrı adına ve Hıristiyanlığı Osmanlı yayılışından korumak amacıyla verilmiş mücadelelerdir. Böylece, Ortaçağ uzmanlarınca savaşın biçimlerine atfedilen dikkatin karşısına, mücadelenin amaçlarına ilişkin bir düşünce tarzı çıkarıyor; önem ve ağırlığın Müslüman topraklarına yönelik saldıncı bir haçlı seferi kavramından, düşmanın saldırısına uğramış Hıristiyan alemini korumayı hedef alan savunmacı bir kutsal savaş kavramına kaydığını vurguluyorlar.14 Yine de bu tartışmada, Paul Alphandery’nin sezgilerinden de pay almış olan Alphonse Dupront’un eserinin ayrı bir yeri olduğu görülüyor. Dupront, olayını yeni bir yorumla tekrar ele alarak, haçlı seferinin, uzun bir sürece yayılan; Kutsal Yerlerin büyüleyici cazibesini, birtakım eskatolojik beklentileri ve bir kendisini aşma ve dine dönme özlemini karıp kaynaş11 tıran yapı-kurucu bir kavram olduğunu öne sürüyor.15 Ona göre, Yeniçağda* haçlı seferi, daha ziyade, kökleri derinlerde bir amaç olan “Türklere karşı mücadele”de somutlaşıyordu. Yazar, bu derin özlemin, Doğu savaşlarının cazibesine kapılmış bölük bölük genç aristokrat arasından seçtiği il. Pius, Şarlken [ Charles], La Noue ya da Peder joseph gibi birkaç önemli figürdeki dışavurumlarını inceler. Söz konusu soylular bu savaşlara, ya kahramanlık payesi almak için ya da kavgalarıyla haçlı seferinin “canlı mevcudiyetini” daha geç dönemlerde de yaşatan askeri tarikatlar (özellikle Malta Şövalyeleri) bünyesinde katılırlardı. Öne çıkarılan varsayım ne olursa olsun, “Türk savaşı” böylelikle dinsel temelleri nedeniyle kutsallaştırılmış oluyor. Bu da Batılı hükümdarlarla sultanları karşı karşıya getiren çatışmanın radikalliğini vurgulamak ve bir uygarlıklar çatışması fikrine inanılırlık sağlamak anlamına geliyor. Ancak böyle bir statü tarihsel bakımdan tutarlı ve titiz biçimde incelenip tartışılmayı hak ediyor. Bu kitabın konusu ve nesnesi de bu. 16. ve 1 7. yüzyıllar gibi Avrupa halklarının Katolikler ve Protestanlar olarak iki kampa ayrılmasıyla Hıristiyan halk kitlesinin temellerinin derinden oyulduğu bir dönemde, kut�al savaşın ya da haçlı seferinin bu güncelliği paradoksal görülebilir.

Öte yandan bu güncellik, Babıali’yle Fransa, İngiltere veya Birleşik Eyaletler [Hollanda-Belçika] gibi bazı Hıristiyan Avrupa devletleri arasındaki ilişkilerde görülen -ve aynı şekilde dönemin tipik özelliklerinden olan- gelişmeyle de kolay kolay bağdaşmıyor. Bu görünür çelişki de derinlemesine bir araştırmaya gerekçe oluşturuyor. Aslında, Yeniçağın başlarında Türklere karşı mücadelenin Batıda ne ölçüde paylaşılan bir ideal olmaya devam ettiğini belirlemek gerekiyor. Burada şu yönler araştırma konusu olacak: Türk dünyasına radikal bir karşı-çıkış söylemi gerçekten mevcutsa da -ki bunun oluşumu ve çeşitli görünüşleri sonraki başlıklarda ele alınacak-, aynı zamanda bunun gerek uluslararası ilişkiler ve devletlerin izlediği politikalar gerekse sava- (*) “Temps modemes” ya da “epoque moderne”: 16., 17. ve 18. yüzyılları kapsayan dönem – ç.n. 12 şın pratiği ve insanların savaş alanındaki davranışları üzerindeki etki ve yankılarıyla da ilgilenmek gerekiyor. Böyle bir çalışmanın, yolun sonunda, İstanbul sultanlarıyla Avrupa hükümdarları arasındaki radikal çatışma sürecinin yeniden yorumlanmasına yol açacağı düşünülebilir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir